İçeriğe atla

Siyasal Kavramı

Siyasal Kavramı, Alman siyasal teorisyen Carl Schmitt'in kitabıdır.

Siyasal Kavramı Schmitt tarafından 1927 yılında ilk yazıldığında büyük bir ilgi ile karşılaşmadı. Yapılan eleştiriler ve kitabın metnine yapılan atıf sayısı 1-2 defa ile sınırlı kaldı. Ancak Schmitt’in kitaptaki tabirle artan kötü şöhretiyle beraber kitap popülerlik kazanmaya ve yine kitaptaki tabiri ile adeta bir ses bombasına dönüşecekti. Schmitt, 1933 yılında yani Siyasal Kavramı kitabının 3. Baskısının yayımlandığı yıl Nazi partisi olan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine girmiştir. Bu sayede Hitler döneminin ve Nazi iktidarının hukukçu teorisyenlerinden birisi olmuştur.

İçerik

Devlete İlişkin Olan ve Siyasal Olan

Schmitt kitabının bu bölümüne şu cümleyle başlar: "Siyasal, devlet kavramından önce gelir." Schmitt’e göre siyaset ve devlet birbirine özdeş şeyler değildir. Siyasal kavramı Schmitt’e göre devlet kavramından önce gelir. Schmitt’e göre devlet denilen şey bir statüdür. Belli bir toprak parçası üzerinde örgütlenmiş olan halkın siyasal statüsü. Bahsi geçen bu statü diğer tüm bireysel ve kolektif statülerden daha kıymetli ve önemlidir. Schmitt eserinde felsefi kavramlaştırmalara girmeden yani ‘’devletin doğası nedir?’’ sorusunu bir kenara bırakarak, devlet denilen şeyin bir halkın tayin edici ve nihai belirleyici özel bir durum olduğunu söyler. Devlete alam kazandıracak olan şey ise Schmitt’e göre siyasalın kendisidir.

O dönemin bazı teorisyenleri tarafından ileri sürülen olgu da siyasal olanın devlete ilişkin olduğudur. Schmitt’e göre devlete ilişkin olan her şey siyasal ise mesela siyasal bir karakteri bulunmayan toplumsal şeyler yani din, kültür, eğitim vs. gibi alanlar apolitiktir. Schmitt devlete ilişkin olan = siyasaldır formülünü eleştirir. Devlet ve toplumun birbirini etkilediğini söyler ve salt devlete ilişkin sorunların toplumsal ve yalnız toplumsal olan sorunların devlete ilişkin hale geldiği durumların demokratik devletlerde bile yanıltıcı olacağını söyler.

Schmitt’in apolitik olarak nitelendirdiği ve aynı zamanda ne devlete özgü ne de siyasal kavramlar olmayan yani nötr kavramlar olan din, kültür, eğitim, ekonomi gibi sektörler, hem devlete ait olmayan hem de siyasal olmayan anlamda oldukları nötr konumdan çıkarlar. Bu gibi önemli sektörlerin nötrleşmesi Schmitt’in tabiriyle depolitikleştirilmesine karşı, hiçbir alana ilgisiz olmayan ve potansiyel olarak her alana el atan bütünsel devlet ortaya çıkar. Schmitt’e göre bütünsel devlette yapılan her şey bir olasılıkla siyasaldır. 20. Yüzyılda ortaya çıkan bütünsel devlet Schmitt’in devletin yüzyıllar içindeki değişiminde son evredir. Diğer iki evre ise 18. Yüzyılda mutlakiyetçi devlet ve 19. Yüzyılda tarafsız devlet olarak ifade edilebilir. Yine Schmitt’e göre 19. Yüzyıldaki depolitizasyonu etkisiz hale getiren, devletdışı ekonomi ve ekonomiden bağımsız devlet aksiyomlarına son veren bütünsel devlettir

Siyasal Kavramının Ölçütü Olarak Dost ve Düşman Algısı

Schmitt’e göre siyasal kavramının tanımı ancak özgül siyasal kategorilerin keşfi ve bunların saptanmasıyla mümkün olabilir. Bazı alanlar ise ayrımlarla beraber tanımlanmak zorunda olabilir. Schmitt bu alanlara örnek olarak ahlakta iyi ve kötüyü, estetikte güzel ve çirkini ve son olarak ekonomide ise yararlı, zararlı ve kar getiren ve kar getirmeyen şeklinde ifade etmiştir. Schmitt’e göre siyasal eylem ve saikleri açıklamada kullanılabilecek ayrım, dost- düşman ayrımıdır. Yine ona göre dost-düşman ayrımı diğer ayrımlarla birleştirilmemeli ve karıştırılmamalıdır, çünkü dost ve düşman ayrımı tamamen özerktir. Schmitt’e göre siyasal anlamda düşmanın ahlaki açıdan kötü, estetik açıdan çirkin ve ekonomik açıdan zararlı ve kar getirmeyen olarak tanımlanmasına gerek yoktur. Bu ayrımda Schmitt’e göre tek geçerli kıstas düşmanın yabancı olmasıdır. Schmitt’e göre düşman konusunda farkına varmak için ancak varoluşsal anlamda katılım ve dâhil olma aracılığı ile mümkün olabilir. Schmitt’e göre her iyiden dost ve her kötüden düşman olmaz.

Düşmanlığın Ortaya Çıkış Biçimi Olarak Savaş

Schmitt’e göre ekonomik anlamda düşman kavramı yerine yalnızca rakip olur ve toplumsal dünyayı tamamen etik ve ahlaki düşünecek olursak düşman değil yalnızca tartışmanın karşı tarafı olacaktır. Bu sebepten dolayı düşman olarak nitelendirdiğimiz kavram rakibimiz veya kişisel öfke sebebiyle hasmımız değildir. Yine Schmitt’e göre düşman, insanlar karşısında mücadele eden bir bütündür. O bütünü de yine insan toplulukları oluşturur. Bu bütün olarak ifade edilen insan topluluğu kedilerinden geriye kalan tüm halka karşı davranışta bulunduğu için, kendinde kamusal nitelikler taşır. Bu sebeple de düşman kamusal düşman olur.

Schmitt’e göre tüm siyasal kavramların, tasavvurların ve sözcüklerin polemik oluşturmaya müsait karakterleri bulunmaktadır. Tüm bu kavramlar somut bir karşıtlığa odaklanmıştır. Tüm bu kavramların nihai sonucu bir savaş veya bir devrim olabilir. Dost ve düşman karşıtlığı olan somut bağlamları bulunmaktadır ve bu bağlamlar ortadan kalkarsa Schmitt’e göre sözü edilen kavramlar boş soyutlamalara dönüşüler. Bu konuda örnek vermek gerekirse Machiavelli’nin tanımladığı ve monarşi olmayan her devletin cumhuriyet olduğu konusunda söylediği sözdür. Bu söz oldukça geniş bir tanımlama olmakla birlikte, Schmitt’in tanımıyla boş soyutlamalara sahiptir. Çünkü monarşi dışındaki içlerinde tiranlığı ve diktatörlüğü de barındıran tüm yönetim şekillerini cumhuriyet olarak nitelendirmek tartışmalı ve oldukça karışık bir konudur.

Schmitt’e göre düşman kavramı gerçek bir mücadele olasılığını gerektirebilir. Burada mücadeleden kastedilen şey ise savaştır. Savaş, örgütlü siyasal birimler arasındaki kavgadır Schmitt’e göre. Düşmanlık olarak nitelendirilen kavram öteki olarak adlandırılan karşı tarafın varoluşsal olarak olumsuzlanması olduğundan, savaşın kendisi de bu düşmanlıktan doğar. Schmitt’e göre savaş düşmanlığın en uç noktada somutlaşmış halidir. Düşmanın var olduğu sürece savaşın ihtimal olarak bile olsa varlığını sürmesi gerekir. Schmitt’e göre modern zamanlardaki savaşlar eski dönemlere ve çağlara nazaran azalsa da şiddet boyutları artmış ve günümüzde bile hala kriz anlarının ifadeleridir.

Schmitt’e göre siyasal olgusu, siyasetin olmadığı bir dünyayı ideal tip olarak kabul edilerek yapılamaz. Siyasal olgusu ancak dost ve düşman ayrımına ilişkin gerçek olasılıklarla anlaşılabilir.

Çoğulculuk Tarafından Tehdit Edilen, Siyasal Birliğin Biçimi Olarak Devlet

Schmitt’e göre herhangi bir dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik veya başka bir karşıtlık, insanları dost ve düşman olarak etkili biçimde ayırmayı sağlayacak kadar güçlü ise, bu ifade edilen unsurlar politik birer karşıtlığa dönüşürler. Schmitt bu duruma örnek olarak din düşmanlığını bazı coğrafyalarda siyasal bir kimlik kazandığından bahsediyor. Schmitt’e göre çeşitli devlet türler; proleter devlet, memur devleti, ulus devlet, ruhban sınıfı devleti, tacir devleti, askeri devlet gibi devlet türlerinin her biri siyasaldır.

Schmitt’e göre siyasal birlik olarak adlandırılan oluşum, doğası gereği, psikolojik Saikleri bakımından hangi güçlerden beslendiğine bakılmaksızın, tayin edici birliktir. Yani en üstün güçtür ve olası bir kriz anında karar verici ve belirleyici konumdadır. Siyasi birlik olarak adlandırılan oluşum devlettir ve devlerin tayin edici birlik olması onun siyasal karakterinden kaynaklanır. Schmitt’in aktardığına göre çoğulcu teori bu birliği kabul etmez. Schmitt ise kabul etmiyorlarsa, onu siyasal bir örgüt olarak diğer örgütlerle eş değer olarak görüyorlarsa, siyasal olanın özgül içeriğinin ne olduğu sorusuna cevap vermelerini ister Çoğulcu teoride bu soruya karşılık gelebilecek bir cevap yoktur. Yine Schmitt’in aktardığına göre çoğulcu teoride devlet, diğer siyasal örgütlerle ekonomik anlamda rekabete giren basit bir örgüte ve devletin içinde veya dışında yer alan diğer toplumların yanında diğerleri gibi bir topluma dönüşür. Schmitt’e göre sözü edile devlet teorisinin çoğulculuğu bundan ibarettir. Schmitt’e göre çoğulcu teori kendi içinde çoğulcudur ve tek bir merkezi yoktur. İki şekilde karşımıza çıkar; 1. Eski liberal anlayışa uygun biçimde esasen ekonominin belirlediği toplumun hizmetindeki bir unsur olarak. 2. Olarak ise çoğulcu karakteriyle diğer toplumlar arasında özel bir toplum ve tüm örgütlerin üst örgütü olarak karşımıza çıkar.

Savaş ve Düşman Hakkında Karar Verme

Schmitt’e göre siyasal birlik olan devletin düşmanını seçme ve seçtiği düşmanla gerektiğinde mücadele etme görevi vardır. Ona göre olası bir mücadele yani savaş durumunda kullanılan stratejiler ve savaş ekipmanlarının önemi yoktur. Önemli olan siyasal bir birlik olarak devletin halkının varlığı ve bağımsızlığı için savaşmaya hazır olmaktır. Bazı siyasal ve askeri açıdan güçsüz olan devletler savaşma hakkından vazgeçebilirler. Ancak olağanüstü yetkileri çağlar içinde kendinde toplamış olan devlet ‘’Jus Belli’’yi yani savaşma hakkı dolayısıyla vatandaşlarının yaşamı üzerindeki tasarrufları da kapsar. Bu kapsamın Schmitt’e göre iki sonucu vardır. 1. Kendi halkında ölmeyi ve öldürmeyi talep etmek ve 2. İse düşmanı öldürme yetkisidir. Schmitt’e göre sıradan bir devletin asıl performansı iç huzuru ve güvenliği sağlamaktır yani iç egemenliğini muhafaza etmektir. Devlet nezdinde iç egemenliği sağlama mecburiyeti siyasal bir birlik olan devletin kritik zamanlarda eğer varsa iç düşmanını kendiliğinden tespit edebilmesini gerekli kılar. Schmitt’e göre Antik Yunan ve Roma devletlerinde bu mekanizmayı gerçekleştirebilecek unsurlar mevcuttu. Aslında bu mekanizmalar sert ve yumuşak hallerde bütün devletlerde mevcuttur.

Schmitt’e göre bir daha savaşmamak için vatandaşlarını savaşa sokup ölmelerini istemek aldatmacadan ibarettir. İnsanların birbirini öldürmelerini meşrulaştıracak herhangi bir amaç, norm veya program yoktur. Ona göre eğer savaş savunma niteliğinde değilse, insanların savaşa ölmeleri meşrulaştırılamaz.

Dünya Siyasal Bir Birlik Değildir, Siyasal Bir Çoğulluktur

Schmitt’e göre siyasal kavramının karakteristiğinden, devletler dünyasındaki çoğulculuk doğar. Ona göre siyasal birlik, düşmana dair gerçek bir olasılığı, yani var olan başka bir siyasal birliktir. Bunun sonucu olarak da eğer dünyada bir devlet varsa kaçınılmaz olarak başka devletler de olacaktır.

Schmitt’e göre siyasal dünya çoğul bir evren olduğunda ötürü tüm yeryüzünü ya da insanlığı kapsayacak bir dünya devletinin oluşması mümkün değildir. Eğer sözü edilen dünya devleti olsaydı, her şey bir olur, siyaset kalmaz, dost ve düşman ayrımı kalmaz; dünya görüşü, kültür, medeniyet, ekonomi, ahlak, hukuk, sanat ve eğlence gibi bir devletin vazgeçilmez unsurlarını oluşturan kavramlar kalır ancak siyaset ve devlet adı verilen şeyler kalmaz.

Yine Schmitt’e göre dünyada var olan güçlü olarak nitelendirilebilecek olan devletlerin savaşının dünya savaşı olacağı ve olan bu savaştan sonra da dünya barışının sağlanacağı oldukça bilinmez bir konudur.

Schmitt'e göre insanlık kavramı ilk başlarla apolitik yani politik olmayan bir kavramdı. Bazı çeşitli gruplar bu kavramı kendi kişisel çıkarları için kullandılar. Schmitt’e göre bunu yapanlar hukuk dışı (hors- la- loi) ve insanlık düşmanı (hors I’humanite) ilan edilmeleri gerekir. Schmitt’e göre halklar birliğinin evrenselliği yani yeryüzündeki bütün devletlerin bir birliğin üyesi olması fikri talep edilebilir bir şeydir. Ancak evrensellik fikri, tümden bir depolitikleşme ve her şeyden önce en azından tutarlı bir devletsizlik halinin kabulünü gerektirmektedir.

Siyasal Teoriler Hakkında Antropolojik Yaklaşımlar

Schmitt’e göre insanın iyi olduğu varsayımından yola çıkan teorilerin ve tasarımların bazıları liberaldir ve gerçekte anarşist olmamalarına rağmen devlet müdahalesine karşı çıkarlar. Yine Schmitt’e göre anarşist teorilerdeki insanın iyi olduğu varsayımı ve devletin radikal bir biçimde inkârı iç içe gelişmiş ve birbirlerinin neden ve sonuçları haline gelerek, birbirlerini beslemişlerdir. Schmitt’e göre liberalizm pozitif anlamda bir devlet teorisi ve kendine has bir devlet reformu bulamadığı için kesin olarak devletin varlığını reddetmez. Her ne kadar tuhaf ve anlaşılmaz görünmesine karşın, bütün gerçek siyasal teorilerin insanı, kötü varsaydığı ve onu her koşulda sorunlu ve tehlikeli olarak kabul ettikleri, farklı dönemlerde yaşamış ve farklı düzeylerde popülerlik kazanmış olan teorisyenlerce kabul edilen bir gerçektir.

Schmitt’e göre hukuk ve barış kavramları siyasal düşmanı engellemek için, kendi siyasal faaliyetlerini meşrulaştırmak gibi düşmanı yani karşı tarafı diskalifiye ve demoralize etmek için kullanılabilir. Yine Schmitt’e göre siyasal düşünme ve siyasal içgüdü farklı kavramlar olmakla birlikte, teoride ve pratikte, dost ve düşmanı ayırt edebilme yeteneğinde kendilerini gösterirler.

Etik ve Ekonominin İkiliğinden Kaynaklanan Depolitizasyon

Schmitt’e göre liberal düşünce, devleti ve siyaseti sistematik bir biçimde teğet geçer ya da dikkate alma, bunun yerine iki heterojen alanın sürekli yinelenen, tipik iki ucu arasında hareket eder. Bu alanlar ise ahlak ve ekonomidir. Liberal düşünde devlete ve siyasete bazı alanlarda güvenmez, çünkü siyasal bir birlik olan devlet yukarıda açıklandığı gibi mücadele kapsamında vatandaşından canını feda etmesini isteyebilir. Liberal düşünce ise böyle bir istekte bulunmaz, böyle bir talebi asla gerçekleştiremez. Liberal düşünceye göre kişiyi istemediği bir savaşa ve mücadeleye zorlamak ona karşı uygulanan bir şiddettir. Liberal düşüncenin ise sert bir şekilde karşısında durdurduğu şey ise bu uygulanan şiddettir. Ancak Schmitt’e göre devlet ve sahip olduğu müthiş yetki kendisini manevi kutupta, propaganda ve kitle telkini ile, ekonomik kutupta ise denetim yoluyla kendisini belli eder.

Schmitt’in aktardığı şekilde liberal düşünceye göre savaş ve şiddete dayanan fetih, ticaretin ve sanayinin bize sağladığı yarar ve konforu sağlayamadığından, artık savaşların bir getirisi yoktur; kazanılmış bir savaş bile savaşın galibi için kötü bit ticarettir.

Son olarak Schmitt’in aktardığı düşüncelere göre etik ve ekonomi ikiliği çerçevesinde dönen tanım ve kurgulardan devleti ve siyaseti ortadan kaldırmak ya da dünyayı depolitize etmek mümkün değildir. Çünkü eskiden olduğu gibi bugünde siyaset kaderimizdir; değişen ise, ekonominin de siyasal bir unsura dönüşmüş olması, dolayısıyla ‘’kaderimiz haline gelmesidir’’

Kaynakça

Altuntaş, İbrahim, ‘’Schmitt’te Siyasal Kavramı’’, Medium.com, https://medium.com/@ibraltunbas/schmittte-siyasal-kavram%C4%B1-6a9704ed58f3 27 Ocak 2019 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., (6.05.2020), s.1

Schmitt, Carl, Siyasal Kavramı, Metis Yayınları, İstanbul 2006, s. 9-108.

İlgili Araştırma Makaleleri

Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan postmodernizm; mimari, felsefe, edebiyat, resim gibi alanlarda kendini göstermiştir.

Uluslararası ilişkiler, siyaset biliminin bir dalıdır ve "uluslararası sistem" içindeki aktörlerin, özellikle de uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen devletlerin, diğer devletlerle, uluslararası/bölgesel/hükûmetler arası örgütler, çok uluslu şirketler, uluslararası normlar ve uluslararası toplumla olan ilişkilerini inceleyen disiplinlerarası bir disiplindir.

Siyaset veya politika, gruplar arasında kararların alındığı veya bireyler arasındaki güç ilişkilerinin, kaynakların dağıtımı veya statü gibi diğer etkileşim biçimlerinin ilişkilendirildiği bir dizi faaliyeti ifade eder. Siyaset ve hükümeti inceleyen sosyal bilim dalı ise siyaset bilimi olarak adlandırılır.

<span class="mw-page-title-main">Siyaset felsefesi</span> felsefe ve siyaset bilimi alt disiplini

Siyaset felsefesi, devlet, hükûmet, siyaset, özgürlük, mülkiyet, meşruiyet, haklar, hukuk gibi konular hakkındaki, bu kavramlar nedir, neden ihtiyaç vardır, bir hükûmeti ne meşru kılar, devlet hangi özgürlükleri ve hakları neden korumalıdır, hangi biçimde kurumsallaşmalıdır, kanun nedir, vatandaşın devlete karşı yükümlülükleri nelerdir, bir hükûmet yasal olarak neden ve nasıl görevden çekilmelidir gibi temel sorulara cevap arayan ve bu konuları felsefeden faydalanarak inceleyen sosyal bilim dalıdır.

<span class="mw-page-title-main">Sınıf bilinci</span> aynı sınıfa mensup bireylerinin paylaştığı ortak çıkar ve hedeflerle ilgili olarak bilinç durumu

Sınıf bilinci, siyasal ve toplumsal bir öğreti olarak Marksizm'de kilit kavramlardan birisidir. Bunun ardında hem bir sınıf teorisi hem bir İdeoloji teorisi ve hem de bir Tarih perspektifi söz konusu edilmektedir.

Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Devlet siyasal bir birliktir. Bunun için her şeyden önce devleti kuran bireyler arasında kültürel bir birlik lazımdır. Ancak kültürel birlik devletin yaşaması için yeterli değildir. Tarihte görülen birçok iç savaş, kültürel birliğin devlet kurulmasında yeterli olmadığını göstermektedir. Amerikan İç Savaşı'nın anayasal düzenin kurulmasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyması ve savaş kültürü yerine hukuk devlet ilişkisinin kavranması açısından önemi büyüktür.

<span class="mw-page-title-main">Üretim biçimi</span> Ekonomik Teori

Üretim biçimi ya da başka bir deyişle Üretim tarzı, Marksist teoride genel olarak belirli bir tarihsel dönemdeki üretimin niteliğini ya da üretimin karakteristik formunu ifade etmek anlamında kullanılır. Esas itibarıyla üretim sürecinin nihai sonucuyla üretim araçları arasındaki ilişkiyi belirtir. Bu kategori, Marks'ın şekillendirdiği tarih anlayışının temel kavramlarındandır. Kavramın içerimleri farklı şekillerde ele alınıp farklı vurgularla değerlendirilmekle birlikte, genel anlamda, tarihsel gelişmenin Marks'ın formüle ettiği anlamda Materyalist bir şekilde açıklanmasında bu kavram temel bir rol oynar. Ekonomi-politiğe ait bir kavram olmakla birlikte, Marks'ın kuramında bu terim çok daha genel bir kuramsal yapının ögesi durumundadır. Üretim ilişkileri ve üretici güçler kavramları, belirli bir tarihsel andaki ilişkileriyle üretim biçiminin niteliğini belirlerler.

<span class="mw-page-title-main">Solculuk</span> toplumsal eşitliği ve eşitlikçiliği destekleyen siyasi ideolojiler, politik duruş

Solculuk, genellikle bir bütün olarak toplumsal hiyerarşiye veya belirli toplumsal hiyerarşilere karşı çıkarak, toplumsal eşitlik ve eşitlikçiliği destekleyen ve bunu sağlamaya çalışan siyasi ideolojiler yelpazesidir. Sol siyaset tipik olarak, taraftarlarının toplumda diğerlerine göre dezavantajlı olarak algıladıkları kişiler için endişe duymanın yanı sıra, uygulandıkları toplumun doğasını değiştiren radikal yollarla azaltılması veya ortadan kaldırılması gereken haksız eşitsizlikler olduğuna dair bir inancı da içerir.

Antiemperyalizm, emperyalizm karşıtlığını belirtir. Sadece siyasi ve ekonomik bir karşıtlık olmayıp, emperyalizmin kültürel baskılarına ve ele geçirme süreçlerine de bir karşıtlıktır.

<span class="mw-page-title-main">Carl Schmitt</span>

Carl Schmitt, siyaset felsefesi alanında da görüşlerine başvurulan, Alman anayasa hukukçusuydu. 20'inci yüzyılın en tanınmış fakat en tartışmalı Alman anayasa hukuku ve uluslararası hukuk uzmanlarından biridir. Schmitt, 1933'ten itibaren Nazi rejimine dahil oldu: 1 Mayıs 1933'te Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ne üye oldu ve Nazi rejiminin sonuna kadar partisine sadık kaldı. Schmitt, 1934'te gerçekleşen ve Röhm Darbesi adı verilen darbe hareketini, Führer nizâmı adını verdiği hukuk teorisi ile aklamaya çalıştı. 1935'teki Yahudi düşmanı Nürnberg Yasaları'nı, özgürlük anayasası adıyla nitelendirdi. 1936'da NSDAP çevreleri tarafından oportünizmle de suçlandı. Partideki görevlerine son verildi, ancak NSDAP üyesi olarak kaldı. Hermann Göring'in himayesi sayesinde Schmitt, Prusya Ayan Meclisi'nin bir üyesi olarak kaldı ve Berlin'de üniversite profesörlüğünü de sürdürdü.

Sol milliyetçilik, eşitliğe, halk egemenliğine ve self determinasyona dayalı bir milliyetçilik akımıdır. Kökleri Fransız Devrimi'ndeki jakobenizme dayanır. Sol milliyetçilik anti emperyalizmi benimser. Sol milliyetçilik, etnik milliyetçiliği ve faşizmi reddeder; buna rağmen sol milliyetçiliğin bazı minör formları tahammülsüzlük ve ırksal önyargıyı içerisinde barındırır.

Liberizm ya da özgürcülük, filozof Benedetto Croce tarafından kullanılan ve İtalyan-Amerikan siyaset bilimci Giovanni Sartori tarafından İngilizce olarak popüler olan laissez-faire kapitalizminin ekonomik doktrini için kullanılan bir terimdir.

<span class="mw-page-title-main">Küreselleşme karşıtlığı</span>

Küreselleşme karşıtlığı, kurumsal kapitalizmin küreselleşmesine karşı eleştirel ve toplumsal bir harekettir.Bu hareket aynı zamanda küresel adalet hareketi, alternatif küreselleşme, anti kurumsal küreselleşme hareketi ve neoliberal küreselleşme karşıtı hareket olarak da bilinir.

Uluslararası ilişkiler teorileri uluslararası ilişkilerin kuramsal perspektiften çalışma alanıdır. Analiz edilebilen uluslararası ilişkilere kavramsal çerçeveden bakılabilmeye olanak sağlar. Ole Holsti uluslararası ilişkiler teorilerini, yalnızca teoriyle alakalı göze çarpan olayları görmeye olanak sağlayan renkli bir güneş gözlüğüne benzeterek tanımlamaktadır. Örneğin realizmi savunan bir kimse, konstrüktivizmi savunan bir kimsenin çok önemli gördüğü bir olayı tam aksine hiç umursamayabilir. Uluslararası ilişkiler teorilerinde üç temel teori vardır: realizm, liberalizm ve inşacılıktır.

Hareket fizikten spora, performans sanatlarından tıbba birçok alanda ve birçok yönden ele alınan kavramlardan birisi olarak, basit ve genel biçimde bir cismin belirli bir zamanda ve mekânda konum değiştirmesi şeklinde tanımlanır. Sıklıkla fen bilimleri alanındaki önemiyle ön plana çıkan hareket kavramı, özellikle 1990'ların başında sosyal bilimlerde beliren ve “mobility turn” olarak adlandırılan yaklaşımın sonucu olarak siyaset, coğrafya, sosyoloji, antropoloji ve kültürel çalışmalar gibi alanların da öncelikli tartışma konularından birisi haline gelmiştir. Bu sayede siyaset bilimi disiplininde çoğu kez toplumsal ya da siyasal kavramlarıyla birlikte gündeme gelen hareket, artık kendi içerisinde anlamı olan ve siyasete yönelik kurucu nitelikler barındıran bir kavram olarak incelenmeye başlamıştır.

<span class="mw-page-title-main">Din ve Marksizm</span>

Marksizm ve din, Marksizm akımı ile dinlerin karşılık ilişkileri, koşutlukları ve karşıtlıkları ile ilgilenir.

Kurucu iktidar, hem siyasal ve hukuksal anlamda çeşitli boyutlara sahip olması hem de bu boyutların birbirleriyle olan ilişkisi bağlamında, yüklü bir mefhumdur. Kurucu iktidar mefhumuna dair yetkin bir kavrayış ortaya koyabilmek, bu noktada, kavramın çok boyutluluğuna dair bir farkındalığı gerektirir. Nitekim, kurucu iktidar, halk, demokrasi, anayasa, yaratım gibi kavramların oluşturduğu bir ilişkiselliği ifade eder. Örneğin, bu ilişkiselliğin bir boyutunu Antonio Negri, “kurucu iktidarı konuşmak, demokrasiyi konuşmaktır” şeklinde dile getirir. Benzer biçimde, kavramı tanımlamaya yönelik çabaların, söz konusu ilişkiselliğin farklı boyutlarını içerecek şekilde ortaya konulduğu gözlemlenmektedir.

<span class="mw-page-title-main">Düşman</span>

Düşman, çıkarları tehdit eden ve bu tehdit nedeniyle çeşitli mücadeleler içine girmeyi gerektirecek düzeyde ihtilaflı bulunulan kişi ve grupları ifade eder. Düşman sözcüğü köken itibarıyla Farsçadır. Avesta dilindeki duşmānah sözcüğünden gelir. Dus- "kötü, bozuk" biçiminden evrilmiştir. Türkçe anlamdaşı ise yağı sözcüğüdür. Kavramsal olarak düşmana karşılık dost ve müttefik kavramları ile karşıtlık durumundadır.

Troçkist siyaset teorisinde, deforme olmuş işçi devletleri, kapitalist sınıfın devrildiği, ekonominin büyük ölçüde devlete ait olduğu ve planlandığı devletlerdir, ancak iç demokrasi ya da endüstride işçi kontrolü yoktur. Deforme olmuş bir işçi devletinde işçi sınıfı, Rus Devrimi'nden kısa bir süre sonra Rusya'da olduğu gibi hiçbir zaman siyasi iktidarda bulunmadı. Bu devletler, siyasi ve ekonomik yapıları yukarıdan dayatıldığı ve devrimci işçi sınıfı örgütleri ezildiği için deforme olmuş olarak kabul edilir. Dejenere olmuş bir işçi devleti gibi, deforme olmuş bir işçi devletinin sosyalizme geçiş yapan bir devlet olduğu söylenemez.

<span class="mw-page-title-main">Siyaset sosyolojisi</span>

Siyaset sosyolojisi, devlet ve sivil toplumdan aileye kadar uzanan politik fenomenlerin sosyolojik analizi, araştırması vatandaşlık, toplumsal hareketler ve sosyal güç kaynakları gibi konuları araştırmakla ilgilenen bir bilim disiplinidir. Siyaset sosyolojisinin konusu toplumsal bağlamı içinde iktidardır. 19. yüzyıl ile beraber genel olarak toplumsal ve özel olarak siyasal düşüncenin bilimselleşmeye başladığı görülmüştür. Teknoloji, sanayileşme gibi unsurlar kalabalıklaşmayı beraberinde getirmiş, kalabalıklaşma ise siyasal düşünceye yönelim sağlamıştır.