İçeriğe atla

Sahte anı

Sahte anı, bir insanın olmamış bir anıyı anımsamasıyla meydana gelen psikolojik bir olaydır. Sahte anı genelde, çocukluktaki cinsel istismarlar ile ilgili adli durumlarda göz önüne alınır.[1][2][3][4] Sahte anı, ilk olarak psikoloji öncülerinden Pierre Janet ve Sigmund Freud tarafından araştırıldı. Freud bastırılmış cinsel çocukluk anıları konusundan ‘Histeri ile Mücadele’ kitabında bahsetmiştir.[5] Elizabeth Loftus, 1974’teki ilk araştırma projesinden[6] beri, hafıza kurtarımı ve sahte anı alanlarında öne çıkmıştır. Sahte anı sendromu, sahte anıyı insanların düşüncesini ve günlük yaşamını etkileyen ve hayatlarında çok yaygın olarak yaşadıkları bir durum olarak tanımlar. Sahte anı sendromu, sahte anıdan bazı yönlerden ayrılır. Sendrom kişinin hayatındaki yöneliminde oldukça etkiliyken; sahte anı bu önemli etki olmadan da meydana gelebilir. İnsanlar etkileyici anılarının doğru olduğunu düşündüklerinden bu sendrom etkisini gösterir.[7] Ancak, sendrom ile ilgili araştırmalar tartışmalı ve bu yüzden sahte anı sendromu ruhsal bozukluk kategorisinden, dolayısıyla Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’ndan çıkarılmıştır. Sahte anı, psikolojik araştırmaların önemli bir parçasıdır çünkü çok fazla ruhsal bozukluk ile bağlantılıdır ( Örneğin, posttravmatik stres bozukluğu).[8]

Dil Yoluyla Hatırlamanın Manipülasyonu

1974’te Elizabeth Loftus ve John Palmer dilin sahte anı üzerindeki gelişimini araştırmak için bir çalışma yürüttüler. Deney iki ayrı çalışmadan oluşmuştur.

İlk testte, 45 katılımcı bir araba kazasının yer aldığı farklı videolar izlemek için rastgele atandılar. Bu videolarda çarpışma saatte 20 mil, 30 mil ve 40 mil hızla gerçekleşiyordu. Daha sonra, katılımcılar bir anket doldurdular. Ankette ‘Arabalar birbirlerine şiddetle çarptıklarında ne kadar hızlılardı?’ sorusu soruldu. Soru her zaman aynı şeyi sormasına rağmen araştırmacılar çarpışma için kullanıldıkları fiili değiştirdiler. ‘Şiddetle çarpmak’ yerine ‘çarpmak’, ‘kafa kafaya çarpışmak’, ‘darbe almak’ ya da ‘sürtünmek’ kelimelerinden biri kullanıldı. Katılımcılar çarpışma hızını ortalama 35 mil ve 40 mil arasında tahmin ettiler. Eğer gerçek hız hesaplamadaki asıl faktör olsaydı, katılımcıların düşük hızdaki çarpışmalar için düşük hız tahmini yapmaları gerekirdi. Ama katılımcılar onun yerine, çarpışmayı tanımlamak için kullanılan kelimeye göre hız tahmini yaptılar.[6] İkinci deneyde de katılımcılara bir araba kazası videosu gösterildi ancak kritik bir manipülasyon yapıldı: Anketlerdeki laf kalabalığı. 150 katılımcı üç farklı duruma rastgele atandı. Birinci durumdakilere aynı soru ilk deneydeki gibi ‘şiddetle çarpışmak’ fiili ile soruldu. İkinci durumdakilere aynı soru ‘şiddetle çarpışmak’ fiili ‘vurmak’ fiili ile değiştirilerek soruldu. Son gruba çarpışan arabaların hızı sorulmadı. Videoda kırık cam olmamasına rağmen, katılımcılara videoda kırık cam görüp görmedikleri soruldu. Bu soruya verilen cevaplar, gösterdi ki kırık camı hatırlama durumu kuvvetli bir şekilde kullanılan fiile bağlı değil. ‘Şiddetle çarpışmak’ fiilinin kullanıldığı gruptaki katılımcıların büyük bir bölümü kırık cam görmediklerini belirttiler.

Bu çalışmadaki ilk nokta soruda kullanılan kelimenin cevabı ne kadar kuvvetli olarak etkilediğini gösterdi.[6] İkinci olarak, çalışma soruda kullanılan kelimenin daha önce göz ardı edilen detaylarla alakalı beklenti getirebileceğini, yani hatırlamamızın yanlış inşa edilebileceğini göz önüne serdi. Bu sonuçlar sahte anının var olan bir olgu olduğunu destekler niteliktedir.

Görgü Tanığı Raporları Üzerine Makale Düzenlemeleri

Loftus’un dili işleme çalışmaları üzerine meta-analizi bir olgu öne çıkardı. Loftus’a göre bu olgu hatırlama sürecini ve hafızanın ürünlerinin devamlılığını etkiler. Böylece, sorulardaki en küçük düzenlemeler dahi yanıtları değiştirebilir. Örneğin, birine herhangi bir dur işareti gördün mü yerine dur işaretini gördün mü diye sormak, kişiye olay yerinde bir dur işareti olduğunu düşündürür. Bu ön varsayım olay yerinde bir dur işareti gördüğünü belirten kişi sayısını artırır.

Görgü Tanığı Raporlarında Sıfatların Etkisi

Seçilen sıfatlar bir objenin özellikleri hakkında çıkarımlarda bulunmamıza neden olabilir. İletilerin içinde kullanılan sıfatlar katılımcıların yanıtlarının değişmesine sebep olabilir. Herris 1973 yılında yaptığı çalışmada basketbol oyuncularının boyları hakkında sorulan sorulara verilen yanıtlar arasındaki farklılıkları inceledi. Katılımcılar rastgele olarak “Basketbol oyuncusunun boyu ne kadar uzundu?” veya “Basketbol oyuncusunun boyu ne kadar kısaydı?” sorularını cevapladı. Araştırmacılar basitçe basketbol oyuncusunun boyunu sormak yerine kısa ve uzun gibi sayısal sonuçları etkileyebilecek sıfatlar kullandılar. Sonuç olarak, tahmin yürütülen boy ortalamaları arasında yaklaşık 10 inçlik (250mm) fark bulundu. Bu araştırma sorularda kullanılan sıfatların katılımcıların yanıtlarını ne yönde değiştirdiğini gözler önüne serer.

Meta-Analize Tepkiler

Loftus ve Palmer’in araştırmalarında bireylerden kaynaklı dış faktörleri, katılımcıların duyguları, alınan alkol miktarı ve birçok diğer faktörü, kontrol etmediği iddia edilir. Tüm bu eleştirilere rağmen, bu çalışma sahte hafızaya ilişkin legal olaylarla güçlü bir şekilde bağlantılıdır. Loftus ve Palmar’ın otomobil çalışması Devlin komitesinin Devlin raporunu yazmasına olanak vermiştir. Bu raporda görgü tanığı ifadelerinin tek başına yeterli olmadığı belirtilmiştir.

Anı Hatırlamanın Güvenilirliği

Varsayımlar

Varsayımlar bir dilin içindeki saklı anlamlardır. Bir kişiye “Bu cüzdan mavinin hangi tonundadır?” sorusu sorulduğunda esas söylenen “Bu cüzdan mavidir. Peki, hangi tondadır?” cümleleridir. Sorunun ifade ediliş şekli, cevap veren kişiye durum ile ilgili bir varsayımda bulunur. Bu varsayımın iki farklı etkisi vardır: doğru etki ve yanlış etki. Doğru etki, varsayılan durumun gerçekten var olduğunu belirtir. Böylelikle, cevap veren kişinin anıyı hatırlaması güçlenir; anı, kolayca kullanılabilir ve kullanılarak anlam çıkarılabilir hale gelir. Doğru etkide, varsayımlar bir ayrıntıyı daha kolay hatırlanabilir yapar. Örneğin, eğer ilk iletide cüzdanın mavi olduğu söylenmeseydi, cevap verenin cüzdanın mavi olduğunu hatırlaması daha güç olurdu. Yanlış etkide ise var olduğu kastedilen durum gerçekte var olmamıştır. Buna rağmen, cevap veren aksini düşünür ve kendi anısını manipüle eder. Üstelik tutarlılığı sağlamak adına, sonraki sorulara verilen cevapları da değiştirebilir. Doğru veya yanlış etki fark etmeksizin cevap veren kişi, ona verilen bilginin doğruluğuna inanarak kendi düşüncelerini bilgilere uydurmaya çalışır.

İnşa Hipotezi

İnşa hipotezi, hafızanın yumuşaklığını açıklamak üzere öne sürülmüştür. Cevap veren kişi, kendine içinde varsayım olan bir soru sorulduğunda varsayıma uyumlu bir şekilde hatırlar (varsayımın doğruluğuna inandığı takdirde). İnşa hipotezine göre eğer cevap veren kişiye verilen doğru bilgi kişinin cevabını değiştirebiliyorsa, verilen yanlış bir bilgi de değiştirebilir.[9]

İskelet Teorisi

Loftus, Washington Üniversitesi’nden 150 deneğin üzerinde yaptığı deneylerden sonra İskelet Teorisi’ni geliştirmiştir. İskelet Teorisi, bir anının nasıl hatırlandığını açıklayan bir görüş olup iki kategoriye ayrılır: edinim süreçleri ve geri alma süreçleri. Edinim süreçleri üç basamakta meydana gelir. İlk olarak, asıl karşılaşmada, gözlemci odaklanmak için bir uyarıcı seçer. Gözlemcinin odaklanabildiği enformasyon, ortamdaki enformasyonun çok küçük bir kısmıdır. Başka bir deyişle, çevremizde birçok olay meydana gelir ve biz bunların sadece küçük bir kısmını algılarız. Böylece, gözlemci odak noktası konusunda bir tercih yapmalıdır. İkinci olarak, görsel algımız, yargılara ve tanımlara dönüştürülmelidir. Yargılar bir dizi kavramı ve nesneyi temsil ederler; olayın gerçekleşmesiyle anın hatırlanması arasındaki bağlantıdırlar. Üçüncü olarak, algılar, yorumlamadan önce veya sonra sağlanan her türlü “dış” bilgiye maruz kalırlar. Sonradan ortaya çıkan enformasyon dizileri hatırlama sürecini değiştirebilir.

Geri alma süreçleri iki basamaktan oluşur. İlk olarak, anı ve hayal yeniden canlandırılır. Bu algı, gözlemcinin seçtiği odak noktalarıyla birlikte gözlemden önce veya sonra sağlanan enformasyona bağlıdır. İkinci olarak, bağ kurma, sözce tepkisiyle başlatılır, gözlemlenenlere anlam vermek için “bir resim çizilir”. Bu geri alma süreci ya doğru bir anıyla ya da sahte bir anıyla sonuçlanır.

İlişkisel İşlemleme

Anıları hatırlama, beynin ilişkisel işlemlemesiyle ilişkilidir. İki olayı ilişkilendirirken (sahte anıya göre, bir ifadeyi önceki bir olaya bağlama) harfi harfine temsil ve öz temsil yapılır. Harfi harfine temsil başlı başına olaylara karşılık gelir (örn. Köpekleri sevmiyorum çünkü beş yaşındayken bir chihuahua beni ısırdı.). Öz temsil ise genel çıkarımlara karşılık gelir (örn. Köpekleri sevmiyorum çünkü kötüler.). Sahte anıların, öz temsiller halinde depolandığını (bu şekilde hem doğru hem de sahte anıların hatırlandığını) ileri süren Belirsiz İzleme Kuramı doğrultusunda, Storbeck & Clore (2005) sahte anıların hatırlanmasında ruh halindeki değişimin etkisini görmek istemişlerdir.

Deese-Roediger-McDermott paradigması denilen bir sözcük çağrışım aracını ölçüt olarak kullanırken deneklerin ruh halleri ayarlandı. Ruh halleri ya daha pozitif olmaya ya da daha negatif olmaya yönlendirildi ya da hiç yönlendirilmedi. Bulgulara göre negatif ruh hali, öz temsil şeklinde depolanmış olan önemli detaylara ulaşılmasını zorlaştırdı.[10] Bundan denek kötü bir ruh halindeyken sahte anıların hatırlanmasının daha düşük bir ihtimal olduğu anlamı çıkarılabilir.

Terapi Odaklı Bellek Kurtarma

Kurtarma Stratejileri

Terapi yoluyla geri kazanılmış anıların sadece bastırılmış ya da ilk etapta var olduğunu ayırt etmek daha zordur. Terapistler hipno-terapi, yinelenen sorgulama ve bibliyoterapi gibi stratejiler kullanmıştır. Bu stratejiler var olmayan ve doğru olmayan, hatalı anıların kurtarılmasına sebep olabilir.[3][11][12][13] Yakın zamanda yayınlanan bir rapor gösteriyor ki bu konudaki modern tartışmalar 1980 ve 1990’lı yıllarda meydana gelmeden önceki yüzyılda benzer stratejiler birçok terapide sahte anıya neden olmuş olabilir.[14]

Laurence ve Perry tarafından yürütülen hipnoz yoluyla bellek geri çağırımını tetikleme becerisini ölçen çalışmada katılımcılar hipnotik duruma sokulmuş ve sonra uyandırılmıştır. Gözlemciler katılımcıların yüksek bir sesle uyandırıldığını belirtmiştir. Bunun yanlış bir bilgi olmasına rağmen, katılımcıların neredeyse yarısı bunun doğru olduğunu bildirmiştir. Yani, katılımcıların durumunu tedavi edici bir şekilde değiştirmek onların, onlara söylenenlerin doğru olduğuna inanmasına sebep olabilir.[15] Bundan dolayı katılımcı yanlış geri çağırım yapar. 1989’da yürütülen hipnotize edilebilirlik ve sahte anı üzerine bir çalışma, hatırlanan doğru ve yanlış anıları ayrıştırmıştır. Açık uçlu soru formatında, katılımcıların %11.5’i gözlemciler tarafından ortaya atılan sahte anıları hatırlamıştır. Çoktan seçmeli soru formatında ise hiçbir katılımcı sahte anıların olduğunu iddia etmemiştir. Bu sonuç hipnotik söylemlerin odak, farkındalık ve dikkatte değişikliklere neden olduğu kanısına varmaya itse de, katılımcılar gerçekle kurguyu karıştırmamaktadır.[5]

Terapi kaynaklı hafıza kurtarımı, sahte anı sendromu hafıza odaklı tartışmasının yaygın bir alt kategorisidir. Bu olgu genel hatlarıyla tanımlanmıştır ama DSM’de yer almamıştır. Ancak sendrom sahte anının, sahte ve yanlış bir anı hatırlandığında insan hayatına büyük bir etkisi olduğunda sendrom olarak deklare edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu sahte anı insanın karakterinin ve yaşam tarzının yönelimini tamamen etkileyebilir.[5]Alışveriş merkezinde kaybolma tekniği" bir diğer kurtarma stratejisidir. Bu temelde bir tekrar edilen yargı kalıbıdır. Anı kurtarımı yapılan kişiye gerçekte olmamış bir deneyimin sürekli olarak yaşandığı söylenir. Bu strateji kişinin bu olayı yaşanmamış olmasına rağmen hatırlamasına sebep olabilmektedir.[16]

Adli Vakalar

Terapi kaynaklı hafıza kurtarımı özellikle cinsel istismarla ilgili adli vakalarda sık sık görülmektedir. Romano v. Isabella vakasında iki terapist hastalarına babası tarafından cinsel istismarda bulunulduğunu ileri sürmüştür. Terapist Isabella’nın Romano’ya sodyum amital adlı hipnotik ilacın kullanımı ardından bu anıyı aşıladığı ileri sürülmüştür. Oybirliğiyle alınmış bir karar ardından, Isabella’nın Holly Romano’ya karşı ihmalkar olduğu beyan edilmiştir. 1994’teki bu adli vaka sahte anıların oluşması ihtimalinin aydınlatılmasında çok büyük bir rol oynamıştır. Bir başka adli vakada sahte anılar bir adamın suçlarından aklanmasına yardımcı olmuştur. Joseph Pacely bir kadının evine cinsel saldırı amacıyla girmekle suçlanmıştır. Kadın suçun işlenmesinin hemen ardından saldırganın eşgalini polise bildirmiştir. Duruşma sırasında bellek araştırmacısı Elizabeth Loftus belleğin hataya düşebilir olduğuna ve kadının ifadesinde duygularının etkisinin olabileceğine yönelik tanıklık etmiştir. Loftus tanıklığıyla tutarlı pek çok çalışma[17][18][19] yayınlamıştır. Bu çalışmalar belleğin kolaylıkla değişebileceğini ve bazen görgü tanıklığının sanıldığı kadar güvenilir olmadığını ileri sürmektedir.

Sahte anının bir faktör olarak görüldüğü birçok adli vaka olmasına rağmen, bu durum sahte anıyla gerçek hatırlamanın ayırt edilmesini kolaylaştırmamaktadır. Ses terapötik strateji bilinen tartışmalı stratejilerden kaçınarak ya da anlaşmazlığı katılımcıya açıklayarak bu ayrımın yapılmasına yardımcı olabilir.[3][5][20] Her bir vakada, kurtarılmış anılar terapisi kabul edilemez ve bilimsellikten uzak görülmüştür. Kurtarılmış anıların doğru ya da yanlış olduğunun ayırt edilemeyecek olması kanıtın niteliğinin zayıflaması ve vakaların terapistlerin aleyhine sonuçlanması demektir. Terapötik kurtarım tekniklerine itiraz elektrokonvülsif terapi gibi hafıza eleme teknikleri etiğinin karşılaştırılmasıyla tartışılmıştır.[13]

Harold Merskey kurtarılmış anı terapisindeki etik olaylar ile ilgili bir makale yayımladı.[20] Merskey’e göre, bir hastanın hayatında daha önceden ortaya çıkmış önemli meseleler varsa, ‘bozulmanın’ gerçekleşmesi şiddetli derecede anı hatırlamaya dayanır. Bu bozulma duygusal travmanın gün yüzüne çıkmasıyla daha çok fiziksel gerçekleşir: gözyaşları, kıvranmalar ya da fiziksel rahatsızlığın başka göstergeleri. Terapiye göre küçük sorunları olan hastanın fiziksel bozulmasının oluşumunu anı hatırlamaya bağlı olarak gelmesi hatırlanan olgunun potansiyel yanlışlığının göstergesi olabilir.[20]

Çocuklarda Yanlış Anı

Eğer bir çocuk istismara maruz kalmışsa, çocuktan olaya dair yöneltilen sorulara ayrıntılı veya kesin cevaplar vermesi beklenemez.[21] Dolaylı yoldan çocuğun hafızasını harekete geçirmeye yönelik sorular kaynak yükleme çatışmasına neden olabilir. Çocuk sürekli sorgulandığında sadece soru soranları tatmin etmek için hafızasını zorlayabilir. Çocuğun üzerinde oluşturulan baskı anıları doğru hatırlamasını zorlaştırır.[1] Bu gibi durumlarda, çocukların bir olayı veya olguyu hatırlamak için sürekli hafızasını zorlamasının gerçek anılardan çok potansiyel anıları aktarmasına neden olacağını varsayılır. Aynı koşullarda hiç istismara maruz kalmamış çocuklarda da yaşanmamış olayları aktarma eğilimi vardır.[21] Eğer çocuğun hatırladığı anı yanlış ise buna birinci tip hata denir, eğer çocuk var olan bir anıyı hatırlayamazsa buna da ikinci tip hata denir.

Çocuklarda en çok göze çarpan hafıza gerilemelerinden biri yanlış kaynak yüklemedir. Yanlış kaynak yükleme hafızanın olası kaynaklarını deşifre etmedeki hataya verilen isimdir. Olayın veya bilginin kaynağı gerçek algılarımızdan olabileceği gibi hayal ettiğimiz olaylardan da ortaya çıkabilir. Küçük çocukların, özellikle okul öncesi dönemdekilerin, bu iki kaynağı ayırt etmesi daha zordur.[22] Lindsay ve Johnson (1987) ergenlik dönemindeki çocukların dahi bazı durumlarda bu iki kaynağı ayırt etmekte zorlandığını belirtmişlerdir.[23]

Kaynakça

  1. ^ a b Bremner, J. et al. (1996). Neural mechanisms in dissociative amnesia for childhood abuse: Relevance to the current controversy surrounding the "false memory syndrome." American Journal of Psychiatry, 153(7), 71-82.
  2. ^ Davis, J. (2005). Victim narratives and victim selves: False memory syndrome and the power of accounts. Social Problems, 52(4), 529-548.
  3. ^ a b c Ware, R. (1995). Scylla and Charybdis – Sexual abuse or false memory syndrome – Therapy-induced memories of sexual abuse. Journal of Analytical Psychology, 40(1), 5-22.
  4. ^ Christianson, S.; Loftus, E. (1987). Memory for traumatic events. Applied Cognitive Psychology, 1(4), 225-239.
  5. ^ a b c d Gleaves, D. et al. (2004). False and recovered memories in the laboratory and clinic: A review of experimental and clinical evidence. Clinical Psychology-Science and Practice, 11(1), 3-28.
  6. ^ a b c Loftus, E. (1974). Reconstruction of automobile destruction – Example of interaction between language and memory. Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 13(5), 585-589.
  7. ^ Kaplan, R. (2001). Is there a false memory syndrome? A review of three cases. Comprehensive Psychiatry, 42(4), 342-348.
  8. ^ Friedman, M. (1996). PTSD diagnosis and treatment for mental health clinicians. Community Mental Health Journal, 32(2), 173-189.
  9. ^ Loftus, E. (1975). Leading questions and eyewitness report. Cognitive Psychology, 7(4), 560-572.
  10. ^ Storbeck, J.; Clore, G. (2005) With sadness comes accuracy; with happiness, false memory. Psychological Science, 16(10), 785-791.
  11. ^ McElroy, S.; Keck, P. (1995). Recovered memory therapy – False Memory Syndrome and other complications. Psychiatric Annals, 25(12), 731-735.
  12. ^ Gold, S. (1997). False memory syndrome: A false dichotomy between science and practice. American Psychologist, 52(9), 988-989.
  13. ^ a b Sher, L. (2000). Memory creation and the treatment of psychiatric disorders. Medical Hypotheses, 54(4), 628-629.
  14. ^ Patihis, Lawrence; Burton, Helena J. Younes (1 Ocak 2015). "False memories in therapy and hypnosis before 1980". Psychology of Consciousness: Theory, Research, and Practice. 2 (2). doi:10.1037/cns0000044. 
  15. ^ Laurence, J.; Perry, C. (1983). Hypnotically created memory among highly hypnotizable subjects. Science, 222(4623), 523-524.
  16. ^ Loftus, E. (2005). Planting misinformation in the human mind: A 30-year investigation of the malleability of memory. Learning & Memory, 12(4), 361-366.
  17. ^ "Arşivlenmiş kopya". 24 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Mayıs 2016. 
  18. ^ "Arşivlenmiş kopya". 26 Nisan 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Mayıs 2016. 
  19. ^ http://psycnet.apa.org/index.cfm?fa=buy.optionToBuy&uid=1981-31952-001 []
  20. ^ a b c Merskey, H. (1996). Ethical issues in the search for repressed memories. American Journal of Psychotherapy, 50(3), 323-335.
  21. ^ a b Ceci, S.; Loftus, E.; Leichtman, M.; Bruck, M. (1994). The possible role of source misattributions in the creation of false beliefs among preschoolers. International Journal of Clinical and Experimental Hypnosis, 42(4), 304-320.
  22. ^ Foley, M.; Johnson, M. (1985) Confusions between memories for performed and imagined actions – a developmental comparison. Child Development, 56(5), 1145-1155.
  23. ^ Lindsay, D.; Johnson, M.; Kwon, P. (1991) Developmental-changes in memory source monitoring. Journal of Experimental Child Psychology, 52(3), 297-318.

İlgili Araştırma Makaleleri

Bellek ya da hafıza, yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücüdür.

Kısa süreli bellek, kısa bir süre için aktif, hazır bir durumda az miktarda bilgiyi işlemeden akılda tutma yetisidir. Örneğin, kısa süreli bellek, kısa bir süre önce söylenen bir telefon numarasını hatırlamak için kullanılabilir. Kısa süreli hafızanın süresinin saniyeler düzeyinde olduğuna inanılmaktadır. En çok bahsedilen kapasite, Miller'ın kendisinin figürün "bir şakadan biraz daha fazlası" olarak tasarlandığını belirtmesine rağmen, Büyülü Sayı Yedi, Artı veya Eksi İki' dir ve Cowan'ın (2001) daha gerçekçi bir figürün 4 ± 1 birim olduğuna dair kanıt sağlamıştır. Buna karşılık, uzun süreli bellek bilgileri süresiz olarak tutabilir.

Uzun süreli bellek ya da Uzun dönemli hafıza, iki depolama hafıza modeli teorisinin bir parçası olarak, öğeler arasındaki ilişkilerin depolandığı bellektir. Teoriye göre uzun süreli bellek, kısa süreli bellekten farklı işlevlere sahiptir. Bu da kısa süreli belleğin 20 ila 30 saniye içerisindeki bilgileri çağırmasından farklı olarak, depolanmış bilgileri uzun sürelerde tekrar, tekrar çağırabilmesidir. Bu iki bellek arasında bir fark görünmüyor gibi olsa da, her ikisi bilgiyi farklı yer ve alanlarda depolamaları bağlamında modelleri farklıdır.

Belleksel uydumculuk, sosyal yayılma teorisi olarak da bilinir, bir insanın bir anıyla ilgili anlatısının diğer bir insanın aynı anıyla ilgili anlatısını etkilemesi durumunu ifade eder. Bu karıştırma genellikle bireylerin gördükleri ya da deneyimledikleri şeyleri tartışmasıyla ortaya çıkar ve diğer bir insanın anlatısından etkilenmiş anıların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Belleksel uydumculuk hakkındaki çalışmalar telkine açıklığın önemli yasal ve sosyal çıkarımlarla birlikte birçok sonucu olduğunu gösterir. Bu, hafıza üstündeki pek çok sosyal etkileşimden biridir.

Bir anının kaynağının yanlış bir şekilde başka bir deneyime atfedilmesi olan kaynak izleme hatası bir çeşit bellek hatasıdır. Örneğin, bireyler henüz yaşanmış bir olayı bir arkadaşlarından öğrenirler, daha sonra bu olayı yerel haberlerde de duydukları zaman, bu olayın kaynağının anısı haberlerden öğrenilmiş gibi yanlış bir kaynağa dayandırılabilir. Bu kaynak izleme hatası, uzun süreli belleğe sınırlı miktarda kaynak bilgisinin kodlanması veya kaynak izlemede kullanılan karar süreçlerinin karışması nedeniyle, normal algısal ve yansıtıcı süreçler kesintiye uğradığında ortaya çıkmaktadır. Depresyon, yüksek stres seviyesi ve beynin sorumlu bölgelerinde meydana gelen hasarlar, bu mekanizmalarda; kesintiye, karışıklığa ve dolayısıyla kaynak izleme hatalarına neden olan faktörlere örnek olarak verilebilir.

Çocukluk amnezisi aynı zamanda bebeklik amnezisi yani unutkanlık olarak da bilinir. Yetişkinlerin 2-4 yaşına kadar olan dönemde olaysal belleklerinde bulunan belirli anılarının zamanını, mekânını, yaşadığı duyguyu ve kimle, nasıl, nerede olduğunu hatırlayamamalarıdır. Bunun yanı sıra 10 yaşından önceki süreçte de olması gerekenden daha az anıya sahip olmaları beklenir. Aynı zamanda bilişsel benlik gelişiminin de kodlama ve ilk anıların saklanması üzerinde etkisi olduğu düşünülür. Araştırmalara göre çocuklar 1 yaşından önce oluşan anılarını hatırlayabilir fakat büyüdükçe ve yaşlanmaya başladıkça bu anıların hatırlanma oranı azalmaya başlar. Çocukluk amnezisi psikologlar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bazılarına göre ilk anıların hatırlanmaya başlandığı 2-8 yaş aralığında oluşan anıları kodlama, saklama ve geri alma sırasında oluşan değişikliklerin çocukluk amnezisi için çok önemli olduğu düşünülür. Bu bellek yitiminin nedenleri konusunda başlıca üç teori ortaya atılmıştır. Psikanalistler bunun bastırmadan kaynaklandığını ileri sürerken; bilişsel psikologlar dilin gelişmesiyle birlikte bellek kodlamada ortaya çıkan değişikliklerin bu ilk anıların bellek izlerini canlandırmayı imkânsız kıldığını; nöro-psikologlar ise uzun süreli bellek için gerekli sinir mekanizmalarının bu ilk yıllarda işlevsel anlamda yeterince olgunlaşmamış olabileceğini savunmaktadır. Çocukluk amnezisi özellikle sahte anı durumlarında ve beynin erken yaşlardaki gelişimi açısından dikkate alınmalıdır. Çocukluk amnezisi için önerilen açıklamalar Freud’un delillerle desteklenmeyen ve genellikle güvenilmeyen travma teorisi, nörolojik gelişim, bilişsel benlik gelişimi, duygu gelişimi ve dil gelişimidir.

Görgü tanığının ifadesi, kişinin tanık olduğu olaya dair bilgi ve gözlemleri hakkında, adli bir süreç kapsamında verdiği ifade. İdeal bir durumda, tanığın hatırladıklarının ayrıntılı olması beklenir ancak bu her zaman gerçekleşmez. Tanığın hatırladıkları, tanığın bakış açısından bakıldığında ne yaşandığını kanıtlamak için kullanılır. Anıları bellekten çağırma işlemi geçmişte güven duyulan bir işlemdi. Ancak günümüzde, psikologların “Anılar ve bireysel algılar güvenilmezdir. Kolaylıkla manipüle edilebilir ve değişime uğrayabilirler” savını destekleyen adli tıp uzmanları tarafından bu güven çürütüldü. Bu nedenle birçok devlet, bu günlerde görgü tanıklığının mahkemelerde kullanımıyla ilgili değişikliklere gitmeyi planlıyor. Görgü tanıklığı aynı zamanda bilişsel psikoloji alanının özel bir odağı olma özelliğini taşıyor.

Psikolojide konfabulasyon, kişinin kendisi ya da dünya hakkında uydurma, çarpık veya yanlış yorumlanmış anılar üretmesi olarak tanımlanan bir bellek hatasıdır. Konfabulasyon sergileyen insanlar, “ince değişikliklerden tuhaf uydurmalara” kadar, geniş bir ölçekte çeşitlenen yanlış anılar sunarlar ve çelişkili olduklarına ilişkin kanıtlara rağmen genellikle hatırladıkları anılardan çok emindirler.

Flaş bellek, duygusal olarak uyarıcı bir anın veya olayların detaylandırılmış ve son derece can alıcı parçalarının 'enstantene' resmidir. Flaş bellek terimi şaşkınlık uyandıran, gelişigüzel aydınlanmalar, detay, görüntünün özü gibi kelimeleri akla getirir. Bununla beraber flaş bellekler bir parça gelişigüzel ve tamamlanmışlıktan da uzaktır. İnsanlar genellikle hatıralarından bir hayli emin de olsalar, araştırmalar bu hatıraların birçok detayının unutulduğunu göstermektedir.

<span class="mw-page-title-main">Yeniden yapılandırılan bellek</span>

Yeniden yapılandırılan bellek, hatırlama eyleminin algı, hayal gücü, semantik bellek ve inançlar gibi çeşitli bilişsel süreçler tarafından etkilendiği bir anı hatırlama teorisidir. İnsanlar bir anıyı hatırlarken epizodik belleklerinin tutarlı ve doğru olduğuna; hatırlama anında bakış açılarının hatasız olduğuna inanmaktadır. Halbuki, hatırlamanın yeniden yaratım süreci, bireysel algılar, sosyal etkiler ve genel kültür gibi yeniden yaratma sürecinde hatalara sebep olabilecek etkenlerce bozulmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Elizabeth Loftus</span> Amerikalı psikolog

Elizabeth F. Loftus Amerikalı bilişsel psikolog ve insan belleği konusunda uzmandır. İnsan belleğinin şekillendirilebilirliği üzerine araştırmalar yapmıştır. Loftus en çok yanlış bilgi etkisi, görgü tanığı belleği ve çocukluktaki cinsel istismarın geri kazanılan anıları da dahil olmak üzere sahte anıların yaratılması ve doğası konusundaki çalışmaları ile bilinmektedir. Loftus, laboratuvar içindeki çalışmalarının yanı sıra araştırmasını yasal ortamlara uygulamakla da ilgilenmiştir; yüzlerce dava için danışma ya da bilirkişi tanıklığı sağlamıştır. 2002 yılında, Loftus Genel Psikoloji İncelemesi'nde 20. yüzyılın en etkili 100 psikolojik araştırmacıları listesinde 58. sırada yer alarak listede en üst sırada yer alan kadın araştırmacı olmuştur.

Geçmişe dönüş ya da istemsiz tekrar eden bellek, bireylerin eski deneyimleri ya da eski deneyimlerin ögelerini ani ve genellikle güçlü bir şekilde yeniden deneyimlediği psikolojik fenomendir. Bu deneyimler sevindirici, üzgün, heyecan verici veya herhangi başka bir duygu olabilir. Geçmişe dönüş terimi, özellikle, anı istemsiz hatırlandığında ve/veya bu anı insanın tekrar yaşayabileceği kadar yoğun olduğunda, bunun gerçek zamanda yaşanmadığını, sadece bir anı olduğunu fark edemeyeceği durumlarda kullanılır.

Eidetik hafıza bir görüntüyü yalnızca bir kez gördükten sonra ve anımsatıcı bir cihaz kullanmadan kısa bir süre için yüksek hassasiyetle bellek ten geri çağırma yeteneğidir. Eidetik bellek ve fotoğrafik bellek terimleri popüler olarak birbirinin yerine kullanılsa da, eidetik bellek, bir nesneyi artık yok olduktan sonra birkaç dakika boyunca görme yeteneğidir. Fotoğrafik bellek ise metin, sayı veya benzeri sayfaların çok ayrıntılı olarak hatırlanma yeteneğidir. Kavramlar ayırt edildiğinde, eidetik belleğin az sayıda çocukta meydana geldiği ve genellikle yetişkinlerde bulunmadığı bildirilirken gerçek fotoğrafik belleğin var olduğu hiçbir zaman kanıtlanmamıştır.

Hayal gücü enflasyonu, hiç yaşanmamış bir olayı hayal etmenin olay hafızasına olan güveni arttırdığı bir tür hafıza bozukluğudur

<span class="mw-page-title-main">Hafıza ve yaşlanma</span>

Bazen "normal yaşlanma" olarak tanımlanan yaşa bağlı hafıza kaybı, Alzheimer hastalığı gibi demans türleriyle ilişkili hafıza kaybından niteliksel olarak farklıdır ve farklı bir beyin mekanizmasına sahip olduğuna inanılır.

Yanıltıcı doğruluk etkisi, yanlış bilgilere tekrarlı olarak maruz kaldıktan sonra bilgilerin doğru olduğuna inanma eğilimidir.

Öz-referans etkisi, insanların kendilerinin olayın içinde yer alıp almadıklarına bağlı olarak bilgiyi farklı şekilde kodlama eğilimidir. İnsanlardan kendileriyle ilgili olan bilgileri hatırlamaları istendiğinde, hatırlama ihtimalleri daha yüksektir.

Çoklu Mağaza veya Modal Model olarak da bilinen Atkinson-Shiffrin Modeli, 1968 yılında psikolog Richard Atkinson ve Richard Shiffrin tarafından önerilen bir bellek modelidir. Modele göre insan hafızasının üç ayrı bileşeni vardır:

  1. Duyusal Kayıt adı verilen duyusal bilgilerin belleğe girdiği bileşen
  2. Hem duyusal kayıttan hem de uzun vadeli bellekten girdi alan ve tutan Kısa Süreli Depo
  3. Kısa süreli depoda tekrarlayarak, prova yaparak hatırlanan, bilgilerin süresiz olarak tutulduğu Uzun Süreli Depo

Bastırılmış hafıza, özellikle bireyleri haksız ve yanlış bir şekilde suçlamak için kullanıldığı ve önemli zararlara yol açtığı yasal bağlamlarda tartışmalı bir kavramdır. Amerikan Psikoloji Derneği çalışma grubu, "çocukken cinsel istismara uğrayan çoğu insan, başlarına gelenlerin tamamını veya bir kısmını hatırlarken, uzun süredir geçmiş istismar anılarının unutulmasının mümkün olduğunu belirtmiştir. Sigmund Freud, daha sonra teorisini revize etse de, başlangıçta çocukluk cinsel travması anılarının sıklıkla bastırıldığını ancak bu travmaların bilinçsizce davranışları ve duygusal tepkileri etkilediğini savunmuştur.

"Alışveriş merkezinde kaybolma" tekniği veya deneyi, çocukken bir alışveriş merkezinde kaybolmak gibi hiç yaşanmamış olaylarla ilgili konfabulasyonların, çocuklara yapılan telkinlerle oluşturulabileceğini göstermek için kullanılan bir hafıza yerleştirme tekniğidir. İlk olarak Elizabeth Loftus ve lisans öğrencisi Jim Coan tarafından insanlara tamamen yanlış anılar yerleştirmenin mümkün olduğu tezini desteklemek için geliştirildi. Teknik, bastırılmış hatıraların varlığı ve sahte hafıza sendromu hakkındaki tartışma bağlamında geliştirilmiştir.