İçeriğe atla

Sadreddin Konevî

Sadreddin Konevî (1210 - 1274), Fars sufi.[1][2] Malatya'da doğmuştur.

Sadreddin Konevi'nin babası Şeyh Mecidüddin İshak Malatya'lıdır. Mecdüddin İshak Bağdat'ta fütüvvet teşkilatında hizmet etmiştir. Sadreddin daha küçükken babasının öldüğü ve annesi de ünlü sûfi ve filozof Muhyiddin İbn El-Arabi ile evlendiği rivayet edilmektedir. Konya'da yerleştiği ve ününü orada yaptığı için "Konevi" diye anılır. Sadreddin, ilk din ve tasavvuf bilgilerini üvey babası Muhyiddin ibn El-Arabi'den aldı. Bir ara Şam'a giderek devletin önemli din adamları ve sufileri ile görüştü. Özellikle Evhadüddin Kirmani'nin Sadreddin üzerinde etkisi oldu. Maddi durumunun çok iyi olması nedeniyle Konya'daki din ve bilim adamlarını sık sık evinde toplayarak, o yıllarda Doğu'nun en önemli kültür merkezlerinden olan kentte özel bir akademi oluşturdu. Nasîrüddin Tûsî ile de önemli felsefi nitelikli mektuplaşmalarda bulundu.[]

Felsefesi

Sadreddin Konevî'nin felsefesi temelde metafiziktir. İbn El-Arabi gibi o da vahdet-i vücut fikrine bağlıdır, ancak bunun açıklanmasında Arabi'den ayrılır. Ona göre Tanrı düşüncesi insanlarda öncelikle öznel olarak meydana gelir ve daha sonra nesenel ya da ontolojik bir nitelik kazanır. Tûsî ile mektuplaşmalarının da ana tartışma ekseni bu konudur. Sadreddin Konevî, bu mektuplaşmalarda, Allah'nın akıl yoluyla bilineceği düşüncesini reddetmekte, Allah'nın hakikatinin yalnızca kendisi tarafından bilineceğini öne sürerek filozofların tetzlerini yadsımaktadır. Allah'nın özü ve esas nitelikli insan için her zaman bilinmez olarak kalacaktır. Sonsuzluk sonlu bir bilgiyle bilinemez. Allah mutlak varlık ve birliktir. Dolayısıyla Allah hakkında herhangi bir kesin yargıya varmak mümkün değildir. Ona verilecek varlık düzeyinde tek uygun isim varlık nuru (Nur-ül-Vücud)'dur. Allah'nın varlığı her zaman mutlak özü ile birlikte düşünülmelidir, ancak insan bunu gerçekleştiremez. Bu sebeplerden Allah hakkındaki kanıtlama girişimleri de yerinde değildir. Ne fizik ne de mantık temelli Tanrı açıklamaları açık ve kabul edilebilirdir. Ama insan Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını düşünmeli bunun aracılığıyla bilgisindeki aczi azaltmaya çalışmalıdır. Allah isimleri ve sıfatları (esma'ül-hüsna) dolayısıyla bilinebilirdir yalnız. Asıl özü ise bilinmeden kalır. Böylece Tûsî'nin aksine Allah Konevî'ye göre, zorunlu varlık olarak ileri sürülemez. Konevî ile Tûsî arasında mektuplaşmalarla yürütülen ana tartışma konusu bu olmakla birlikte, her ikisinin de sistematik sonuçlara vardıkları söylenemez.[3] Konevi, tasavvufi görüşlerinde tamamen İslam'a bağlı kalmıştır. Daima delillerini Kur'an, hadis ve eski sufilerin sözlerinden vermiştir. Böylece tasavvufi görüşle İslamın savunucusu olmuştur.

Eserlerinin Önemi

Sadreddin Konevi, İslam mistisizmi'nin (veya Tasavvuf) en tartışmalı okullarından biri olan Vahdet-i Vücud'a mensuptur. Üvey babası ve aynı zamanda Vahdet-i Vücud'ün büyük sözcülerinden olan Muhyiddin Arabi'nin talebeliğini yapmış ve eserlerini şerh etmiştir. Ayrıca Vahdet-i Vücud'u felsefi kavramlarla izah eden, kimi belirsizlikleri açıklığa kavuşturan bir kişi olduğundan da son yıllarda gerek İslam ülkelerinde gerekse Batı ülkelerinde Vahdet-i Vücud üzerine çalışan akademisyen ve araştırmacılar tarafından tanınmakta ve eserlerinin kaynakçalarında yer almaktadır. Türk olmasına karşın eserlerini Arapça kaleme almış olduğundan uzun yıllar sadece Arapça bilenlerin istifadesine sunulan eserleri İz yayıncılık tarafından yapılan çevirilerle günümüz okuyucuları tarafından da yararlanılabilmektedir. Onun eserleri Anadolu'da Türk-İslam kültürünün yayılmasında etkili olmuştur. Bu bakımdan Konevi'nin Türk-İslâm felsefesinde özel bir yeri ve değeri vardır.

Alıntılar

  • Bir şeye dair bilginin gerçekleşmesi ve onu tam olarak bilmek, bilinen şey ile bir olmaya; bir olmak ise, bileni bilinenden ayırt eden her şeyin ortadan kalkmasına bağlıdır.[]
  • Akıl, tabiatın fer'idir; dolayısıyla aklın kayıtlardan kurtulması, asl'a dönmesidir.[]
  • İnsanların zanları ve itikadi tasavvurları, kendi hallerinden ibarettir; aynı şekilde, onların keşif ve basiret diye isimlendirdikleri şey de, çokluk ve imkân özelliklerinden temizlendiği anda nefislerinin halleridir.[]
  • ...Kadîmlik mertebeni öğrenmek için, zuhûr etmeden önceki Hakkın katındaki mertebeni bilmeye çalış. Çünkü, kendi kadîmlik mertebeni öğrenmekle, ezelîliğin ortaya çıkar; ezelîliğinin sâbit olması, Hakka benzerliğini sahih kılar ki, bu benzerlik, kendisiyle (:benzerlik) tahakkuka mahsustur.[]
  • Dünyada en çok nimete mazhâr olan kişi tabiî ve nefsani iradesi Hakkın iradesine ve ilmine muvafık olan kimsedir; bununla beraber, vakitlerinin çoğunda bunu dikkate alır. İnsanların en çok üzüleni ise, his âleminde ortaya çıkartamadığı kuruntuları çok olan kimsedir; bununla beraber, arzuladığı şeylerin çoğunda kararlılığı eksiktir.[]
  • Tedebbür, insan mertebesinin bâtınında ve insan-ı kâmilde tecellisi açısından Hakkın bir sıfatıdır; çünkü kâmilin -istersen 'Hakkın kâmil ile bakması' da denilebilir- vücûdî karışımda Rabbiyle görmesi, tedebbür diye isimlendirilir...Düşüncenin özelliği böyle değildir; çünkü fikir, daha önceden bilinen unsurlardan yardım almak ve onlara ihtiyaç duymakla nefsani bir yöneliştir; daha önceden bilinen unsur, histen ve öncüllerden elde edilmiştir ve belirli bir şekilde düzenlenmiştir. Tefekkür eden, bütün unsurlarla tabiat perdesinin ötesinden hissetmiş olduğu bir şeyi veya bilinmeyen bir şeyin özelliğini elde etmek ister; böylece o şey bilinir hale gelir.[]

Eserleri

Sadreddin Konevî Üzerine

Dış bağlantılar

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ F. E. Peters, "The Monotheists", Published by Princeton University Press, 2005. pg 330: "Al-Qunawi was a Persian Sufi.."
  2. ^ William C. Chittick, "The Sufi path of knowledge: Ibn al-ʻArabi's metaphysics of imagination", Published by SUNY Press, 1989. pg xvii: "Qunawi, a Persian had a profoundly different intellectual makeup"
  3. ^ İslam felsefesi, Hilmi Ziya Ülken, sayfa:29o-296, Cem yayınevi


İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Tasavvuf</span> İslamın içsel, mistik boyutu

Tasavvuf veya Sûfîzm ya da Sûfîlik, İslam'ın iç veya mistik yüzü olarak tarif edilir. Ayrıca Sufizmin batıda yükseltilen içeriğinin "Budizm ve Taoizm gibi içeriksiz güzel yaşama tarzı" olarak yorumlanması da vardır.

<span class="mw-page-title-main">Muhyiddin İbnü'l-Arabî</span> Endülüslü İslam düşünürü, sufi ve filozof (1165–1240)

Muhyiddin İbnü'l-Arabî ya da tam adıyla Muhyiddîn Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî el-Hâtimî et-Tâî, ünlü İslâm düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şair. Şeyhü'l Ekber unvanı ile de bilinir.

Dâvûd-i Kayserî, Osmanlı devletinin kuruluş döneminde yaşamış İran'lı mutasavvıf, filozof ve yazar.

<span class="mw-page-title-main">Mahmud Erol Kılıç</span> Türk akademisyen, büyükelçi

Mahmud Erol Kılıç, Türk akademisyen, tasavvuf, İbn Arabî ve İslam felsefesi uzmanı teolog.

Şebüsterî, İranlı mutasavvıf ve şair.

Sufi metafiziği başlıca vahdet (birlik) düşüncesi etrafında gelişmiştir. Öyle ki varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Bu anlayışı açıklayan iki farklı ifade biçimi kullanılır; Vahdet-i vücud ve vahdet-i şuhut. Bazı İslami reformcular bu iki deyim arasındaki farklılığın sadece semantik ve deyimle ilgili olduğunu, özünde bir farklılık içermediğini söylerler. Sufi metafiziğinde diğer dikkat çeken konular hulul, teşkik ve maksut birliği gibi konulardır. Allah ile evren arasındaki ilişkinin tarzı sufiler arasında olduğu gibi, sufi olmayan müslümanlar arasında da tartışılagelmekte olan bir konudur.

Abdurrezzak Kemaleddin b. Ebi'l-Ganâim el-Kâşânî. Tam adı Abdürrezzâk b. Ebi'l-Ganâim b. Ahmed Ebi'l-Fazâil b. Muhammed el-Kāşânî'dir.

Fusus'ül Hikem, ünlü sufi Muhyiddin İbn Arabi'nin başyapıtıdır. Geleneksel tasavvufi eserlerden farklı metafizik ve teosofik içerikte bir eserdir. Eserde Kur'an'da adı geçen 27 peygamber, hikmetin çeşitli yönlerinin tecessümü olarak ele alınır ve incelenir. Küçük boyutlu olan Fusus'ül Hikem'in pek çok şerhi yapılmıştır. İlk Türkçe şerh Abdullah Bosnevi'ye, sonuncusu ise Ahmed Avni Konuk'a (ö.1938) aittir.

Abdullah Bosnevi (1584-1644), Osmanlı Devleti'nde Melami mutasavvıf ve şair.

Ekrem Demirli, Türk ilahiyatçı akademisyen ve yazar.

<span class="mw-page-title-main">İnsan-ı kâmil</span>

İnsan-ı kâmil, ilahiyatta insanın ulaşabileceği en üst noktayı tanımlar. Tasavvuf düşüncesinde hayli geniş bir anlam taşır. Allah, insan, bilgi ve varlık dörtlüsü arasında bir bağlantı kurar. Bu kavram, gelişimini büyük oranda ibn Arabi'ye borçludur. Fakat Arabi öncesi özellikle Hallac-ı Mansur ve Hakim-i Tirmizi kavramı ilk işleyen kişilerdir.

Köstendilli Süleyman, eserlerinde Şeyhî mahlasını kullanan 18. yüzyıl sufi ve yazarı. Tam adı Mollazâde Süleyman Şeyhî-i Köstendilî-i Nakşibendî Efendi'nin adı Süleyman, Nakşibendî tarikatına intisab etmiş olması nedeniyle “Nakşibendî”, şeyh olması nedeniyle de “Şeyhî” unvanıyla anılır. “Mollazâde” ailesinden gelen bir isimdir.

Ekberilik, Muhyiddin İbn Arabi'nin temel kavramlarını geliştirdiği sufi metafiziğinin Vahdet-i Vücud denilen meşrep veya okuluna bağlı olan sufileri tanımlamakta kullanılan bir terim.

Kırımlı Selim Baba, 18. asırda yaşamış mutasavvıf ve şair. Diğer adı Selim-i Divâne'dir.

Osmanlı döneminde yaşamış sufi, şair, hattat ve mesnevihan.

Abdullah-ı İlahi Osmanlı dönemi sufilerindendir. Abdullah-ı Simavi veya Şeyh İlahi isimleriyle de bilinir. Şiirlerinde İlahi mahlasını kullanmıştır.

Afifüddin Tilimsânî, sufi Muhyiddin İbn Arabi'nin öğrencilerinden sufi ve yazar. Daha çok sufilerin eserlerine yazdığı şerhlerle (yorum) tanınmış Ekberi sufilerdendir.

İbn Sevdekin; Sufi, Muhyiddin İbn Arabi'nin öğrencilerinden ve yorumcularındandır.

<span class="mw-page-title-main">Âmülî</span>

Haydar Amuli, İran kökenli Şii sufi, filozof ve mistik.

Ali el-Karî, İslam bilgini, mutasavvıf ve hattat.