İçeriğe atla

Mezopotamya mimarisi

Mezopotamya
Fırat · Dicle
Asuroloji · Sümeroloji
İmparatorluklar / Şehirler
Sümerler
Eridu · Kiş · Uruk · Ur
Lagaş · Nippur · Girsu
Akad İmparatorluğu
Akad · Mari
Amoriler
İsin · Larsa
Babil İmparatorluğu
Babil · Kalde
Asur İmparatorluğu
Asur · Nemrut
Horsabad · Ninova/Nineveh
Elam
Susa
Kronoloji
Mezopotamya tarihi
Sümer (kral listesi)
Asur kralları listesi
Babil kralları listesi
Hitit kralları listesi
Sümerce · Akadca
Elam dili · Aramice
Hurrice · Hititçe
Enuma Eliş · Gılgamış
Ziggurat · Nibiru
Marduk · Asur-Babil dinleri
Mezopotamya Mimarisi 'Ziggurat' bkn. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ziggurat

Mezopotamya sözcüğü Grekçe Potamos (nehirler) ve Mezos (arası)sözcüklerinin birleşiminden doğmuştur ve bu yeni sözcük genel anlamda Fırat ve Dicle nehirlerinin Anadolu'yu terk ettiği bölgeden başlayıp iki nehrin birleşerek Basra körfezine döküldüğü noktaya dek uzanan nehirler arasındaki geniş alanı kapsar.[1][2]

Mezopotamya bataklık ve balçık bir bölgedir. Her yıl iki nehrin taşkınlarıyla bölge sular altında kalır ama bu taşkınlar aynı zamanda bölgenin bereketidir. Bu nedenle çok eskiden beri bölgede yaşam vardır. Aynı nedenle bir cazibe merkezi olan bölgede hiçbir zaman uzun süreli bir otorite başa geçmemiştir. Bölge zaman zaman yerli halklar ve saldırgan kavimlerin idaresine girmiştir. Bölgeyi, Bağdat'ı orta nokta alıp Aşağı ve Yukarı Mezopotamya olarak adlandırabiliriz. Yukarı Mezopotamya Asur yurdudur. Bağdat'ın hemen aşağısında Akad ve Babil, onun altında Sümerler ve üçünün doğusunda Elemler görülür.

Sümerlerle başlayan Mezopotamya Mimarisi MÖ 5000 yıllarında başlar ve günümüze kadar gelir. Sümerler MÖ 3000 başında Fırat ve Dicle Nehirlerinin mecralarına yerleştiler. Bu insanların geldikleri yer yüksek İran yaylalarıdır. Bundan önceki yerleri bilinmemektedir. İlk inşaatlar kamış örgüden olup üzerine balçık çamuru sıvanıyordu. Bu yapı anlayışından sonra, pişmiş toprak tuğla, mimarinin esas yapı malzemesi olmuştu. Bu ilk çağda, güzel formlu, pişmiş kaplar bulunmuştur. Ancak bu kaplarda bir form ve süs yoktur. Kapların üzerine ilk süsler kazınarak yapılmıştır.

Yukarı Mezopotamya'da nadiren taş malzeme bulunsa da aşağıda hiç bulunmaz, bunun için hakim malzeme balçıktan hazırlanan ve güneşte ya da fırında kurutulan kerpiç tuğladır. Taş malzeme dışarıdan getirilir ve yalnızca temellerde kullanılır, tıpkı ahşap malzemenin de dışarıdan getirildiği gibi. Mezopotamya parlak bir uygarlık göstermiş olmasına rağmen bu dayanıksız malzeme, bölgedeki görkemli yapıların şekilsiz höyük kabartılarına dönüşmesine neden olmuştur. Oysa halklarının ortaya koyduğu anıtsal yapıların, kullandıkları sırlı tuğlaların parlak renkli yüzeyleriyle sağlanan görkemli görünümleri vardı. Mezopotamya sanatı bir halkın, bir imparatorluğun, bir idare sisteminin karakter ve bütünlüğünü göstermez. Mezopotamya'nın coğrafi durumu yüzünden burada, Babil ve Asur'da ayrı ayrı uygarlıklar doğar. MÖ ilk binlerde Mezopotamya'da küçük kent devletleri vardır. Bu kent devletleri aralarında durmadan savaşırlar. Ve böylece yönetim bir kentten diğerine geçer. Ayrıca dıştan gelen göçler yüzünden bu bölge süresiz olarak değişmiş ve gelişme olanağı bulamamıştır. İşte bu yüzden Mezopotamya'da sanat, Mısır'da olduğu gibi mantıklı bir gelişim gösterememiştir.

Bu nehir boyu sanatı, arkaik yönü ile akla uygun ve sağlamdır. Ancak Mısır'daki gibi portre anlayışlı ve insani değildir. Heykel sanatı Mısır'a göre daha inşaidir. Yani tasvir etmemekte, buna karşılık öğeleri yan yana getirerek inşa etmektedir. Bu bakımdan monoton ve dekoratiftir. Mimari zengin buluşlar ve yaratıcılık içindedir. Mezopotamya'nın mimari sanatında Mısır'da olduğu gibi sütun, filpaye gibi öğeler ile cepheden anlatım, simetrik oluş ve dikey kuruluş vardır. Rölyeflerde teknik bakımından derin bir kazıma yoktur. Geniş yüzeylerde kübik bir anlatım içindedir. Bacaklar birbirine paralel ve vücut dar bir biçimde gösterilmiştir. Elbiseler bütün vücudu örtmektedir.

Bu katı, cepheden anlatım, simetri ve paralellik, arkaik sanatların ortak özelliğidir. Önasya heykeli Mısır sanatına nazaran bir vücut heykelinden çok, bir elbise heykelidir. Önasya sanatında figür, Mısır da olduğu gibi bir blok içinde olmayıp, figür bizzat bir bloktur. Yani Önasya'da form ve tasvir bir bütün içindedir böylece figür temsil edici bir görünüş kazanmıştır.

Mezopotamya mimarisindeki bazı özellikler bize Önasya sanatının tasvir edici değil, inşacı olduğunu gösterir. Bu yönden inceleyince Mezopotamya sanatının süsleme sanatlarında başarılı olacağını ve olduğunu anlatır. Süs ve ziynet merakı, kaplarda, mimaride, silahlarda ve mobilyalarda açık olarak gözlemlenir. Eşya ve mimarideki süsler bir düzey üzerinde gelişigüzel dağıtılmamış olup ufki ve dikey olarak düzenlenmiştir. Yani tasvirsiz motif, Mezopotamya sanatının başlıca özelliği olmuştur.

Mezopotamya sanatının ilk zamanlarında, organik biçimlerin geometrikleştirildiği ve süs öğesi haline getirildiği görülür. Örneğin Fara'da bulunmuş olan pişmiş topraktan bir levha üzerindeki yılanların, bir örgü motifi haline getirildiği görülmektedir. Bu şekil değiştirme, bizim kilimlerimizde olan durumdur. Germenlerin Göçler Çağındaki hayvan süslerine de benzemektedir. Ancak bu özellik, Orta Asya'da Avrupa'ya geçmiştir. Bitki sapları, sarmaşık yaprakları, çiçekler, güller ve palmiyelerin geometrik sitilizasyon, Önasya süslemeleri meydana getirir. Bütün bu öğeler, Asur dininin gösterişli tapınma sembolünde de vardır. Önasya sanatına hakim olan bu inşacı anlayış, belki sanatta bir tasviri anlatıma engel olduysa da, bu ülkelerin mimari eserlerinde bir gerilemeye sebep olmamıştır.

Önasya sanatının mimarisi, doğa formlarının taklidinden doğan motifler olmadığı gibi, belli bir hayat durumunu anlatan motifler de değildir.

Mezopotamya ülkelerinin mimarilerinde, akla dayanan matematik bir bütün anlayışından doğan düzen görülür. Örneğin, esas salon ve yan odalar düzenli olarak birbirine bağlanır. Bütün Önasya ülkelerinde olduğu gibi büyük salon önem taşır. Mezopotamya'daki bu büyük salon anlayışı, dünyada yaşama, yani dünya nimetlerine önem verme ilkesine dayanır. Buradaki gösteriş ve ihtişam hep bu dünya içindir. İşte bu anlayış anıtsal, görkemli kabul salonlarının mimarisine ve yüksek büyük kapılara gidilmesine başlıca neden olmuştur. Babil'deki büyük İştar Kapısı, bütün bu anlatılanları saptar. Böylece biz bütün mimarı unsurları bir bütün halinde yapı içinde yer aldıklarını görürüz. Mimari süslerde tamamen geometriktir. Dikey yüzeyler halinde yükselen duvarlara karşın, duvar bitimine yakın derin bir yatay çizgi, duvarlarda bir saçak etkisi yapar. Bu çizgi fonksiyonsuz olmakla birlikte matematiksel inşai bir form meydana getirir.

Yuvarlak filpayeler Önasya sanatında daha ilk çağlarda görülür. Duvarlar ve filpayeler renkli geometrik süslemelerle kaplanır. Bu süslerin üzerleri düz renkli çubuklar ve boncuk kakmalarla kaplanır. Sonunda bu süslemeler bir halı görünüşü kazanır. Kesinlik ve geometriye dayanan formlar, Mezopotamya sanatında önemli bir yer tutan sütunlarda da kendini gösterir. Bu mimarideki sütunları, Mısır mimarisinde olduğu gibi bitkisel motifli sütün başlıkları değil, tamamen geometrik kesinlikteki kübik bir sisteme dayanan başlıklar biçimlendirmiştir.

Savaşçı heykellerinin de kapı, kale ve tapınak kenarlarına konuluşunda, koruyucu figür düşüncesinin yeri vardır. Böylece mimaride insan ve hayvan figürlerinin süs öğesi olma fonksiyonu yanında, hayati bir yeri oluyor ve bu mimarinin ayrılmaz bir parçasının olmasının nedenini de anlatıyor. Yani resim ve heykeller Mezopotamyalı için koruyucu bir güçtür. Bu bakımdan mimaride gerekli yerini almaktadır. Ayrıca bu doğa figürlerinin mimaride taşıyıcı bir fonksiyonunu olanları da vardır.

Eski Sümer Çağı (MÖ 2600-2500)

Mezopotamya sanatı, Önasya sanatları içinde yer alır. Bu bölgede çeşitli halklar yerleşmiş, birbirleriyle kültür ilişkilerinde bulunmuş, savaşmışlardır. Geniş zaman aralıkları içinde, kültür önderliği birinden diğerine geçmiştir. Bu halklar içinde Sami ırkından olmayanlar Kassitler, Hurriler, Mitanniler ve Sümerlerdir. Bu kavimlerin nereden geldikleri belli değildir. Mezopotamya'nın ilk sanat hareketi, muhtemel olarak MÖ 4000 yıllarında bir seramik özelliğinde açık olarak görülür. Seramik kaplarda geometrik motifleri olan derin sevgi açıkça belirir. Bu çağın kaplarında geometrik süsleme yanında, hayvan ve bitkilerin geometrik bir biçimle modül edilerek kap yüzeyinde düzenlendiği görülür. Bu kaplar ayrıca renkli olarak yapılmış ve bu renkli seramiklere “Halaf Kültürü renkli seramiği” denmiştir. Bu çeşit dekorasyonlu seramik, samarra da en olgun seviyesini bulur. Bitki motiflerinin stilize edilerek gayet açık kati formlar halinde, yüzey doldurucu bir karakterde özellikle dokuma motiflerinde görülmektedir.

Mezopotamya Mimarisinde Cemdet-Nasr Çağında Mimari

Cemdet-Nasr çağına ait mimarinin de, yukarıda gördüğümüz baş heykeli gibi olgun mükemmelliğine vardığını görüyoruz. Bunlar tapınak yapılarıdır. Uruk'ta Gaura tepesinde mimari bütünlüğü olan bir yapı bulunmuştur. Bu yapı bir esas salon ile yan odalardan ibarettir. Temel planlarından anlaşıldığı gibi bina matematik bir kat'iyettedir. Parçaların birbirine bağlanışı ve iç mekan formları da bir amaca göre biçimlendirilmiştir. Buradan Mezopotamya mimarisinin birçok deneylerden sonra bu plana ulaştığını anlıyoruz. Ortadaki uzunlamasına yapılmış salondan, bu tapınağın yatay bir ayin sistemine uygun olarak inşa edildiği anlaşılmaktadır. Esasen mühürler üzerindeki ayin resimlerinden yatay bir dini merasim düzeni olduğunu anlıyoruz. Mimari bütünlük ve anıtsal anlayış bakımından çağın en ilginç eseri, yine Gaura tepesindeki bir tapınakta görünür. Tapınağa giriş kapısı, binanın iki yanındaki çıkıntı arasına sıkıştırılmıştır. Giriş büyük bir salona açılır, salonun ortasında mihrap olacak bir yer vardır. Orta salondan yanlardaki uzun salonlara giriş kapıları bulunur. Binanın tümünde oldukça simetrik bir inşa görülür. Ancak plana dikkatle bakılacak olursa, bu binanın simetrik olmadığı anlaşılır. Yanlardaki uzun salonların, ortadaki esas salona göre daha yüksek oldukları sanılmaktadır. Çünkü Babil'deki kent kapılarının da aynı biçimde oldukları biliniyor.

Uruk-Cendet-Nasr kültürünün araştırılmasında birçok tabakalar çıkarılmıştır. Bu kültürün eserleri arasında iki halk tabakasının eserleri bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri halka hükmeden tabaka, diğeri ise aşağı tabaka ya da yerli halk tabakasıdır. Sonradan buraya gelip de hakim olan halkın, esas yerlileri buradan çıkarmadıkları anlaşılıyor. Yerli halkın eserleri, mozaik gibi bir teknikle ve geometrik anlayıştaki süslemelerdir. Bugün Berlin'de bulunan mozaik bir duvar, bu ilk yerli halkın eserleri arasındadır. Böylece Uruk ve Cemdet-Nasr çağları incelendiğinde iki anlayışta eserler görülür. Bunlardan biri geometrik anlamda bir süsleme-dekorasyon anlayışıdır. Diğeri ise tasviri rölyef ve heykel sanatıdır. Yani biri soyut – dekoratif anlamda bir sanat, diğeri ise doğa gözleminden yararlanılarak yapılmış olan heykel ve rölyef sanatıdır. Mimaride de yatay bir icaplarına uygun bir uzun salon vardır.

Soyut – geometrik süsleme sanatının, bu ilk yerli halkın sanatı olduğu anlaşılmıştır. Tasviri ve canlı, doğal ifadenin sanatın ise, sonradan gelip yerlilere hükmeden halka ait olduğu anlaşılmıştır. Bu sonuca götüren nedenler açıktır.

Uruk-Cemdet–Nasr kültürün sonuna doğru, birden geometrik – soyut anlatım yeniden çoğalır ve birinci plana geçer. Buradan da eski yerli halkın yeniden kendi yönetimlerini ellerine geçirdikleri sonucu çıkarılmaktadır. İşte bu değişme sırasında biz tarihte ilk kez olarak yazının bulunduğunu görüyoruz. Böylece bu çağda Mezopotamya, dünyada ilk kez yazıyı Mısır'dan önce icat etmiş oluyor. Bu, dünya ve insanlık tarihinde önemli bir olaydır.

Mesilim Çağı (MÖ 2600-2500)

Bu çağ Cemdet-Nasr ile Akkad kültürü arasındaki zamanı kapsar.

Bu çağın eserlerinde kahraman motifleri, yarısı insan, yarısı hayvan figürleri yanında vahşi hayvanlar, boğalar, yırtıcı kuşlar ve bilhassa aslanlar yer alırlar.

Lagaşlı Entemena'nın vazosu ile El-Obed'e bulunan bakır rölyef bu çağın en iyi eserlerindendir. Entemena'nın gümüş vazosu üzerinde yukarıda bahsedilen aslan başlı kuş motifi yer almaktadır. Bu esas motif, birbirlerine arkalarını vermiş simetrik iki aslanın üst ortasında görülür. Vazo üzerindeki bu biçimlendirme tamamen çizgiye dayanan bir anlatımdır. Bu çağın önemli olan tarzı, Cemdet-Nasr'ın formlu üslubundan tamamen çizgiye dayanmasıyla ayrılır.

Bu çağda Cemdet-Nasr çağının taş vazolarındaki çıkıntılı ve hareketli heykel anlayışından silüet anlayışındaki desenlere dönülüyor ve Uruk çağının mimarisi içinde bir renkli halı görüntüsü veren motiflere ulaşılıyor. Bu suretle, gemetrik-dekoratif figürlerin içinde yer alan bir şeridin, tavana kadar uzadığı görülür. İnsan ve hayvanların, dekoratif motifler haline geldiği duvar yüzeyi üstünde, yazı desenlerinin de değerlendirdiği görülür. Rölyef figürlerinin çehrelerinde burun ve alın, bir çizgi ile geometrik üçgen halinde ifade edilmiştir. Bu anlatım şeklinin, tarihten önceki zamanların tasvirine benzediğini görürüz. Buradan da anlaşıldığı gibi, klasik anlamda bir heykele doğru gelişen Cemdet-Nasr çağından tekrar saf bir arkaizme gidiliyor.

Lagaş'ta bulunan bir rölyefte Kral Urnanşe, karısı ve çocukları ile birlikte resmedilmiştir. Rölyefte bir tapınağın kurucusu olarak kral, başı üstünde bir sepetle toprak taşımaktadır. Rölyefin alt tarafında gene kralın elinde bir bardak vardır. Bu kültüre ait rölyef anlayışı da önceki El-Obed kültüründe de vardır.

Mesilim çağının ilk, kaba ve derinliği olmayan figürlü heykel üslubu, Kişli Mesilim kralının adına göre isimlendirilmiştir. İlk bakışta bu figürlerde bir Cemdet-Nasr örneği görülür. Öyle ki, Cemdet-Nasr kaplarındaki yüksek rölyefin çıkıntılı ifadesi içinde, boğa yerine aslan biçimlendirilmiştir. Ne var ki bu çıkıntıların yüzeyler halinde olduğu da dikkat edilince anlaşılır. Bu çağın biçimlendirmesi dekoratiftir.

Bu çağda yeni gelen bir kavmin mimarisi de değişiktir. Yapılarında kullandıkları tuğlaların bir tarafı düz, diğer tarafı hafif bombelidir. Tuğlalar, dikine bir balık kılçığı gibi dizilmekte ve böylece binanın yüzünde bir süsleme meydana getirilmektedir. Bu kavimden önceki Cemdet-Nasr halkının kullandığı tuğlalar ise, düzgün dikdörtgen prizma biçimindeydi. Bir tarafı bombeli tuğlaların seçimi, bu halkın eskiye ait bir inşaat alışkanlığını vermektedir. Esasen Cemdet-Nasr çağının kuvvetli kalın yapıları bu tuğla ile inşa edilemezdi. Örnek olarak Eşunnak'ta, bugün Tell Asmar denilen bölgede, bir Mesilim çağı eseri olan Square Tapınağında, Cemdet-Nasr katı, yönlü ve esas oda ile öteki odaların simetri içinde olduğu düzeni yoktur. Bu tapınağın planı kare değildir. Binanın iç planın da tam bir geometrik düzen görülmez. Ortadaki esas salonun öteki odalar ile olan ilişkileri de belirsizdir. Binanın tümü bir ev gibidir. Bu yapının bir tapınak olduğu düşünülürse, Cemdet-Nasr çağının Tanrı sembolüne oranla burada Tanrı'nın bir çeşit insanlaştırıldığı dikkati çeker.

Sümer Mimarisi (MÖ 5000-1950)

İlk Sümerler: MÖ 5000-2400; Yeni Sümerler: MÖ 2150-1950

Mezopotamya halklarından biri olan Sümerler, ne Hint-Avrupa kavimlerinden, ne de Semit halklarındandır. Sümerler MÖ 3000 başında Fırat ve Dicle nehirlerinin mecralarına yerleşmişlerdir. Bu insanların geldikleri yer yüksek İran yaylalarıdır. Dicle ve Fırat'ın sularını kanallarla tarlalarına kadar getirmişler, suyun akışını düzenlemişlerdir. İlk inşaatlar kamış örgüden olup üzerine balçık çamuru sıvanıyordu. Bu yapı anlayışından sonra, pişmiş toprak tuğla, mimarinin esas yapı malzemesi olmuştu.

Susa'daki en eskiye ait kalıntıların formları, tanınmayacak kadar değişime uğramıştır. Hayvanların çok basitleştirilmiş silüetleri, vazoların üzerindeki teke resimleri gibi, tamamen dekoratif öğeler halindedir. Yani hayvan, görünüşünü tamamen kaybeden motifler haline gelmiştir. Vazoların üzerini süsleyen bu ilk ressamlar, bir gelişim basamağını böylece karakterize etmişlerdir. Bu süslemelerdeki açıklık, kesinlik, dekoratif biçimlendirme ve silüet anlatımı ile kuşlara ve diğer hayvanlara ait ilgi yüzünden İran'ın prehistorik özellikleri ile bir paralellik içinde olduğu hususunda bazı tahminler yürütülmektedir.

Sümerler yazıyı ilk bulan uygarlıktır. Tapınaklarda mallarını depoladıkları odaların kapılarına, ne tür ürün olduğunu gösteren işaretler koymuşlar ve bu işaretler geliştirilerek bir yazı diline dönüştürülmüştür. Çivi yazısı olarak adlandırılan Sümer yazısı yumuşak kil tabletler üzerine metal parçalarının bastırılmasıyla yazılır ve sonra bu tabletler fırınlanarak sertleştirilirdi.

Sümerler, Mezopotamya'nın batak ve balçık konumundan ötürü anıtsal yapılarını taşkınlara karşı korumak gayesiyle daima yüksek bir set üzerine inşa etmişlerdir. Sümer yapılarının üst örtüsü daima toprak düz damdır. Bu dam, ülke dışından getirilen ahşap malzemeden kirişlerin üzerine sıkıştırılmış, geçirimsiz bir kil tabakasının örtülmesiyle oluşturulur.

Sümerler tuğlaların değişik dizilişlerinden yararlanarak kemer ve tonoz yapmayı öğrendiler. Aslında bu bir zorunluluktan doğmuştur. Şehirlerini taşkın sularından kurtarmak amacıyla kanallar açarak suyu yönlendiriyorlardı. Bu iş için anıtsal yapıların altından da geçen 4 m'yi bulan genişlikte kanallar yapmışlardır. Sümerler ayrıca kubbeyi de geliştirip ilk uygulayan uygarlıktır ve bu üst örtü sistemleri ileride Roma mimarisinin temel taşlarından birini oluşturacaktır. Ancak ilk kubbeli yapılar Harran'dakilere benzer ilkel örneklerdir ve ortaları aydınlanma ve baca işlevleri için açık bırakılmıştır. Bu kubbeler saray ve konut odalarıyla toros denilen mezar yapılarında kullanılmıştır.

Konutlar

Sümer evleri bir avlunun üç yanını saran odalardan oluşur. Avlunun dördüncü yönünde genellikle evin girişi yer alır. Dışa kapalı olan bu evlerde çoğunlukla ikinci kat olur ya da birinci kat duvarları biraz daha yüksek tutularak, geceleri uyumaya elverişli, korkuluklu bir teras kat bulunur.

Tapınak ve saraylar

Her kentin merkezinde, kentin koruyucu tanrısının tapınağı ve yöneticinin sarayı bulunurdu. Kent kalın duvarlı surlarla kuşatılmıştı, aynı şekilde Sümerlerin ilk dönem tapınak ve sarayları da nehir taşkınlarına karşı çok kalın kerpiç dış duvarlarla korunuyordu. Sarayların belirgin bir planı yoktur. İhtiyaca göre büyüklü küçüklü avlu çevresinde sıralanmış oda ve salonlardan meydana gelir. Sümer tapınakları basit bir platform veya bir teras üzerinde yer alır. Genellikle ilk önce üst katlar tahrip olduğu için tapınağın mimari bölümlenmesi için bir şey söylemek güçtür. Ancak yine de tapınağın merkezini, içinde kült heykeli ve sunağın bulunduğu büyük bir salonun oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Sümerlerin, Zigurat adı verilen 3-7 kat arası değişen yüksekliklere sahip tapınakların gelişimi yeni Sümerler döneminde olmuştur. Bu dönemin tapınakları giderek küçülen katlar halinde birbiri üzerine yerleşen teraslardan oluşur ve en üstte yine asıl tapınak bölümü yer alır. İlk dönem yapılarında farklı olarak bunlarda fırınlanmış tuğlalar kullanılmıştır. Üst kat Tanrı'nın gökten inmesini sağlayan bir merdivenin başlangıcı kabul edildiğinden burada bir karşılama tapınağı bulunur. Zemin kat ise Tanrı'nın evi kabul edilir ve iki bölüm arasındaki merdivenler cennet ile dünyanın bağlantısını simgeler. Her katın dış yüzleri fırınlanmış tuğlalarla kaplanmıştır ve sıra sıra dışa taşkın ayaklar katların cephelerini monotonluktan kurtarır.

Mezar Mimarisi

Sümerlerde halka ait cenazeler, evin zemini altına ya da duvar kalınlığı içine gömülür. Ayrıca açık arazide açılan mezara gömülüp, baş ucunda süslemeli ve yazıtlı mezar taşı olan örnekler de vardır.

Sümerlerde büyük şahsiyetlerin gömüldüğü iki tür mezar görülür : Hipoje ve Tolos. Bu mezarlarda asıl ölünün dışında onun için kurban edilmiş ölüler ve çok kıymetli eşyalar da bulunmaktadır. Ancak bu tip mezarların büyük çoğunluğu daha önceki dönemlerde soyuldukları için gerçek zenginliklerini göstermekten uzaktır.

  • Hipoje : Daha çok kral mezarlrı olan hipojeler yer altına gömülü 1 ya da 4 odası olan girişleri gizlenmiş yer altı mezarlarıdır.
  • Tolos : Bunlar üzeri pişmiş toprak kapak ya da kubbe ile örtülmüş, dairesel planlı ve tek odalı yer üstü mezarlarıdır. Bu tür mezarların girişini ana yapıya bitişik üstü açık, dikdörtgen planlı bir koridor oluşturur.

Akkad Çağı

Mezopotamya'nın sanat hayatında, dağ kavimlerinin göçleri, kabartma formlu, görüntüye uygun hareketli, anatomiye düşkün bir sanatın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu sanat, derinliği olan bir heykel anlayışı olup, her yeni kavmin Mezopotamya'ya gelişi ile ortaya çıkan bir anlatım biçimi yaratmıştır.

Akkadlar'da mimarı, süsleyici bir ihtişama önem verdiği gibi, insanı şaşırtan plastik anlatımıyla da dikkati çeker. Bu Cemdet-Nasr'ın biçimlendirme şekline bağlanabilen ya da hiç olmazsa Cemdet-Nasr'a içten bir akrabalık gösteren bir sanattır.

Akkad çağına ait bulunan bütün rölyeflerde, esirlere yapılan işkence, önem kazanan bir konu olmuştur. Savaş sahneleri Mezopotamyalı için çok önemlidir. Bu eserlerin Sümer kültürü ile doğduğu, ancak Akkad çağında yapıldığı kabul edilmektedir. Savaş, zafer, esirler, esir düşmüş asker, hep iki kişi halinde karşı karşıya ve yan yana olarak anlatılmışlardır. Figürler üst üste getirilmediğinden vücutlar bağımsız olarak ifade edilmişlerdir. Mimarinin ilk gelişim basamağında rölyeflerdeki bu husus, hep böyle olmuştur. Eserlerde, elbise kumaşının altından vücudun formları belli olmaktadır. Ayak, bacak ve başın profilden, vücudun cepheden oluşu bütün rölyeflerde korunan bir anlatım şeklidir.

Figür olarak çevresi ile bağımsız, ayakta duran bir heykel, bu çağda Mezopotamya'da çok az görülmektedir. Ancak böyle, tam baş heykeli olarak kimi parçaların bugüne dek kaldığını görüyoruz.

Akkadlar zamanında dikkati çeken özelliklerden biri büyük anıt heykellerin azlığıdır.

Eski ve Yeni Babil Çağı (MÖ 1945-4400 ; MÖ 626-539)

Sümerlerin aşağı Mezopotamya'da gücünü kaybetmesi üzerine egemenlik Babil Krallığına geçmiştir. Bu dönemde mimari fazla gelişmemiş ama astronomide gelişmeler kaydedilmiştir.

Eski dönemin en önemli yapısı Ischali'de Ishtar tapınağıdır. Tapınak üç ayrı kutsal bölümü içeren dikdörtgen planlı bir yapı kompleksidir. Mimaride asıl gelişme yeni Babil çağında ve özellikle Nabukadnezar döneminde görülmüştür. Onun döneminde ortaya konulan eserler başkent Babil'in mimarisinde önemli bir pay sahibi olmuştur. Bu mimari eserler arasında şehrin tanrısı Marduk adına yapılan yedi katlı Zigurat, kral sarayı, asma bahçeleri ve tapınağa götüren tören yolunun başlangıcındaki Ishtar kapısı sayılabilir. Babil Fırat'ın Nabukatnezar tarafından surlar doğu ve kuzey yönünde genişletilmiş ve en kuzey köşeye kralın sarayı yapılmıştır.

İştar Kapısı

Kentin çok sayıda kapısı vardır ama bunlardan en önemlisi kapısıdır. Berlin müzesinde ön cephesi ayağa kaldırılmış, 12 m yüksekliğindeki kapının iki kemerli kapısı vardır ve kapılar iki yanında yer alan mazgallı kulelerin koruması altındadır. Kapıyı ilginç kılan mimarisinden çok, cephesindeki sırlı tuğlaların kullanımıyla sağlanan renkli görünümdür. Mavinin hakim olduğu renkli fon üzerinde, sarı sırlı tuğlalarla işlenmiş, Marduk'un simgesi ejder ve boğa motifleri bulunmaktadır. Benzer bir düzenlemeyi tören yolunun iki yanındaki yüksek duvarlar üzerinde de görmekteyiz. Burada her bir yanda altmışardan birer ayağını ileri uzatmış durumda görülen 120 aslan figürü işlenmiştir.

Kral sarayı

Kentin kuzeyinde bulunandan ayrı asıl saray bu tören yolunun sol tarafında kalmakta ve avlu çevresinde sıralanmış salonlar ve teraslardan oluşmaktadır.

Asma Bahçeleri

Sarayın hemen karşısında Dünyanın 7 Harikası'ndan biri olduğu kabul edilen Asma Bahçeleri yer almaktadır. Bu bahçeler kral Nabukatnezar’ın dağlık bir ülkeden olan eşi Semiramis’in vatan hasreti çekmemesi için gerçekleştirilmiş yapay setler üzerine kurulmuştur. Bugün belirleyici izi olmamasına rağmen düz arazide bu teraslı bahçenin ayaklar üzerine oturan tonozlu bir altyapısı olduğu, üzerindeki kalın toprak tabakasına nadide ağaç türleri dikilerek, bunları Fırat’tan su dolaplarıyla çekilen suyla sulandığı varsayılıyor.

Dini Mimari (Tapınak)

Tanrı Marduk adına yaptırılan tapınak, 7 katlı, üst katına rampa ile ulaşılan 90m yüksekliğinde bir zigurattır. Tevrat’ta adı geçen Babil kulesinin bu yapı olduğu sanılır. Çok yıl sonra Büyük İskender Babil’e geldiğinde bu kuleyi yeniden yaptırmak amacıyla enkazını temizletmiş ama ömrü bu işe girişmeye yetmemiştir.

Asur mimarisi

Savaşçı bir kavim olan Asurlar yukarı Mezopotamya’nın dağlık coğrafi karakteri ile tam bir uyum gösterirler. İlk yerleşmeleri Dicle ile Zap suyu arasında, başkenti Asur olan bölgedir. Asur ülkesi dağlık bir bölge olduğu halde, mimaride Mezopotamya gelenekleri esas alınarak, mimari yapılarında fırınlanmış kerpiç tuğla ve sırlı tuğlalar kullanılmıştır.bu dönem mimarisinin en önemli özelliği 3 girişli kapıların ve bu kapıların solunda da taht salonunun olmasıdır.

Askeri Mimari

Asur kent surları Hitit geleneğinde olduğu gibi kalınlıkları 15 m’yi bulan çift sıra surla kuşatılıştır ama farklı olarak malzeme, kerpiç tuğladır. Kent kapılarına da önem verilmiştir. Bu kapıların girişlerinden başlayan yollar, kentin tapınak ve sarayının bulunduğu alana uzanan düzenli yollardır. Ayrıca burada poternaları da görürüz ama burada malzeme yine kerpiç tuğladır ve geçitlerin ikiden fazla girişi vardır. Yeni Asur askeri mimarisinde "Ekal Maşarti" ismi verilen uzun ince yapılar vardır. Bu yapılar da şehre yakın bağımsız alanlara kurulmuştur.

Sivil Mimari

Konutlar

Konut mimarisinde Bit-Hilani tarzı konutlar yapılmış ama bu ev şemasının adı, onların koyduğu isim ile tanınmıştır. Binaların üst örtüsü düz toprak damdır ama bunu sağlamak için gerekli ahşap malzeme bulunmadığı zaman binalar kubbe ya da tonoz üst örtü ile kapatılır ve bunun üzeri yine bir toprak tabakası örtülerek dam düzeltilmiş olurdu.

Saraylar

Mezopotamya geleneğine uyularak burada da anıtsal yapılar bir set ya da teras üzerine inşa edilir. Saray yapıları kompleks binalar olup birbirine geçişleri olan avlular çevresinde sıralanmış salonlardan meydana gelir ve bu tür yapıların duvarlarında nakış izlerine rastlanmıştır. Anıtsal yapıların kapılarını “Lamassu” denilen insan başlı, kanatlı ve beş ayaklı çok iri boğa heykelleri korumaktadır. En önemli saraylar Khorsabad'da II.Sargon'un ve Kalhu'da II. Asurbanipal'in saraylarıdır. Hitit orthostatlarını hatırlatan kabartmalı taş kaplama levhalarını burada da görürüz. Sarayların ilginç bir mimari elemanı, ileride Yunan mimarisinde karşılaşılacak olan Karyetid ve telemonların öncüsü konumunda olan atlantlardır ki bunlar üst yarısı kadın ya da erkek Heykeli formunda olan sütunlardır.

Dini Mimari

Sümer geleneğine uygun olarak Zigurat formunda yapılırlar ve 7 katlıdırlar. En üst kademede asıl tapınak bulunur. Ziguratların 7 katının her biri güneş tayfındaki 7 renkten birinin rengini taşır. Zigguratlar aynı zamanda astronomi için de önemli tapınaklardır. Zira en üst kat astronomi için ayrılmıştır.

Mezar Mimarisi

Asur şehirlerinde kent dışı bir mezarlık söz konusu değildir. Halk cenazesini yaşadığı evin bir odasının zeminine gömer. Kral ve soylular için kare ya da dikdörtgen planlı yer altı mezar odaları yapılırdı. Derinliği 2 metreyi geçmeyen bu mezar odalarında ölü toprak altına gömülür ya da zemin üstüne bir sanduka ile bırakılır, yanına da çeşitli eşyalar konurdu. Bu mezarlar üst örtülerine göre 2 çeşittir ki bunlardan ilki diğerinin prototipidir:

Kaynakça

  1. ^ Bertman, Stephen (2005). Handbook to life in ancient Mesopotamia. New York: Oxford University Press. ISBN 978-0195183641. 
  2. ^ Radner, Karen (2011). The Oxford handbook of cuneiform culture. Oxford: Oxford University Press. ISBN 978-0198856030. 

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Heykel</span> taş, tunç, bakır, kil, alçı vb. maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek biçimlendirilen eser, yontu

Heykel ya da yontu, sanatsal bakış açısıyla meydana getirilmiş üç boyutlu formlara denir. Heykel temelde mekânın kapsanması, kavranması ve mekân ile ilişki kurulması ile ilgilenir.

<span class="mw-page-title-main">Mezopotamya</span> Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölge

Mezopotamya, Orta Doğu'da, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölge. Mezopotamya günümüzde Irak, kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve güneybatı İran topraklarından oluşmaktadır. Büyük bölümü bugünkü Irak'ın sınırları içinde kalan bölge, tarihte birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Mezopotamya'da yer alan şehirler günümüzde sürekli gelişmektedir. Ayrıca bu bölgede bol miktarda petrol bulunmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">İshak Paşa Sarayı</span> Tarihî saray

İshak Paşa Sarayı; Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde bulunan bir saraydır. Yapımına 1685 yılında başlanan ve 1784'te tamamlanan saray; içinde barındırdığı cami, türbe, kütüphane, mahzenler, koğuşlar, harem ve selamlık bölümleri ile büyük bir yapı kompleksidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde inşa edilmesine karşın genel olarak Selçuklu mimarisinden izler taşıyan İshak Paşa Sarayı'nda; Batı kökenli barok, gotik, rokoko ve ampir gibi sanat akımlarının etkileri de gözlemlenir. 2000 yılından beri UNESCO'nun Dünya Mirası Geçici Listesi'nde bulunmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Babil</span> Mezopotamyada tarihi bölge ve devlet

Babil, Mezopotamya'da adını aldığı Babil kenti etrafında MÖ 1894 yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır. Babil halkının büyük bir kısmını tarih boyunca çeşitli Sami asıllı halklar oluşturmuştur. Bölgede konuşulmuş en yaygın dil Akadca olmuş olmasına rağmen Sümerce dinî dil olarak kullanılmıştır. Aramice ise ilerleyen yıllarda bölgenin geçer dili konumuna gelmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Kabartma</span>

Kabartma veya diğer adıyla rölyef, yüzey üzerine yapılan yükseltme ya da çökertmelere denir.

Babil ve Asur uygarlıkları, Mezopotamya'da, Fırat ve Dicle ırmakları arasındaki bölgede 5.000 yıl önce kurulan en büyük kentlerden Babil ve Asur çevresinde yaratılan uygarlıklardır. Bu kentler, Babil ve Asur ülkelerinin de merkeziydi. Yazı başta olmak üzere burada pek çok buluş gerçekleştirildi. Asur ve Babil'de ortaya çıkan uygarlık doğuda İran ve Hindistan'a; batıda ise Filistin, Yunanistan ve Roma'ya doğru yayıldı. Babil ve Asur böylece doğu ve batı uygarlıklarının da çıkış yeri oldu.

<span class="mw-page-title-main">Ziggurat</span> Antik Mezopotamya ve İranda piramitlere benzeyen tapınak kulesi

Ziggurat, Antik Mezopotamya vadisinde ve İran'da terası bulunan piramitlere benzeyen tapınak kulesidir.

<span class="mw-page-title-main">Ur (antik kent)</span> Sümer şehir devleti

Ur, Güney Irak'ta yer alan Zi Kar'daki Tel el Mukayyer bölgesinde bulunan antik Mezopotamya'ya ait önemli bir Sümer şehir devletidir. Ur, bir zamanlar Basra Körfezi'nde Fırat'ın ağzına yakın bir kıyı şehri olmasına rağmen kıyı şeridi değişmiş ve şehir, günümüzde oldukça iç kesimlerde Fırat'ın güney kıyısında kalmıştır. Günümüz modern Irak'ında yer alan Nasıriye'ye 16 kilometre uzaklıktadır.

<span class="mw-page-title-main">Art deco</span> özellikle 1920 ve 1930larda Fransada yaygınlaşan akım

Art deco Fransa kökenli sanat akımıdır. 1920'li yıllardan sonra, özellikle mimari alanında görülmüştür. Adını 1925 yılında yapılan Exposition Internationale des Arts Décoratifs et Industriels Modernes sergisinden almıştır. Art nouveau'nun hemen ardından gelen bu akım, ondan farklı olarak el emeğine değil, sanayiye dayalıdır. Desenleri geometriktir. Art nouveau'da olduğu gibi Gotik süsleme öğelerinden yararlanılır. 1930'lardan sonra, mimarların mimariyi süsten ayırmak istemeleri ve süslemeyi değil işlevselliği savunmalarıyla son bulmuş; fakat 1960'lı yıllarda yeniden saygı görmeye başlamıştır.

<span class="mw-page-title-main">Uruk</span> Antik bir sümer şehri

Uruk, antik bir Sümer şehridir. Günümüzde Tel el-Varka adıyla bilinir. Kent, Fırat Nehri'nin bugünkü yatağının doğusunda, nehrin eskiden kurumuş bir kanalının üzerinde bulunmaktadır. Bugünkü Irak'ta Müsennainin başkenti Semave'nin 30 km doğusuna denk gelir. Uruk, Babil döneminde de varlığını korumuştur. Kitab-ı Mukaddes'te şehrin adı Erek olarak geçer.

<span class="mw-page-title-main">İnce Minareli Medrese</span>

İnce Minareli Medrese, Konya ili, Selçuklu İlçesi'nde, Alaaddin Tepesi'nin batısındadır. Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus devrinde Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere 663 H.(1264 M.) yılında inşa ettirilmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Hoysala mimarisi</span>

Hoysala mimarisi, günümüz Hindistanı'nda Karnataka eyaletinin olduğu bölgede 11. ve 14. yüzyıllar arasında hüküm sürmüş olan Hoysala İmparatorluğu döneminde gelişen özgün mimari tarzdır. Hoysala nüfuzu Güney Deccan yaylasına egemen olduğu 13. yüzyılda doruk noktasına erişmiştir. Bu dönemde inşa edilen Belur'daki Çennakeşava tapınağı, Halebidu'daki Hoysaleşvara tapınağı ve Somanathapura'daki Keşava tapınağı gibi irili ufaklı birçok tapınak Hoysala mimarisinin örnekleri olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Hoysala mimari ustalığının diğer örnekleri Belavadi, Amrithapura, Hosaholalu ve Nuggehalli'de bulunan tapınaklardır. Hoysala mimari tarzının incelenmesi sonucunda Hint-Aryan etkisinin önemsiz olduğu ve asıl Güney Hint tarzının baskın olduğu anlaşılır.

<span class="mw-page-title-main">Angkor Vat</span> Kamboçyadaki Angkor anıt kompleksinin tapınağı

Angkor Vat, bugün Kamboçya'nın Siem Reap kentinin 6 km. kuzeyindeki Angkor antik şehrinde 1115-1145 yıllarında Kral II. Suryavarman tarafından yaptırılmış dev bir tapınak-şehirdir.

<span class="mw-page-title-main">Antik Yunan sanatı</span>

Bugünkü Yunanistan topraklarına Yunanlar ayak basmadan önce, Girit, kültürel gelişimin öncülerindendi. Burada Neolitik'ten son Tunç Çağına kadar sürekli bir gelişim izlenilebilir. Minos kültürü; Girit'teki Bronz Çağ kültüründeki kral Minos'a bağlanarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte bir tür akraba olarak tanımlayabileceğimiz Yunan topraklarındaki kültür için "Hellas" terimi kullanılmıştır. Ayrıca "Kiklad" terimi de Kiklad'larda bulunan 3000 yıllık mermer heykelcikleri ve çömlekleri için kullanılmıştır. Bu adlandırmalar dönemi inceleyen arkeologlar tarafından verilmiştir. Kiklad yapıtları, Minos ve Hellas kültürü ile ilişkili değildir. Tam tersine bu yapılar yerel olarak sınırlanmış ve bugüne dek az tanınmış bir kültür çevresine bağlıdır. Erken Minos kültürünün en önemli kalıntıları Girit'in doğu bölümünde, özellikle Gurnia, Vasiliki, Palaikastro gibi küçük kentlerle komşu adalardan Pseira ve Mochios'da bulunmuştur. Akdeniz çevresiyle de karşılıklı ilişkiler kurduğu açıkça bellidir.

Sümer mitolojisi, Sümerler'in yıkılışlarına kadarki dönemde din ve bilimle ilgili kültürünü içerir. Birçok tanrı ve tanrıçaları vardır ve onlar Sümer mitolojisini oluşturur. Bu tanrılar ve tanrıçalar Yaradılış Destanı, Tufan hikâyesi gibi edebî eserlerde açıkça belirtilmektedir.

Hakemi Use Tepe, Diyarbakır ili Bismil ilçesi sınırları içinde yer alan bir höyüktür. Aslında biri, günümüzde tarla seviyesine inmiş iki höyükten, kazı yapılan diğeridir. Kazı yapılan höyük, yüzey araştırmaları Orta Çağ seramikleri veren diğer höyük sakinleri tarafından mezarlık olarak kullanılmaktaydı. Höyük, günümüz Suriye sınırında 150 km. içeride, Önasya'nın önemli neolitik yerleşimlerinden biri olan Çayönü'nden kuş uçumu 80 km. doğuda, Ziyaret Tepe Höyüğü'nün 3 km. batısında, Dicle'nin eski yatağının sağ kıyısında yer almaktadır. Tepe, 120 metre çapında ve 4 metre yüksekliğindedir.

Sanatın tarihi, insanlar tarafından yapılmış herhangi bir sayıda olabilen manevi, anlatısal, felsefi, sembolik, kavramsal, belgesel, dekoratif, işlevsel vs. amaçlar için yapılan ve görsel estetiğin ön planda olduğu nesnelere odaklanır. Görsel sanatlar, güzel sanatlar ve uygulamalı sanatlar gibi çeşitli şekillerde sınıflandırılabildiği gibi insan yaratıcılığının olduğu veya mimari, heykel, resim, film, fotoğraf ve grafik sanatlar gibi farklı medya formlarına odaklanan alanlarda bu kapsam içerisinde yer almaktadır. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler ile video sanatı, bilgisayar sanatı, performans sanatı, animasyon, televizyon ve video oyunları gibi yeni sanat formlarının oluşmasına yol açmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Mezopotamya sanatı</span>

Mezopotamya sanatının adı çoğu arkeolojik kayıtlarda geçer. Bu kayıtlar, erken avcı-toplayıcı topluluklardan, Sümer, Akad, Babil ve Asur imparatorluklarının yaşadığı Tunç Devri'ne kadar geçen süreyi kapsar. Sonraları bu imparatorlukların yerini Demir Çağı'nda Eski Asur ve Eski Babil imparatorlukları almıştır. Genellikle medeniyetin beşiği olarak görülen Mezopotamya, önemli kültürel gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Bunlardan biri de en eski yazı örnekleridir. Mezopotamya sanatı MÖ 4000 tarihinden Persli Ahameniş İmparatorluğu'nun bölgeyi fethettiği MÖ 6. yüzyıla kadar Batı Avrasya'daki en soylu, en gelişmiş ve en detaylı sanat olma yolunda Antik Mısır ile rekabet içinde olmuştur. Ana vurgu oldukça dayanıklı taş ve kilden yapılmış çeşitli heykeller üzerindedir. Çok az sayıda resim günümüze ulaşmıştır ama belirtilene göre, birkaç istisna dışında, boyamalar genellikle geometrik ve dekoratif bitkisel şekiller yapmak için kullanılmıştır. Buna rağmen çoğu heykellerin de boyandığı görülür. Ayrıca çok sayıda silindir mühür de günümüze ulaşmıştır. Küçük boyutlarına rağmen bunların çoğunun üstünde karmaşık ve detaylı sahneler vardır.

<span class="mw-page-title-main">Antik Mezopotamya dini</span> din

Antik Mezopotamya dini, Antik Mezopotamya medeniyetlerinin, özellikle yaklaşık MÖ 3500 ve 400 yılları arasında Sümer, Akad, Asur ve Babil medeniyetlerinin dinî inançlarına ve uygulamalarına atıfta bulunur. Antik Mezopotamya dininin temelleri Erken Sümer Hanedanları tarafından atılmış, daha sonra oluşan uygarlıklar ve bölgeye yerleşen kavimler bu dinî yapıyı benimsemiştirler. Her ne kadar bölgenin bölümleri arasında farklılık gözlense de temel dinî figürler, destanlar ve inanışlar aynı kalmıştır. Politeistik bir din olan Mezopotamya dininin tanrı ve tanrıçaları zaman içinde isim değiştirse de özellikleri genelde aynı kalmıştır fakat dinler tinsel olarak nitelik kazanmıştır.

Irak tarihi, Irak coğrafyasında geçen olaylardır. Irak coğrafyası Antik çağlardan beri yerleşke alanıdır. Tarihi boyunca pek çok etnik ve dine ev sahipliği yapmıştırIrak, Batı Asya'da büyük ölçüde eski Mezopotamya topraklarına karşılık gelen bir ülkedir. Mezopotamya'nın tarihi, Aşağı Paleolitik dönemden MS 7. yüzyılın sonlarında Halifeliğin kuruluşuna kadar uzanır ve bu tarihten sonra bölge Irak olarak anılır. Mezopotamya tarihinin Neolitik Ubeyd döneminde M.Ö. 6000 ile 5000 yılları arasında ortaya çıkan ve yaygın olarak kayıtlı tarihteki en eski uygarlık olarak kabul edilen kadim Sümer toprakları Irak topraklarında yer almaktadır. Burası aynı zamanda Akkad, Neo-Sümer, Babil, Neo-Asur ve Yeni-Babil imparatorluklarının tarihi merkezidir; Bronz ve Demir Çağı'nda Mezopotamya'da ve Eski Yakın Doğu'nun diğer çeşitli bölgelerinde hüküm süren yerel yönetici hanedanların bir dizisidir.