İçeriğe atla

Risale-i Mi'mâriyye

Risale-i Mi'mâriyye, Cafer Efendi'nin Sultan Ahmet Camii mimarı Sedefkâr Mehmed Ağa'nın hayatı ve eserleri üzerine 1614 yılında yazmış olduğu eserdir.[1] Söz konusu eser, Osmanlı Mimarlık Tarihi'ndeki en önemli iki temel kaynaktan biridir. İlki Mimar Sinan'a ait olan yazma eserlerdir. İkincisi ise Risale-i Mi'mâriyye'dir.[2]

İlk olarak 17 Nisan 1918'de İstanbul'daki Macar İlimler Enstitüsünün dergisi Turan'da Osmanlı sanat ve mimarisinin yazma kaynakları hakkında çıkan bir araştırma yazısında adı anılmıştır. 1926'da İkdam Gazetesi sahibi Ahmed Cevdet Bey beş makale ile tanıtmıştır.[3] Risale’nin bütünü ilk defa 1986 yılında Howard Crane tarafından İngilizceye çevrilerek yayınlanmıştır. 2005 yılında ise Aydın Yüksel tüm metnin transkripsiyonunu Latin harfleriyle yayınlamıştır.[2]

İçerik

Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan ve dönemin mimarisi ile ilgili bilgi veren en önemli yazma eserlerden biri olan Risâle-i Mi’mârîyye, Cafer Efendi tarafından 1614 yılında kaleme alınmıştır. Sedefkâr Mehmet Ağa’yı tanıtma amaçlı yazılan eser, mimarlık bilgisinin yanı sıra müzik ve geometri ile ilgili terimleri de içmektedir. Kainatın yaratılışından başlayarak çeşitli olayların da anlatıldığı risale, Osmanlı mimarlık tarihi ile dönemin kültürel yapısına ve sanatsal faaliyetlerine de ışık tutmaktadır.

Risale, fasılların içerik ve bulundukları varak bilgilerinin iletildiği fihrist ile başlamaktadır. İçeriğindeki yazı türleri ile ilgili bilgilere de yer verilen risalede, bulundukları varaklar ve kafiyeli oldukları ses bilgileri iletilen on kaside ile üçü Mehmet Ağa ile ilgili olan dört gazelin fihristi de yer almaktadır. Fihristleri ilahi yaratılışın, Allah’ın ve Peygamber'in yüce sülalesi ile asil sahabelerinin övüldüğü ilk üç kaside ile içerikleri daha detaylı verilen on beş fasıl izlemektedir.

Birinci fasıl

Evvelki fasıl olarak geçen ilk fasıl, Mehmet Ağa’nın Rumeli’den İstanbul’a devşirme olarak gelmesiyle başlamaktadır. Fasılda Mehmet Ağa’nın musiki ile uğraşan bir gencin aldığı övgüler üzerine musikiye meyletmesi, bir gün meşk ederken yorgun düşüp uyuması üzerine gördüğü rüyanın musiki eğitimi aldığı sazende ve Vişne Mehmet Ağa tarafından farklı yorumlanması, Vişne Mehmet Ağa’nın yorumunu dikkate alarak musikiye tövbe etmesi, Hasbahçe’de dolaştığı sıralarda sedefkârlara hendese kitabı okuyan gence kulak vermesi nedeniyle sedefkârlarca imtihan edilip takdir görmesi, Vişne Mehmet Ağa’nın onayıyla sedefkârlığa ve mimarlığa yönelmesi ve İbrahim’in putları kırdığı gibi musiki aletlerini balta ile parçalaması anlatılmaktadır.[4]

İkinci fasıl

İkinci fasıl, Mehmet Ağa’nın sedefkârlık ve mimarlıktaki ustalığını ve padişahlardan aldığı övgüleri konu almaktadır. Yüce gönüllü olarak nitelendirilen Mehmet Ağa’nın, Mimar Sinan’dan mimarlık, Üstad Mehemmed’den hendese eğitimi aldığına ve Mimar Davut Ağa ile çalıştığına değinilmiştir. Mimar Sinan’ın nasihati üzerine Sultan III. Murat’a sedef işlemeli bir rahle hediye eden Mehmet Ağa’nın, önce kapıcılıkla görevlendirildiği belirtilmiştir. İki yıl sonra, padişaha altın işlemeli bir kemandan sunduğunda ise dört İstanbul kadısına muhzırbaşı olduğundan söz edilmiştir. Fasıl, Mehmet Ağa’nın cesaretinin anlatıldığı bir nazım ile sona ermektedir.[4]

Üçüncü fasıl

Üçüncü fasılda Mehmet Ağa’nın su nazırı ve mimarlık görevleri süresince gittiği yerler ve Kâbe yollarını Araplardan temizlemesi anlatılmaktadır. Çeşitli görevler nedeniyle Mısır, Arabistan, Arnavutluk, İspanya, Malta, Bosna, Avusturya, Macaristan, Slovakya, Hırvatistan, Macaristan, Romanya, Polonya, Sırbistan gibi birçok yere giden mimar, bir görev nedeniyle Şam’daki hacı kafilesini basıp onları soyan Arapları yakalamak için askerlerle birlikte harekete geçerek günlerce Arapları aramıştır. Gördüğü rüyada kendisine yerleri bildirilen Arapları kılıçtan geçiren Mehmet Ağa, Hüsrev Paşa’nın yanına gittiğinde askerlerin kendisi hakkında kötü konuştuğunu işiterek İstanbul’a dönme kararı almıştır. Mehmet Ağa İstanbul’a döndüğünde mimarbaşılığa yükselmiştir.[4]

Dördüncü fasıl

Dördüncü fasıl, Mehmet Ağa’nın nezaketini, cömertliğini, yardımseverliğini ve hayırseverliğini konu almaktadır. Cafer Efendi, Mehmet Ağa'nın nezaketinin ve cömertliğinin gün gibi aşikar olduğunu belirtse de bu fasılı yazmak için beş neden olduğunu iletmektedir. İlk neden olarak insanların eskisi gibi ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatmamasını, borç verirken faizi gözetmesini öne sürmektedir. Mehmet Ağa’nın böyle bir karakterde olmadığını, elinin daima açık olduğunu ve iyiliklerini kimse görmeden yapmaya özen gösterdiğini dile getirmiştir. İkinci neden Mehmed Ağa’nın kölelere, yolculara, fakirlere, misafirlere evini açması, onlara bol bol ikramda bulunmasıdır. Cafer Efendi, Mehmet Ağa’nın cömertliğine dikkat çekmiştir. Diğer neden ise Mehmet Ağa’nın Cafer Efendi’ye yaptığı iyilikler ve Cafer Efendi’yi benimsemesidir. Dördüncü neden olarak mimarın asil mizacında bir karıncayı incitmeyecek kadar iyi ve cömert bir mertebeye sahip olması gösterilmektedir. Risalede Mehmet Ağa’nın, birçok değerli faziletle donatılmış Murat Paşa’yı sık sık ziyaret ettiği, Murat Paşa’daki güzel huyların kendisine de sirayet etmesi için onunla sohbet ettiği bilgisi verilmiştir. Beşinci ve son neden ise Cafer Efendi’nin Risâle-i Mi’mârîyye’yi yazmaya başlamasıyla Mehmet Ağa’nın iyilik yapmış olduğu kişilerin bir bir Cafer Efendi’nin kapısını çalıp mimarın iyiliklerini anlatmasıdır. Dördüncü faslı bir nazım ile sonlandıran Cafer Efendi, Mehmet Ağa’nın yapmış olduğu iyiliklerin yerine ulaştığını belirtmektedir (Crane, 1987).[4]

Beşinci fasıl

Beşinci fasılda Mehmet Ağa’nın Kâbe’de yaptığı hizmetlerden söz edilmektedir. Mehmet Ağa’nın yaptığı işlerin anlatılmasıyla başlayan fasıl, Kâbe’nin imarına dair bilgiler vermektedir. Kâbe imarında görevlendirilen Mehmet Ağa, bu nedenle Cafer Efendi tarafından “kutsal toprakların mimarı” şeklinde anılmaktadır. Mekke ve Medine ile ilgili çeşitli konulara yönelik hadis-i şeriflere yer verilen fasıl, Medine-i Münevvere ve kutsal toprakların methedildiği iki kaside ile sonlandırılmıştır.[4]

Altıncı fasıl

Allah’ın adı ve “yedi cihanın saygıdeğer sultanına” övgülerle başlayan altıncı fasılda, Sultan Ahmet’ten geriye doğru tüm Osmanlı padişahlarının anıldığı görülmektedir. Fasılda Padişah’ın “ilahi olarak korunan” İstanbul şehrindeki At Meydanı’nda yer alan ve tamamlanması kendisinin ve Allah’ın izniyle kolaylaşacak olan Sultanahmet Camii’nin inşası ve mimarisi hakkında bilgi verilmektedir.[4]

Cafer Efendi, 1018 (1609)’de temelleri atılan bu asil caminin Mehmet Ağa tarafından yapılan mimari planını daha önce görmüş olduğu için Esasiye Kasidesini yazmış olduğundan bahsetmektedir. Kasidede ‘Gökkuşağı, mihrabın enfes şeklini aldı’ ya da ‘Güneş ve ay, mescidin iki parlak mumudur’ şeklinde göksel öğeler üzerinden caminin yüce mimari özelliklerine ve göz kamaştıran nakışlarına vurgu yapılmaktadır. Bütün azametlerin, kılıç ve kalemin, sancakları yükselten orduların efendisi, zamanın kahramanı, cömert, alçakgönüllü ve hayırsever gibi padişahı yüceltir sözler yer almaktadır. Ayrıca Mimar Mehmet Ağa’nın da gece gündüz cami üzerinde çalıştığı, o asil binanın güçlü temeller üzerinde durmadan yükseldiği belirtilmektedir. Kaside, Sultan Ahmet’in hanedanının ve imparatorluğunun uzun sürmesi, devletin tacının güneş diski gibi başının üzerinde parlaması temennileriyle sona ermektedir.[4]

Faslın devamında caminin mimari yapısıyla ilgili olarak altı minaresi ve on dört şerefesi olduğundan bahsedilmektedir. On dört sayısının aynı zamanda Sultan Ahmet dahil olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun o zamana kadar olan padişahlarının sayısı olduğuna değinilmektedir. Mehmet Ağa’nın çalışmasından, Cafer Efendi’nin kendisini cami inşası sırasında ziyaret ettiğinden ve inşa sırasındaki gözlemlerinden, inşa faaliyetlerinden doğan musikiden söz edilmektedir. Ayrıca Mehmet Ağa’nın ne kadar alçakgönüllü ve düşünceli olduğu, Cafer Efendi’nin cami inşası ziyaretinden sonra evine dönüp risaleyi tamamlamaya başladığı belirtilmektedir.[4]

Fasıl, Cafer Efendi’nin, caminin yapımında on iki çeşit mermer kullanıldığını öğrenmesi üzerine, mermer ve taşlarla ilgili yaptığı incelemelerle devam etmektedir. Fasılda mermer kelimesinin kökenine, farklı dillerdeki anlamlarına, renklerine ve kaynaklarına dair bilgi verilmektedir. Renklerin de aslında yedi tane olduğu Türkçe, Arapça ve Farsça farklı isimler alabildiği belirtilmektedir.[4]

Fasıl selvi, köknar, lale ve yasemin gibi bitkisel öğeler ile okyanus köpüğü, bülbül sesi, cennetin gül bahçesi gibi narratif betimlemeler üzerinden caminin mimari şahaneliğinin, kişiye verdiği huzurun belirtilmesi ve Sultan Ahmet’in Kâbe’de yapmış olduğu faaliyetlerinin yüceliğinin anlatılmasını içeren Bahariye Kasidesi ile sona ermektedir.[4]

Yedinci fasıl

Yedinci fasılda, mimarlıkta kullanılan bennâ ve âmme zirâ‘larının yani mimarların ve halkın kullandığı ölçünün kaç parmak olduğuna değinilmektedir. Cafer Efendi arşın, boğum, girih, iplik, düğüm gibi mimaride kullanılan ölçüleri ve çeşitli dillerdeki karşılıklarını açıkladıktan sonra mimarların ve halkın kullandığı ölçünün zamana ve yere göre değiştiğini belirtmiştir. Fasılda yer alan bilgilere göre, bin yıldan beri kullanılan ölçü hesabının 1614-1615’te bozulduğu ve kullanımdan kalktığı anlaşılmaktadır. Halk arasında, tam ölçü olarak kullanılan halk ölçüsünün de artık yarım ölçü olarak kullanıldığı iletilmektedir.[4]

Sekizinci fasıl

Sekizinci fasılda, mimarlıkta kullanılan ölçü birimlerinin ayak üzerinde anlatılması söz konusudur. Ayak, adım, ok atımı, mil, fersenk, berit, karış, dirsek, kulaç, mesafe gibi ifadeler belki de eserin sıradan insanlar tarafından da okunacağı düşünülerek tanıtılmıştır ve bu kavramların Arapça, Farsça ve Türkçe karşılıkları verilmiştir. Fasıl, Arapçadaki merhale, menzil ve reb terimlerinin karşılığının, Farsçada menzilgah ve Türkçede konak olduğunun belirtilmesiyle sona ermiştir.[4]

Dokuzuncu fasıl

Dokuzuncu fasılda tarla ve ziraatla ilgili dönüm, evlek, çubuk ve nişan gibi terimlerin üç dildeki karşılıkları verilmiştir. Faslın son paragrafında, Arapça “şaîre, şaîr, şaâir ve şaîrât” terimlerinin Türkçede “arpa’’ ile ilgili anlamlara geldiği belirtilmiştir fakat risalede yer verilmesinin sebebinin geometrik anlamları olduğu açıklanmıştır. Fasılda şair kelimesinin çubuk ile aynı anlama geldiği belirtilerek hendese kitaplarında “dönüm” yerine “cerîb”, “nişan” yerine “kafîz”, “çubuk” yerine de “şaîre” kelimelerinin kullanıldığı iletilmiştir.[4]

Onuncu fasıl

Onuncu fasılda geometri bilimine uygun olarak dönüm, çubuk ve nişan terimlerinin ayrıntıları ile dönümün üç şekilde tanımlanma nedeni ve nasıl tanımlandığı anlatılmaktadır. Arazide yapılan ölçümlerin nasıl yapıldığına değinilen fasılda ölçü birimleri, yedinci fasılda açıklanan parmak ve iplik ile sekizinci fasılda açıklanan ayak ölçüsüne dayandırılmıştır. Fasılda ayrıca dünyada Yunan, Türk, Çinli, Hint, Arap, Habeşi, Acemi olmak üzere yedi ulus bulunduğunu, kalanlarının bunlara tabi olduğu belirtilmiştir. Dünyadaki deniz sayısının da yedi olduğu bilgisi iletilerek dünyayı dolaşıp ölçülerini ortaya çıkaran isimlere değinilmiştir. Sözü geçen kişilerin, Akdeniz’in doğusundan batıya doğru gidince ekvator üzerinden uzunluğunu 180 derece, enine doğru güneyden kuzeye gidince ekvatorun ortasından adalara kadar olan kısmı da 66 derece buldukları bilgisi verilmiştir.[4]

On birinci fasıl

On birinci fasılda cami, mescid, minare, şerefe, minber, mihrap, mahfil ve kubbe gibi dini yapı türleri ve ilişkili birimleri ile saray, köşk, ev gibi devletin ilerigelenlerinin ve halkın yaşadığı yapı türleri ve bu yapıların hamam, mahzen, kiler, teras, sofa, divan, oda gibi bölümlerine dair bilgi verilmektedir. Fasılda ayrıca yol, sokak, kervansaray, kasaba gibi yerleşim yerlerinin geneliyle ilgili terimler de açıklanmıştır. Tüm terimlerin anlamları ve üç dilde karşılıkları verilmiştir.[4]

On ikinci fasıl

On ikinci fasıl Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde inşaat terimlerine ve inşaatta kullanılan tüm malzemelere ayrılmıştır. Bina yeri, bina konacak yer, temel döşemesi, temel taşları, balçık, moloz, duvar, alçı, mermer, sütun, kiriş, taban, kapı çerçevesi gibi terimlerin üç dildeki karşılığı verilmiştir.[4]

On üçüncü fasıl

On üçüncü fasılda mimar, mühendis, taş ustası, marangoz ve boyacı gibi inşaat yapımında emeği geçen kişilerin meslekleri ile söz konusu meslek sahiplerinin balta, testere, gönye, ip, pergel, şakül, lehim ve mala gibi inşa faaliyetinde kullandıkları araç ve gereçlerin isimlerinin üç dildeki karşılığı belirtilmiştir. Mimar kelimesinin Arapça olduğu, Türkçede mamur edici dendiği iletilmiştir.[4]

On dördüncü fasıl

Risaleye sebep olanın, müzik ilminin tartışılması olduğu ve bu nedenle de risalenin müzik ilmiyle ilgili bazı detayların verilmesiyle bitirilmesinin yerinde olacağı iletilen on dördüncü fasıl, Hadis-i Şerif’te yer alan İsrafil’in kıyamet gününde üfleyeceği ilk sur ile halkın cesetlerinin bakla gibi yerden biteceği, ikinci üfleyişinde ise herkesin ayaküstü kalkmasıyla Allah’ın insanlara sesleneceğinin aktarılmasıyla başlamaktadır. Tüm zanaatkârların alet ve gereçlerinin, hatta müzisyen aletlerinin geometri bilimine uygun olarak, gerektiğinde taş ustalarının ve marangozların aletlerini taklit ederek nasıl biçimlendirildiğinin açıklanmasıyla devam eden fasılda, müzisyenlerin kullandığı araç ve gereçlerin üç dildeki karşılığı verilmiştir. Cafer Efendi, saz ve sözün faydasız olduğunu ve dünyanın karanlığını hafifletmeye yetmediğini dile getirdiği gazeli ile faslı sonlandırmıştır.[4]

On beşinci fasıl

On beşinci fasıl hayır duasından oluşmaktadır. Dünyadaki dostlukların yalan olduğunu, vefasız dünyanın çehresini görmemek için birkaç gün inzivaya çekilerek gizlenmek istediğini ve Mehmet Ağa’nın o gün geldiğini belirten Cafer Efendi, inzivasına uygun olarak kendisiyle görüşemediği için Îdiyye Kasidesi ile Mehmet Ağa’ya özürlerini iletmiştir. Söz konusu kaside, şerefli bir insan olan Mimar Mehmet Ağa’nın hayatının bereketli, kendisinin yükselen yıldız ve parlak kalp gibi bahtiyar olması, dünya var oldukça şeref ve refah içinde yaşaması için dua edilerek sonlandırılmıştır.[4]

Fasılda ayrıca Allah’ın birliği, Muhammed’in ruhu, gelmiş geçmiş tüm peygamberler, evliyalar ve inananlar, Sultan I. Ahmet, Mehmet Ağa, Mimar Sinan, Davut Ağa, Dalgıç Ahmet Ağa ile Kâbe’yi ilk inşa eden Âdem ve Şit için, Nuh, İbrahim ve ailesi ile tüm Müslümanlar için dua edilmiştir. Cafer Efendi faslı, eserinin sedef gibi incilerle dolu olduğunu belirterek ve risaleyi yazmayı bitirdiği için Allah’a teşekkürlerini sunarak sonlandırmıştır.[4]

Olay tasvirlerine de yer verilen risalede hem İslam dünyasının kültür tarihi hem de Osmanlı’daki toplumsal yapı ile ilgili bilgi aktarılmıştır. Cafer Efendi, Risâle-i Mi’mârîyye ile yalnız Mehmet Ağa’nın mimarlık konusundaki yolculuğunu ve eserlerini anlatmakla kalmayıp yapı malzemeleri, ölçü birimleri ve aletler ile ilgili üç dilde verdiği bilgilerle dönemin mimarlık tarihine de ışık tutmaktadır.

Kaynakça

  1. ^ "Risāle-i Mi'māriyye". 20 Ağustos 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Ağustos 2016. 
  2. ^ a b Kale, Gül (2009). "Osmanlı Mimarlık Tarihi Yazımında Risale-i Mimariyye". Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 13. s. 405-424. 
  3. ^ "Risale-i Mi'mariyye Ca'fer Efendi 1023-1614/Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Ms, Yeni Yazma 339". 18 Ağustos 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Ağustos 2016. 
  4. ^ a b c d e f g h i j k l m n o p q r s t Crane, Howard (1987). Risâle-i Mi’mâriyye: An Early Seventeenth-Century Ottoman Treatise on Architecture. Hollanda: E.J.Brill. 

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Sultanahmet Camii</span> İstanbulda I. Ahmed tarafından Mimar Sedefkâr Mehmet Ağaya yaptırılan Eski bir 6 minareli cami

Sultan Ahmet Camii veya Sultânahmed Camiî, 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada, Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa'ya yaptırılmıştır. Cami; mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ile büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleriyle süslendiği için Avrupalılar tarafından "Mavi Camii " olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1935 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.

<span class="mw-page-title-main">II. Mahmud</span> 30. Osmanlı padişahı (1808–1839)

II. Mahmud, 30. Osmanlı padişahı ve 109. İslam halifesidir. Osman Gazi ve Sultan İbrahim'den sonra Osmanlı Hanedanı'nın üçüncü ve son soy atasıdır. Son altı Osmanlı padişahından ikisi onun oğlu dördü ise torunudur.

<span class="mw-page-title-main">Cami</span> Müslümanların ibadet mekânı

Cami, İslam dininin ibadet mekanıdır. Genellikle minaresiz küçük camilere veya bazı kurum ve kuruluşlarda ibadet için ayrılmış ufak mekanlara ise mescit denir.

<span class="mw-page-title-main">Nusretiye Camii</span> İstanbulda cami

Nusretiye Camii, İstanbul'un Tophane semtinde bulunan 19. yüzyılda inşa edilmiş selatin camidir. Halk arasında daha çok “Tophane Camii” olarak anılır.

<span class="mw-page-title-main">Karaca Ahmet</span>

Karaca Ahmet Sultan, Hacı Bektaş Veli’nin yanında dervişlik hizmeti yaptı. Üsküdar sınırları içinde, Gündoğumu Caddesi ile Nuhkuyusu Caddesi'nin birleştiği köşede "Karacaahmet Sultan Dergahı" ve türbesi vardır. Türbe Kanuni Sultan Süleyman'ın Bektaşi tarikatına mensup eşi Gülfem Hatun tarafından yaptırılmıştır.

Neşati, Divan Edebiyatı şairi. Asıl adının ise Süleyman veya Ahmed olduğu sanılmaktadır.

Sührablı Kavanoz Nişancı Ahmed Paşa III. Ahmed saltanatında, 22 Ağustos 1703 - 17 Kasım 1703 tarihleri arasında iki ay yirmi altı gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.

<span class="mw-page-title-main">Ebussuud Efendi</span> Osmanlı şeyhülislamı ve hukukçusu (1490–1574)

Muhammed Ebussuud Efendi veya Hoca Çelebi, Osmanlı şeyhülislamı. Ailesi İskilip civarındaki İmâdlı olduğu için "İmadi" olarak da anılır.

Niyâzî-i Mısrî,, Halvetiye tarikatının Mısriyye kolunun kurucusu olan mutasavvıf ve şair.

<span class="mw-page-title-main">Süleymaniye Camii</span> İstanbulda bulunan bir cami

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında İstanbul'da Mimar Sinan tarafından inşa edilen camidir.

<span class="mw-page-title-main">Sedefkâr Mehmed Ağa</span> Osmanlı Türk mimar

Sedefkar Mehmed Ağa, Osmanlı mimarı.

<span class="mw-page-title-main">Yeni Cami</span> İstanbulda bir cami

Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii, İstanbul'da 1597 yılında Sultan III. Murad'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle temeli atılan ve 1665'te zamanın padişahı IV. Mehmed'in annesi Turhan Hatice Sultan'ın büyük çabaları ve bağışlarıyla tamamlanıp ibadete açılan camidir.

<span class="mw-page-title-main">Ayazma Camii</span>

Ayazma Camii, İstanbul'un Üsküdar ilçesinin Aziz Mahmud Hüdayi Mahallesi'nde yer alan, Osmanlı Dönemi'nden kalma tarihi bir camidir. 26. Osmanlı Padişahı III. Mustafa tarafından, annesi Mihrişah Emine Sultan ve ağabeyi Şehzade Süleyman adına yaptırılmıştır. Mimarı Mehmed Tahir Ağa'dır. Yapımına 1758 yılında başlanan cami, 2 yıllık inşaat sürecinden sonra 1760 yılında ibadete açılmıştır. Cami mimari olarak Osmanlı ve Barok esintilerini yansıtmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Nişancı Mehmet Paşa Camii</span>

Nişancı Mehmet Paşa Camii, İstanbul'un Fatih ilçesinde Karagümrük semtinde Nişanca caddesindeki cami. 1584-1588 arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Tezkiretülbünyan ve Tezkiretü’l-ebniye’de yer almamakla birlikte Tuhfetü’l-mi‘mârîn’de ona ait gösterilmektedir. Mimar Sinan'a ait olduğunu Evliya Çelebide yazar. Mimar Sinan 996’da (1588) ölmüş, cami ise ertesi yıl bitirilmiştir. Kaynaklarda genellikle Sinan tarafından başlanıp kalfalarından biri tarafından tamamlandığı belirtilen eser Aptullah Kur’an’a göre de Mimar Dâvud Ağa’nındır. Sinan’ın son zamanlarına rastlayan camiyi onun üslûbunu devam ettiren Dâvud Ağa’nın tamamlamış olması en güçlü ihtimaldir. Doğan Kuban’ın görüşleri de bu yöndedir. Câminin kapısı üzerinde, caminin inşâsına H.992 / M.1584'te başlanıp H.997 / M. 1589 tarihinde bitirildiğini gösteren nesir halinde bir kitâbesi vardır. Caminin giriş kapısı üstündeki III. Murat tuğrasının tasarımının Nişancı Mehmet Paşa tarafından yapıldığı bilinmektedir. Sultan III. Mustafa tuğralı kitabede Mehmet Paşa torunu Şükrullah Efendi tarafından caminin esaslı tamir edildiğini anlatılır. Kuzeydoğu tarafında Keskin Dede yatmaktadır. Zamanında bir külliye olarak tasarlanan imaretten sadece cami ve türbe kalmıştır. Caminin içinde bir hazire vardır. Pek bakımlı olmayan hazîrede, bâninin oğlu Eyüp Kadısı Mehmed Nutki Efendi’de medfûn bulunmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Mehmed Ağa Camii</span>

Mehmed Ağa Camii, İstanbul Fatih ilçesi Çarşamba semtinde 16. yüzyılda III. Murad zamanının Dârüssaâde ağası Habeşî Mehmed Ağa tarafından yaptırılan cami.

<span class="mw-page-title-main">İdris-i Bitlisî</span> Kürt asıllı Osmanlı devlet adamı (ö. 1520)

İdris-i Bitlisî veya Bitlisli İdris, devlet adamı, tarihçi ve edebiyatçı. Özellikle Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu siyasetinde önemli rol oynadığı söylenir.

<span class="mw-page-title-main">Küçük Mecidiye Camii</span>

Küçük Mecidiye Camii ya da Teşrifiye Camii, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde yer alan, Osmanlı döneminden kalma tarihî bir ibadethanedir. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid tarafından, 1848 yılında saray mimarlarından Garabet Amira Balyan ve Nigoğos Balyan'a yaptırılmıştır. Çırağan Sarayı'nın arkasında, Çırağan Caddesi ile Yıldız Parkı'nı bağlayan kısa yol üzerinde bulunan cami, mimari olarak barok üslubunda yapılmış olup, tek minarelidir. Caminin genel mimarisi gibi, minaresi de geleneksel Osmanlı mimarisinden farkılıklar göstermektedir.

<span class="mw-page-title-main">Kazasker Mustafa İzzet Efendi</span> Osmanlı hattatı (1801-1876)

Adaşı ve ustası olan bir diğer ünlü hattat Yeserizade Kazasker Mustafa İzzet Efendi ile karıştırılmamalıdır.

Bulgarzade Yahya Naci Efendi, Osmanlı tercüman.

Hasan Fehmi Efendi Osmanlı Devleti 149. şeyhülislamı, kazasker, müderris.