İçeriğe atla

Nâsır-ı Hüsrev

Nâsır-ı Hüsrev[a] (d. 1004, Kubadiyan, Belh - ö. (?), Yemgan), İsmailî şair, filozof, seyyah.

Yaşamı ve fikirleri

1004 senesinde Belh şehrinin bugün Tacikistan sınırları içerisinde yer alan Kubâdiyan kasabasında dünyaya geldi. Hayatı hakkında pek çok efsane oluşturulmuş, düzmece otobiyografi olan Risâletü'n-nedâme fî zâdil-kıyâme adlı eser kaleme alınmıştır.[1] Kaleme aldığı Sefernâme'sinde anlattığı 1045-1052 yıllarını kapsayan yedi yıllık dönemi ve diğer eserlerinde yer alan hayatına dair ipuçları dışında hayatı hakkında bilgi yoktur. Yirmili yaşlarında Gazneli Mahmud ve sonrasında oğlu Mesud'un hizmetinde katip olarak görev yaptı. 1040 yılından itibaren Selçuklular'ın hizmetine girerek sarayda içki meclislerinde yer aldığını söyler. Saraydaki içki aleminden gördüğü bir rüya üzerine tiksinerek istifa eder ve Aralık 1045 yılında hacca gitmek üzere yola çıkar.[1] Yaklaşık yedi yıl sürecek olan bu seyahatinde sırasıyla Nişabur, Damgan, Simnan, Kazvin, Şemiran, Tebriz, Hoy, Ahlat, Bitlis, Silvan, Diyarbakır şehirlerini dolaşarak Harran'a gitti. Suriye ve Filistin'i de ziyaret ettikten sonra hacca gitti. Hac dönüşü Fâtımî Devleti'nin başkenti olan Kahire'ye gitti. Kahire'de İsmâilî dâîsi el-Müeyyed eş-Şirazî'nin aracılığıyla İsmailî mezhebine bağlandı.

Ekim 1052 yılında Hicaz, Irak ve İran üzerinden Belh'e dönerek İsmailîği bir dâî olarak yaymaya başladı. Ehl-i Sünnet ulemaya hakaretler ederek doğru yolda olmadıklarını ve hak dinden uzaklaşılmasına, ilmin azalmasına Selçuklular ve Gaznelilerin sebep olduğunu söylemesi üzerine Çağrı Bey tarafından takibata uğratılınca Belh'i terk etti. Taberistan'a giderek faaliyetlerine devam etti ve bu bölgede pek çok kişiyi İsmailî mezhebine kazandırdı. Belh'e geri döndüğünde Sünni ulema tarafından mülhidlikle suçlandı ve evi yakıldı. Bu yüzden Şii veya İsmailî olan Emîr tarafından yönetilen Bedehşan'a kaçarak Yemgan vadisine sığındı. Burada geçmişte yaşadığı güzel günleri yad ederek ve kendisini memleketinden çıkaran mutaassıplardan şikayet ederek duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. Bedehşan'da Yemgan’da öldü. Ölüm tarihi bilinmemektedir.[2]

Küçük bir tepe üzerine inşa edilen türbesi bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Bedehşan'ın Yemgan ilçesinde Hazretiseyyid köyündedir. Köy halkının Nasır'ı Sünni bir mutasavvıf olarak kabul ettiği ve türbenin İsmailîlerce ziyaret edilmesinin engellendiği söylenmektedir.[2]

Nâsır Hüsrev’in savunduğu bâtınî âkideler

Nâsır-ı Hüsrev’in yaydığı ve telkin ettiği bâtınî akideler içerdiği onca te’vilâta rağmen nass’ın zâhir hükümlerinin göz ardı edilmesine kesinlikle karşı çıkması ve şer’in amelî tekliflerini kabul etmesi nedeniyle Bâtıni Suriye Nusayrîler’i ile Elemût Bâtınîliği’nden ayrılmaktadır. Nâsır Hüsrev, yalnız bâtının “tek göz” ve yalnız zâhirin de “tek göz” olduğunu söylemekte ve hakikâti kavrayabilmek için “çift göze” gereksinim olduğunu savunmaktadır. “Zâd-ûl Müsâfirîn” adlı eserinin girişinde bu konudaki görüşlerini anlatmaktadır. Bâtınîliğe kendi şahsi kanaatlerini ekleyerek bir hususiyet kazandırmağa çalışan Nâsır-ı Hüsrev, bilumum Bâtınîlerce esas olan te'vil yolunu daha ziyâde tevsi' ederek o zamana kadar gidilmiş olan yoldan farklılaşan yeni bir çığır açmıştır.

Nâsır Hüsrev’in Hurûfîliği

Doğu Hurûfîliği'nin bir atlama basamağı konumunda bulunan hurûfun anlamları Nâsır'ın öğretilerinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin Kur'an-ı Kerîm hakkında çıkardığı hükümlerle Hurûf-u Mukattaa’nın izahatına yönelik yapmış olduğu te’vil ve tevcihler hususundaki üstün zekâsını ustaca kullanabilme yeteneği Nâsır-ı Hüsrev’i diğer “Âba-i Bâtınî’yye” arasında çok farklı bir üst seviyeye taşımaktadır. Nâsır'a göre “Lâ ilâhe il-l’Allâh” cümlesinin ihtivâ ettiği harfler hıfz'edildikten sonra geriye “İ – L – H” harflerinden ibaret olan üç harf kalır. Bu üç harf din âleminde “Ced–Feth–Hayâl” ifâde eden “Eb’âd-ı Selâse’yi iş’ar” eder. Diğer Hurûfîler tarafından kullanılan çeşitli “taklib” şekilleri ise Nâsır Hüsrev'de gittikçe inceleşmektedir.

Eserleri

  1. Divan: 10.000'in üzerinde beyitten oluşan İsmailîğe dair bilgiler içeren kaside tarzında şiirlerden oluşan bir eseridir. İlk defa 1860 yılında Bombay'da, 1864'te Tebriz'de basılmıştır.
  2. Rüşenâînâme: 1048 yılında kaleme alınan eser İsmailî mezhebinin temel doktrinlerine dair bilgi veren Sis Fas olarak da bilinen tevhid, ruh ve ahlâk gibi çeşitli konular hakkında manzum bir eserdir.[2]
  3. Saadetnâme: Ahlâkî düsturları öğreten 300 beyitlik mesnevi tarzında bir eserdir. Meliha Ülker Tarıkâhya tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
  4. Sefernâme: Seyahatname türünün güzel örneklerinden biri olan eser 11. yüzyıl İslam toplumunun kültürel, medeni özellikleri ve çeşitli bölgeler, şehirler, şahıslar ve olaylar hakkında bilgiler veren bir eserdir. Abdülvehhab Tarzi tarafından Türkçeye çevrilmiştir.[3]
  5. Güşâyiş ü Rehâyiş: Kendisine sorulan otuz soruya verdiği cevaplardan oluşan bir eserdir.
  6. Hânü'l-ihvân: Bâtınîliğin esaslarını felsefî tevillerle anlattığı bir eserdir. Mehmet Kanar tarafından Dostlar Sofrası adıyla Türkçeye çevrilmiştir.[3]
  7. Vech-i Dîn: İsmailî mezhebinin rehberi mahiyetinde olup farklı İslamî düşünce ve uygulamaları hakkındaki tevillerini muhteva eden bir eserdir.[3]
  8. Câmiu'l-Hikmeteyn: Bedehşan Emiri Ebü'l- Meâlî Ali b. Esed'in ricası üzerine Ebü'l-Heysem el-Cürcânî'ye ait kasidenin yorumlanması olup ilâhî ve beşerî hikmet arasında bağ kurmaya çalıştığı bir eserdir.
  9. Zâdü'l-müsâfirîn: Çeşitli metafizik konulardan bahsettiği çeşitli filozofların görüşlerini tartıştığı bir eserdir. Bu eserinde tenâsühü (ruh göçünü) reddeder.[3]

Dış bağlantılar

Notlar

  1. ^ tam adı Ebu Muîn Nâsır b. Hüsrev b. Hâris el-Kubâdiyânî el-Mervezî

Kaynakça

  1. ^ a b TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32, sayfa: 395
  2. ^ a b c TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32, sayfa: 396
  3. ^ a b c d TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32, sayfa: 397


İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Bektaşîlik</span> Sufi/tasavvufî tarikat

Bektâşîlik, adını 13. yüzyıl Anadolu'sunun İslâmlaştırılması sürecinde etkin faaliyet gösteren ve Hoca Ahmed Yesevî'nin öğretilerinin Anadolu'daki uygulayıcısı konumunda olan Hacı Bektaş-ı Veli'den alan, daha sonra ise 14. ilâ 15. yüzyıllarda Azerbaycan ve Anadolu'da yaygınlaşan Hurûfilik akımının etkisiyle ibahilik, teslis (üçleme), tenasüh ve hulul anlayışlarının da bünyesine katılmasıyla 16. yüzyılın başlarında Balım Sultan tarafından kurumsallaştırılan, On İki İmam esasına yönelik sufi/tasavvufî tarikat.

<span class="mw-page-title-main">Mâtürîdî</span>

Mâtürîdî ya da tam adıyla Ebû Mansûr Muhammed bin Muhammed bin Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî,, İslam dininin iki itikadi mezhebinden birisi olan Mâtürîdîlik mezhebinin kurucusu ve Hanefîlik mezhebine bağlı olanların itikad imamı sayılan İslâm alimi.

<span class="mw-page-title-main">Gazneliler</span> Orta Asyada eski bir Türk devleti

Gazneliler, 963-1186 yılları arasında Maveraünnehir, Afganistan, Hindistan'ın kuzeyi ve Horasan'da hüküm sürmüş olan Türk devleti. Gazneliler adlarını başkent edindikleri, hâlen Afganistan sınırları içinde bulunan Gazne şehrinden almıştı. Mahmud-ı Gaznevî'nin Yemînüddevle lakabına atıfla bu hanedana Yemînîler denilmektedir. Ayrıca hanedanın babası Sebük Tigin'e atıfla Sebük Teginîler olarak da anılmaktadır. Gazne Devleti'nden önce bu topraklarda hüküm sürmüş olan Fars asıllı Samanîlerin siyasi ve kültürel etkisinden dolayı Gazneli Türkler, zaman içerisinde Farslaşmışlardır.

İtikâdî mezhepler veya Akide mezhepleri ya da İnanç mezhepleri, İnançla ilgili konular İslam'da başlangıçta bir fıkıh dalı kabul edilen kelâm, daha sonra ilm-i tevhid olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları Fıkıh, amelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Müslümanlar, İslâm Peygamberi Muhammed döneminde akıllarındaki soruları hemen ona sorabiliyorlardı. Ancak peygamberin ölümünden sonra sorularına cevap bulamayınca zamanın büyük İslam alimleri Kur'an'ı akıl ile yorumlamaya koyuldular. Böylelikle de i'tikadi mezhepler oluşmuş oldu. Bu mezhepler farklı coğrafyalara yayıldı ve oralarda benimsendi.

Hurûfilik ya da Hurûf'îyye, adını Arapça hurûf kelimesinden alan, kutsal metinlerde harf ve kelimelerin sayısı, sırası ve diziliminin belirli şifreler barındırdığı iddiasıyla bunlardan kelime, cümle veya cümlecikleri oluşturan harflerin ebced değerlerinden metnin düz anlamı ile ilgili olmayan, telmih, ima, işaret gibi ikincil anlamlar çıkartan ve bu anlamlar üzerinden yeni anlayış ve kavrayışlara yol açan yaklaşımlara verilen addır.

<span class="mw-page-title-main">İsmaililik</span> İslâmın Şiilik koluna bağlı bir mezhep

İsmâilîlik, adını İsmâil b. Ca'fer es-Sâdık'tan alan Şii mezhebi.

<span class="mw-page-title-main">Kaygusuz Abdal</span>

Kaygusuz Abdal asıl adı "Gaybi" olan Alevî-Bektaşî halk ozanı ve Türkmen şairi.

<span class="mw-page-title-main">Ahmed bin Hanbel</span> Hanbelî mezhebinin kurucusu ve imamı olan din bilgini

Ahmed bin Hanbel, Hanbelî Mezhebi'nin öncüsüdür. İmam-ı Şafiî'nin öğrencisidir. "El-Müsned" adındaki hadis kitabında otuz bin hadis vardır. İslam Devleti'nin sınırlarının genişlemesi ve fıkhî konularda çoğalan sorular ve fikir ayrılıklarının artması üzerine bâzı noktalarda Kur'an'ın dışında aklın da kullanımını savunan Mutezilelere karşı çıkmıştır. Abbasî halifeleri Me'mun, Muttasım ve Vâsık'ın kabul ettiği ve baskıyla kabul ettirmeye çalıştıkları Kur'ân'ın mahluk olduğu fikrine karşı gelmiş ve birkaç yıl zindana mahkûm edilmiştir. İnanç konularına dair er-Red Ale’z-zenadıka ve’l-Cehmiyye adlı "Zındık ve Cebriyye yanlılarına karşı anti-tez" anlamına gelen bir eseri vardır. Bir İslâmî akım olan Selefiyye'nin çıkış noktası Hanbelî Mezhebi'ne dayandırılmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Ebü'l-Hasan Eşarî</span>

Ebü'l Hasan Eş'arî, İslam dininin iki itikadi mezhebinden birisi olan Eş'arilik mezhebinin kurucusu ve Şâfiîlik, Mâlikîlik, Hanbelilik mezhebine bağlı olanların itikad imamı sayılan İslâm alimi.

Arslan bin Selçuk, Selçuklu hanedanının atası olan Selçuk Bey'in Mikail Bey'den sonraki büyük oğludur. Türkiye Selçuklu Devleti'ni kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın dedesidir.

<span class="mw-page-title-main">Hacı Bektaş-ı Veli</span> Anadolu ermişi

Hacı Bektâş Velî ; mistik, seyyid, mutasavvıf, âlim ve İslam filozofu. Alevi-Bektâşiliğin fikir ve isim öncülerindendir. Kendisinin yolunu takip edenlere Bektâşi adı verilir.

<span class="mw-page-title-main">Bâtınîlik</span> İslam dininin kutsal kitabı olan Kuranın bâtıni tevillere dayanan ezoterik yorumu

Bâtınîlik ya da Bâtınîyye ; İslamda Kur'an ayetlerinin görünür anlamlarının dışında, daha derinde gerçek anlamları bulunduğu inancı, ayetleri buna göre yorumlayan akıma Bâtınîlik, bu düşünceyi benimseyen kişiye de Bâtınî denir. Şiîlikte bu anlamları ancak Tanrı ile ilişki kurabilen ve Ali'nin soyundan gelen masum On İki İmam'ın bilebileceğine inanılır.

Fâtımîler devrinde Alevîler Hicrî üçüncü asırda Afrika'da devam eden propagandalar neticesinde Fâtımîler'in yayılmaları da daha hızlı ilerlemekteydi. Doğudan batıya doğru durmadan akın eden Alevîler Ehl-i Beyt’in maruz kaldıkları haksızlıkları en feci bir tablo şeklinde tasvir ederek Afrika halkını şiddetli bir Alevîlik yandaşlığıyla Abbâsîler aleyhine teşkilâtlandırıyorlardı. İşte böyle bir ortamda “Ebû Muhammad Ubeyd Allâh el-Mehdi Billah ibn Razî ʿAbd Allâh” Rakkade kentinde hilâfet ilân ederek “Benî Merdar”, Cezâyir merkezli “Benî Rüstem Haricî Hanedânlığı” ve “Benî İdris Alevî Hanedânlığı” hükûmetlerini nihâyete erdirdi. Bu yoğun çalışmalar neticesinde istilâ hudutları da genişleyerek “Delta” kıt’asına kadar dayandı. Sonunda Mısır’ın “Mûiz’ed-Dîn Allâh” tarafından feth edilmesi üzerine Fâtımîler, olanca güçleriyle Abbâsî Hâlifeliği’nin kaşısına çok kuvvetli bir “Alevî Devleti” olarak dikilmeyi başardılar. Hicrî dördüncü asrın ortasında H. 358 / M. 969 tarihinde Kahire kenti inşa edilerek, sadece Şiîliğin eğitim ve öğrenimi maksadıyla meşhur “Ezher Medresesi” kuruldu. Sünnî Ulemâ tedrisattan men'edildiği gibi yeni şehir Kahire de Fâtımî Payitahtı olarak seçildi.

Vech-î Dîn Nâsır-ı Hüsrev’in, İsnâ‘aşer’îyye Şiî'liğinin Câferî Mektebi yerine İsmailî Mektebi'nin rehberi mahiyetinde olup farklı İslamî-Bâtınî düşünce ve uygulamaları hakkındaki te'villerini muhteva eden bir eseridir.

<span class="mw-page-title-main">Bektaşî inancı</span>

Hurûfî-Bektâşî inancı Hurûfîlik akımı İranlı bir Şiî mutasavvıf olan “Fadl’Allah Ester-Âbâdî” tarafından kuruldu. Halep sınırlarından, Batı Anadolu’ya doğru hareket eden “Hurûfîler” Seyyid Nesîmî’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te idamından sonra Irak’tan Azerbaycan’a ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurûfîliği yaydılar. Nesîmî’nin Divânı ve hayat hikayesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye oldu. Nesîmî, daha Fadl’Allah Yezdânî’nin “Hurûfîlik” mezhebinin ortaya çıkmasından beş asır önce yaşayan Hulûl ve ilhada yönelik söylemleri nedeniyle de aynı sonucu paylaşmış olan Hallâc-ı Mansûr’un yolunda olarak kabul edildi. Aslen İbâh’îyyûn olan “Hurûfîler”, aynı zamanda Mücessime’den olduklarından dolayı, Cenâb-ı Hakk’ın cisim olarak, Bâtınîliğin esas prensibi olan hulûle olan inançları nedeniyle de “Fadl’Allah Hurûfî” şeklinde belirdiğine inanırlar.

Yedicilik ya da Arapça orijinal ismiyle Seb’îyye/İmâmet ; Bâtıniyye-İsmâiliyye itikadının İmâmet kuramını tanımlamakta kullanılan bir tâbir olup, İsmâiliyye mezhebinden olmayan diğer Şîa-Bâtıniyye itikatlar ile Hasan Sabbâh'ın "Haşîşiyye" itikadı için de geçerlidir. Irak kıt’asında fi’len Şîa-i Bâtıniyye’yi teşkilâtlandıran Meymûn el-Kaddâh’dan itibaren zamanımızdaki Hindistan Bâtınîleri’nin reisi ve Nizâriyye’nin mukaddes makâmının Sâhib-î Â’zamları olan Ağa Hanlar’a gelinceye kadar geçen on üç asırlık “Bâtıniyye” tarihini topyekün mütalaa etmedikçe bu önemli harekâtın ortaya çıkardığı mezhebe dâir hakikî bir fikir elde etmek mümkün değildir.

<span class="mw-page-title-main">Muhammed bin İsmâil eş-Şâkir</span>

Muhammed bin İsmâil eş-Şâkir ya da Muhammed bin İsmâil el-Mektûm İsmail bin Ca'fer es-Sâdık'in oğlu ve İsmaililik Mezhebi'nin kurucusudur. Abbâsîler devrinde çeşitli Şîʿa fırkaları tarafından yönetime karşı gizli bir muhalefet hareketi tertip edilmekteydi. Bu muhalefet gruplarının arasında Ön-İsmâ'îlî topluluklarının destekçilerinin en tanınmışlarından olan “Mûbârek’îyye” adı verilen fırka da yer almaktaydı. İsmâ'îlî düşünce sistemine göre, İmâm Câʿfer es-Sadık ikinci oğlu olan İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek’i İmâmet’e veliaht olarak tayin etmişti. Bununla beraber, İsmâ‘îl'in babasından evvel ölümü üzerine bazıları onun gizlendiğini iddia ettiyseler de, Ön-İsmâ‘îlî fırkaları onun ölümünü kabullenerek İsmâ‘îl’in en büyük oğlu olan Muhammad bin İsmâ‘îl’i imâmları olarak tanıdılar.

Şiîliğin kronolojik tarihi Nüfuslarına göre bir tahmin yapılacak olunursa, yaklaşık olarak Dünya'daki toplam Müslüman nüfusun %87-88'i Sünni ve yaklaşık %11-12'si de büyük bir ekseriyeti Onikiciler i'tikadına mensup olan Şiîler'den müteşekkildir. 12-15 Milyon arasında olan İsmaili nüfusu da Şiîliğin içerisinde yaklaşık olarak %10'nun üzerinde, tüm İslâm Dîni içerisinde ise %1'in hemen üzerindedir.

Tâcülmülk veya tam adıyla Ebü’l-Ganâim Tâcülmülk İbn Dârüst Merzübân b. Hüsrev Fîrûz-ı Şirâzî,, Büyük Selçuklu İmparatorluğu veziri.

Hakim Senaî veya tam adıyla Ebü’l-Mecd Hakim Mecdûd b. Adem Senaî-yi Gaznevî, İranlı mutasavvıf, şair ve Farsça tasavvufi mesnevi üslubunun kurucusu.