İçeriğe atla

Ockhamlı William

Ockhamlı William
Tam adıOckhamlı William
Doğumu1287
Ockham, İngiltere Krallığı
Ölümü1347
Münih, Kutsal Roma İmparatorluğu
ÇağıOrta Çağ felsefesi
BölgesiBatı felsefesi
OkuluSkolastizm
İlgi alanlarıMetafizik, Epistemoloji, Teoloji, Mantık, Ontoloji, Politika
Önemli fikirleriOccam'ın Usturası, Nominalizm
Etkilendikleri

Ockhamlı William (Occam, Hockham ve birkaç değişik şekilde bilinir), yaklaşık 1287 ve 1347 yılları arasında yaşamış İngiliz Fransiskan rahibi ve skolastik filozof.

Politik anlaşmazlıkların ve entelektüelliğin merkezi olan on dördüncü yüzyılın; Thomas Aquinas, Duns Scotus ve İslam filozoflarından İbn-i Rüşd ile birlikte, önemli figürlerden biri olduğu düşünülüyor. Genel olarak ismini verdiği Ockham'ın Usturası isimli metodolojik prensiple anılmasına rağmen, mantık, fizik ve teoloji alanında önemli çalışmalar üretmiştir. İngiltere Kilisesi'nde 10 Nisan günü Ochkam'ı anma günüdür.

Ona göre bilgi her şeyden önce ruhun bir niteliğidir. Bir anlamda bilgi hakikat olan herhangi bir şeye ilişkin bilmeyken, başka bir anlamda bilgi apaçık bilme anlamına gelir. Her bilgi, önerme veya önermelerle dile getirilir. Önermeler, Ockhamlı William' m üzerinde çok durduğu terimlerden oluşur. Terimlerden oluşmuş önermelerle akıl yürütürüz.

Tanrı ve ahlakla ilgili görüşlerine nominalizmin oldukça önemli etkileri olmuştur. Ona göre Tanrı özgürdür, kadir-i mutlaktır. Dolayısıyla da yaratımı şekillendirecek değişmez, sabit özlerin bulunmadığı bu evrende Tanrı istediği her şeyi yapabilir. Bu sistemde ahlaki ilkelerin standardı Tanrı'dır. Tanrı'nın emriyle uyumlu olan eylemler erdemli olurken, aksi durumdakiler ise erdemsiz olmaktadır. Tanrı, istediği takdirde gayri ahlaki bir eylemi ahlaki kılabilmektedir.[1]

Yaşamı

İngiltere'nin Surrey Kontluğu'nda Ockham isimli küçük bir köyde doğan William, küçük yaşta Fransisken mezhebine katıldı. Oxford Üniversitesi'nde 1309'dan 1321'e kadar teoloji eğitimi almıştır. Fakat mezuniyet için gerekli olan master derecesine ulaşamadığı düşünülmektedir. Bu nedenle William'a sonradan ‘Saygıdeğer inisiyatör’ veya ‘Saygıdeğer acemi’ (Yenilmez, fethedilmez doktor olarak bilinmesine rağmen) lakapları takılmıştır.

Zaman içinde hem Fransiskenlerden hem de filozof Roscelinus'dan etkilenen Ockhamlı William, kısa süre sonra Papalık ile tartışma yaşamaya başladı. Zira Fransiskenler, İsa ve havarilerinin hiçbir şekilde mülk edinmediğini ve yoksul yaşayıp öldüklerini söylüyor, buradan hareketle Katolik Kilisesi'nin mülk edinmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Öte yandan William, Katolik Kilisesi'ndeki realizm anlayışına zıt olarak Roscelinus'un adcılık fikri üzerine çalışmalar yapıyordu. Öyle ki William, bu doğrultuda Ockham'ın Usturası fikrini üretmiştir. Bu temelle şekillenen fikirleri ile William, dünyevî bilgi ile imanî bilgi arasına sert bir çizgi çekmiş, teoloji ile felsefeyi birbirinden ayırmıştır.

Bu görüşlerinden ötürü dinden çıkma şüphesiyle hakkında soruşturma açılan Ockham'lı William, 1324 yılında Avignon'da Papa'nın başkanlığında bir mahkemeye çıkartıldı. Yargılama sonunda mahkûm edilmemesine karşın William'ın kentten çıkışı yasaklandı. Bunun üzerine William, kentteki bir Fransisken manastırına yerleşti.

Birçok filozof Ockham'ın sapkınlık düşüncesiyle çağrıldığına inanmaktaydı. Bu düşünceye karşı olarak son zamanlarda George Knysh tarafından başlangıçta Fransiskan Kilisesi'ne felsefe profesörü olarak atandığı fakat disiplin sorunları nedeniyle 1327'ye kadar görevine başlayamadığı iddia edilmektedir. Bir papazlar komisyonu, William'ın Commentary on the Sentences adlı yazısının tekrar incelenmesini istediğinde Ockham kendisini başka bir tartışmanın içinde buldu.

Üç yıl sonra Fransiskenlerin başkanı Michele de Cesena ile tanışan William, Papa XXII. Ioannes'e karşı Michele'in safını tuttu. Aynı dönemde XXII. Ioannes ile tartışma yaşayan Kutsal Roma İmparatoru Kutsal Roma Cermen İmparatoru IV. Ludwig, Fransiskenleri desteklemişti. Bu durumu fırsat bilen William, 1328'de Michele ile birlikte Avignon'dan kaçıp İtalya'da bulunan IV. Ludwig'e sığındı. İmparatora “Sen beni kılıçla koru, ben de seni kalemimle koruyayım” dediği söylenen Ockhamlı William, Papa XXII. Ioannes'i dinden çıkmakla suçlayan yazılar yazdı. Bu yazıları nedeniyle Papa tarafından aforoz edilen William, 1330 yılında IV. Ludwig'in ülkesine dönmesiyle birlikte Münih'e gitti.[2]

Ockhamlı William, 1348 yılında tüm Avrupa'yı saran Büyük Veba Salgını sırasında vebaya yakalanarak kentteki bir manastırda öldü.

Düşünceleri

Politika

William, günümüzdeki Batı siyasal sistemlerinin temelini oluşturan ilkelerden biri olan ‘sınırlı iktidar’ anlayışını Hristiyanlık doktrini üzerinden geliştirmiştir.

Dünyevî iktidarın sınırları

Ona göre monarşi iyi bir rejimdir ancak bunun bir şartı vardırː Kral, kendi çıkarı için değil, yönettiği halkın ortak iyiliği için çabalamalıdır. Bu nedenle siyasal iktidar mutlak değildir, sınırlıdır. Öte yandan kralların otoritesi Tanrı'dan kaynaklanır ancak bu otorite de sınırsız değildir. Eğer kral yozlaşırsa, Tanrı'dan kaynaklanan otorite sona ermiş olur ve kralın meşruiyeti kalmaz.

William, bir yanda halk ve devlet yöneticisi arasında, diğer yanda ise devlet yöneticisi ile daha üst yöneticiler arasında karmaşık bir meşruiyet ilişkisi kurmuştur. Buna göre devleti yöneten monark, halkının çıkarları için uğraştığı sürece mutlak surette meşrudur ve kendisine itaat edilmesi gerekir. Ancak bu monark, ortak çıkarlar yerine kendi çıkarını sağlamaya başlarsa yönettiği halkın bu yozlaşmış yöneticiyi devirme hakkı doğacaktır. Örneğin yerel bir derebeyi yozlaşırsa, halkın onu devirme hakkı ortaya çıkar. Ancak halk bu hakkını kullanamıyorsa, kral derebeyini öldürmelidir. Aynı şekilde bir kral yozlaştıysa, daha da üst bir makamın (Papalık veya Halifelik benzeri dinî bir otorite, uluslararası güç vb.) o kralı devirme hakkı doğar.

Ruhanî iktidarın sınırları

Ockhamlı William, sadece siyasal iktidarı sınırlandırmamış, Papalık'ın otoritesinin de ciddi biçimde daraltılması gerektiğini savunmuştur.

William'a göre Papalık'ın başkalarının –özellikle de kralların– hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırma veya kısıtlama hakkı olamaz. Zira bu hak ve özgürlükler dünyevî hayata ait olgulardır. Papa ise yalnızca ruhanî dünya ile ilgili konularda yetki sahibidir. Bu sebeple Papalık'ın krallar üzerinde din dışı konularda hiçbir yetkisi olamaz.

William, Papalık'ın dünyevi-siyasi yetkisini ortadan kaldırmakla yetinmez, onun ruhanî otoritesini de kısıtlar. Ona göre Papalar ruhanî alanda da mutlak değildir, yanılgıya düşebilir, yozlaşabilir.

Bu sebeple William, Papaları denetim altına sokmak için bir tür meclis kurulmasını önermişti. Buna göre dünyanın her yöresinden gelen çeşitli din adamlarının oluşturacağı bir meclis, Kitab-ı Mukaddes'e dayanarak akıl yürütecek ve Papaları denetleyecekti. Böylece Papalık mutlak bir makam olmayacak, tüm Hristiyanların temsil edildiği bir meclisçe denetim altında olacaktı.

William, yozlaşan bir krala papaların da müdahale edebileceğini, aynı zamanda dinden çıkan (heretic) veya sapkınlığa kayan bir papaya karşı da kralların müdahale edebileceğini söyler.[3]

Mantık

Mantık alanında, daha sonra De Morgan yasaları olarak adlandırılan formülleri kelimelerle ifade etti.[4] Üç doğruluk değeri içeren üçlü mantık sistemini geliştirdi. Üçlü mantık kavramı 19. ve 20. yüzyıllarda matematiksel mantık alanında tekrar önem kazanmıştır. Anlam bilimine yaptığı katkılar hala mantıkçılar tarafından kullanılmaktadır.[5][6] Ockham'ın Aristocu kıyasın boş terimlerini etkili bir şekilde kullanan ilk mantıkçı olması muhtemeldir. Ockham'a göre bir argümanın geçerli olması ancak ve ancak öncül analizi geçerliyse mümkündür.[7]

Etkili düşünme

Doğa felsefesi

Ockham'da doğa felsefesi madde ve formdan oluşmuş duyulur tözlere ilişkin önermeleri ele alır. Ona göre bunun ne anlama geldiğini anlamak için, ilkin bilginin önermelerden oluştuğunu, önermelerin de bir bilim aracılığıyla bilindiğini bilmek gerekir. Doğa bilimi, şeylerde ortak olan zihinsel içerikler hakkındadır ve bunlarla kavramlar, öncelikle önermelerde şeylerin yerine geçer. Yani, bilgi, sadece tekil şeyler hakkında değil, tümeller hakkındadır da; tümeller önermelerde tekil şeylerin yerine geçer[8] Örneğin, "tüm duyulur substanslar madde ve formdan oluşmuştur" önermesini ele aldığımızda, özne ya zihin dışı bir şey ya bir zihinsel içerik ya da bir sözcüktür. Yani, özne tekildir.[9]

Epistemoloji

Ockhamlı William'a göre bilgi ruhtadır; bilgi ruhun çeşitli nitelikleri ile formlarının bir toplamıdır.[10] Burada sadece insan bilgisi hakkında konuştuğunu söyler, bunu da şu şekilde gösterir: Birinci olarak, bilgi, bir alışkanlık (habitus) olarak bir niteliktir, tıpkı bilgi edimi gibi. Yani, bilgi de bilgi edimi de birer niteliktir, bu nedenle, bilgi alışkanlık olarak bir niteliktir. Ona göre büyük öncül olan bilginin alışkanlık olarak bir nitelik olduğu kabulü açıktır, burada açık olmayan küçük öncüldür, bu nedenle, Ockhamlı William küçük öncül olan bilgi ediminin alışkanlık olarak bir nitelik olduğu kabulünü kanıtlamaya girişir: Birbirleriyle çelişen ifadelerden birşeyin doğruluğu hakkında bilgi edinmek imkansızdır. Bunun yanında, ruh daha önce hiç düşünmediği birşeyi düşünebilir. Böylece ruh daha önce sahip olmadığı birşeye sahip olur; bu şey ya bir düşünme edimidir ya da irade türünden birşeydir. Düşünme edimi ve irade birer nitelik olduklarından, bilgi alışkanlığı da bu tür bir niteliktir veya bu tür niteliklerin bir toplamıdır. Bu şekilde düşünen biri, daha önce sahip olmadığı birşeye sahiptir artık. Bu şey sadece bir alışkanlık olabilir. Bu nedenle alışkanlık, ruhun bir konusu olarak, ruhtadır. Bir nitelik ruhta, yalnızca ruhun bir konusu olara!' bulunabildiğinden, alışkanlık bir niteliktir. Yani, bilgi alışkanlığı ruhta bulunan bir niteliktir.[11]

İkinci olarak, bilgi teriminin birbirinden farklı pek çok anlamı vardır ve bunlardan biri diğerinin altına sokulamaz.[11] Şöyle ki, birinci anlamıyla bilgi, doğru olan birşeyi kesin olarak kavrayıştır. Bu anlamda bazı hakikatler güvenle bilinir. Örneğin, Roma'yı hiç görmemiş ol sak da, Roma'nın büyük bir kent olduğunu bildiğimizi söylediğimizde ya da şu kişinin babam, diğerinin de annem olduğunu bildiğimi söylediğimde, açıkça bilme sözkonusu değildir, ama bu tür şeylerde herhangi bir şüphe duymadan taraf oluruz; bize bunları bildiğimiz söylenir.[11] İkinci anlamıyla bilgi, "apaçık bilme" anlamındadır. Bu durumda sözkonusu olan başkalarının söylediklerini bilme değil, bilenin kendi etkinliğiyle birşeyi bilmesidir. Ockhamh William'ın verdiği ömeğe göre sözkonusu olan, birinin kimse ona duvarın beyaz olduğunu söylemese de, o kişinin duvarın beyazlığını görerek bilmesidir.[12]

Üçüncü anlamıyla bilgi, zorunlu bazı hakikatlerin apaçık bilgisidir. Bu durumda bilme nesneleri, ilk ilkeler ve bunlardan çıkarılan sonuçlar anlamında olanaklı olgulardır.

Dördüncü anlamıyla bilgi, zorunlu öncüllerin apaçık bilgisi ve akıl yürütmenin yol açtığı zorunlu bazı hakikatlerin apaçık bilgisidir.

Bir başka ayrıma göre bilgi, bazen sonucu apaçık bilme, bazen de bir bütün olarak tanıtlamayı apaçık bilme anlamına gelir.[12] Ve diğer bir ayrıma göre ise bilgi, bazen sayısal olarak tek bir alışkanlık diye ele alınır; bu anlamda birbirinden ayrı pek çok alışkanlık sözkonusu değildir. Bazen de bilgi pek çok alışkanlığın toplamı olarak ele alınır. Bu haliyle bilgi, bilim anlamındadır. Bu anlamda bir bilim bütünün parçalarını, ilk ilkelerini, sonuçlarını; terimleri, yanlışları reddetmeyi içerir. Bu nedenle metafizik ve doğa felsefesi birer bilimdir.[12] Ne metafizik ne doğa felsefesi ne de matematik sayısal olarak tektir, bunlar bilginin parçalarıdır. Buna karşılık bu beyazlık, bu ısı, bu adam, bu eşek sayısal olarak tektir diye kabul edilir.[13]

Bir şey hakkında bilinen şeye, bilginin öznesi denir. Bilim kolektif olarak tektir, bunun yanında bilimsel olarak bilinen farklı şeyler hakkında pek çok şey vardır, bu nedenle, bir bilimin sadece tek bir öznesi yoktur.[14] Ona göre bu kavramın iki ayrı anlamı vardır: Birinci olarak, bilginin içinde olduğu şeyanlamındadır. Örnekse, beyazlığın öznesi yüzey veya cisimdir, ateş, ısının öznesidir. Burada, bilginin öznesi, zihnin kendisidir, çünkü bu tür bir bilgi zihnin bir ilineğidir. İkinci olarak, 'bilginin öznesi', bilinen şeydir. Bu anlamda bilginin öznesi, sonucun öznesiyle aynı şeydir. Ama, birbirinden farklı öznelerle sonuçlar sözkonusuysa, sonuçların toplamı olan bilimin her bir kısmının farklı özneleri olacaktır. Ockhamlı William, bilginin öznesiyle nesnesi arasında fark olduğunu söyler. Bilginin nesnesi, bütün önermeyken, bilginin öznesi bu önermenin sadece bir parçasıdır. Örneğin, "insan koşar" önermesinde, bilginin nesnesi tüm önermeyken, bilginin öznesi sadece 'insan' terimidir.[15] Dolayısıyla, "Mantığın öznesi nedir?, Doğa felsefesinin öznesi nedir? veya Metafiziğin, Matematiğin, Etiğin öznesi nedir?" gibi sorular anlamsızdır. Bu tür sorular mantığın veya doğa felsefesinin belli bir öznesi olduğunu varsayarlar. Ama bu yanlıştır; bilimin tek bir öznesi yoktur, bilimin değişik parçalarının değişik özneleri vardır. "Doğa felsefesinin öznesi nedir?" diye sormak, "Bu dünyanın kralı kimdir?" sorusunu sormak kadar anlamsızdır. Çünkü, tüm dünyanın kralı olacak kimse yoktur; tek bir kişi sadece tek bir krallığın kralı olabilir, tıpkı bir bilimin farklı kısımlarının farklı özneleri olması gibi. Bilimler içinde bazı öznelerin diğerlerine göre bir önceliği vardır. Örneğin, metafizik için yüklem açısından 'varlık' öznesi öncelikliyken, mükemmellik (perfection) açısından önceliği olan özne 'insan' veya 'kutsal cisim' dir.[16]

Terimler

Her yargıda bulunma edimi, terimleri yalın bir şekilde bilmeyi varsayar, yani önermeyi kavramış olmayı varsayar. Çünkü, terimleri yalın biçimde bilmek, önermeyi kavramış olmak demektir. Ockhamlı William'a göre, terimlerin neliğini, önermelerin ve akıl yürütmelerin yapısını ortaya koymak oldukça önemlidir. Çünkü akıl yürütmeler önermelerden, önermeler de terimlerden oluşmaktadır. Öyleyse, terimlerin ne olduğunu kavramaya çalışmakla işe başlamak gerekmektedir.

Ockhamlı William terimleri, yazılı, sözlü ve kavramsal olarak üçe ayırır. Yazılı terim maddesel herhangi bir şey hakkında kaydedilen bir önermenin bir bölümüdür ve insan gözüyle görülebilme özelliği vardır. Dilsel terim (ses), yüksek sesle ifade edilen bir önermenin bir bölümüdür ve insan kulağıyla işitilebilme özelliği vardır. Kavramsal terim ise, doğal olarak herhangi birşeyi gösteren veya belirten ruh izlenimidir; bu, zihinsel bir önermenin parçası olarak herhangi bir nesneyi doğal olarak imler, neyi gösteriyorsa, onun doğal olarak yerine geçer.

Birinci anlamda bir yüklemli önermede bağ fiil ya da önerme öğesi olabilen veya bir önerme öğesinin ya da fiilin belirleyicisi olan her şeye terim denir. Bu anlamıyla terim bir önermenin parçası olabiliyorsa, bir önerme de bir terim olabilir. Nitekim şu önerme doğrudur: " 'İnsan bir canlıdır' doğru bir önermedir"; bu önermede 'insan canlıdır' özne, 'önerme doğrudur' ise yüklemdir.

İkinci anlamda "terim" adı her tam önerme karşısında olan şey olarak ayrılır. Bu anlamda her yalın deyişe terim denir.

Üçüncü ve daha dar anlamda 'terim', imleme işlevine göre, önermenin öznesi ya da yüklemi olabilen şey anlamına gelmek üzere kullanılır. "Terim"in bu üçüncü anlamında yalnızca bir yalın deyiş terim olmakla kalmaz, aynı zamanda iki yalın deyişten oluşmuş bir deyiş bile bir terim olabilir. Bu nedenle, bir sıfat ve bir adın birleşmesi, hatta bir sıfat fiilin ve bir zarfın ya da bu yollardan biriyle oluşmuş bileşik bir deyiş, bir önermenin öznesi ya da yüklemi olabildiğinden, bir edatla nesnenin birleşmesi bu anlamda doğru olarak bir terim oluşturabilir. "Her ak insan bir insandır" önermesinin öznesi, ne 'insan' ne de 'ak'tır, onun yerine ikisinin birleşmesinden oluşan 'ak insan' özne olur. Aynı durum "Hızlı koşan kişi bir insandır" önermesi için de söz konusudur: ne 'koşan biri' ne de 'hızlı' özne olamaz, 'hızlı koşan biri' bileşik deyişi özne görevini yapar.

Deyim bu anlamda kullanılınca, fiillere, bağlaçlara, belirteçlere, edatlara ve ünlemlere terim demek yanlıştır. Hatta bu anlamda, birçok ad terim değildir. Burada söz konusu edilen sinkategorematik adlardır. Maddesel ya da yalın olarak anlamlandığında onlar bir önerınenin öğeleri olabilseler de, anlam bakımından ele alındıklarında önerınenin öğeleri olamazlar. Bu nedenle '''okuyor' bir fiildir" önerınesi, ancak buradaki 'okuyor' sözcüğü kendi başına, maddesel anlamda kullanılıyorsa tutarlı ve doğrudur. Şu önermeler için de durum aynıdır: '''Her' bir addır", " 'Eskiden' bir belirteçtir", " 'Eğer' bir bağlaçtır", " '-den, -dan' bir edattır".

Kavramsal terimde, bu önermenin gösterdiği şey hakkında bir varsayım, bir tahmin söz konusudur. Ockhamlı William bu söylediğini Augustinus'un söyledikleriyle kanıtlar: Kavramsal terimler ve onlarla kurulmuş önermeler, De Trinitate'in 15. bölümünde yer aldığı gibi Augustinus'a göre, hiçbir dile ait olmayan zihin sözcükleridir.[17] Çünkü, sözcükler onlara bağlı imler olarak dışarı taşınsalar bile, onlar sadece zihinde (intellectus'ta) kalırlar, dışarı taşınamazlar.[18]

Çalışmaları

Quaestiones in quattuor libros sententiarum, Lyons, 1495.

Onun felsefi ve teolojik çalışmalarının standart baskısı 1867-88 yılları arasındaki Ockham'lı William'dır. (Opera philosophica et theologica. Gedeon Gál, et al., eds. 17 vols. St. Bonaventure, N. Y.: The Franciscan Institute) Politik çalışmaları ise 1940-97 yılları arasında yayımlanmıştır (H. S. Offler, et al., eds. 4 vols. Manchester: Manchester University Press [vols. 1-3]; Oxford: Oxford University Press [vol. 4].)

Felsefi yazıları

  • Summa logicae (c. 1323), Paris 1448, Bologna 1498, Venice 1508, Oxford 1675.
  • Quaestiones in octo libros physicorum (before 1327), Rome 1637.
  • Summulae in octo libros physicorum (before 1327), Venice 1506.
  • Quodlibeta septem (before 1327), Paris 1487.
  • Expositio aurea super artem veterem Aristotelis, 1323.
  • Major summa logices, Venice 1521.
  • Quaestiones in quattuor libros sententiarum, Lyons, 1495.
  • Centilogium theologicum, Lyons 1495.

Teolojik yazıları

  • Questiones earumque decisiones, Lyons 1483.
  • Quodlibeta septem, Paris 1487, Strasbourg 1491.
  • Centilogium, Lyons 1494.
  • De sacramento altaris and De corpore christi, Strasbourg 1491, Venice 1516.
  • Tractatus de sacramento allans.

Politik yazıları

  • Opus nonaginta dierum (1332), Leuven 1481, Lyons 1495.
  • Dialogus* (begun in 1332) Paris 1476. Lyons 1495.
  • Super potestate summi pontificis octo quaestionum decisiones (1344).
  • Tractatus de dogmatibus Johannis XXII papae (1333–34).
  • Epistola ad fratres minores (1334).
  • De jurisdictione imperatoris in causis matrimonialibus, Heidelberg 1598.
  • Breviloquium de potestate tyrannica (1346).
  • De imperatorum et pontifcum potestate [also known as 'Defensorium'] (1348).

Ayrıca bakınız

  • Ockham'ın Usturası
  • Tümeller Tartışması

Kaynakça

  1. ^ "Metin A. (2021). "Ockhamlı William'ın Nominalizmi ve Ahlak Anlayışına Yansımaları: Tanrı'dan Nefret Edebilir Miyiz?". Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi". 30 Ocak 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Mayıs 2024. 
  2. ^ AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali (2014). Sokrates'ten Jakobenlere Batı'da Siyasal Düşünceler (5. bas.). İstanbul: İletişim Yayınları. s. 276. ISBN 9789750509414. 
  3. ^ AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali (2014). Sokrates'ten Jakobenlere Batı'da Siyasal Düşünceler (5. bas.). İstanbul: İletişim Yayınları. s. 278. ISBN 9789750509414. 
  4. ^ P. Boehner (1990). S. Brown (Ed.). Philosophical Writings: A Selection. Indianapolis. s. 80. 
  5. ^ Graham Priest; Read, S. (1977). "The Formalization of Ockham's Theory of Supposition". Mind. LXXXVI (341). ss. 109-113. 
  6. ^ John Corcoran and John Swiniarski. 1978. Logical Structures of Ockham's Theory of Supposition, Franciscan Studies 38, 161–83.
  7. ^ John Corcoran. 1981. "Ockham's Syllogistic Semantics", Journal of Symbolic Logic, 46 (1981) 197–198.
  8. ^ William:1990, 11
  9. ^ William:1990, 12
  10. ^ William of Ockham. 1990 Philosophical Writings. Philotheus Boehner. D. F. M. Cambridge: Hackett Publishing Company, s.3
  11. ^ a b c William:1990, 4
  12. ^ a b c William: 1990, 5
  13. ^ William: 1990, 6
  14. ^ William: 1990, 8
  15. ^ William: 1990, 9
  16. ^ William: 1990, 10
  17. ^ Augustinus. 1980. De Trinity ( Basic Writings of Augustinus'un içinde). (Çev.) Whitney J. Oates. Grand Rapids. Mich: Baker Book House, s.310-311
  18. ^ Augustinus. 1980. De Trinity ( Basic Writings of Augustinus'un içinde). (Çev.) Whitney J. Oates. Grand Rapids. Mich: Baker Book House, s.311

İlgili Araştırma Makaleleri

Din, nadiren de olsa ilmet, genellikle doğaüstü, transandantal ve cansal unsurlarla ilişkilendirilmiş, çeşitli ayinler ve uygulamaları içeren, ahlak, dünya görüşleri, kutsal metinler ve yerler, kehanetler, etik kuruluşlarından oluşan bir sosyo-kültürel sistemdir.

<span class="mw-page-title-main">Bilinç</span> Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci. Düşünen öznenin kendisini anlama ve bilme durumu.

Bilinç, genel olarak, insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir. Zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümüdür.

  1. Kişinin kendisine, yaşantılarına, çevresine, öteki kişilere, bir bütün olarak içinde yaşadığı dünyaya ilişkin farkındalığı, yaşanan deneyimlerden kendiliğinden doğan kendinin farkında olma görüngüsü;
  2. Öznenin duygularına, algılarına, bilgilerine ve kavrayışlarına bağlı olarak kendini anlama, tanıma ya da bilme yetisi;
  3. Bilme edimi ile bilinen içerik arasındaki ilişkiyi her ikisini de içerecek biçimde bir üst düzeyde kurabilme becerisi;
  4. Acı çekme, isteme, bekleme, düş kırıklığına uğrama, korkma gibi belli bir nesnesi bulunan bütün “geçişli” yaşama edimlerini olanaklı kılan ana ilke;
  5. Düşünen öznenin kendisine dönerek, kendisini kendi düşünceleri ile kavraması, kendisine bir başkası olarak dışarıdan bakabilmesi durumu;
  6. “İçebakış” yoluyla zihnin kendi deneyimlerinin gerçekliğini kavrama edimi;
  7. Zihinsel yaşamın geçmiş duyumları, algıları, bilgileri bellekte tutma yeteneği;
  8. Kişinin kendi içinde yaşadıklarına ya da dışarıda olup bitenlere yönelik incelmiş sezgisi, bütün yaşadıklarına ilişkin genel görüşü;
  9. Üzüntü, sevinç, hüzün gibi tek tek yaşantı durumlarına ilişkin kendilik izlenimleri, şeylerin kişiye nasıl göründüğüne yönelik görüngübilimsel yaşantılar bütünü.

Tümeller tartışması, Orta Çağ felsefesine hakim olmuş bir metafizik tartışmasıdır. Nesnelerin sahip oldukları renk ve şekil gibi özgülükler, bu nesnelerden bağımsız birer varlık mıdır? Eğer varlıksalar, bu varlıkların tabiatı nedir?

<span class="mw-page-title-main">Baruch Spinoza</span> Hollandalı filozof

Baruch Spinoza, Yahudi kökenli Hollandalı filozof. Aydınlanmanın erken dönem düşünürlerinden olan Spinoza, evren ve insan hakkında modern fikirler ileri sürerek öncü ahit eleştirileri yapmış ve zamanla 17. yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Descartes'ın fikirlerinden etkilenen Spinoza, Hollanda Altın Çağının önde gelen filozofu olmuştur.

<i>Saf Aklın Eleştirisi</i> Immanuel Kantın 1781de basılan kitabı

Saf Aklın Eleştirisi ya da Arı Usun Eleştirisi Immanuel Kant'ın 1781'de basılan ve en önemli eserleri arasında kabul edilen kitabıdır. Temel olarak Hume'un, olayların arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğu önermesinin kanıtlanamaz olduğu fikrinden yola çıkarak saf aklın mümkün olamayacağına dair ürettiği skeptik bakışına çözüm getirmeye çalışır. "İlk Eleştiri" olarak da anılan bu eseri, Pratik Aklın Eleştirisi (1788) ve Yargı Gücünün Eleştirisi (1790) eserleri takip etmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Augustinus</span> Filozof, yazar ve doktor

Augustinus ya da Aurelius Augustinus, Aziz Augustinus ya da Hippo'lu Augustinus olarak da bilinen Hristiyan filozof ve tanrıbilimci.

Aşkınlık, görülen, bilinen, yaşanılan, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek ya da deyim yerindeyse üstüne çıkarak bir çeşit aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılmış sanat-edebiyat eserlerini nitelemek için kullanılan bir terimdir.

Maddecilik, özdekçilik veya materyalizm, her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori olan hiçbir metafiziksel kavramı kabul etmeyen felsefe kuramıdır. Bir diğer deyişle madde, var olan tek tözdür. Maddecilik "fiziksel maddenin tek veya esas gerçeklik olduğu" yönündeki kuramdır.

Tanrı'nın varlığıyla ilgili argümanlar filozoflar, teologlar ve diğer düşünürler tarafından öne sürülmüştür. Felsefi terminolojide, Tanrı'nın varlığı problemi, tanrı ontolojisinin bilgi kuramı ile ilgilidir. Bilgi kuramı, epistemoloji, bilgiye olan yaklaşımı, doğru bilgiye nasıl ulaşılacağını inceler. Ontolojiyse, varlık/yokluk konuları üzerindeki argümanlardan oluşur. Yani, tanrı ontolojisinin bilgi kuramı, Tanrı'nın var olup olmadığı konusunda nasıl akıl yürüteceğimiz üzerinedir.

<span class="mw-page-title-main">Sezgi</span> felsefe, mistisizm, ezoterizm ve farklı öğreti sistemlerinde kullanılan terim

Sezgi; felsefe, mistisizm, ezoterizm ve farklı öğreti sistemlerinde farklı anlamlarda kullanılan terim.

<span class="mw-page-title-main">George Berkeley</span> İrlandalı filozof ve Anglikan rahip (1685–1753)

George Berkeley, dünyada yalnızca ruhların ve bu ruhların idelerinin varolduğunu, buna karşılık maddenin varolmadığını öne süren düşünür, hristiyan dini adamı ve Anglikan episkoposudur.

<span class="mw-page-title-main">Orta Çağ felsefesi</span>

Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibarıyla ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. M.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına-16. yüzyıl başlarına, rönesansa kadar olan dönem olarak ele alınır. Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır. Birçok felsefe tarihi kitabında Orta Çağ'da felsefe yok sayılır ya da Orta Çağ'ın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra Orta Çağ'da felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da söz konusudur.

<span class="mw-page-title-main">17. yüzyıl felsefesi</span>

17. yüzyıl felsefesi, Rönesans'ın etkisiyle ortaya çıkan gelişmelere dayanarak, Yeni Çağ düşüncesinin temellerini atmak üzere ortaya çıkan felsefe eğilimidir. Rönesansın ortaya koyduğu düşünsel gelişmeleri ve belirsiz kavram içeriklerini kullanan 17. yüzyıl düşünürleri, felsefi formüllerini tam bir sağlamlık ve kesinlik içinde ortaya koyma arayışı içinde olmuşlar ve ortaya koydukları çalışmalarla sistematik felsefeyi yeni bir derinlikle temellendirmişlerdir. Aydınlanma çağı düşüncesinin ilkeleri ve temel kavramları büyük ölçüde 17. yüzyıl felsefesinde hazırlanmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Skolastik felsefe</span>

Skolastik felsefe/düşünce, Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, Orta Çağ düşüncesinde doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.

Cümle veya tümce; bir ifade, soru, ünlem veya emiri dile getiren; kendi başına anlamlı sözcükler dizisi. Çoğunlukla özne, tümleç ve yüklemden meydana gelir. Bazen yan cümleciklerle anlamı pekiştirilir veya genişletilir.

Adcılık veya nominalizm; kavramların, sözcüklerin, tanımların, tasarımların, hatta konuşulan dillerin yani tümellerin gerçek ya da nesnel hiçbir varlığının veya anlamının bulunmadığını öne süren felsefe anlayışı.

<i>Batı Felsefesi Tarihi</i>

Batı Felsefesi Tarihi, İngiliz filozof, mantıkçı, matematikçi ve tarihçi Bertrand Russell'ın 1945 yılında yazdığı üç ciltlik eseridir.

<span class="mw-page-title-main">Euthyphron ikilemi</span> Platonun yarattığı, ahlakın kökeni üzerine etik problem

Euthyphron ikilemi ya da İlahi buyruk teorisi ilk kez Platon'un Euthyphron ile diyaloğunda ortaya atılmış olan felsefi ve teolojik problem. Kısaca "ahlaki davranışlar tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi tanrı tarafından emredilmiştir" şeklinde bir sorudan ibarettir ve 2400 yıldır din felsefesinin temel sorularından biri olmuştur. İkilem tek tanrılı dinlerdeki teolojik tartışmalarda küçük bir farklılıkla yeniden kurulmuştur. İkilemde ya birinci ya ikinci seçenek tercih edilmek zorunda kalınmış, Hristiyanlıkta Ockham ile Augustinus, İslamiyette de Eş'ariyye ve Mutezile akımları iki farklı ucu desteklemiştir. Din felsefesindeki bu tartışma bugün de canlılığını korumaktadır.

Immanuel Kant; Saf Aklın Eleştirisi'nde analitik ve sentetik yargılar olmak üzere iki ayrı kavram tanımlar. Analitik-Sentetik ayrımının en belirgin özelliği deneyden bağımsız veya deneye bağımlı olmadır. Bunun yanı sıra analitik yargılar daima doğru olan yargılarken, sentetik yargılar doğru ya da yanlış olabilen yargılardır. Analitik yargılar içeriği boş yargılar olmaları dolayısıyla bilgimizi genişletmez ancak sentetik yargılar bilgimizi genişletirler. Kant şu şekilde ifade etmiştir:

<span class="mw-page-title-main">Gallikanizm</span>

Gallikanizm: Fransa’da, Papalık’ın dinsel alanda yetkilerini sınırlandıran, dünyevi iktidarını kabul etmeyen, kralın ve ona bağlı yöneticilerin Papalık buyruklarına uyma yükümlülüğünü ortadan kaldıran, Kilise’nin devlet işlerine karışamayacağını ama kralın gerektiği zaman Kilise’ye müdahale edebileceğini savunan, Fransa’ya özgü dinsel ve siyasal öğretilerin tümüne verilen ad.