İçeriğe atla

Protein birincil yapısı

Protein birincil yapısı bir amino asitler zinciridir.

Peptit ve proteinlerin birincil yapısı, bu moleküllerin yapı birimleri olan amino asitlerin doğrusal sırası veya daha genel olarak, bir proteini oluşturan atomlar arasındaki kovalent bağların spesifikasyonudur.

Tanım

Protein yapısını birincil, ikincil ve üçüncül olarak ayrılması 1951'de Kaj Ulrik Linderstrøm-Lang tarafından önerilmiştir. Linderstrøm-Lang, proteinin katlanmamış yapısına birincil yapı, protein zincileri arasında iç bağlantılar oluşması sonucu oluşan sarmallara ikincil yapı, bu sarmallar arasında oluşan bağlantılar sonucu oluşan yapıya üçüncül yapı olarak değinmiştir.[1] Bu tanımlama olduça genel olduğu için eleştirilmiş[2] bu yüzden 1969'da IUPAC-IUB Biyokimyasal Adlandırma Kuralı Komisyonu, Kaj Ulrik Linderstrøm-Lang'ın tanımlamasının yeterince kesin olmadığını belirterek, birincil yapıyı "polipeptit zincirdeki amino asit dizisi" olarak tanımlanmasını önermiş ve bu tanımın "kovalent yapı" tanımından farklı olduğunu ve disülfür bağları kapsamadığını eklemiştir.[3] Buna rağmen çoğu araştırmacı birincil yapıyı proteinin kovalent yapısı ile eş anlamlı saymaya devam etmiştir,[4][5] ve günümüz ders kitaplarında birincil yapının amino asit diziden oluştuğunu ve disülfür bağlarını da kapsadığı belirtilemeye devam eder.[6]

Tipik, disülfür bağları içermeyen, dallanmamış bir protein için onun kovalent yapısı, amino asit dizisine eşdeğerdir. Birincil yapının kovalent yapıya karşılık geldiği varsayılırsa, bir proteinin birincil yapısı onun atomik bileşiminin ve bu atomları birleştiren bağların (sterokimyasal özellikleri de dahil olmak üzere) spesifikasyonudur.

İkinci ve üçüncül yapı ile ilişki

Bir proteinin birincil yapısı onun "üçüncül yapısı" olarak adlandırılan üç boyutlu yapısını büyük oranda belirler. Ancak, protein katlanması o kadar karmaşıktır ki, birincil yapıyı bilmek, proteinin ne şeklini, ne de yerel yapı elemanlarının yapılarını (sarmallar veya dönmeler gibi) öngörmeye yeter. Homolog diziye sahip olan başka proteinlerin (örneğin bir protein ailesinin diğer üyelerinin) yapısını bilmek, belli bir dizinin üç boyutlu yapısının oldukça güvenli şekilde hesaplanmasını mümkün kılar. Dizi aileleri dizi hizalaması yoluyla belirlenirler.

Kimyasal yapı

Proteinler genelde yirmi doğal amino asitin birbiriyle peptit bağları kurarak oluşturduğu polimerlerdir. Polimeri oluşturan birimlere amino asit kalıntısı (rezidü) denir. Proteinler "omurga" tabir edilen, düzenli tekrarlayan bir peptit "omurga" ve bu omurgaya bağlı farklı amino asit yan zincirlerinden oluşur. Bazı proteinlerde bu yan zincirler kimyasal değişime uğrayabilirler. Bazı yan zincirler arasında çapraz bağlar oluşabilir, bazılarına ise enzimler aracılığıyla farklı fonksiyonel gruplar eklenebilir (bakınız aşağıdaki #Kovalent değişimler bölümü).

Polipeptit zincirler yönlüdür, çünkü uçları farklıdır. Konvansiyon gereği, bir proteinin birincil yapısı onun amino (N) ucundan karboksi (C) ucuna doğru belirtilir.

Önemi

Bir proteinin birincil yapısının bilinmesinin çeşitli faydaları vardır:[7]

  • Bir proteinin amino asit dizisi diğer tüm bilinen dizilerle karşılaştırılarak önemli benzerlikler olup olmadığına bakılabilir.
  • Aynı proteinin farklı organizmalardaki örnekleri karşılaştırılarak evrimsel ilişkiler anlaşılabilir.
  • Proteinin hücre içinde nerede bulunacağını belirleyen sinyal dizilerin varlığına bakılabilir.
  • Proteine bağlanacak bir antikor hazırlanmasında kullanılabilecek bir peptit hazırlanabilir.
  • Proteini kodlayan genin bulunmasına yarayacak DNA probları tasarlanabilir.

Belirlenmesi

Proteinlerdeki amino asit dizisi DNA tarafından kodlandığı için, bir protein geninin dizisinin belirlenmesi o proteini oluşturan amino asit dizisinin belirlenmesini sağlar. Günümüzde çoğu proteinin birincil yapısı o proteinin gen dizisine dayalıdır. Ancak, DNA dizisinin genetik kod kullanılarak amino asit dizisine çevrilmesi, proteinin gerçek birincil yapısını sağlamaya yeterli değildir. Eğer proteinde disülfür bağları varsa bunların hangi sisteinler arasında olduğu DNA dizisinden anlaşılamaz. Keza, eğer proteinde çevrim sonrası bir kimyasal modifikasyon varsa (fosforilasyon veya glikozilasyon gibi), bunlar da DNA dizisinden anlaşılamaz. Bu yüzden bir proteinin birincil yapısının çözülmesi için onun doğrudan analiz edilmesi gerekir.

Bir proteinin birincil yapısının çözülmesinin ilk adımı onun amino asit bileşiminin belirlenmesidir. Edman yıkımı, proteinin N-ucundan bir amino asit kalıntısının çıkartılmasını sağlar. Bu işlem tekrar tekrar yapılarak proetinin dizisi N-uçtan içeri doğru teker teker okunabilir. Otomatik dizileme makinaları bir proteinin yaklaşık 50 amino asitlik bir kısmını okuyabilirler. Analizi kolaylaştırmak için, büyük proteinler kimyasal veya enzimatik yolla 50 kalıntıdan daha kısa parçalara bölünürler, bunlar ayrı ayrı dizilenmesinden tam proteinin dizisi elde edilebilir.

Bir proteinin birincil yapısının tam anlaşılması için disülfür bağlarının yerlerinin de belirlenmesi gerekir. Protein küçük peptitlere bölündükten sonra bu peptitler elektroforez veya kromatografik yöntemle ayrıştırılırlar. Numuneler, bir kere normal halleriyle, bir kere de disülfür bağlarının indirgenmesine yol açacak şartlar altında analiz edilir. Farklı hareket eden peptitlerin protein içinde disülfür bağı ile birbirine bağlı olduğu bu yolla anlaşılabilir.

Günümüzde kütle spektometresi, protein birincil yapısının çözülmesinde kullanılan önemli bir yöntem olmuştur. Bu yöntemle moleküllerin toplam kütlesi büyük hassasiyetle ölçülülebilir. Tripsin gibi bir proteaz kullanılarak bir proteindaha küçük parçalara bölünürse, parçaların gözlemlenen kütleleri ile DNA dizisinden beklenen kütleleri arasındaki fark, o peptit parçasında hangi kimyasal değişimin olduğuna belirlemeye yarar.

Kovalent değişimler

Genelde polipeptitler dallanmayan polimerlerdir, bu yüzden birincil yapıları genelde onları oluşturan amino asitlerin dizisi şeklinde ifade edilebilir. Ancak, proteinler çapraz bağlanabilirler. Bunun en sık görülen şekli disülfür bağları iledir ve birincil yapıda çapraz bağlanan atomların (protein disülfür bağlarını meydana getiren sisteinlerin) da belirtilmesi de gerekebilir.

Polipeptit zincirdeki kiral merkezler rasemizasyona uğrayabilirler. özellikle, proteinlerde bulunan L-amino asitler bazen spontan olarak atomunda izomerize olup D-amino asitlere dönüşebilirler.

Ayrıca, proteinler çevrim sonrası değişimlere uğrayabilirler, bunlar aşağıda kısaca özetlenmiştir.

Uçlarda değişimler

Bir polipeptidin N-ucundaki amino grubu kovalent olarak aşağıdaki değişimlerden birine uğrayabilir

  • asetilasyon
N-uç asetilasyon
N-uçtaki amino grubu bir asetil grubuna dönüştürülerek bu ucun pozitif yükü yok edilebilir (N-uç bloklaması).
  • formilasyon
N-uçtaki metiyonin'in N-ucu, genelde çevrimin hemen ardından bir formil grubu ile bloke olur. Bu formil grubu (ve bazen metiyonin kalıntısının kendisi de, eğer bir Gly veya Ser tarafından izleniyorsa) deformilaz enzimi tarafından çıkarılır.
  • piroglutamat
N-uçta bir glutaminden piroglutamat oluşumu
N-uçtaki bir glutamat kendi kendisine saldırarak bir siklik (dairesel) piroglutamat grubu oluşturabilir.
  • miristoylasyon
Asetilasyona benzer ama basit bir metil grubu yerine, 14 karbonlu bir hidrokarbon zincir (miristik asit) bağlanır. Bunun sayesinde protein hücre zarına sabitlenir.

Bir polipeptit zincirin C-ucundaki karboksilat grubu da değişime uğrayabilir. Örneğin,

C-uç amidasyonu
  • amidasyon (Şekle bakınız)
C-uçtaki negatif yük, amidasyon yoluyla yok edilebilir.
  • glikosil fosfatidilinositol (GPI) bağlantısı
Glikosil fosfatidilinositol büyük, hidrofobik bir fosfolipit gruptur, proteinleri hücre zarına sabitler. Polipeptidin C-ucuna bir amit bağı ile bağlanır, bu amit bağının öbür ucunda bir etanolamin, sonra çeşitli şekerler ve nihayet bir fosfatidil inositol grubu bulunur.

Yan zincir değişimleri

Peptidin yan zincirleri de kovalent olarak değişime uğrayabilir:

  • fosforilasyon
Protein zincirinin kesilmesinden sonra gelen en önemli değişim fosforilasyon sayılabilir. Serin, treonin ve tirozin kalıntılarının yan zincir hidroksil grubuna bir fosfat grubu bağlanabilir. Bunun sonucu olarak orada bir negatif yük meydana gelir. Bu reaksiyonlar kinaz enzimleri tarafından, bu fosfatların çıkarılması reaksiyonu ise fosforilaz enzimleri tarafından katalizlenir. Fosforile olmuş tirozinler proteinlerin birbirine bağlanmasını sağlayan tutacaklar gibi işlev görürler. Serin (Ser) ve treonin (Thr) fosforilasyonu ise genelde konformasyonal değişime yol açar, muhtemelen proteine katılan eksi yükün etkisinden dolayı. Ser/Thr'nin fosforile olmasında görülen etkiler bazen o amino asidin mutasyon yoluyla glutamata dönüştürülmesi ile de görülebilir.
Bu terim, sık görülen ama oldukça heterojen bir değişimler grubuna toplu olarak değinmek için kullanılır. Ser/Thr'nin yan zincir hidroksil grubuna veya Asn'nin yan zincir amino grubuna karbonhidrat grupları bağlanabilir. Bu şekerli bağlantılar pek çok işleve sahip olabilir, proteinin daha iyi çözünmesini sağlamaktan, bağlanıp beraber kompleks oluşturulacak başka bir proteini tanımaya kadar. Tunikamisin gibi bazı inhibitörler glikozilasyon reaksiyonlarını bloke edebilir.
  • deamidasyon (süksinimit oluşumu)
Bu değişimde, bir asparajin veya aspartat yan zinciri, kendisini izleyen peptit bağına saldırarak simetrik bir süksinimit araürünü oluşturur. Bu araürünün hidrolizi sonucu aspartat veya, bir β-amino asit olan, izo(Asp) meydana gelir. Asparajin durumunda, her iki ürün de amit grubunun kaybı sonucunu doğurur, bu yüzden bu reaksiyona "deamidasyon" denir.
  • hidroksilasyon
Prolin kalıntılarındaki iki atomdan biri ve lizindeki bir atom hidroksile olabilir. Hidroksiprolin, kollajenin önemli bir parçasıdır, onun eksilmesi üzerine kollajen kararsız hâle gelir. Hidroksilasyon reaksiyonunu katalizleyen enzimler (prolil hidroksilaz and lizil hidroksilaz) askorbik aside (C vitamini) gereksinim duyduğu için, bu vitaminin eksikliği iskorbüt gibi çeşitli bağ dokusu hastalıklarına neden olur.
Proteinlerdeki bazı amino asit kalıntıları metilasyona uğrayabilir, bunların başlıcaları lizin ve arjinindir. Bunların metilasyonu genelde proteinlerin nükleik asitlere bağlanmasını düzenlemeye yarar. Lizin kalıntıları tekli, ikili ve üçlü metile olabilirler. Ancak, metilasyon bu yan zincirlerin pozitif yükünü değiştirmez.
Lizin amino gruplarının asetilasyonu, N-uçtaki amino grubunun asetilasyonu gibidir. Ancak, işlevsel olarak, lizinlerin asetilasyonu genelde proteinlerin nükleik asitlerie bağlanmasını düzenlemeye yarar. Lizindeki pozitif yükün yok edilmesi, negatif yüklü nükleik asitlere olan elektrostatik çekimi azaltır.
  • sülfasyon
Tirozinler atomlarından sülfatlanabilirler. Bu değişim Golgi cisminde görülür ama endoplazmik retikulumda görülmez. Fosforile olmuş tirozinlere benzer şekilde, sülfat grubu taşıya tirozinler spesifik protein tanımasına yararlar, örneğin, hücre yüzeyindeki kemokin reseptörlerine. Fosforilasyonda olduğu gibi, sülfasyon da önceden nötür bir konumun negatif yüklü olmasına neden olur.
  • prenilasyon ve palmitoylasyon

Hidrofobik izopren (örneğin farnesil, jeranil ve jeraniljeranil grupları) ve palmitoyl grupları, sistein kalıntılarındaki atomlarına bağlanarak proteinlerin hücre zarında sabitlenmesine yararlar. GPI ve miristoyl gruplarından farklı olarak, bu gruplar sadece proteinin bir ucuna takılmazlar.

  • karboksilasyon
Nispeten ender görülen bir değişim olan karboksilasyonda, bir glutamat yan zincirine ikinci bir glutamat (ve dolayısıyla ikinci bir eksi yük) eklenir. Bunun sonucu bir Gama-karboksiglutamik asit (Gla) kalıntısı meydana gelir. Bu değişim, kalsiyum gibi metal iyonlarına olan bağlanmanın kuvvetlenesini sağlar.
  • ADP-ribozilasyon
ADP-ribozil grubu proteinlerde çeşitli yaz zincirlerlere takılabilir, bunlar çeşitli farklı sonuçlar doğrurur. Vibrio cholerae, Corynebacterium diphtheriae ve Bordetella pertussis gibi bazı bakterilerin salgıladığı kuvvetli toksinler bu yolla hedef proteinlerini çalışmaz hâle getirirler.
Bazı proteinlerdeki lizinlerin amino gruplarına, çeşitli, başka, tam uzunlukta proteinler bağlanabilir. Bunların en yaygını ubikuitindir ve genelde ubikuitin bağlanmış proteinin yıkıma uğraması gerektiğini sinyaller.

Yukarıda belirtilen polipeptit değişimlerinin çoğu çevrim sonrası, yani protein ribozomda sentezlendikten sonra, meydana gelir. Bu değişimler ökaryotik hücrelerde tipik olarak endoplazmik retikulumda meydana gelir.

Kimyacılar proteinlere başka kimyasal reaksiyonlar uygulamıştır, siyanilasyon gibi, ama bunlar biyolojik sistemlerde görülmez.

Birincil yapıda kesilmeler

Yukarıda listelenen değişimlerden başka, birincil yapıda meydana gelen önemli değişim peptit kesilmesidir. Çoğu protein inaktif bir prekürsör (öncül) olarak sentezlenir. Tipik olarak N-uçta veya C-uçta bir peptit parçası proteinin aktif bölgesini bloke eder ve fonksiyonunu inhibe eder. İnhibe edici peptit bir proteaz tarafından kesilince protein aktive olur.

Bazı proteinler kendi kendilerini kesme yeteneğine sahiptir. Tipik olarak, bir serin'in (ve daha ender olarak bir treonin'in) hidroksil grubu veya bir sistein'in tiyol grubu, kendisinden önce gelen peptit bağındaki karbonil grubuna saldırır. Bunun sonucu tetrahedral bağlı bir araürün oluşur (Ser/Thr durumunda hidroksioksazolidin, cys durumunda hidroksitiyazolidin araürün olarak adlandırılır). Bu araürün amit biçime geri dönme eğilimlidir ve saldırıcı grubu atar, çünkü peptit grubunun kuvvetli rezonans stabilizasyonu nedeniyle amit biçim enerjik olarak daha tercihlidir. Ancak, diğer moleküler etkileşimler amit biçimi daha az karralı kılabilir, bu durumda amino grup atılır ve peptit bağı yerine bir ester (Ser/Thr) veya tiyoester (Cys) bağı oluşur. Bu kimyasal reaksiyon N-O asil kayması olarak adlandırılır.[8]

Ester/tiyoester bağı aşağıdaki birkaç yoldan biri ile kopar:

  • Basit hidroliz polipeptit zincirini keser, atılan amino grup yeni N-uç olur. Glikosilarjinaz'ın olgunlaşmasında bu mekanizma görülür.
  • Bir β-eliminasyon reaksiyonu da zinciri keser, ama yeni N-uçta bir piruvoyl grubu meydana getirir. Bu piruvoyl grubu bazı enzimlerde kovalent bağlı bir katalitik kofaktör olarak kullanılır. S-adenozilmetyonin dekarboksilaz gibi bazı dekarboksilazlar, piruvoyl grubunun elektron çekici gücünü kullanırlar.
  • Molekül-içi (intramoleküler) transesterifikasyon sonucu dallı bir polipeptit meydana gelir. İnteinlerde, yeni ester bağı, yeni C-uçta yer alacak olan asparajin tarafından intramoleküler bir saldırıyla kesilir.[9][10]
  • Moleküller arası (intermoleküler) transesterifikasyon ile proteinin bir parçası bir diğer proteine aktarılır, Hedgehog proteinin özişlemlemesinde görüldüğü gibi.

Protein birincil yapısının tarihi

Fransız kimyacı Louis Édouard Grimaux proteinlerin amit bağları içerdiğini 1882'de öne sürmüştü. Proteinlerin α-amino asitlerden oluşan zincirler olduğu, 1902'de, neredeyse aynı zamanda, Karlsbad'da düzenlenen Alman Bilim İnsanları ve Hekimler Derneğinin 74. toplantısında iki bilim insanı tarafından önerildi. Sabah, önce Franz Hofmeister, proteinlerdeki biuret reaksiyonu üzerindeki gözlemlerine dayanarak bu görüşü ortaya attı.[11] Birkaç saat sonra, peptit bağı hakkında muazzam kimyasal bilgi biriktirmiş olan Emil Fischer onu izledi.[12]

Bu verilere ve proteolitik yıkıma uğrayan proteinlerin sadece oligopeptit ürün verdiğine dair kanıtlara rağmen, proteinlerin amino asitlerden meydan gelmiş, doğrusal, dalsız polimerler olduğu fikri hemen kabul görmedi. William Astbury gibi bazı saygın bilim insanları kovalent bağların bu kadar uzun molekülleri bir arada tutabilecek kadar güçlü olabileceğini şüpheyle karşılıyorlardı. Termal titreşimlerin proteinin dağılmasına yol açabileceğini düşünüyorlardı. 1920'lerde kauçuğun makromoleküllerden olşutuğunu öne süren Hermann Staudinger de benzeri önyargılarla karşı kaşıya kalmıştı.[13]

Bu şüpheler yüzünden alternatif hipotezler öne sürüldü. Kolloidal protein hipotezi proteinlerin daha küçük proteinlerden oluşan kolloid birleşimler olduğuydu. 1920'lerde Theodor Svedberg tarafından yapılan ultrasantrifügasyon ölçümleri proteinlerin kesin ve tekrarlanabilir bir molekül ağırlığına sahip olduğunu, ardından Arne Tiselius'un elektroforetik ölçümleri proteinlerin tekil moleküller olduğunu gösterince, bu hipotez çürütüldü. İkinci bir hipotez, Dorothy Wrinch tarafından öne sürülen siklol hipotezi idi. Bu hipoteze göre, doğrusal polipeptit, kimyasal bir siklol yeniden düzenlemesine (C=O + HN C(OH)-N ) uğramakta ve omurga amit grupları çapraz bağlanmaktaydı, böylece iki boyutlu bir doku meydana gelmekteydi. Proteinler için başka birinci yapılar da önerildi, örneğin, Emil Abderhalden'in diketopiperazin modeli ve Troensegaard'ın 1942'deki pirol/piperidin modeli.[14] Nihayet, Frederick Sanger'in insülin'in dizisini çözmesi;[15] ve Max Perutz ve John Kendrew'ün miyoglobin ve hemoglobin'in kristalografik yapısını çözmesi ile, öne sürülen alternatif modellerin hepsi çürütülmüş oldu.

"Birincil yapı" terimi 1951'de Linderstrøm-Lang tarafından ilk defa kullanılmıştır.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  • Wieland T and Bodanszky M (1991) The World of Peptides, Springer Verlag. ISBN 0-387-52830-X
  1. ^ Kaj Ulrik Linderstrøm-Lang (1952). Lane Medical Lectures: Proteins and Enzymes. Stanford: Stanford University Press. 
  2. ^ Wetlaufer, D.B. (1961). "Terminology of Protein Structure" (PDF). Nature. Cilt 190. s. 1113. Erişim tarihi: 22 Aralık 2011. 
  3. ^ IUPAC-IUB Commission on Biochemical Nomenclature (1969). "Abbreviations and Symbols for the Description of the Conformation of Polypeptide Chains. Tentative Rules". 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Aralık 2011. 
  4. ^ Charles R. Cantor, Paul Reinhard Schimmel (1980). The conformation of biological macromolecules. Macmillan. 
  5. ^ Jane S. Richardson (1981). "The Anatomy and Taxonomy of Protein Structure". Adv Protein Chem. Cilt 34. s. 167-339. 12 Şubat 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Aralık 2011. 
  6. ^ Albert L. Lehninger, David Lee Nelson, Michael M. Cox (2005). Principles of Biochemistry, Volume 1. Macmillan. ISBN 9780716743392. 
  7. ^ Berg JM, Tymoczko JL, Stryer L (2002). Biochemistry, 5th edition. New York: W H Freeman. 
  8. ^ Iwai K and Ando T. (1967) "N O Acyl Rearrangement", Methods Enzymol., 11, 263-282.
  9. ^ Perler FB, Xu MQ and Paulus H. (1997) "Protein Splicing and autoproteolysis mechanisms", Curr. Opin. Chem. Biol., 1, 292-299.
  10. ^ Paulus H. "The chemical basis of protein splicing", Chem. Soc. Rev., 27, 375-386.
  11. ^ Hofmeister F. (1902) Naturwiss. Rundschau, 17, 529-545.
  12. ^ Fischer E. (1902) Autoreferat. Chem. Ztg., 26, 93.
  13. ^ Fruton JS. (1979) "Early theories of protein structure", Ann. N.Y. Acad. Sci., 325, 1-18.
  14. ^ Troensegaard N. (1942) Über die Struktur des Proteinmoleküls: eine chemische Untersuchung. E. Munksgaard, København (Copenhagen).
  15. ^ Sanger F. (1952) "The arrangement of amino acids in proteins", Adv. Protein Chem., 7, 1-67

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Protein</span> polipeptitlerin işlevsellik kazanması sonucu oluşan canlıların temel yapı birimi

Proteinler, bir veya daha fazla uzun amino asit artık zincirini içeren büyük biyomoleküller ve makromolekül'lerdir. Proteinler organizmalar içinde, hücrelere yapı ve organizmalar sağlayarak ve molekülleri bir konumdan diğerine taşıyarak metabolik reaksiyonları katalizleme, DNA kopyalama, uyaranlara yanıt verme dahil olmak üzere çok çeşitli işlevler gerçekleştirir. Proteinler, genlerinin nükleotit dizisi tarafından dikte edilen ve genellikle faaliyetini belirleyen özel 3D yapıya protein katlanmasıyla sonuçlanan amino asit dizilimlerinde birbirlerinden farklıdır.

<span class="mw-page-title-main">Amino asit</span> Proteinlerin temel yapı taşı

Amino asitler, proteinleri oluşturan temel yapı taşlarıdır.

N-asetil muramik asit ile N-asetil glikoz amin şeker molekülleri ile az sayıda L-alenin, D-alenin, D-gulutamik asit, lizin veya diaminopimelik asitten oluşur. Peptidoglikan tabaka sadece prokaryot hücrelerde bulunur. Şekerin, kovalent bağ ve amino asitlerle çapraz bağlanmasıyla glikan zincirleri oluşur. Amino asitlerden oluşan tetra peptidin, çapraz bağlarla bağlanmasıyla oluşur. İçinde peptit bağı vardır. Yağlarla birleşerek karbonhidratları oluşturur. Bakteri hücre duvarlarının bir bileşenidir.

<span class="mw-page-title-main">Taşıyıcı RNA</span> protein sentezinde görevli bir RNA

Taşıyıcı RNA hücrelerde protein sentezi sırasında büyüyen polipeptit zincirine spesifik bir amino asit ekleyen küçük bir RNA molekülüdür. Amino asidin bağlanması 3' ucundadır. Bu kovalent bağlantı aminoasil tRNA sentetaz tarafından katalizlenir. Ayrıca, antikodon olarak adlandırılan üç bazlık bir bölge vardır, bu bölge mRNA üzerinde kendisine karşılık gelen üç bazlık bir kodon bölgesi ile baz eşleşmesi yapar. Her tip tRNA molekülü sadece tek tip bir amino asite bağlanabilir, ama genetik kod aynı amino asite karşılık gelen birden çok kodon bulunduğu için, farklı antikodonlara sahip tRNA'lar aynı amino asidi taşıyabilir.

<span class="mw-page-title-main">Translasyon</span> Protein sentezine ilişkin hücresel süreç

Translasyon, transkripsiyon sonucu oluşan mRNA'lardaki koda uygun olarak ribozomlarda gerçekleştirilen amino asit zinciri veya polipeptit sentezi sürecidir, daha sonra üretilen amino asit zinciri veya polipeptit uygun bir şekilde katlanarak etkin bir protein haline gelmektedir. Translasyon, protein biyosentezinin ilk aşamasıdır. 4 harfli DNA dilindeki mesajın 20 harfli amino asid diline çevrilmesinden ötürü, İngilizce terminolojide "çeviri" anlamına gelen translation sözcüğü kullanılmaktadır. Bu terim Türkçeye translasyon olarak geçmiştir. Translasyon hücrenin sitoplazmasında gerçekleşir. Sitoplazmada bulunan iki ribozom alt birimi translasyon sırasında mRNA zincirinin 5' ucuna bağlanır. Ribozom üzerindeki bağlanma bölgelerinde, mRNA'daki baz üçlülerini (kodon) tRNA'daki tamamlayıcıları olan antikodonlara bağlar. mRNA'daki kodonlara karşılık gelen antikodonu bulunduran tRNA'ların art arda eklenmesi sırasında tRNA'nın 3' ucuna bağlanmış olan amino asitler birbirine bağlanarak polipeptit zincirini oluşturur.

<span class="mw-page-title-main">Amid</span>

Kimyada amid sözcüğü iki anlama sahiptir: - Birinci anlamıyla amid, bir azot atomuna (N) bağlı bir karbonil grubu bulunduran bir organik fonksiyonel grup veya bu gruba sahip bir bileşiktir. - İkinci anlamıyla amid, bir azot anyonudur.

Peptitler tanımlanmış bir düzende, α-amino asitlerin birbirine bağlanmasıyla oluşan kısa polimerlerdir. Bir amino asit kalıntısı ile diğeri arasındaki bağ bir "amit bağ" veya peptit bağı olarak bilinir.

Ribozom tarafından protein sentezlenirken; bir amino asidin amino grubuyla, diğerinin karboksilik asit grubunun bir su çekilme tepkimesiyle birbirine bağlanması ile oluşan kimyasal bağ.

<span class="mw-page-title-main">Denatürasyon</span>

Denatürasyon, protein veya nükleik asitlerin doğal yapısında mevcut olan sekonder, tersiyer ve kuaterner yapılarının bazı fiziksel ve kimyasal dış etkilerle bozularak primer yapılarına dönüşmeleri sürecidir. Canlı bir hücredeki proteinlerin denatüre olması, hücresel aktivitelerde bozulma ve belki de hücrenin ölümüyle sonuçlanır.

<span class="mw-page-title-main">Çevrim sonrası değişim</span> Biyolojik süreç

Çevrim sonrası değişim, bir proteinin çevriminden (translasyonundan) sonra kimyasal değişime uğramasıdır. Çoğu protein için bu değişimler, protein biyosentezinin son adımlarındandır.

Asetilasyon, organik bir bileşiğe bir asetil fonksiyonel grubu eklenme tepkimesidir. Deasetilasyon ise asetil grubunun çıkartılmasıdır.

<span class="mw-page-title-main">Alfa sarmal</span>

Protein ikincil yapısında yaygın bir motif olan alfa sarmal (α-sarmal), sağ-elli burgulu bir biçimdir, omurgadaki her bir N-H grubu, kendinden dört amino asit kalıntısı gerideki omurgadaki C=O grubuna bir hidrojen bağı verir. Bu ikincil yapı bazen klasik Pauling-Corey-Branson alfa sarmalı olarak da adlandırılır. Proteinlerin lokal yapı tipleri arasında α-sarmal, en düzenli olan, diziden öngörüsü yapılması en kolay olan ve ayrıca en yaygın olandır.

<span class="mw-page-title-main">Beta yaprak</span>

Proteinlerin ikincil yapısında β yaprak, alfa sarmaldan sonra en sık görülen biçimdir. Beta yapraklar birbirine en az iki veya üç hidrojen bağı ile yatay bağlanmış beta ipliklerden oluşur, bunlardan plili ve burkulmuş bir yaprak meydana getirir. Bir beta iplik 3 ila 10 amino asit uzunluğunda bir polipeptit zincirinden oluşur, polipeptir omurga neredeyse tamamen uzanık bir konformasyondadır. β yaprakların birleşmesinden kaynaklanan protein yığışımları (agregatlar) ve telcikler (fibriller), çeşitli hastalıkların oluşumunda rol oynar, bunların arasında Alzheimer gibi amiloidoz hastalıkları kayda değerdir.

Biyomoleküler yapı biyomoleküllerin yapısıdır. Bu moleküllerin yapısı genelde birincil, ikincil, üçüncül ve dördüncül yapı olarak ayrılır. Bu yapının iskeleti, molekül içinde birbirine hidrojen bağları ile bağlanmış ikincil yapı elemanları tarafından oluşturulur. Bunun sonucunda protein ve nükleik asit yapı bölgeleri oluşur.

Düzensiz sarım veya rastgele sarım, monomerlerin rastgele doğrultulu olup buna rağmen bitişik olanların birbirine bağlı oldukları bir polimer konformasyonudur. Belli bir şekil değil, bir makromolekül topluluğundaki tüm şekillerin istatistik bir dağılımıdır. Bu konformasyonun adının arkasında yatan kavram, spesifik, stabilize edici bir etkileşim olmayınca, polimer omurgasının tüm konformasyonları rastgele "örnekleyeceğidir". Çözelti halinde veya ergime sıcaklığının üzerinde olan, çoğu doğrusal, dalsız homopolimer, (yaklaşık) rastgele sarım şeklini alır. Birbirine eşit uzunlukta olmayan monomerlere sahip kopolimerler dahi rastgele sarım dağılımı gösterir, eğer altbirimler arasında spesifik etkileşim yoksa. Dallı polimerlerin parçaları da rastgele sargı şekli alabilir.

Proteinler her organizmada bulunan önemli bir makromolekül sınıfıdır. Proteinler, 20 farklı tip L-α-amino asitten meydana gelen polimerlerdir. Amino asitler birbiriyle reaksiyona girdikten sonra meydana gelen polimerde bu amino asitlerden arta kalan birimlere amino asit kalıntısı denir. 40 kalıntıdan daha kısa olan zincirler için protein yerine genelde peptit terimi kullanılır. Biyolojik fonksiyonlarını yerine getirebilmek için proteinler uzay içinde belli bir biçim alacak şekilde katlanırlar. Bu katlanmayı yönlendiren güçler, protein atomları arasındaki hidrojen bağı, iyonik etkileşimler, van der Waals kuvvetleri ve hidrofobik istiflenme gibi, kovalent olmayan etkleşimlerdir. Proteinlerin işlevlerini moleküler düzeyde anlayabilmek için genelde onları üç boyutlu yapısının çözülmesi gerekir. Protein yapısını çözmek için X-ışını kristalografisi ve NMR spektroskopisi kullanılır, bunlar yapısal biyolojinin başlıca yöntemleri arasında yer alır.

<span class="mw-page-title-main">Protein ikincil yapısı</span>

Biyokimya ve yapısal biyolojide ikincil yapı, protein veya nükleik asit (DNA/RNA) gibi biyopolimerlerin yerel parçalarının genel, üç boyutlu biçimleridir. Buna karşın, atomlarının üç boyutlu uzaydaki konumları üçüncül yapı tanımlamasına girer.

<span class="mw-page-title-main">Protein agregasyonu</span>

Protein agregasyonu, yanlış katlanmış proteinlerin hücre içinde veya dışında toplandığı biyolojik bir fenomendir. Bu protein agregatları genellikle hastalıklar ile ilişkilidir. Aslında, protein agregatları, ALS, Alzheimer, Parkinson ve prion hastalıkları dahil olmak çok çeşitli hastalıklarda rol oynamaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Peptit sentezi</span>

Organik kimyada peptit sentezi, birden fazla amino asidin peptit bağları olarak da bilinen amid bağları ile bağlandığı peptit bileşiklerinin üretimidir. Peptitler, bir amino asidin karboksil grubunun diğerinin amino grubuna yoğunlaşma reaksiyonu ile kimyasal olarak sentezlenir. Koruma grubu stratejileri genellikle çeşitli amino asit yan zincirleri ile istenmeyen yan reaksiyonları önlemek için gereklidir. Kimyasal peptit sentezi, en yaygın olarak peptitin karboksil ucunda (C-terminali) başlar ve amino terminaline (N-terminali) doğru ilerler. Canlı organizmalardaki protein biyosentezi ters yönde gerçekleşir.

<span class="mw-page-title-main">Santral dogma (moleküler biyoloji)</span> Biyolojik bir sistem içindeki genetik bilgi akışının açıklanması

Moleküler biyolojinin santral (merkezi) dogması, biyolojik bir sistem içindeki genetik bilgi akışının bir açıklamasıdır. Orijinal anlamı bu olmasa da, genellikle "DNA RNA'yı, RNA proteini yapar" şeklinde ifade edilir İlk olarak 1957'de Francis Crick tarafından ifade edilmiş, 1958'de ise yayınlanmıştır.