İçeriğe atla

Toplumsal cinsiyet sosyolojisi

Toplumsal cinsiyet sosyolojisi, kadın ve erkek arasındaki farkılılıkların kültürel ve toplumsal olarak nasıl kurulduğunu, kadın ve erkeğin sosyal yapı içindeki durumlarını, kadınlık ve erkeklik kimliğinin oluşum sürecini inceleyen sosyoloji alt dalıdır.

Sosyal etkileşim, sosyal yapının sosyolojisiyle doğrudan bağlantılı olduğu gibi en önemli sosyal yapı da statüdür. Statü, bir bireyin sahip olduğu ve toplum tarafından nasıl karşılanacağını etkileyen konumundan kaynaklanır ki bir bireyin sahip olabileceği en önemli statülerden birisi cinsiyettir.[1]

Toplumsal Cinsiyet

Toplumsal cinsiyet kavramı kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmiş farklılıkları ifade eder. Toplumun kültürüne norm ve değerlerine göre toplumsal cinsiyet ve rol davranışları öğrenilir ve pekiştirilir. Böylece toplumda kadın ve erkeğe farklı toplumsal sorumluluk yüklenir.

Kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkların nereden kaynaklandığı sorusuna verilen cevaplar aynı zamanda biyolojik ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımı da ifade eder. Biyolojik yaklaşım kadın ve erkeğin farklı davranışlarının kaynağını, onların farklı kromozomlar, üreme organları ve hormonlarla belirlenen biyolojik özelliklerle açıklar. Biyolojik determinizm, erkeklere atfedilen özellikleri üstün, kadın özelliklerini aşağı kabul eden hiyerarşik bir sistem inşa eder. Böylece kadın ve erkek arasındaki farklılıklar doğuştan, doğal ve dolayısıyla değişmez kılınarak toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri biyolojik özelliklere de dayalı olarak meşrulaştırılır.

Bu anlamda cinsiyet biyolojiyle bağlantılıdır, toplumsal cinsiyet kavramı ise kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmiş farklılıkları ifade eder. İkinci dalga toplumsal cinsiyet kavramlaştırmasına göre insan, kadın doğmaz sonradan olur. İnsan dişisinin toplum içerisindeki görünüşünü belirleyen biyolojik, ruhsal ve iktisadi bir yazgı yoktur. Ancak başkasının araya girişi bir bireyi öteki varlık haline getirebilir. Toplumsal cinsiyet kavramının kullanılmasıyla biyolojik açıklamalar açıkça reddedilir.[2]

Toplumsallaşma süreci

Toplumsallaşma, yaşamın her döneminde aile, arkadaşlar, okul ve iş yeri, çevreler ve medya gibi aracılarla ömür boyu devam eden bir süreçtir. Bu süreçte toplumun kültürüne, norm ve değerine göre toplumsal cinsiyetin rol ve davranışları öğrenilir, pekiştirilir ve içselleştirilebilir. Genel anlamda toplum kadın ve erkeklere cinsiyete dayalı farklı sorumluluklar yükler ve farklı beklentiler taşır. Aile büyükleri, anne/babalar, öğretmenler ve televizyon programları cinsiyete göre hangi tutum ve durumun uygun olduğunu nasıl davranılması gerektiğini konusunda kız ve oğlan çocuklarını eğitir, teşvik eder ve destekler. Bunların karşısında cinsiyetlerine uygun rol ve davranış göstermeyen çocuklarla alay edilir. Çocuklar uyarılır veya dışlanır. Doğum ile başlayan toplumsallaşma süreci bilgi ve beceriler yapılan işler, seçilen meslekler gibi ayrımlarla aile, eğitim ve çalışma gibi yaşamın her alanında devam eder.[3]

Ataerkillik

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin varlığı ise ataerkillik çerçevesinde ele alınır. Ataerkillik, erkeklerin kadınlar üzerinde egemen olduğu, kadınlara göre daha baskın olduğu toplumsal yapı sistemidir. Ataerkillik 5 yapının birleşiminden oluşur. Bu yapılar,

  1. Ev içindeki ataerkil üretim ilişkileri
  2. Ücretli çalışmadaki ataerkil ilişkiler
  3. Devlet
  4. Cinsellikteki ataerkil ilişkiler
  5. Ataerkil kültürel kuramlar

olarak ele alınabilir.[4]

Cinsiyete dayalı işbölümü

Kadın ve erkeklerin ne yapması gerektiği ya da neleri yapabileceği konusunda toplumda yaratılmış olan fikirlere dayanarak kadınlara ve erkeklere farklı roller, sorumluluklar ve görevler yüklenmesini ifade eder. Kadın geleneksel anlamda doğayla, içgüdüsel davranışlarla ve duygusal bağlılıkla düşünülür. Ev merkezli anne ve eş rolleri çerçevesinde ev işleri, çocuk, hasta ve yaşlı bakımından sorumlu olarak özel alanda tanımlanır. Erkek ise ev dışında ücretli çalışmasıyla evi geçindiren ve aile reisi konumundadır. Tutum ve davranışları kamusal dünyadaki konumunlarına dayalıdır. Bu anlamda hem özel anlamda hem de kamusal alanda yer alır. Ayrıca erkekler mülkiyet sahibi ve yöneticisi, siyasette iş ve meslek hayatında aktif bireyler olarak kabul edilir.

Feminist kuramlar

İkinci dalga feminizm düşüncesinde Liberal, Radikal, Marksist ve Sosyalist feminist kuramlar olmak üzere 4 temel yaklaşımdan söz edilir.

Liberal feminizm kadının ikinciliğini kamusal ve yasal kısıtlamalara bağlarken radikal feminizm bunun erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliği, baskı ve kontrolünden kaynaklandığını ileri sürer. Bu bağlamda liberal feministler toplumsal yaşamın her alanında görülen kadınlara yönelik ayrımcılığın sona ermesini sağlayacak yasal hak ve fırsat eşitliğinin sağlanması için mücadele ederler.

Radikal feministler, kadınlara eşit hak ve fırsat verilmesinin onların özgürleşmesini sağlamayacağını vurgular. Kadının ezilmesinin erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliği baskı ve kontrolünden kaynaklandığını ileri sürer. Bundan dolayı kadınların ataerkil sistemle mücadele etmesi gerektiğini savunur.

Marksist feminizme göre kadınların ezilmişliği, kapitalist sistemle ilişkilidir ve sınıf sisteminde kadının ikincileştirilmesinde en önemli belirleyici olarak görülür. Bu nedenle kadınların sömürülmesiyle kapitalist üretim arasındaki ilişkinin açıklanması ve çözümlenmesi gerektiğini savunur. Bu anlamda kadınların ezilmesinin nedeni olarak kapitalist sistem görmesi ve ataerkilliğin bağımsız bir sistem olmadığını vurgulamasıyla radikal feminizmden ayrılırlar.

Son olarak, Sosyalist feminizm, kadının ezilmesini açıklamada sınıf ve cinsiyet sistemlerine yani kapitalist ve ataerkil ilişkilere aynı ölçüde önem verir. Bu anlamda sosyalist feministler kadının ezilmişliğinin iki yönlü olduğunu ve bunların kapitalist ilişkiler ve ataerkil ilişkiler olduğunu savunur. Böylece kadınların özgürleşmesinde sadece kapitalist sistemin yıkılması yeterli değildir. Aynı zamanda erkek egemenliğinin baskı ve kontrolünün sona ermesi, ataerkilliğin yıkılması için mücadele edilmesi gerekir.[5]

Postmodern feminizm

Postmodernizm, tek bir doğruyu reddederek gerçekliğin söylemler tarafından inşa edildiğini savunur.

Hem feminizm hem de postmodernizm, geleneksel felsefi geleneklere dayanmayan yeni toplumsal eleştiri paradigmaları geliştirmeye çalışır. İki yaklaşım arasında birtakım ayrılıklarda bulunur. Postmodernler temelciliğe ve özcülüğe ilişkin çok yönlü eleştiriler sunarlar. Ancak toplumsal eleştiri anlayışlarının bilişsel içeriği boş olmaya eğilimlidir. Feministler ise sağlam toplumsal eleştiriler sunmalarına karşın çoğu temelcilik ve özcülük eğilimindedir. Postmodernistler toplumsal gerçekliğin söylemler tarafından inşa edildiğini dolayısıyla gerçekliğin tanımlanana kadar var olmadığını ileri sürerler. Genel ve evrensel kuramın reddine bağlı olarak postmodernistler bilimsel kesinliğe dair iddialara güvenmezler. Bu anlamda postmodernist feministler erkek merkezli kuramların yerine feminist kuramları koyma düşüncesini reddederler. Çünkü onlara göre gerçek bilgi olasılığı yoktur ve çoğul gerçeklik söz konusudur. Tek bir doğru yoktur. Öncelikli bilgi veya bilgi üreticileri yoktur. Her bilgi tarihsel ve kültürel olarak özgündür ve belirli söylemlerin ürünüdür. Postmodernizmin odağında çokça parçalanmış öznenin ırk, cinsiyet, yaş gibi farklılıklarının tanınması ve yapısı vardır. Bu anlamda cinsiyet farklılıklarının gerçekten var olmadığını bir dil öncesi gerçekliklerinin olmadığını savunurlar. Cinsiyet farklılıkları ancak dil aracılığı ile bilince taşındıktan sonra var olur daha önce var olmamıştır.[6]

Queer kuramı

1990'lı yıllarda ortaya atılan Queer kuramı ise toplumsal cinsiyetin anlamını erilliğe ve dişiliğe dair basmakalıp fikirlerle sınırlı tutan görüşlere itiraz getirmeye çalışır. Feminizmin ikili toplumsal cinsiyet ifadelerini iddialleştirerek hiyerarşi ve dışlama biçimleri ürettiği bu anlamda diğer kimlik ve kimlik karşıtı konumlarını dışladığı belirtilir. Bu yaklaşıma göre cinsiyet ve toplum cinsiyet arasında bir ayrım yoktur, toplumsal cinsiyet gibi biyolojik cinsiyet de inşa edilmiştir. Dişil ve eril bedenler arasında üremeye dayalı farklılıklar üzerinden yaratılan ikili bir bölünme toplumsal pratiklerle doğallaştırılır. Sonuç olarak Queer kuram toplumsal cinsiyet, etnisite, sınıf gibi aidiyetlere cinselliği ekleyerek kimlik temelli sınırların genişlemesini sağlamıştır. Böylece cinselliğin iki kutuplu kategori üzerinden ele alınmasıyla yeniden üretilen iktidar ilişkilerini analiz edilmesini sağlar.[7]

Kaynakça

  1. ^ Lindsey, Linda L. (14 Ekim 2015). Gender Roles: A Sociological Perspective (İngilizce). Routledge. ISBN 9781317348085. 4 Ağustos 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Haziran 2020. 
  2. ^ Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi. Anı Yayıncılık. 2016. ss. 11-18. Erişim tarihi: 25 Haziran 2020. 
  3. ^ Hukuk ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları. Seçkin Yayıncılık. Mayıs 2018. ss. 146-157. Erişim tarihi: 25 Haziran 2020. 
  4. ^ Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi. Anı Yayıncılık. 2016. ss. 33-36. Erişim tarihi: 25 Haziran 2020. 
  5. ^ Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi. Anı Yayıncılık. 2016. ss. 47-56. Erişim tarihi: 25 Haziran 2020. 
  6. ^ Hukuk ve Toplumsal Cinsiyet Çatışmaları. Seçkin Yayınları. Mayıs 2018. ss. 17-56 278. Erişim tarihi: 25 Haziran 2020. 
  7. ^ Hukuk ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları. Seçkin Yayınları. Mayıs 2018. ss. 9-10. Erişim tarihi: 25 Haziran 2020. 

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Sosyoloji</span> toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını inceleyen bilim dalı

Sosyoloji veya toplum bilimi, toplum ve insanın etkileşimi üzerinde çalışan bir bilim dalıdır. Toplumsal (sosyolojik) araştırmalar sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki ilişkilerden küresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Bu disiplin insanların neden ve nasıl bir toplum içinde düzenli yaşadıkları kadar bireylerin veya birlik, grup ya da kurum üyelerinin nasıl yaşadığına da odaklanmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Feminizm</span> İdeoloji

Feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareket. Sözcüğün köken olarak Latince "femina" ve onun Fransızca türevi olan "féminisme" sözcüğünden geldiği ve Türkçe eş anlamlısının hatunculuk olduğu belirtilmektedir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır. Feminizmin temel amaçları; eğitim, iş, çocuk bakımı, yönetim gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır.

Pro-feminizm ya da profeminizm, herhangi bir feminist hareketin bir üyesi olmayı ima etmeksizin feminizmin hedeflerini desteklemeyi işaret etmektedir.

İslami feminizm, modern düşün hayatında yer bulmaya başlayan melez ideolojilerin bir örneği. İslami paradigma içinde dile getirilen feminist söylem ve uygulamalar bütününe verilen adlandırma. Modern İnsan Hakları bildirgelerinde tüm insanların eşit olduğu söylenirken, İslam dünyasında, gündelik yaşamda geleneksel inanışlar ve dini inanca dayalı, konjonktür ile uyuşmayan kadın-erkek ayrımı ve erkeklerin üstünlüğü söylemine karşı, kadınların eşitliği ve/veya üstünlüğünü savunan bir düşünce sistemiyle İslam düşüncesini harmanlamaya itmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Cinsiyet</span>

Cinsiyet, erillik ve dişilik arasında farklılık gösteren özellikler aralığı veya bağlama göre, bu özellikler biyolojik cinsiyeti ve cinsiyete dayalı toplumsal yapıları kapsayabilir.

<span class="mw-page-title-main">Anarko-feminizm</span>

19. yüzyılda ilk kez ortaya çıkan ve isimlendirilen Anarko-feminizm veya Anarka-feminizm, anarşizm ile feminizmi bir araya getirir ve ataerkilliği hiyerarşinin ve dolayısıyla da toplumun temel problemlerinden biri olarak değerlendirir. Anarko-feministler ataerkillik ve maşizm ile savaşın sınıf çatışmalarının ve devlete yönelik anarşist mücadelenin bütünleyici bir parçası olduğuna inanırlar. Özünde, bu felsefe anarşist mücadeleyi feminist mücadelenin gerekli bir bileşeni olarak görür. Feminizmi de anarşist felsefenin gerekli bir bileşeni olarak görür. L. Susan Brown, "Anarşizm, tüm güç ilişkilerine karşı çıkan bir siyaset felsefesi olduğundan, doğası gereği feministtir" iddiasında bulunur.

Marksist feminizm, marksizm ve feminizmin bileşimi olan bir feminist harekettir.

Sosyalist feminizm, 1960'lı yılların sonu ve 1970'li yılların başında sözü edilmeye başlanan feminizm hareketidir. Barbara Ehrenreich’in 1976 yılında WIN dergisindeki makalesinde söylediği üzere sosyalist feminizm terimi, “olduğu şey olması için çok kısa bir tanımlamadır, bununla birlikte, gerçekten sosyalist, enternasyonalist, ırkçılık ve heteroseksizm karşıtı feminizm”dir. sosyalist feministlere göre aile, üretimin ve dağıtımın yapıldığı yer, yani mücadelenin merkezidir. Sosyalist feminizm, kapitalizmi kadının ezilmişliğinin temel kaynağı olarak kabul eder, tarihsel kapitalizm bağlamı içine konulmadıkça, cinsiyetçiliğin kadın hayatları üzerindeki etkinlik biçiminin anlaşılamayacağını savunur.

Radikal feminizm, 1970'lerde kadın hareketlerinin en güçlü olduğu dönemlerde en çok sözü geçen iki akımdan biridir. Kadın sorununun temeline inmeye çalışmışlar, sorunu ataerki (patriyarka) olarak tanımlamışlardır. Radikal feminizm, toplumda temel kötülüğün toplumun üzerinde şekillendiği kadına yönelik baskı olduğu ve düzenlenmeye karşı çıkmanın temelini tüm standart cinsiyet rolleri ve erkek hakimiyetine karşı çıkmakta gören feminizmin bir koludur.

Ataerkillik ya da patriyarki, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzenidir. Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur; soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir. Bu toplumlarda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir. Bu erkek üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, anaerkil düzenli toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur.

<span class="mw-page-title-main">Feminist eleştiri</span>

Feminist eleştiri’nin etkileşimli ya da çelişkili farklı okulları ve akımları söz konusudur. Marksist feminizm, radikal feminizm, psikanalitik feminizm, postyapısalcı feminizm söz konusu olduğundan, feminist eleştiri çok genel bir başlık olarak bütün bu eleştiri geleneklerini içermektedir demek gerekir. Özellikle 1960'lardan sonra Fransa, Amerika ve İngiltere'de ortaya çıkan ve güçlenen yeni kuramsal akımlarla ve disiplinlerle feminist hareket de toplumsal ve siyasal bir savaşım olarak canlanma gösterir.

Luce Irigaray, yapısalcılık sonrası gelişen ve etkili olan Fransız feminist felsefenin ünlü üç isiminden biridir. Bu eğilime postmodern feminizm denilmesi de söz konusudur. Feminist teorisyen, psikanalizci ve edebiyat kuramcısı.

“Das Unbehagen der Geschlechter” kitabının yazarı Judith Butler’ın öncülüğünde eşitlik feminizmi üzerine kurulmuş; ancak bir adım daha da ileriye giderek “toplum cinsiyeti” ve “biyolojik cinsiyet” olmak üzere iki cinsiyetten bahsetmiştir. Cinsiyet kimliklerinin ortak kabul edilebilmesi, cinsiyetler arasındaki farklılıkların daha az güçlü olmasıyla bağlantılıdır.

Maddeci feminizm toplumsal cinsiyetle emek süreçleri ve üretim ilişkileri arasındaki bağlantıları açıklamayı amaçlayan, kadının toplumdaki ikincil konumunu yalnızca kapitalist ilişkilerin bir sonucu olarak değil; fakat kapitalizmden önce de var olmayı sürdüren patriyarkal ilişkilerin bir sonucu olarak gören feminist akımdır.

<span class="mw-page-title-main">Margaret Mead</span> Amerikalı antropolog (1901 – 1978)

Margaret Mead (1901-1978), Amerikalı insanbilimci.

Ayrılıkçı feminizm kadın ve erkek arasındaki cinsel farklılıkların giderilemeyeceği inancına bağlı olarak heteroseksüel ilişkileri desteklemeyen bir feminizm türüdür. Ayrılıkçı feministler, genellikle, erkeklerin feminist harekete katkı yapamayacağına ve iyi niyetli erkeklerin dahi ataerkilliğin dinamiklerini birebir kopya ettiklerine inanırlar. Ayrılıkçı feministler, enerjilerini kullanmayı ve diğer kadınlarla olan bağlarını kuvvetlendirmeyi ataerkil çerçevenin dışından dolaşarak gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu durum, çok tipik olarak politik ve sosyal hedefleri elde etmek için yalnızca kadınlarla çalışmayı, sadece kadınları içeren yaşam alanları ve aileler oluşturmayı, çalışma yaşamında ise erkekler için/erkeklerle birlikte çalışmamayı ve erkek çalışan tutulmamasını içerir.

<span class="mw-page-title-main">Cinselliğin Diyalektiği: Kadın Özgürlüğü Davası</span>

Cinselliğin Diyalektiği: Kadın Özgürlüğü Davası, radikal feminist olan Shulamith Firestone'un 1970 tarihli kitabıdır. Sigmund Freud, Wilhelm Reich, Karl Marx, Friedrich Engels ve Simone de Beauvoir’ın düşüncelerini sentezleyerek bir feminist teori oluşturduğu kitabı ile Firestone, ABD’de İkinci Dalga Feminizm önemli metinlerinden birisini yaratmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Toplumsal cinsiyet</span> kadınlık ve erkeklik arasındaki ayırt edici fiziksel, zihinsel ve davranışsal özellikler

Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkeklik ile ilgili ve bunlar arasında ayrım yapan özellikler dizisidir. Bağlama bağlı olarak bu, cinsiyete dayalı sosyal yapıları ve cinsiyet kimliğini içerebilir. Çoğu kültür, cinsiyetin iki kategoriye ayrıldığı ve insanların birinin veya diğerinin parçası olarak kabul edildiği bir cinsiyet ikiliği kullanır; bu grupların dışında olanlar ikili olmayan şemsiye terim kapsamına girebilir. Güney Asya'daki hicralar gibi bazı toplumların "erkek" ve "kadın" dışında belirli cinsiyetleri vardır; bunlara genellikle üçüncü cinsiyetler denir.). Çoğu akademisyen, cinsiyetin sosyal organizasyon için merkezi bir özellik olduğu konusunda hemfikirdir.

Postgenderizm ya da Post Cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyetin kültürel, psikolojik ve sosyal olarak aşınmasından doğan

Feminist teoride, heteroataerkillik veya cisheteroataerkillik, cis erkeklerin ve heteroseksüellerin, cis dişilerin ve diğer cinsel yönelimlerin ve cinsiyet kimliklerinin üzerinde yetkiye sahip olduğu sosyopolitik bir sistemdir. Bu terim, kadınlara yönelik ayrımcılıkla LGBTQ bireylere yönelik ayrımcılığın aynı cinsiyetçi sosyal ilkeden kaynaklandığını vurgular.