İçeriğe atla

Sistinozis

Sistinozis
Diğer adlarSistin Depo Hastalığı [1]
L-sisteinden oluşan sistin kimyasal yapısı (biyolojik koşullar altında)
UzmanlıkEndokrinoloji, Çocuk Nefroloji
BelirtilerBüyüme bozukluğu, Fanconi Sendromu, Çok Su İçme, Sık Sık İdrara Çıkma, Kusma, İştahsızlık, hipofosfatemik raşitizm, korneada sistin birikimi, fotofobi, böbrek bozukluğu
KomplikasyonBüyüme bozukluğu ve farklı doku ve organlarda hasar
Süreİlk belirtiler 3 ila 18 aylıkken görülür
TiplerNefropatik Sistinozis, Ara Form Sistinozis, Nefropatik Olmayan veya Oküler Sistinozis
NedenleriKromozom 17'de bulunan CTNS genindeki bir mutasyon
TanıCTNS gen analizi, lökosit sistin düzeyi ölçümü, korneadaki sistin kristallerinin saptanması
TedaviSisteamin kullanımı, sodyum sitrat, potasyum ve fosfor takviyeleri, böbrek nakli
İlaçSisteamin
SıklıkDünya çapında yaklaşık 100.000 ila 200.000 yeni doğanda 1 görülür

İlk olarak 1903 yılında Abderhalden (İsviçreli biyokimyager, fizyolog) tarafından tıbbi literatürde tanımlanan Sistinozis hastalığı, amino asit sistininin oksitlenmiş dimeri olan lizozomların içinde sistin birikimi ile oluşan bir lizozomal depo hastalığı olarak sınıflandırılır.[2] Sistinoz, lizozomal depo hastalığı bozuklukları grubuna ait belgelenmiş ilk genetik hastalıktır. Sistinozis hastalığı; başta böbrekler ve gözlerde olmak üzere kaslar, karaciğer, pankreas ve beyin gibi farklı organ ve dokularda hasara neden olan metabolik bir hastalıktır.

Sistinozis hastalığı durumunda, spesifik taşıyıcının eksikliği nedeni ile sistin taşınamaz ve vücuttaki hücrelerin lizozomlarında birikip kristalize olur. Zaman içerisinde tüm organları etkileyerek zarar verir. Genetik kökenli nadir bir hastalık olan Sistinozis hastalığı, DNA lizozomal sistin taşıyıcısı olan sistinozisi kodlayan kromozom 17'de bulunan CTNS genindeki bir mutasyon nedeniyle oluşur. Semptomlar ilk olarak derin poliüri (aşırı idrara çıkma) ile yaklaşık 3 ila 18 aylıkken görülür, ardından zayıf büyüme, fotofobi ve nihayetinde nefropatik formda 6 yaşında böbrek yetmezliği izler. Sistinozis genellikle intralizozomal sistin birikimini azaltmak için reçete edilen sisteamin ile tedavi edilir.[3]

Sistin

Sistin, proteinleri oluşturan 20 aminoasitten biridir. Diğer birçok aminoasitte olduğu gibi bu aminoasitin de hem L- hem de D- izomeri vardır.

Sistinozis Çeşitleri [4]

Her biri birbirinden farklı semptomlara sahip üç farklı sistinozis türü vardır. Bunlar nefropatik sistinozis, ara (orta) form sistinozis ve nefropatik olmayan veya oküler sistinoz.

Nefropatik Sistinozis

Nefropatik sistinoziste semptomlar bebeklik döneminde başlar ve yetersiz büyümeye ve böbrek hasarına (Fanconi Sendromu) neden olur. Böbrek sorunları önemli minerallerin, tuzların, sıvıların ve diğer besin maddelerinin kaybına yol açar. Besinlerin kaybı sadece büyümeyi bozmakla kalmaz, özellikle bacaklarda yumuşak, eğri kemiklere (hipofosfatemik raşitizm) neden olabilir . Vücuttaki besin dengesizlikleri artan idrara çıkma, susuzluk, dehidrasyon ve anormal derecede asidik kana (asidoz) yol açar. Yaklaşık iki yaşına gelindiğinde korneada sistin kristalleri de bulunabilir. Bu kristallerin gözde birikmesi, ışığa karşı artan bir hassasiyete (fotofobi) neden olur .

Ara Form Sistinozis

Nefropatik Olmayan veya Oküler Sistinozis

Belirtiler

Sistinozis’in spesifik belirtileri ve semptomları, hastalığın başlangıcı, yaş, tedaviye hemen başlanıp başlanmadığı gibi nedenlere bağlı olarak kişiden kişiye değişebilir. Genel olarak doğumdan itibaren altıncı aydan sonra belirti vermeye başlar ve farklı semptomlara sahip üç farklı sistinozis türü vardır. Semptomlar ilk olarak derin poliüri (aşırı idrara çıkma) ile yaklaşık 3 ila 18 aylıkken görülür. Herhangi bir türe sahip olan sistinozis hastasında sık sık su içme, idrara çıkma, kusma, iştahsızlık, büyüme bozukluğu, ışığa karşı hassasiyet, kemik rahatsızlıkları, korneada sistin birikmesi görülebilir.

Sistinozis, her iki gen kopyasında da mutasyon olan, otozomal resesif kalıtım modeline sahip bir nadir hastalıktır.

Tanı

Nefropatik Sistinozisli hastalarda ilk klinik bulgular poliüri, polidipsi ve gelişim geriliğidir. Sistinozis hastalığında tanı, böbreklerde Fanconi sendromunun özelliklerini, korneadaki sistin kristallerinin saptanmasını ve lökositlerdeki yüksek sistin seviyelerinin belirlenmesini gösteren kan ve idrar analizine dayanır. CTNS gen analizi ile doğrulanır.

Sistin birikimi, lizozomlardan sistinin anormal taşınmasından kaynaklanır ve dokularda büyük bir intra-lizozomal sistin birikimine neden olur. Henüz bilinmeyen bir mekanizma yoluyla, lizozomal sistin, hücrelerin uygunsuz şekilde ölmesine ve böbrekteki epitel hücrelerinin kaybına yol açar. Kesin tanı ve tedavi izleme, çoğunlukla tandem kütle spektrometrisi kullanılarak beyaz kan hücresi sistin seviyesinin ölçülmesi yoluyla gerçekleştirilir.

Doğum Öncesi (Prenatal) Tanı

Sistinozisli çocuğu olan ailelerde doğum öncesi, genetik tanı mümkündür. Her iki ebeveynin de etkilenmeyen taşıyıcı olduğu durumlarda hastalığın her doğumda bebeğe taşınma riski % 25’tir; hastalığın şiddeti mutasyona bağlıdır.

Sistinozisli bir çocuğa sahip olma riski taşıdıkları bilinen aileler için prenatal tanı olasıdır. Bu amaçla koryon villus örneği alma işlemi gebeliğin sekizinci-dokuzuncu haftasında, amniyosentez ise gebeliğin on dördüncü-on altıncı haftasında yapılır. Bu konunun deneyimli uzman bir doktorla görüşülmesi önemlidir.

Tedavi

Nefropatik sistinoza sahip üç yaşındaki hastanın sisteamin göz damlası tedavisinden önceki (solda) ve sonraki (sağda) durumunu gösteren fotoğrafları. Sisteamin damlaları korneadaki kristalleri çözer.

Erken teşhis ve hızlı tedavi, sistinozis ile ilişkili semptomların gelişimini ve ilerlemesini yavaşlatmak için önemlidir. Sistinoz kapsül ve göz damlası halinde bulunan sisteamin ile tedavi edilir. Sistinozlu kişilere ayrıca kan asidozunu tedavi etmek için sıklıkla sodyum sitrat, potasyum ve fosfor takviyeleri yapılır. Nefropatik veya Ara (orta) Form Sistinozis olan bireylerde hastalığın son evresinde, böbrek nakline ihtiyaç duyabilmektedir.[5]

Sistinozisli hastaların böbrekleri idrarı konsantre edemez ve buna bağlı olarak önemli miktarlarda sodyum, potasyum, fosfor, bikarbonat ve karnitin gibi maddeler idrar ile atılır. Semptomatik tedavide idrarla kaybedilen bu maddeler yerine konur.

Sistinozis hastalığında özgün tedavinin amacı hücrelerde sistin birikimini azaltmaktır. Bu amaçla, böbrek yetmezliğini geciktirmede veya önlemede etkili olduğu kanıtlanmış tedavi uygulanır ki bu tedavi çocukların büyümelerine yardımcı olur. Bu tedavinin her gün düzenli uygulanması gerekir. İlaçların dozunu ayarlamak ve tedavi uyumunu izleyebilmek için düzenli aralıklarla lökosit sistin düzeyi ölçülmelidir.

Beslenme

Sistinozisli bebeklerin ve çocukların büyüme potansiyellerini en üst düzeye çıkarmaları için doğru beslenme hayati önem taşır. Büyüme hormonu tedavisi pek çok hastada büyümeyi önemli ölçüde iyileştirmiştir. Bazı bebekler ve sistinozisi olan çocuklarda (yutma güçlüğü, yetersiz beslenme ve artmış aspirasyon riski olanlar) mideye kateter takılması gerekebilir. Bu prosedürle, mideye küçük bir kesi ile ince bir tüp yerleştirilir ve doğrudan yiyecek ve/veya ilaç alımına izin verilir.

Ayrıca Bakınız

Kaynakça

  1. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; gen isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: )
  2. ^ A. Gahl, William; Jess G. Thoene; Jerry A. Schneider (2002). "Cystinosis". N Engl J Med. 347 (2): 111-121. doi:10.1056/NEJMra020552. PMID 12110740. 
  3. ^ Besouw M, Masereeuw R, Van den Heuvel L et al. Cysteamine: an old drug with new potential. Drug Discov Today 2013.
  4. ^ "Sistinozis". 29 Eylül 2004 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2021. 
  5. ^ Nesterova, Galina; Gahl, William A. (6 Ekim 2016). "Cystinosis". GeneReviews. University of Washington, Seattle. 5 Nisan 2011 tarihinde kaynağından arşivlendi. 

Dış Bağlantılar

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Akciğer kanseri</span> Akciğer dokularında gelişen bir hastalık

Akciğer kanseri, akciğer dokularındaki hücrelerin kontrolsüz çoğaldığı bir hastalıktır. Bu kontrolsüz çoğalma, hücrelerin çevredeki dokuları sararak veya akciğer dışındaki organlara yayılmaları ile (metastaz) sonuçlanabilir. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) raporuna göre akciğer kanseri tüm dünyada kanser türleri arasında en sık ölüme neden olan kanser türüdür ve tüm dünyada her yıl yaklaşık 1,6 milyon ölüme neden olmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Zehirlenme</span> Kimyasal bir maddenin canlı üzerindeki patolojik etkisidir

Zehirlenme, kimyasal bir maddenin canlı organizma üzerindeki patolojik etkisidir. Görece küçük miktarlarda kimyasal ya da biyokimyasal etki gösteren zehir, süresi ve ağırlığı değişebilen bir hastalık haline ya da ölüme yol açar. Adli tıp uzmanları, zehirlenme olgularını 3 orijine ayırarak inceler:

  1. Kaza
  2. İntihar
  3. Cinayet
<span class="mw-page-title-main">Lupus</span>

Lupus, teknik adıyla Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) veya Yaygın Lupus Kızarıklığı, Otoimmun, Kelebek Hastalığı kökenli multisistem hastalıklarının en sık görülen tipik örneğidir. Lupus sözcüğü, Latincede “kurt” anlamında olup ciltte çıkan yaraların yıkıcı özelliğini ifade eder. 1872 yılında Kaposi, hastalığın sadece cildi değil vücudun değişik organlarını etkileyen bir hastalık olduğunu fark etmiştir. Otoimmun antikorların büyük bölümü ANA niteliğindedir. Sessizce gelişebilir ya da akut olarak başlar. Ateşli ataklar biçiminde alevlenmeler gösterir. Organizmanın tümünü etkileyebilir, ancak deri, eklemler, böbrekler ve seröz zarlar zarar gören başlıca dokulardır.

Porfiria, hem biyosentezinde yer alan enzimlerin doğuştan ya da kazanılmış bozukluğu ya da eksikliği sonucunda gelişen bir hastalıktır. Fotosensitivite ve nöropsikiyatrik bulgular sebebiyle vampir efsanelerinin yayılmasına sebep vermiştir. Porfirinlerin ya da kimyasal öncülerinin biriktiği yere göre akut (hepatik) porfiria ya da kutanöz (eritropoetik) porfiria olarak iki ana grupta incelenir. Ortaya çıkışları nörolojik komplikasyonlarla, cilt bozukluklarıyla ya da nadiren her ikisiyle olur. Hastalık, ismini Yunancada morumsu pigment anlamına gelen porphyra kelimesinden almıştır. Bu da, atak sırasında hastaların idrar ve dışkılarının bu rengi almasıyla ilgilidir.

<span class="mw-page-title-main">Lösemi</span> kemik iliğinde oluşan kan kanserleri

Lösemi, kan hücrelerinin özellikle de akyuvarların normalin üzerinde çoğalması ile kendini gösteren bir kanser türüdür.

<span class="mw-page-title-main">Böbrek yetmezliği</span> böbreklerin kandaki atık ürünleri yeterince filtreleyemediği hastalık

Son dönem böbrek hastalığı (ESRD) olarak da bilinen böbrek yetmezliği, böbreklerin artık kandaki atık maddeleri yeterince filtreleyemediği ve normal seviyelerin %15'inden daha azında çalıştığı tıbbi bir durumdur.

<span class="mw-page-title-main">Böbrek taşı</span> böbreklerde biriken sert madensel maddeler

Tıpta nephrolithiasis' veya urolithiasis olarak da bilinen böbrek taşı hastalığı, idrar yolunda katı madde parçası oluşması durumudur.

Akraba evliliği ; genetik hastalıkların epidemiyolojisini etkileyen önemli etmenlerden biridir ve dünya toplumunun en az %20'si tarafından yeğlenmektedir. Doğan çocukların en azından %8,4'ü akraba evliliklerinden doğmaktadır.

Hiperkalsemi, kandaki kalsiyum seviyesinin normalin üstünde olması anlamına gelmektedir. Normal kandaki toplam kalsiyum değeri 8.5-10.2 mg/dl aralığındadır. Vücutta kalsiyum metabolizmasını ayarlamadaki en önemli hormon paratiroid hormonudur. Tiroid bezinin içinde bulunan paratiroid bezinden salgılanan parathormon kandaki kalsiyum seviyesinin ayarlanmasında baş rolü oynar. PTH reseptörleri aracılığı ile vücutta etkisini gosterir. PTH reseptörleri sadece kemik yapimindan sorumlu hücreler osteoblastlar üzerinde bulunmasına rağmen, kemik yıkımından sorumlu hücrelerin osteoklast sayı ve aktivitesini de arttırır. Osteoklastlar kemik rezorbsiyonunda yer alan başlıca hücrelerdir. Kemik yıkılırken kalsiyum açığa çıkar. PTH, ayrıca böbreklere etki ederek kalsiyumun tubulüsden emilimini arttırır ve 1,25 (OH)2 kolekalsiferol (aktif D vitamini) yapımını uyarır. D vitamini bağırsaklarda kalsiyum bağlayıcı protein yapımını uyararak bağırsaklardan kalsiyum emilimini arttırır. Bu hormonun fazla salgılanması (paratiroid adenomu veya paratiroid karsinomu sonucu) hiperkalsemi görülür. Ayrıca, habis hastalıklara bağlı hümoral hiperkalsemi vakalarında kemik metastazları mevcut değildir ve hiperkalsemiden tümörün yaptığı "PTH related peptide" (PTHrP) sorumlu tutulmaktadır. 141 veya daha fazla aminoasit zinciri bulunan bu peptid de aynı PTH gibi ilk 34 aminoasit mineral metabolizması üzerinde etkilidir. Lokal osteolitik hiperkalsemi malign hücrelerin iskelet sistemini doğrudan istila etmesi sonucu olmaktadır. Bu hücreler kemiği rezorbe eden sitokinler veya hümoral etmenler salgılamaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Alopesi areata</span>

Alopesi areata veya halk arasındaki adıyla saçkıran ya da kılkıran hastalığı; saçlı deri, sakal bölgesi, kaşlar, kirpikler ve diğer vücut kıllarının, belli bir belirti olmaksızın tüm vücuda yayılmış bir biçimde dökülmesiyle kendini gösteren bir hastalıktır.

<span class="mw-page-title-main">Diyabet</span> Kandaki glikoz seviyesinin aşırı artmasından kaynaklanan metabolik bozukluk

Diabet ya da Diabetes mellitus, sıklıkla yalnızca diabet ya da diyabet veya halk arasında şeker hastalığı olarak adlandırılan, genellikle kalıtımsal ve çevresel etkenlerin birleşimi ile oluşan ve kandaki glukoz seviyesinin aşırı derecede yükselmesiyle (hiperglisemi) sonuçlanan metabolik bir bozukluktur. Vücutta kan şekerinin düzenlenmesi pek çok sayıda kimyasal madde ve hormonun karmaşık etkileşimi sonucunda sağlanır. Şeker metabolizmasının düzenlenmesinde rol oynayan hormonlardan en önemlisi pankreasın beta hücrelerinden salgılanan insülin hormonudur. Diyabetes Mellitus ya insülin salgılanmasındaki yetersizlik ya da insülinin etkisindeki veya insülin cevabındaki bir bozukluk sonucunda ortaya çıkan yüksek kan şekerinin yol açtığı birkaç grup hastalığı tanımlamak için kullanılan ortak bir terimdir.

Hunter sendromu ya da Tip II mukopolisakkaridoz, iduronat-2-sülfataz (I2S) enziminin eksikliğinden ya da yokluğundan kaynaklanan lizozomal depo hastalığıdır. Doktor Charles A. Hunter (1873-1955) tarafından ilk kez 1917 yılında tanımlandığından, Hunter sendromu olarak adlandırılır.

<span class="mw-page-title-main">Wilson hastalığı</span>

Wilson hastalığı veya hepatolentiküler dejenerasyon dokularda bakır birikimine yol açan otozomal resesif geçişli genetik bir hastalıktır. Bu hastalık kendini psikiyatrik veya nörolojik belirtilerle ve karaciğer hastalığıyla gösterir. Hastalığı ilaçla tedavi etmek mümkündür.

<span class="mw-page-title-main">Progressif sistemik skleroz</span>

Sistemik skleroderma veya sistemik skleroz, deride ve iç organlarda fibroz adı verilen aşırı kolajen üretimi ve birikmesi ve küçük arterlerin yaralanması ile karakterize otoimmün romatizmal bir hastalıktır. Deri tutulumunun derecesine göre sistemik sklerozun iki ana alt grubu vardır: sınırlı ve yaygın. Sınırlı form, yüzün tutulduğu veya olmadığı dirsek ve dizlerin altındaki, ancak üstteki alanları etkiler. Diffüz form, dirsek ve dizlerin üzerindeki cildi de etkiler ve gövdeye de yayılabilir. Böbrekler, kalp, akciğerler ve gastrointestinal sistem dahil olmak üzere iç organlar da fibrotik süreçten etkilenebilir. Prognoz, hastalığın şekli ve viseral tutulumun derecesi ile belirlenir. Sınırlı sistemik sklerozlu hastalar, yaygın formu olanlara göre daha iyi prognoza sahiptir. Ölüme en sık akciğer, kalp ve böbrek tutulumu neden olur. Kanser riski biraz artar.

<span class="mw-page-title-main">Kazanılmış saf kırmızı hücre aplazisi</span>

Saf kırmızı hücre aplazisi (PRCA), kemiklerin merkezindeki süngerimsi doku olan kemik iliğinin yeterli şekilde işlev göremediği ve anemiye neden olduğu nadir görülen bir kan üretimi bozukluğudur. Kırmızı kan hücreleri, tüm vücuda oksijen taşımaktan sorumludur.

<span class="mw-page-title-main">Atrofik vajinit</span>

Atrofik vajinit, yeterli östrojen olmaması nedeniyle vajinal doku incelmesi sonucu vajinanın iltihaplanmasıdır. Semptomlar arasında cinsel ilişki sırasında ağrı, vajinal kaşıntı veya kuruluk ve idrar yapma isteği veya idrar yaparken yanma sayılabilir. Devam eden hastalık, tedavi olmaksızın genellikle düzelmez. Komplikasyonlar idrar yolu enfeksiyonlarını içerebilir.

<span class="mw-page-title-main">Gaucher hastalığı</span> genetik bir hastalık

Gaucher hastalığı [ (GD)], hücrelerde ve belirli organlarda glukoserebrosidin biriktiği genetik bir hastalıktır. Bozukluk, morarma, yorgunluk, anemi, düşük kan trombosit sayısı ve karaciğer ve dalakta büyüme ile karakterizedir ve glukoserebrosid üzerinde etkili olan glukoserebrosidaz enziminin kalıtsal eksikliğinden kaynaklanır. Enzim kusurlu olduğunda, özellikle beyaz kan hücrelerinde ve özellikle makrofajlarda glukoserebrosid birikir. Glukoserebrosid dalakta, karaciğerde, böbreklerde, akciğerlerde, beyinde ve kemik iliğinde toplanabilir.

Mitokondriyal hastalık ya da mitokondri hastalıklıkları, insanlarda kalıtım yoluyla aktarılan ya da sonradan edinilen, mitokondri hasarının sonucunda ortaya çıkan ve bu hasar nedeniyle hücrenin enerji üretim mekanizmasını olumsuz etkileyen, genetik heterojenitenin görüldüğü hastalık grubudur.

<span class="mw-page-title-main">Glomerülonefrit</span> böbrekteki glomerüllerin iltihaplanması

Glomerülonefrit (GN), birkaç böbrek hastalığına atıfta bulunmak için kullanılan bir terimdir. Hastalıkların çoğu, böbreklerdeki glomerüllerin veya küçük kan damarlarının iltihaplanması ile karakterizedir, ancak tüm hastalıkların mutlaka bir enflamatuar bileşeni yoktur.