İo veya Io, Jüpiter'in Galilei uydularından yörüngesi en içte bulunanı ve üçüncü en büyük olanıdır. Güneş Sisteminin en büyük dördüncü uydusudur. 1610 yılında Galileo Galilei tarafından keşfedilmiştir. Adını Yunan mitolojisinde Zeus'un sevgililerinden biri olan "Io" karakterinden alır. Güneş Sistemi'nde üzerinde sürekli olarak gazlar ve lav püskürten yanardağlar bulunan tek uydudur.
Enzimler, kataliz yapan biyomoleküllerdir. Neredeyse tüm enzimler protein yapılıdır. Enzim tepkimelerinde, bu sürece giren moleküllere substrat denir ve enzim bunları farklı moleküllere, ürünlere dönüştürür. Bir canlı hücredeki tepkimelerin neredeyse tamamı yeterince hızlı olabilmek için enzimlere gerek duyar. Enzimler substratları için son derece seçici oldukları için ve pek çok olası tepkimeden sadece birkaçını hızlandırdıklarından dolayı, bir hücredeki enzimlerin kümesi o hücrede hangi metabolik yolakların bulunduğunu belirler.
Biyolojide abiyogenez veya yaşamın kökeni, yaşamın basit organik bileşikler gibi cansız maddelerden ortaya çıktığı doğal süreçtir. Hakim bilimsel hipotez, Dünya'da cansız varlıklardan canlı varlıklara geçişin tek bir olay değil, yaşanabilir bir gezegenin oluşumu, organik moleküllerin prebiyotik sentezi, moleküler kendini kopyalama, kendini birleştirme, otokataliz ve hücre zarlarının ortaya çıkışını içeren artan karmaşıklıkta bir süreç olduğudur. Sürecin farklı aşamaları için birçok öneri yapılmıştır.
Miller-Urey Deneyi kimyasal evrimin oluşumunu denemek üzere, 1952'deki bilimsel görüşe göre dünyanın ilk zamanlarında var olduğu koşulların benzetim yöntemiyle oluşturulduğu bir deneydi. Bu deney, özellikle Aleksandr Ivanovich Oparin ve J.B.S. Haldane'in, ilkel dünya üzerindeki koşullarda var olan inorganik öncüllerinin kimyasal tepkimeler yoluyla organik bileşikleri sentezlediği hipotezini sınamak içindi. Abiyogenez konusunda klasik bir deney olduğu kabul edilen bu deney, 1952 yılında Stanley Lloyd Miller ve Harold Urey tarafından Chicago Üniversitesi'nde yapılmıştı.
Nanolif veya nanofiber, ortalama lif çapları nanometreler mertebesinde olan yaklaşık olarak bir insan saçı telinin binde biri kadar ince liflerdir. Genel anlamda lifler söz konusu olduğunda ‘nano’ terimi, lif çapının büyüklüğü hakkında bilgi verir. Günümüzde, mevcut lif üretim teknikleriyle çapı bir mikron ve altında lif üretilemediği için, çalışmalarda “çapı bir mikron ve altındaki lifler” nanolif olarak kabul edilmektedir. Bu lifleri üretmek için geliştirilmiş en son teknolojilerden biri olan elektro-üretim yöntemidir. Birçok uygulama nanoliflerin kısa zaman içerisinde hayatın pek çok alanına gireceğini göstermektedir. Polimer esaslı nanoliflerin üretimi için en etkin ve kolay yöntem elektro-üretim (electrospinning) yöntemi olarak görülmektedir. Bunun dışında özel çekim metotları ve gaz-buharı (vapor-grown) yöntemleri ile de nanolif üretmek mümkündür.
Dünyadaki yaşamın evrimsel tarihi, fosil ya da günümüz yaşayan canlı organizmaların evrildiği süreçlerin izlerini takip eder. Yaşamın evrimsel tarihi, yeryüzünde yaşamın kökeninden, günümüzden yaklaşık 4,5 milyar yıl önceki bir tarihten, günümüze kadar uzanmaktadır. Günümüz tüm canlı türleri arasındaki benzerlikler, bilinen tüm canlı türlerin, evrim süreçleri içinde giderek birbirlerinden ayrıldığı ortak bir ataya sahip olduklarına işaret etmektedir.
Evrimsel gelişim biyolojisi, canlı türlerin ataları aralarındaki ilişkiyi belirlemek ve gelişimsel süreçlerin nasıl evrildiğini keşfetmek için farklı organizmaların gelişim süreçlerini karşılaştıran biyolojinin bir alt dalıdır. Bu anlamda evrimsel gelişim biyolojisi embriyonik gelişimin kökeni ve evrimini araştırarak tüylerin evrimi gibi gelişmeleri ve gelişim süreçlerini, yeni özelliklerin kazanılmasında ve ortaya çıkmasında nasıl etki ettikleri, gelişimsel plastisitenin evrimdeki rolü, ekolojik etkenlerin gelişime ve evrimsel değişime nasıl yol açtıkları, yakınsak evrimin ve homolojinin gelişimsel temelleri gibi konuları ele alır.
George Wald, Yahudi kökenli Amerikalı bilim insanı. Retina pigmentleri üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilinir. 1967 yılında Haldan Keffer Hartline ve Ragnar Granit ile birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü kazanmıştır.
Erken Kretase veya Alt Kretase, Kretase'nin iki ana bölümünden daha erken/altta olanıdır. Genellikle 145 milyon yıl öncesinden 100,5 milyon yıl öncesine kadar uzandığı kabul edilir.
Kedi feromonları, kediler ve diğer kedigiller tarafından iletişim amacıyla kullanılan feromonlardır.
Enstrümental analiz, analitleri bilimsel aletler (enstrümanlar) kullanarak inceleyen analitik kimya alanı.
Enceladus Satürn'ün en büyük altıncı uydusudur. Yaklaşık 500 kilometre çapında olan Enceladus Satürn'ün en büyük uydusu olan Titan'ın onda biri büyüklüğündedir. Yüzeyinin büyük oranda temiz buzla kaplı olması sonucunda Enceladus güneş sisteminde ışığı en fazla yansıtan gök cisimlerinden biri konumundadır. Doğal olarak ışığı tutan tüm gök cisimlerinden daha soğuk olan Enceladus'un yüzeyi öğle vakitlerinde en yüksek -198 °C dereceye ulaşmaktadır. Enceladus'un yüzeyi yoğun yaşlı kraterlerle kaplı bölgeleri ve 100 milyon yıla kadar yakın geçmişte oluşmuş genç tektonik deformasyon alanları gibi pek çok farklı yüzey özelliğini barındırmaktadır.
Kütle spektrometrisi, İngilizce: Mass spectrometry (MS), kimyasal türleri iyonize edip oluşan iyonları Kütle-yük oranını esas alarak sıralayan bir analitik teknik. Daha basit terimler ile, bir kütle spektrumu bir numunen içindeki kütleleri ölçer. Kütle spektrometrisi birçok farklı alanda kullanılır ve kompleks karışımlara uygulandığı kadar saf numunelere de uygulanır.
İletken polimer veya kendiliğinden iletken polimerler (ICP'ler) elektriği ileten organik polimerlerdir. Bu tür bileşikler metalik iletkenliğe sahip olabilir veya yarı iletkenler olabilir. İletken polimerlerin en büyük avantajı, esas olarak dağılma özelliği ile işlenebilir olmalarıdır. İletken polimerler genellikle termoplastik değildir, yani termoform değildir. Ancak, yalıtıcı polimerler gibi, organik maddelerdir. Yüksek elektrik iletkenliği sunabilirler, ancak ticari olarak temin edilebilen diğer polimerlere benzer mekanik özellikler göstermezler. Elektriksel özellikler, organik sentez yöntemleri ve gelişmiş dispersiyon teknikleriyle ince ayar yapılabilir.
Fülminik asit, HCNO moleküler formülünü içeren kimyasal bir bileşiktir. Gümüş tuzu, 1798'de, gümüş nitrik asit içinde eritildiyse ve şarabın ruhuna eklenen çözeltinin, beyaz, oldukça patlayıcı bir toz elde edildiğini tespit eden Luigi Valentino Brugnatelli tarafından keşfedildi. 1800'de Edward Charles Howard da gümüş tuzu üretti ve daha sonra 1824'te Justus von Liebig tarafından araştırıldı. Howard ayrıca, 1799'da, Brugnatelli'nin işleminde gümüş yerine gümüş cıvası olan cıva tuzunu yarattı. Organik bir asit ve gümüş tuzu 1825'te Friedrich Wöhler tarafından keşfedilen izosiyanik asit izomeridir. Serbest asit ilk olarak 1966'da izole edildi.
Aşırı kullanım, yenilenebilir doğal kaynakların haddinden fazla kullanılmasına bağlı olarak kaynak veriminin azalması ya da tükenme noktasına gelmesini ifade eder. Kaynaklar sürekli sömürülmeleri durumunda yok olabilir. Aşırı kullanım ile tükenebilecek doğal kaynakları arasında yabani tıbbi bitkiler, meralar, av hayvanları, balık popülasyonu, ormanlar ve su akiferleri sayılır.
Elektron kristalografisi, bir transmisyon elektron mikroskobu kullanarak katılardaki atomların düzenini belirleme yöntemidir.
Viridiplantae, yaklaşık 450.000-500.000 tür içeren ve hem karasal hem de sucul ekosistemlerde önemli roller oynayan ökaryotik canlılar grubudur. Öncelikle sucul olan yeşil algler ve içlerinden çıkan kara bitkilerinden oluşurlar. Yeşil algler, geleneksel sınıflandırmada kara bitkilerini içermez ve bu da yeşil algleri parafiletik bir grup yapar. Kara bitkilerinin yeşil alglerin içinden çıktığının anlaşılmasından bu yana, bazı yazarlar bitkileri de yeşil alglere atıyorlar. Hücre duvarlarında selüloz bulunan hücrelere ve klorofil a ve b içeren ve fikobilin içermeyen siyanobakterilerle endosimbiyozdan türetilen birincil kloroplastlara sahiptirler.
Uranyum Karbür UC formülüne sahip bir inorganik bileşiktir. Sert yapılıdır ve yüksek sıcaklıklara dayanabilen radyoaktif bir maddedir. Kristal yapısı ise kübik olarak sınıflandırılmaktadır.
Sıkça Triyas sonu yok oluşu olarak da adlandırılan Triyas–Jura (Tr-J) yok oluşu, 201,3 milyon yıl önce gerçekleşmiş olup Triyas ve Jura dönemleri arasındaki sınırı belirler. Fanerozoyik'te hem kara hem okyanuslardaki yaşamı derinden etkileyen beş büyük yok oluştan biridir. Denizlerde konodont sınıfının tamamının ve deniz canlısı cinslerinin %23-34'ü bu yok oluşla ortadan kalktı. Karada, krokodilomorflar, teruzorlar ve dinozorlar dışındaki bütün arkozoromorfların nesli tükendi. Önceden bolca bulunan aetozorlar, fitozorlar ve rauisukitler gibi grupların nesli tükendi. Jura öncesinde birçok büyük temnospondil amfibinin ve hâlâ hayatta olan birtakım memeli olmayan terapsidin nesli tükendi. Ancak Tr–J sınırı ile kara omurgalıları arasındaki bağlantı, kara fosillerinin Triyas'ın son katı olan Resiyen'deki eksikliğinden ötürü hâlâ tartışmalıdır. Korunan canlılar arasında bitkiler, dinozorlar, teruzorlar ve memeliler bulunur. Bu durum dinozorlar ve teruzorların gelecek 135 milyon yıl boyunca Dünya üzerindeki baskın hayvanlar olmasına yol açtı.