İçeriğe atla

Osmanlı İmparatorluğu'nda dilencilik

Julius R. Van Millingen'in 1911 tarihli "Peeps at Many Lands Turkey" eserinde yer alan İstanbullu bir dilenci tasviri.

Osmanlı'da dilencilik, Osmanlı kültürünün bir parçası olarak tarihçiler ve sosyologlar tarafından ele alınmış bir olgudur.

Devletin dilencilere genel bakışı

Osmanlı tarihinin her döneminde yardımı hak eden yoksullarla, yardım hak etmeyen kesimler arasında bir ayırım yapılmış olduğu söylenebilir. Özellikle dilenciler konusunda böyle bir ayrıma sıklıkla rastlanabilir. Çalışamayacak durumdaki dilencilere Cer kağıdı verilir ve tayin edilmiş olan başbuğun sorumluluğu altında mesleklerini icra etmelerine göz yumulurken, çalışabilecek durumda olduğu halde dilenciliği tercih ettiği düşünülen kimseler yakalanıp kürek ve kalebentlik gibi çeşitli cezalara çaptırılmıştır.

18. yüzyıl

18. yüzyılın sonlarından itibaren dilencilere ilişkin politikalarda değişme başlamıştır. Bu değişim, tek tek bireylerin üretken kapasitesinin önemsenmesine ve bedensel ve fiziki cezalandırmalardan, daha çok ıslah ve terbiye eksenli bir uygulamaya doğru yavaş da olsa bir geçiş olarak değerlendirilebilir. Bu yönelimle dilenciler, devletin pozitif sosyal politikalarının doğrudan muhatapları haline dönüşme yoluna girmişlerdir.

Bu tarihlerde devletin, meşru gördüğü yoksullara ilişkin yaklaşımında da önemli değişiklikler vardır. 18. yüzyıldan önce meşru dilencilerin dilencilik yapmalarına göz yumulurdu, hatta rencide edilmemeleri konusunda hassasiyet gösterilirdi. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bu kimselere nakdi yardımlar yapılmaya başlandı. Bu uygulamalar tekil olmakla birlikte merkezi devletin dilenciliği meşru ve gayr-i meşru biçimleriyle topyekûn ortadan kaldırmaya niyetlendiği durumlar olması son derece önemlidir. Galata kadısı, topçubaşısı ve voyvodasına gönderilen 1792 tarihli hüküm bu konuda ilginç bir örnektir. Hükümde çalışamayacak durumda olan hasta, yaşlı ve sakat kimselerin hastanelere yerleştirilmeleri ve mümkünse tedavi edilmeleri, çalışabilecek durumda olan dilencilerin ise memleketlerine gönderilmeleri istemiştir. “Devletin öncelikli gündemini, kamusal mekanları dilencilerden temizlemek ve gelip geçenlerin dilenciler tarafından rahatsız edilmelerinin önünün alınması oluşturmuştur”. Osmanlı açısından dilenciler ekmekle sorumlu oldukları toprakları terk edip İstanbul’a gelmişlerdir (Çiftu çubuk kaçkunu) ve hemen ait oldukları yere geri gönderilmeleri gerekmekdir.

Yine 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çalışamayacak durumda olan kişilerin de dilenmesine artık izin verilmemeye başlanmıştır. Bu kişilerin kamusal mekanda gezinmeleri önlenmeye ve geçinmeleri için de nakdi yardımlar yapılmaya başlanılmıştır.

Devlet dilencilere yeni uygulama yapmakla beraber eski uygulamalar da devam etmiştir. Meşru görülen yoksulların dilenmesine müsaade edilmiştir. 1788 tarihli bir belgede belirtildiği üzere, Anzur Çeşri Mustafa Paşa Mahallesi'nde oturmakta olan ve tamamen kör olan Makro adlı kişi, arzuhalinde geçimini dilencilikle sağladığını ve cizyesini ödeyemediğini belirtmiştir. Makro’nun dilencilik yapmasına izin verilmiş ve ismi de cizye defterinden silinmiştir.

II. Mahmud dönemi

II. Mahmud döneminde İstanbul’da yeni düzenlemelere gidilmiştir.[1] II. Mahmud “Se’ele” (Dilenciler) Müdürlüğü veya Fukara Müdürlüğü adı altında birim oluşturmuş ve 1834 yılında, Süleyman Ağa adlı birini bu göreve atamıştır. Bu kişinin maaşı devlet tarafından karşılanmıştır. Bu yenilik Dilenciler Kethüdalığı'ndan, Fukara Müdürlüğü'ne geçiştir. Bu yenilik, II. Mahmud döneminde merkezi devletin, dilenciliği denetim altında tutma arzusunda olduğunun bir işaretidir.

Devletin dilencilere yönelik politik değişimlerinin bir etkeni de, kırsal kesimlerden özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir göç başlamış olmasıdır.[1] Devlet de bu göçün önüne geçebilmek için tam önlem almıştır.[1]

19. yüzyıl

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ekonomideki iyileşme, İstanbul'a göçü azaltmıştır. Ancak yüzyılın son çeyreğinde bu istikrarlı ortam bozulmuştur. Maliye bir kriz ortamına girmiştir. Devlet borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. Özellikle 19. asırda kaybedilen savaşlar yüzünden bir göç dalgası olmuş ve İstanbul yoğun bir nüfus göçüne maruz kalmıştır. Devletin bu göçle baş edebilmesi oldukça zor olmuştur.

1890'lı yılların gazetelerinde, dilencilerle ilgili kaygılar ortaya konmuştur. Birçok gazetede dilencilerin şehrin görüntüsünü bozduğu ileri sürülmüştür. Bu durumun Osmanlı'nın dışardaki imajını zedelediği belirtilmiştir. Meclis-i Vükela, 26 Ekim 1905 tarihli oturumunda bu konuyu gündemine almıştır. Dahiliye Nezareti, köprü üzerinde dilenciliğin önlenmesine ilişkin bir talimatname hazırlamıştır. Teklife göre Darülaceze görevlileri yakalanan her bir vakayı dikkatle inceleyecekler ve gerçekten yoksul olanları Darülaceze'ye, taşralı olanları da memleketlerine göndereceklerdir. Anne-baba sahibi çocuklar ailelerinden kefalet alınmak şartıyla iade edileceklerdir. Cüzzam hastalığına sahip olanlar ise Üsküdar’daki Miskinler Dergahı'na gönderileceklerdir.

Elit tabakanın dilencilere bakışı

Osmanlı elitinin dilenciler hakkındaki görüşleri gazetelerden görülebilmektedir. 28 Ekim 1900 tarihli Sabah gazetesinde yer alan bir yazıda, dilenciler dört sınıfa ayrılmaktadır:

  • İlk sınıf, aile sahibi olmayarak âlil, sakat, velhasıl maişetlerini tedarike gayri muktedir olan mesakinlerden oluşmaktadır. Bu kişiler kendileri için yapılacak olan müessesat-ı aide-i hayriyesine gönderileceklerdir. Bu kişilerin sayısı fazladır. Dolayısıyla vilayetlere gönderilmesi uygun görülmüştür.
  • İkinci sınıf, âlil ve sakat fakat aile sahibi bulunanlardan oluşmaktadır. Bunların kendileri Darülaceze’ye, çocukları da Darüleytan, Darüşşafaka veya ıslahhanelere konulmalıdır.
  • Üçüncü sınıf, çocuklar, genç kızlar ve velisiz kadınlardan oluşmaktadır. Bunlardan tese‘ül eden (dilenen) hamisiz çocuklar ile genç kızlar ıslahhanelere, diğerleri “müessesat-ı münasibe-i hayriyye’ye” gönderilmelidir. Burada ayrıca bazı genç kızların dilencilik maskesi altında fuhuş yaptığı vurgulanıyor.
  • Son sınıf da çalışmaya gücü yettiği halde dilencilik yapanlardan oluşmaktadır. Sabah gazetesinin yazarına göre dilencilerin çoğu bu sınıfa dahildir. Bu kimseler en önemli tehlike olarak görülmekte, sadece memleketlerine gönderilmesi yetmemekte bunların üretken hale gelinmesi için uğraşılmalıdır. Fakat halen dilencilik yapacak olurlarsa cezai tedbirlere başvurulması önerilmektedir.

Sabah gazetesinde çıkan yazılardan anlaşılacağı üzere, Abdülhamid rejimi, dilencileri önlemediği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Habere göre; “Dilencilerin sokaklardan toplanılması hakkında artık nafile yere söz söylemeyeceğiz. Fakat hiç olmazsa geceleri köprü üzerindeki dilencilerin toplanılması hakkında zabıtanın nazarı dikkatini celb etmek arzusundan kendimizi men edemedik” haberiyle belirtilmektedir.

II. Abdülhamit dönemi

II. Abdülhamit döneminde dilencilere barınak olarak, Darülaceze kurulmuştur. Devrine göre oldukça modern sayılan bir yapıdır. Abdülhamid bu kurumu sadece dilenciliği kontrol altına alma amacıyla kurmamıştır. Darülaceze, bir yandan Abdülhamid'in yoksul halkın yegane koruyucu olduğu şeklindeki imajını güçlendirmek diğer yandan da Osmanlı Devleti'nin modern görüntüsünü pekiştirmek üzere gündeme getirmiştir.

Darülaceze her ne kadar II. Abdülhamit'in iktidar sembolü ise de dilenciliğe karşı mücadele kapsamında gündeme alınmıştır. Zira Darülaceze'nin açıldığı gün olan 31 Ocak 1896 tarihinden birkaç gün sonra konuyla ilgili iki ayrı nizamname yayınlanmıştır:

  1. Tese’ülün Men’ine Dair Nizamname
  2. Nizamname-i Dahile (Bu nizamname de gazete yazarlarının yazdıklarından pek farklı değildir. Ancak çalışamayacak durumda olanların dilencilik yapmalarına izin verilmiştir. Nizamnamede çalışabilecek durumda olanlar için, ilk yakalandıklarında kefaletle bırakılacaklarına, taşralı olanların memleketlerine geri gönderileceklerine, aynı kişiler ikinci kez dilencilik yaparken yakalandıkları takdirde, İstanbullu olup olmadıklarına bakılmaksızın taşraya sürüleceklerine işaret edilmektedir.)

II. Meşrutiyet dönemi

II. Meşrutiyet devrinde dilenciliğin ve serseriliğin önlenmesi konusunda Osmanlı eliti ile hükûmet arasındaki ayrılıklar ortadan kalkmıştır. Meşrutiyet rejimi öncelikle, Abdülhamid döneminden miras kalan sosyal refah sisteminin paternal (tek kişi) ve monarşik görünümünü ortadan kaldırıp, refah sistemini bürokratik ve seküler (dünyevi) bir zemine oturtmak arzusunda olmuştur.

II. Meşrutiyet döneminde ayrıca dilencilik, serserilik ve potansiyel suçluluk kavramları kapsamı içinde değerlendirilmeye başlanılmıştır. Bu yeni yasa daha çok şehirdeki yoksul ahalinin kontrolünü sağlamaya yöneliktir. Bu konu ayrıca, Osmanlı polisine sosyal ve ahlaki kontrolleri yükleyerek polisin toplumdaki konumunu yükseltmiştir.

Kaynakça

  1. ^ a b c Somel, Selçuk Akşin (2012). Historical dictionary of the Ottoman Empire (2. bas.). Lanham, Md.: Scarecrow Press. ISBN 978-0810871687. 

İlgili Araştırma Makaleleri

Monarşi ya da tek erklik, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu bir yönetim biçimidir. Saltanatın bir başka adıdır. Genellikle seçim dışı yöntemler kullanılır. Bu hükümdar, Türkçede kral, imparator, şah, padişah, prens, emir, kağan, hakan, han gibi çeşitli adlar alabilir. Monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özellik, devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmasıdır. Hükümdar öldükten sonra onun soyundan biri gelir. Yani yetki genellikle babadan oğula geçer. Demokrasilerde ise devlet başkanı seçimle işbaşına gelir. “Monarşi” sözcüğü Türkçeye Fransızcadan (Monarchie) geçmiştir. Cezalandırma ve bağışlama yetkileri sadece hükümdarın elindedir. Otoritenin bir kralın veya bir imparatorun elinde olduğu yönetim türüdür.

<span class="mw-page-title-main">II. Abdülhamid</span> 34. Osmanlı padişahı (1875–1909)

II. Abdülhamid, Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı, 113. İslam halifesi ve çöküş sürecindeki devlette mutlak hakimiyet sağlayan son padişahtır. Tahtta kaldığı "Hamidiye Dönemi" diye bilinen yıllarda imparatorluk, dağılma dönemini yaşadı; başta kısa süreli ilan ettiği I. Meşrutiyet ve Kânûn-ı Esâsî ile gelen bir özgürlük dönemine, Balkanlar olmak üzere çeşitli bölgelerde çıkan isyanlara ve Rus İmparatorluğu'na karşı kaybedilen 93 Harbi'ne, kapatılan parlamentoya, pek çok siyasi olaya, "İstibdat Dönemi" de denen ve basın da dahil çeşitli alanlardaki baskı ve sansür dönemine, sonrasında yine kendinin ilan etmek zorunda kaldığı II. Meşrutiyet'e, 31 Mart Ayaklanması'na ve kendinin dağılmayı engelleme başarısına ulaşamayan eğitim, ulaşım ve askeri alandaki reform girişimlerine tanıklık etti. Devrinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1.592.806 km² toprak ile en çok toprak kaybeden padişahlarından biri oldu. 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı ve 31 Mart Vakası'ndan kısa bir süre sonra, 27 Nisan 1909'da, tahttan indirilene kadar ülkeyi yönetti. Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar ile yaptığı anlaşma ve diğer yandan Tersane Konferansı'nda toplanacak büyük güçlerden gelecek baskıları engelleme amaçlı Tersane Konferansı'nın başlamasıyla aynı gün 23 Aralık 1876'da ilk Osmanlı anayasasını ilan etti ve böylece ülkenin demokratikleşme sürecini destekleyeceğini belirtmiş oldu. 93 Harbi'nde yenilen Osmanlı'nın sultanı II. Abdülhamid, meclisin yanlış kararlar aldığını iddia ederek 14 Şubat 1878'de bu harbin sonuna doğru meclisi feshetti.

<span class="mw-page-title-main">Halil Rifat Paşa</span> 206. Osmanlı sadrazamı

Halil Rifat Paşa II. Abdülhamid saltanatında, 7 Kasım 1895-9 Kasım 1901 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış, bunun öncesinde de Sivas ve İzmir valilikleri hizmetlerinde bulunmuş bir Osmanlı devlet adamıdır.

<span class="mw-page-title-main">Midhat Paşa</span> 190. Osmanlı sadrazamı

Ahmed Şefik Midhat Paşa, Osmanlı devlet adamıdır. İki kez sadrazam, Tuna, Aydın ve Suriye Valisi olan Midhat Paşa, ilk Osmanlı anayasası olan Kânûn-ı Esâsî'yi hazırlayan kurulun başkanlığını yaptı.

<span class="mw-page-title-main">Yıldız Çini ve Porselen Fabrikası</span> İstanbul Yıldız Parkı bahçesinde yerleşik müze-fabrika

Yıldız Çini ve Porselen Fabrikası, İstanbul Yıldız Parkı bahçesinde yerleşik müze-fabrika. 1892-1894 yıllarında Osmanlı Sarayı çini gereksinimlerini karşılamak ve gerileyen çini sanatını geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Türkiye'nin bu alanda üretime devam eden en eski tesisi olan fabrika, günümüzde Türkiye Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak çalışan Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı'na bağlıdır.

Celâlî isyanları, 16. ve 17. yüzyıllarda, Osmanlı yönetimindeki Anadolu'da Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan ve Sultan I.Ahmet dönemine kadar devam eden zaman zarfında devlete karşı ekonomik, sosyal, askerî ve siyasi nedenlerle çıkarılan ayaklanmalara verilen addır.

<span class="mw-page-title-main">Bâb-ı Âli</span> Osmanlı Devletinde sadrazam sarayı

Bâb-ı Âlî ya da basitleştirilmiş şekli ile Bâbıâlî, Osmanlı Devleti döneminde sadrâzam sarayına verilen isimdir. Onsekizinci yüzyıl sonlarına yakın bir zamana kadar Paşa sarayı, Paşa kapısı, Bâb-ı Âsafî gibi adlarla da anılan sadrazam sarayına I. Abdülhamid zamanından itibaren Bâb-ı Âlî denilmeye başlanmıştır. Günümüzde İstanbul Valiliği valilik konağı olarak kullanılmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Jön Türkler</span> Osmanlı İmparatorluğunda siyasal reform hareketi

Jön Türkler veya Genç Türkler, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ortaya çıkan meşrutiyetçi ve II. Abdülhamid Dönemi'nde muhalif olan "genç ve aydın" kuşağa verilen isimdir.

<span class="mw-page-title-main">Humbaracı Ocağı</span> Osmanlı ordusunda bir tür patlayıcı olan humbaranın üretiminden sorumlu askeri birlik

Humbaracı Ocağı, Osmanlı Devleti'nin askeri teşkilatı'nda humbara imal eden ve bunu kullanan sınıfın bağlı olduğu ocak. Kumbaracı ocağı da denilmektedir. Dünyanın ilk havan topu sınıfıdır.

<span class="mw-page-title-main">Dilencilik</span>

Dilencilik, yardıma muhtaç olduğu gerekçesiyle başka insanlardan para, yiyecek vb. şeyler isteme. Geçimini bu şekilde sağlayan kişiye dilenci denir. Dilencilere, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde daha çok rastlanır. Dilencilik dünyanın en eski mesleklerinden biridir.

<span class="mw-page-title-main">Yusuf Akçura</span> Türk tarihçi ve milletvekili

Yusuf Akçura veya Kazanlı Yusuf Akçura, , Türk yazar ve siyasetçi. Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerindendir. Tatar Türkü'dür.

<span class="mw-page-title-main">Osmanlı İmparatorluğu gerileme dönemi</span> Osmanlı İmparatorluğunun reform dönemi

Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması'ndan (1699) başlayarak, Yaş Antlaşmasına kadar (1792) geçen süreye denir.

<span class="mw-page-title-main">Fizan</span> Libyada bölge

Fizân, Libya'yı oluşturan üç eski bölgeden biridir. Diğer ikisi Trablusgarp Bölgesi ve Sirenayka'dır. Merkezi Sebha'dır. Bugünkü Libya'nın güneybatısında bulunur.

<span class="mw-page-title-main">Avlonyalı Ferid Paşa</span> 207. Osmanlı sadrazamı

Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa, Arnavut asıllı Osmanlı devlet adamı.

<span class="mw-page-title-main">Damat Mahmud Celâleddin Paşa (1853-1903)</span> Osmanlı devlet adamı, şair, yazar

Damad Mahmud Celâleddin Paşa veya Mahmut Celaleddin Âsaf, Osmanlı devlet adamı, şair ve yazardır.

<span class="mw-page-title-main">Osmanlı İmparatorluğu</span> Güneydoğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrikada hüküm sürmüş eski bir imparatorluk (1299–1922)

Osmanlı İmparatorluğu ya da Osmanlı Devleti, resmî olarak Devlet-i Aliyye ve yine resmî olarak antlaşmalarda ve uluslararası kullanımlarda Türkiye, Batı kroniklerindeki kullanımlarda ise Türk İmparatorluğu, 1299 yılında Oğuz Türklerinden Osman Gazi'nin kurduğu Osmanoğlu Hanedanı'nın hükümdarlığında Orta Çağ'dan Yakın Çağ'a kadar varlığını sürdürmüş bir imparatorluktur.

<span class="mw-page-title-main">Osmanlı toplumu</span> Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşamış halkların sosyal yapısı

Osmanlı toplumu, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşamış halkların bütününü ifade eder. Toplum, Müslüman ve Müslüman olmayan (gayrimüslim) milletlerden oluşuyordu. Gayrimüslimler, "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tâbi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken, farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkânı da vardı. Toplumu "yönetenler" ve "yönetilenler" olarak, art zamanlı şekilde, iki sınıfa ayırmak mümkündür. Sınıflar arası geçiş yasak değildir, ancak sınırlı tutulmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Osmanlı İmparatorluğu dağılma dönemi</span>

Osmanlı İmparatorluğu dağılma dönemi, Rus İmparatorluğu ile Yaş Antlaşması'nın imzalandığı 1792 yılından, saltanatın kaldırılarak devletin lağvedildiği 1922 yılına kadar sürer. Bu dönemde devlet en büyük toprak kayıplarını yaşamış ve Kurtuluş Savaşı sayesinde yalnızca Anadolu kurtarılabilmiştir.

Osmanlı döneminde İstanbul

<span class="mw-page-title-main">Mehmed Zeki Paşa</span>

Mehmed Zeki Paşa Osmanlı askeri.