İçeriğe atla

Ouroboros

Ouroboros, kendi kuyruğunu ısıran bir yılan ya da ejderha şeklinde resmedilen sembol.

Kendini yaratmayı sembolize eden kuyruğunu yutmuş bir yılan şeklidir. Yunancadaki οὐροϐóρος, Latincedeki uroborus kelimesinden gelir ve bu sözcüklerin sözlük anlamı "kuyruğunu öldüren"dir. Yanar, döner gökkuşağı mitleri ile benzerlik gösteren sembol "doğanın ebedi döngüsü" 'nü ifade etmektedir.

Ouroboros sıklıkla öz düşünümlülüğü (işteşlik) ya da döngüselliği, özellikle de kendini sürekli yeniden yaratan anlamında, biter bitmez yeniden başlayan döngüler olarak algılanan şeyleri (örneğin anka kuşu) simgeler. Başlangıçtan beri şeyin içinde var olan ya da kendini yok edilemez kudreti veya tabiatıyla sürdüren ilkel birlik ve bütünlük ideasını simgeler. Ouroboros mitolojik ve dinsel sembolizmde önemli olmuş, aynı zamanda simya ile ilgili illüstrasyonlarda simyacının yapıtının döngüsel doğasını simgelediği şekilde de kullanılmıştır. Gnostisizm ve hermetisizm ile de ilişkilendirilmiştir.

Carl Jung, ouroboros'u insan psişesine arketipik bir anlamlılık yüklediği şeklinde yorumlamıştır. Jungcu psikolog Erich Neumann bundan, ön benliğin "uyanma durumu"nu simgelediğini, hem insanlığın hem de ferdi olarak çocuğun farklılaşmamış çocukluk deneyiminin bir tasviri olarak bahseder.

Tarihteki yeri

Antikite

Platon, evrendeki ilk yaşayan şeyi kendi kendini yiyen sirküler bir varlık olarak betimlemiştir: Bir ölümsüz, mükemmel olarak oluşturulmuş hayvan. Yaşayan varlığın onun dışında görülecek hiçbir şey kalmadığında göze ihtiyacı kalmamıştı; ya da kulağa duyulacak hiçbir şey olmadığında;ve solunacak etrafını çevreleyen bir hava yoktu; ya da besinini almasını ve sindirmiş olduğundan kurtulmasını sağlayabilecek olan organların bir kullanımı olamazdı, çünkü ondan çıkan veya içine giren bir şey yoktu: bu yüzden onun dışında bir şey de yoktu. Yaratılışındaki tasarı nedeniyle, kendi artığı onun besinini sağlıyor, bütün yaptığı ya da çektiği acı kendi içinde, kendi tarafından meydana getiriliyordu. Şunu anlamış olan yaratıcı için kendi kendine yeten bir varlık, hiçbir eksiği olmayandan çok daha mükemmel olacaktı, ve, hiçbir şeyi almaya ya da kendini herhangi birine karşı savunmaya ihtiyacı olmayacağından, yaratıcı ona el vermenin gerekli olmadığını düşündü, ya da ayak ya da tüm yürüme aparatını; ama onun küresel formuna uyan hareket ona tahsis edilmişti, akla ve zekaya en çok uygun olan 7 tanenin hepsi olarak; aynı tarzda ve aynı nokta üzerinde, kendi limitleri dahilinde bir daire içinde dönerek hareket etmesi için yapılmıştı. Ama diğer altı hareket ondan alındı ve o sapmalarına dahil olamayacak şekilde yapılmıştı. Ve bu sirküler hareket ayağa ihtiyaç duymadığından, evren ayaksız ve elsiz yaratılmıştı.

"Sarılı ejderha" formları Hongshan kültürüne (MÖ 4700'den MÖ 2900'e) atfedilmiştir. Özellikle bir tanesi, tamamlanmış bir daire biçiminde ölünün göğsünde bulunmuştur.

Kendi kuyruğunu yiyen ejderha ya da yılan kavramının izi Eski Mısır'a kadar sürülebilir, MÖ 1600. Bu kavram Ouroboros (kuyruğunu yiyen) ismini veren yunan filozoflarına ulaşmadan önce, Eski Mısırdan Janus (Roma mitolojisinde başlangıç ve bitişlerin tanrısı) için bir sembol olarak kullanıldığı Phoenicia(Fenike)'ye geçti.

Unas piramidinde MÖ 2375 ve MÖ 2345 yılları arasında, Sarcophagus odasında, batı çatı duvarındaki hiyeroglifte “bir yılan tarafından sarılmış bir yılan” ve “erkek yılan dişi yılan tarafından ısırıldı, dişi yılan erkek yılan tarafından ısırıldı, Cennet büyülendi, dünya büyülendi (efsunlandı), insanoğlunun ardındaki erkek(eril) büyülendi” yazmaktadır. Gnosticism de bu yılan sonsuzluğu ve dünyanın ruhunu sembolize etti.

Ecclesiastes(Eski Ahit'te Süleyman'a yazılan kitap) 3:9-14' deki vaazın izinde, Hristiyanlık Ouroboros'u, materyal dünyanın limitli sınırlarının bir sembolü olarak (içerisinin sınırlarının(demarcation) belirlenmesiyle anlaşılan bir dışarsı var) ve de bu dünyanın kendini tüketen geçici doğasıyla önemsiz “dünyasal varoluş” olarak edindi. G. K. Chesterton Ebedi İnsan'ında, Ouroboros'u sirküler ve kendini yenilgiye uğratan doğaya sahip panteistik mistizimin ve en modern felsefenin bir sembolü olarak kullandı.

Orta Çağ

Norveç mitolojisinde, yılan Jörmungandr olarak ortaya çıkıyor, Loki ve Angrboda'nın üç çocuğundan biri, o kadar büyüyor ki tüm dünyayı çevreleyebiliyor ve kuyruğunu dişleriyle kavrıyor. Ragnar Lodbrok, (Viking kahramanı) efsanelerinde (Ragnarssona þáttr) Geatish kralı Herraud kızı Þóra Town-Hart'a hediye olarak kanatsız bir ejderha veriyor. Daha sonra büyüyerek kızın kolunu çevreleyen ve kendi kuruğunu ısıran bir yılana dönüşüyor. Yılan daha sonra Dora ile evlenen Ragnar Lodbrok tarafından katlediliyor. Ragner'ın daha sonra Kraka adında bir kadından oğlu oluyor. Çocuk bir gözünde beyaz bir yılanın görüntüsüyle doğuyor. Yılan irisi çevreliyor ve kendini kuyruğundan ısırıyor ve çocuk Sigurd (Yılan Göz(ünde)) adını alıyor.

Simya

Simyada Ouroboros arındırıcı, saflaştırıcı bir büyüdür. İsviçreli psikolog Carl Jung Ouroboros'u bir arketip ve simyanın temel Bütünleyicisi (mandalası) olarak gördü. Jung aynı zamanda Ouroboros ile simyanın ilişkisini tanımladı.[1]

Kendi geleneklerinde bireyleşme sürecinin doğası hakkında biz modernlerden daha çok bilgi sahibi olan simyacılar, bu paradoksu Ouroboros sembolüyle ifade ettiler, kendi kuyruğunuyiyen yılan. Ouroborosun sonsuzluk ya da bütünlük anlamı olduğu söylenirdi. Ouroboros'un çok eski bir resmedilişinde kendini yiyip bitirme ve sirküler bir prosese dönüştürme düşüncesi yatar, bundan dolayı en bilge(kurnaz) simyacılar için sanatın prima materia'sı insanın kendisiydi. Ouroboros karşıtın başka bir deyişle gölgenin entegrasyonunun ve asimilasyonunun dramatik bir sembolüydü, Bu geri besleme (feed-back) süreci aynı zamanda ölümsüzlüğünde sembolüydü, çünkü ouroboros kendini katleden ve hayata döndürendi, kendini dölleyen ve kendini doğurandı. Karşıtların çarpışmasıyla devamını sağlayan, bu nedenle de prima materia'nın sırrını oluşturan Bir'i simgeliyordu.[...] bu da kuşkusuz insanın bilinçdışından (unconscious) geliyordu.

The Chrysopoeia of Cleopatra adlı 2. yüzyılda İskenderiye'ye dayanan erken simya metinlerindeki ünlü Ouroboros çizimi, "hen to pan" (bir her şeydir, bütündür) ifadesini içeriyordu. Siyah ve beyaz yarımları varoluşun gnostik ikiliğini temsil ediyordu.

Chrysopoeia Ouroboros of Cleopatra ouroboros'un en eski imgelerinden biri olup, simyacıların efsanevi eseri Filozof taşı' (Philosopher's Stone) yla ilişkilidir.

Her şeyin sonsuz birliğinin, simyacının kurtuluş ve özgürlüğü aradığı doğum ve ölüm döngüsünün sembolleri olarak ouroboros simyacı/fizikçi Sör Thomas Browne'a tanıdıktı. A letter to a friend adlı insan halleri üzerine zekice spekülasyonlar ve vakaların hikâyeleriyle dolu olan tıbbi incelemesinde şöyle yazmıştır: [...] ilk gün sonu getirmelidir,yılanın kuyruğu tam olarak o anda ağzına geri dönmelidir ve onlar (kuyruk ve ağız)doğum günleri üzerinde sonuçlanmalıdırlar, buda gerçekten önemli bir tesadüftür.

Browne'un The garden of cyrus'unun sonuç bölümünde (1658) iki söylevin birliği ve sirküler doğanın sembolü olarak bahsi geçer: [...]Her şey düzen ile başladı,öylede bitecektir ve düzenleyicinin düzenine ve Cennet şehrinin gizemli matematiğine göre tekrar başlayacaktır

Hürmasonluk

Ouroboros özellikle 18. yüzyılda birçok masonik mühürde, yapı cephesinde (kitap süsünde) ve diğer betimlemelerde görülmüştür.

Kundalini Yoga

Ouroboros sembolziması enerjisini anlatmak için kullanılmıştır.İkinci yüzyılda yaşayan Yoga Kundalini Upanishad, 'a göre “Kutsal güç,genç bir lotus'un gövdesi gibi parlar, bir yılan gibi, kendi üzerine sarmalanmış, ağzında kuyruğunu tutarak ve yarı uyur halde bedeninin dibinde uzanarak dinlenir.” (1.82).

Teosofi

Ouroboros teosofi mühründe diğer geleneksel sembollerle gösterilmiştir.

Batı dışı geleneklerinde

Ouroboros olarak portre edilmiş Aztec tanrısı Quetzalcoatl. Bazı Hindu mitlerinde sırtlarında dünyayı taşıyan sekiz fili destekleyen kamplumbağa Kurma'yı sarmalayan yılan Adisesha'dan bahsetmektedir. Bununla beraber, yılan kendi kuyruğunu ısırmaz, bunun yerine kendini, bazı edebi teorisyenlerin edimsel konuşma eylemi olarak adlandırdığı, bir uçtan bir uca olan olarak adlandırır.

Yılanlar birçok batı Afrika dininde kutsal hayvanlardır. Yarı tanrı Aidophedo kendi kuyruğunu ısıran yılan imgesini kullanır. Ouroboros Fon ve Dahomean ikonografisinde ve Yoruba betimlemesinde Oshunmare olarak görülür.

Quetzalcoatl Aztec ve Toltec kalıntılarında kendi kuyruğunu ısıran olarak porte edilmiştir.

Modern

Organik kimyacı August Kekulé rüyasında gördüğü bir Ouroboros şeklindeki halkanın, benzenin yapısının keşfinde ona ilham kaynağı olduğunu söylemektedir. Carl Jung'un dediği gibi, bu cryptomnesianın (başkasının fikrini kendi fikri gibi anımsama) bir örneği olabilir.

Kısa süreli Italian Regency of Carnaro (Carnaro Krallığı)'nın bayrağında Ouroboros vardı.Ouroboros Macar ve Roman uniteryen kliselerinin hotozlarına(tepelik) iliştirilmişti.

Henck van Dijck,'in heykelinde Crane untitled (1986) bir tüpün başlangıç ve bitiş noktaları bir musluğun giriş ve çıkışlarına bağlanarak, geri dönüşümü teşvik etmek amaçlı kullanılmıştır.

Resimler

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ Carl Gustav Jung, 4 Arketip, Metis Yayınları, 2005

Dış bağlantılar

Wikimedia Commons'ta Ouroboros ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunur

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Maya uygarlığı</span> Kızılderili Maya halkları tarafından kurulan Kolomb öncesi Amerika uygarlıklardan biri (y. 250–1700)

Maya uygarlığı, Kızılderili Maya halkları tarafından kurulan Kolomb öncesi Amerika uygarlıklardan biridir. Bir Orta Amerika uygarlığı olan Maya uygarlığı, binlerce yıl boyunca Meksika'nın güneydoğusundan, Honduras, El Salvador ve Guatemala'ya kadar uzanan Mezoamerika bölgesinde hüküm sürmüştür. Meksika'nın güneydoğusunda beş devlet kurmuş Mayalar, tarihleri boyunca yüzlerce lehçe üretmişlerdir ve bu lehçelerden bazıları günümüzde hâlen konuşulan 21-44 Maya dilinin oluşumunu sağlamıştır. Bu uygarlık MÖ 600 dolaylarında yükselişe geçmiş, MS 3. yüzyılda altın çağına adım atmış, kent-devletlerinin siyasi kargaşalar sonucunda çöktüğü MS 900'e dek, geniş bir alanda varlığını sürdürmüş ve İspanyol işgaliyle de sona erme sürecine girmiştir. Maya uygarlığı birçok bakımdan sona ermişse de, yaygın inanışın aksine Mayalar yok olmamışlardır, hâlen bu ülkelerde yaşamakta ve Maya dillerinden bazılarını konuşmaktadırlar.

<span class="mw-page-title-main">Simya</span> Ölümsüzlük iksiri ve Felsefe Taşını bulmayı amaçlayan sahtebilim

Simya veya alşimi hem doğanın ilkel yollarla araştırılmasına hem de erken dönem bir ruhani felsefe disiplinine işaret eden bir terimdir. Simya; kimya, metalurji, fizik, tıp, astroloji, semiotik, mistisizm, spiritüalizm ve sanatı bünyesinde barındırır.

<span class="mw-page-title-main">Rüya</span> diğer adıyla düş, uykunun genel bir özelliği olup, uykunun REM evresi ile yakından ilgili, görsel ve işitsel algı ve duyulardır

Rüya ya da düş, uykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM) adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere de neden olan rüyalar, her zaman için ilginç ve yoruma açık bir konu oluşturmuşlardır. Farklı psikoloji ekollerinin, parapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuştur. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar hâlen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır. Rüyaların bilimsel incelenmesi oneiroloji adını alır.

<span class="mw-page-title-main">Sembol</span> bir fikri, süreci veya fiziksel bir varlığı temsil eden bir şey

Sembol veya simge, kavramın uzlaşımsal olarak betimlendiği gösterge türü. Bir düşüncenin, nesnenin, niteliğin, niceliğin vb. ruhbilimsel ve düşünbilimsel açıdan betimlenmesi simgesel anlam taşıyan yapay bir belirtidir. Tüm simgeler doğaları itibarıyla kavramsal olup, sözel, görsel ya da sayısal olabilirler.

<span class="mw-page-title-main">Deniz kızı</span> denizlerde ve okyanuslarda yaşadığı inanılan mitolojik varlık

Deniz kızları, belinden yukarısı dişi bir insan görünümünde olan ama aynı zamanda bir balık kuyruğuna sahip efsanevi varlıklardır.

Yılan Ata – Türk ve Altay mitolojisinde Yılan Tanrı. Çılan Ata da denir. Yılanların kendisinden türediği efsanevi yaratık.

<span class="mw-page-title-main">Prima materia</span>

Simya'da ve felsefede, prima materia, materia prima veya ilk madde simyevi magnum opus ve felsefe taşı için gereken her yerde birden bulunan bir başlangıç materyalidir. Kaos'a benzeyen her madde için bir ilkel biçimsiz taban, Esîr'in özü. Ezoterik Simyacılar prima materia'yı simile kullanarak ve anima mundi gibi kavramlarla karşılaştırarak anlatırlar.

<span class="mw-page-title-main">Maya mitolojisi</span>

Maya mitolojisi, Mezoamerikan mitolojisinin bir parçasıdır ve doğanın kişileştirilmiş güçlerinin, tanrıların ve bunlarla etkileşime giren kahramanların ana rolleri oynadığı tüm Maya masallarını kapsar. Maya sözlü geleneğinin diğer kısımları burada dikkate alınmaz.

Orta Çağ İslam dünyasında simya ve kimya, Ortaçağ döneminde Müslüman simyacı ve kimyacı bilim insanları tarafından yapılan geleneksel simya ve ilk kimya çalışmalarını tanımlamaktadır. Simya kelimesinin Arapça كيمياء (kīmiyā) kelimesinden türetildiği, bunun da bir Antik Mısır kelimesi olan kemi sözcüğüne dayandığı tahmin edilmektedir. İslami simya çalışmaları etkisini Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünün ardından göstermeye başlar. Eserlerin ve çalışmaların iyi belgelenmiş olması sebebiyle İslami simya hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Çikçan</span>

Çikçan veya Çikkan, Maya takviminin Tzolkin döngüsünün beşinci günüdür. Çikçan, Maya mitolojisinde yılan şeklindeki bir grup ruha verilen isimdir. Gökyüzünün dört tarafında konumlanmış dört ana Çikçan vardır; diğerleri ise dünyada göllerde ve dağlarda ikamet ederek bu göllerin sularından yağmur bulutları oluşturarak yaşarlar. Çikçan ayrıca Maya takviminin toplamda 20 günden oluşan Tzolkin döngüsündeki 5. günün adı ve 9 sayısının tanrısıydı.

<span class="mw-page-title-main">Simyacı Kleopatra</span>

Simyacı Kleopatra bir Yunan simyacı, yazar ve filozoftu. Pratik simya ile deneyler yaptı ancak aynı zamanda felsefe taşını üretebilen dört kadın simyacıdan biri olarak da kabul edildi. Bazı yazarlar, onu bir damıtma cihazı olan imbik'in mucidi olarak görüyor.

<span class="mw-page-title-main">Yahudi Meryem</span>

Meryem veya Yahudi Meryem, aynı zamanda Kâhin Meryem ya da Kıptî Meryem Yunan simya geleneği temsilcileri ve Panopolisli Zosimos'un çalışmalarıyla tanınan erken dönem simyacılardan biridir. Zosimos'un aktardıkları kapsamında İskenderiye'de milattan önce birinci ve üçüncü yüzyıllar arasında yaşamıştır. Birinci yüzyıldan daha erkene dayanmayan çalışmaları nedeniyle French, Taylor ve Lippman tarafından ilk simya yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir.

<span class="mw-page-title-main">Panopolisli Zosimos</span>

Panopolisli Zosimos MS 3. yüzyılın sonu ve 4. yüzyılın başında yaşamış bir Greko-Mısırlı simyacı ve Gnostik mistiktir. Panopolis'te doğmuş ve yaklaşık 300 yılında ölmüştür. Simya üzerine bilinen en eski kitapları yazmıştır. Bu kitaplara Yunanca "elle yapılan şeyler" anlamına gelen "Cheirokmeta" adını vermiştir. Bu eserin parçaları orijinal Yunanca dilinde ve Süryanice ya da Arapça çevirileriyle günümüze ulaşmıştır. Muhtemelen MS 7. veya 8. yüzyılda Konstantinopolis'te bir araya getirilmiş olan ve kopyaları Venedik ile Paris'teki el yazmalarında bulunan bir simya yazıları derlemesinde temsil edilen yaklaşık 40 yazardan biridir. İskenderiyeli Stephen da bir diğeridir.

Albedo, simyada Magnum Opus'un nigredo, citrinitas ve rubedo ile birlikte dört ana aşamalarından ikincisidir. "Beyazlık" anlamına gelen kökeni Latinceden gelen bir terimdir. Nigredo aşamasının kaosunu veya massa confusa'sını takiben, simyacı albedo'da arınmaya girişir, buna kelimenin tam anlamıyla ablutio denir. Bu aşama, "prima materia'ya ışık ve netlik getirmek" ile ilgilidir.

Bir homunculus, orijinal olarak kilden yapılmış maketler veya küçük heykeller olarak tasvir edilen bir insan temsilidir. On altıncı yüzyıl simyasında ve on dokuzuncu yüzyıl kurgusunda popüler hale gelen bu kavram, tarihsel olarak minyatür, tamamen şekillendirilmiş bir insanın yaratılmasına atıfta bulunmuştur. Kavramın kökleri preformasyonizmin yanı sıra daha önceki folklor ve simya geleneklerine de dayanmaktadır.

Psikoloji ve Simya, C. G. Jung'un Toplu Eserleri'nin 12.cildidir, Carl Jung'un simya, Hıristiyan dogması ve psikolojik sembolizm arasındaki analojileri incelemesidir.

<span class="mw-page-title-main">Gerhard Dorn</span>

Gerhard Dorn Belçikalı bir filozof, çevirmen, simyacı, doktor ve bibliyofili.

<span class="mw-page-title-main">Azoth</span>

Azoth, evrensel bir ilaç veya evrensel çözücü olarak kabul edildi ve simyada arandı. Diğer bir simyasal idealleştirilmiş madde olan alkahest'e benzer şekilde, azot birçok simya çalışmasının amacı, hedefi ve vizyonuydu. Sembolü Caduceus'du. Başlangıçta simyacılar tarafından felsefe taşı gibi aranan okült bir formül için kullanılan terim, cıva elementi için şiirsel bir kelime haline geldi. Adı Ortaçağ Latincesidir, azoc'un bir başkalaşımıdır ve duyular ve semboller söz konusu olduğunda cıva, tuz ve kükürt eklenmesi yerine azotu tek başına cıva olarak bağlamak dönemin yaygın bir yanılgısı olsa da orijinal olarak Arapça al-zā'būq "cıva"dan türetilmiştir

<span class="mw-page-title-main">Aion (mitoloji)</span> Helenistik mitoloji tanrısı

Aion zamanla, evreni çevreleyen küreyle ve zodyakla ilişkilendirilen Helenistik bir tanrıdır.

<span class="mw-page-title-main">Yinglong</span>

Yinglong, "Duyarlı Ejderha" anlamına gelen eski Çin mitolojisinde kanatlı bir ejderha ve yağmur tanrısıdır.