İçeriğe atla

Mâtürîdîlik

Mâtüridîlik (Arapça: الماتريدية), Matüridî'nin kurduğu, Hanefî Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı A'zam'ın düşüncesini tâkip eden, akla önemli bir yer veren İslam dini itikad mezhebidir. Türkiye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde yaygındır.

İmâm Matüridî'nin görüşleri

Matüridî'nin İslâm ilâhiyatının meselelerinden Allaha iman, peygamberlik konularındaki görüşleri:

Matüridî'ye göre imânın tanımı

Matüridî'ye göre iman; "Kalp ile tasdik"tir. Diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin değildir. "İnanç, henüz gönüllerinize yerleşmedi" (Hucurat suresi/14) ayetiyle imanın kalp ile ilgili olduğuna işaret edilir. Ayrıca, "İşte Allah imanı bunların kalplerine yazmış...(Mücadele suresi/22) ayetinde de iman kelimesi kalbe izafe edilmiştir. Bu durumda imanın gerçek rüknü "kalp ile tasdik"tir. İman, tasdik etme, onaylamadır. İman tasdik olunca, aksi de tekzip yani inkâr ve yalanlama olacaktır. Tekzib, "inkâr" niyetiyle ifade ediliyorsa, bunun anlamı "küfür"dür.

Matüridî, Kitab üt-Tevhid adlı eserinde "İmanın kalp ile tasdik veya mahiyet olduğu meselesi" başlığı altında, sadece bilmenin iman için yetersizliğini anlatır. O'na göre bir şeyin mahiyetini bilmek, onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman bilmekten başka bir şeydir. Yani, kalpteki iman ile bilmenin mahiyetleri ayrıdır. Ancak bilgi, kalple tasdikin meydana gelmesinde önemli rol oynar. Zira cehalet de bazen inkârcılığın sebebi olabilmektedir.

Matüridî'ye göre hürriyet, îman ve küfrün varlık şartıdır. Yani iman ve küfür tercihle olur.

Mâtürîdî'nin Kur'an İnancı

Kur'an, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Muhammed'e indirilmiştir. İnsanların Kur'an'ı teleffuzu, yazması ve okuması mahluktur fakat Kur'an mahluk değildir. Allah'ın Kur'an'da belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve İblis'ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Kur'an ise Allah'ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.

İman-âmel İlişkisi

Genellikle ilmihal kitaplarında kullanılan amel kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin dinin emirlerini yerine getirmesi için yaptıkları" anlamındadır. Matüridî iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî, görüşlerini benimsediği Ebu Hanife'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel ayrı şeylerdir. Çünkü bir ayette "...Allah'a iman eden ve yararlı iş işleyen...(Talak Suresi/11)" ifadesi imanı amelden ayırmış, "yararlı iş işleyen" ifadesi "iman eden" ifadesinden ve ile ayrılmıştır. Ayette geçen imandan maksat, "kalp ile tasdik"tir.

Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı kebair) da mümini dinden çıkarmaz. Allah'a ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden çıkmaz ama büyük günahkâr olur. Günahkâr olan kimse tövbe ile Allah katında af dileyerek kurtulabilir. Bir kişinin tövbesinin kabul edilmesi kişinin niyetine ve yaptıklarına - yapacaklarına bağlıdır, bu nedenle her tövbe eden affedilmez.[1] Allah, Kur'an da "'Sizi yaratan O'dur, kiminiz inkârcı (kâfir), kiminiz mümindir. Ey inananlar! Mutluluğa ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" ayetleriyle müminlerin, işledikleri günahlardan tevbeyle affedileceklerini müjdeler. Yani, Allah'ın emirlerini uygulamayan veya uygulayamayan müminler günahkâr olurlar. Kâfirlik (küfr) ise yalanlamayla, inkârla olur. Matüridi'nin bu görüşü ameli imanın bir parçası sayan ve bu sebeple namaz veya orucun terkini küfürle eş tutarak ölümle cezalandıran şeriat yorumlarına katılmayan farklı bir bakış olarak düşünülebilir.

Matüridî'ye göre ibadetler

  • Matüridi'ye göre Allah insanlara temyiz kabiliyeti denilen iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt etme ve aklını kullanabilme gücünü vermiştir. Allah, aklı olanları dinî yönden mükellef kılmış olup aklı olmayanlar "İlâhî emrin sorumluluğu dışındadırlar." Akıl sahipleri akıllarını kullanmak suretiyle yaratıcı ve tek olan Allah'ı bulmak ve bilmek zorundadırlar. Ancak, O'na göre Şeriat'ı ve Şeriat'ın bir bölümü olan ibâdetlerin ne şekilde yapılacaklarını akıllarıyla belirleyemezler. Bunları ancak peygamberler vasıtası ile öğrenebilirler.

Matüridî, amel ile imanı ayrı tutar ve amel ile imanın ayrı şeyler olduğunu savunur. O'na göre, iman etmek mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.'

Allah'ın varlığının bilinmesi, zâtı ve sıfatları

İslâm dininde iman esaslarının başında Allah'a iman gelir. Mümin; öncesi ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her şeyi yoktan var eden ve zâtı, sıfatları ve fiileri yönlerinden bir olan Allah'a imanla yükümlüdür.

Allah'ın varlığı, 'Birliği (tevhid), yaratıcılığı konusunda birçok ayetler vardır: (En'am suresi/101; Zumer suresi/62; Bakara suresi/117; Âl-i imran suresi/189; Maide suresi/18, 40, 120... gibi).

Allah'ın varlığı ve birliği mantık kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir. Kâinattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve âhenk içerisinde bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve diğerlerine zarar vermeksizin görev yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan Allah'tır.

Allah'ın zât'ına ve fiilerine ait sıfatları vardır ve bu sıfatlar Allah'ın Zât'ının aynı da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmış da değildir.

O'nun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır, Allah'ın Kur'an'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır.

O'nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin görüşüdür. O'nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.

Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.

Allah'ın başka bir kelime ile ifâdesi

Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak (antropomorfizm) uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. (Şûra suresi/11). Matüridî, "dengi ve benzeri bulunan bir şey çokluk statüsüne girer ve iki sayısı ile başlar. O'na nispet edilebilecek bütün yaratılmışlık kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek bir mânâ ile Allah'a izafe edilmesi bâtıl olmuştur" der. Bu sebeple Allah'ın, yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle anılması caiz değildir.

Allah'a "şey" denilebilir

Ebu Hanife gibi Matüridî de Allah'a şey denilmesini câiz görür. Allah'a şey denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta sakınca yoktur. Bunun iki yolla ispatlanması mümkündür: Birincisi, Kur'an'da kendisi için şey kelimesini kullanmaktadır. (Bakınız: Şura Suresi/11; En'am suresi/19) Allah'a şey denilmesi caiz olmasaydı ayetlerin bu kelimeyi Allah'a nispet etmemesi gerekirdi. İkincisi, aklî yoldur. Matüridî burada "örf açısından şey'iyyet başka değil, sadece varlık ifade (ispat) eden bir isimdir. Sabit olmuştur ki bir varlığa şey nisbet etmek sadece onun zâtının varlığını ve yüceltilmesini ifade eder. Allah da buna lâyıktır." ifadelerini kullanırdı. Teftazanî Nesefi'nin Akaid'ine yazdığı şerhde bu konu ile ilgili açıklaması yer alır.

Ebu Hanife ise, Fıkh-ı Ekber adlı adlı eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları yazar: "Allahu Teâlâ şey'dir. Ama eşya gibi bir şey değildir. Şey olmasının manâsı; cisimsiz, cevhersiz, arazsız, zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak sabit olmaktır."

Ru'yetullah

Matüridî ahiret'de Allah'ın görülebileceğini, yani ru'yetullahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Kitabındaki şu cümleyle konuya girer:

"Aziz ve Celîl olan Rabbinin görülmesi hakkındaki söz şundan ibarettir: Bize göre O'nun (Allah'ın) görülmesi gereklidir, haktır, ancak bu rü'yet idraksiz ile ihâtasız (yani sınırsız ve kavrayış olmadan) ve tefsirsiz (yani bakanın karşısında olmaktan ve belirli aralıkta olmaktan münezzeh) olacaktır."[]

Bilgiye ulaşma, kader ve irade hürriyeti

Matüridî, Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Matüridî, bilgi edinme yollarını duyular, haberler ve akıl olarak belirler. O'na göre bilgi vehbî olmaz; kesbî'dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i ilâhiye'dir. Allah insana akletme, aklını kullanma ve temyiz gücünü bahşetmiştir. Maturidilik bu görüşü ile vehb ve mükâşefeyi bir bilgi ve irfan yolu olarak öne alan tasavvufçulardan ayrılır.

Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz'daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz'daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır.

Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir, Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan olur.

Allah'ın mutlak kudreti ve kader ile insan iradesi arasındaki ilişki konusu İslâm düşünürleri arasında farklı yorumlara sebep olmuştur. Bazı Sünni İslam kaynaklarında Muhammed'in kendi döneminde "kader"i tartışanlara sinirlendiği ve bu konuda tartışmayı uygun görmediği de anlatılmaktadır.[2]

Ancak, eğer Tanrı ortak kabul etmeyen mutlak yaratıcı ise ve insanın eylemleri dahil kader ile olaylar önceden belirlenmiş ise insan niçin sorumlu olsun ki? Bu soru ve insanın iradesinde hür olup olmadığı sorunu (hürriyet) tartışılmaya devam etmiştir.

Cebriyyeciler; kader ile her şeyin belirlendiğini, insanın eylemleri dahil her şeyin Tanrı tarafından, önceden, değişmez bir şekilde tespit edildiğini ve zamanı gelince yaratıldığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre insanın fiilleri dahil her şey ilâhî irade ve emre bağlıdır ve insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Tarihte bu anlayışın babası olarak Cehm bin Safvan (öl. 746) gösterilir. Buna göre insanların yaptıkları ve yapacakları her şey önceden takdir edilmiştir, insanlar yapmaya mecburdurlar, yapıp yapmama hürriyetleri yoktur.

Cebriyye (fatalizm) karşısında bu mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri süren bir grup oluştu. Bunlar da kulları, kendi eylemlerinin "yaratıcısı" kabul ediyorlardı. Kaderiyye denilen bu gruba göre de insanın bütün eylemleri Tanrı'nın iradesinden tamamen ayrı ve bağımsız olarak sadece kendi iradesi ile meydana gelir. Bu görüşün öncüleri olarak Ma'bed el-Cühenî ve Geylân ed-Dımışkî kabul edilir ve onlar insanın, Tanrı'nın dahli olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem yaratacak kudrete sahip olduğunu ifade ederler.

Mutezile mezhebine göre Allah âdildir. Bunun gereği olarak insanlara irade hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar. Yani Mutezile'nin bu konu hakkındaki görüşü Kaderiyye'ninki ile aynıdır.

Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlemiş, Eş'ariye ve Matüridîye mezhepleri ise görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmıştır.

Matüridî de Eş'ari gibi, irade hürriyeti bakımından insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile ve Kaderiyye arasında üçüncü bir yol izler. Zira Matüridî bu konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "kesb" denilir. Allah'a ait eylem de "kesb" değil, kesbe bağlı "halk"tır.

Fıkhi Görüşleri

Fıkıh düşüncesi olarak tıpkı itikad/kelam alanında olduğu gibi, İmamı Azam Ebu Hanife'nin hüküm istinbat yöntemini tercih eden imam Maturidi, yaşadığı dönemde Maveraünnehir bölgesinin fıkıhta da imamı olarak tanınmaktadır. Hatta Maveraünnehir'de mutlak olarak Fakih denildiğinde ilk akla gelen İmam Maturidi'dir. Hanefi düşünce ikliminde yetişen İmam maturidi'nin tüm hocaları Hanefi geleneğini yürüten alimlerden oluşmaktadır. Öğrencileri de yine Hanefi mezhebi imamları arasında zikredilmektedir. İmam maturidi'nin günümüze ulaşabilen iki eseri kitabı Tevhid ve Kur'an fıkıhla ilgili eserler değildir. Ancak Maturidi'nin biyografi ve menakıbına ilişkin eserler incelendiğinde, fıkıh usulüne ilişkin olarak Meahizü'ş-Şerai isimli bir kitabın kendisine nisbet edildiği görülmektedir. Yine usul alanına ilişkin olmak üzere Kitabül cedel isimli bir eser de kendisine nisbet edilmektedir. Ayrıca İmam Muhammed'in Siyerü'l-Kebir'ini şerh ettiği de kaynaklarda aktarılmaktadır.

Şeriat, tarikat, tasavvuf

Matüridiye göre din, Allah'ı bilmek ve O'na ibâdet etmektir. Bütün Peygamberler, Allah'ı bilmeye ve ibâdeti de sadece Allah'a has kılmaya davet eden tevhid dinine mensupturlar. Hiçbir Peygamber kendinden önceki peygamberlerin dinini reddetmemiştir. Âdem'den sonra bütün Peygamberler dini aynı, şeriatı değişik tebliğ etmişlerdir. Bu ifadelere delil olarak da "...Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın"(Mâide suresi/48)" ayeti gösterilir.

Matüridî, tasavvuf ve tasavvufun kurumsallaşmış teşkilatı olan tarikatlara mesafelidir. Bu, duygusal değil ilmî bir tavır alıştır. Matüridî'nin mesafeli duruşu, mutasavvıfların bilgi kaynakları anlayışı yüzündendir.

Kaynakça

  • Ahmet Vehbi Ecer, "Büyük Türk Alimi Matüridî"
  • Ahmet Vehbi Ecer, "İslâm Tarihi Dersleri"
  • Ahmet Vehbi Ecer, "Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri"
  • Ahmet Vehbi Ecer, "Tarihte Türkler, İslâmiyet ve Mezhepleri" (Erciyes Gazetesi)
  • Ali Duman, "İmam Mâtüridî, Hayatı, Eserleri Ve İslam Düşüncesindeki Yeri", Hikmet Yurdu, 2009, cilt: II, sayı: 4, Matüridî ve Mâtüridîlik Özel Sayısı, s. 109 - 126.
  • Ali Duman, İmam İmam Matürîdî'nin Te'vilatü'l-Kur'an'ında Akıl Yürütmeyle İlgili Kavramlar -Fıkıh, İstidlâl, Kıyas-, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [Mesned İlahiyat Araştırmaları Dergisi = Journal of Mesned Divinity Researches], 2014, cilt: V, sayı: 1, s. 103-116
  • Nihat Keklik, "Felsefe-Mukayeseli Temel Bilgiler ve Kaynaklar"
  • Amiran Kutkan, "Türk Milletinin Manevi Kaynakları"
  • Sönmez Kutlu, "İmam Matüridi ve Matüridilik"
  • Abdullah Manaz, "Dünyada ve Türkiye'de Siyasi İslâmcılık"
  • Hanifi Özcan, "Matüridi'de Bilgi Problemi"
  • İsmail Bilgili, "Hanefi Fıkıh Medeniyetine İmam Mâtürîdî’nin Etkisi", İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2017, sayı: 29, s. 399-423
  • Murtaza Bedir, "Matüridi Fıkıh Usulü: Gerçek mi? Kurgu mu?", Büyük Türk Bilgini İmam Matüridi ve Matüridilik -Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantı-, 22-24 Mayıs 2009 - İstanbul, 2012, s. 412-420
  • Nureddin Sabunî, "Matüridiye akaidi" (Çev.Bekir Topaloğlu)
  • Hilmi Ziya Ülken, "Millet ve Tarih Şuuru"
  • M.Sait Yazıcıoğlu, "Matüridî ve Nesefî'ye göre İnsan Hürriyeti Kavramı"
  • Julius Welhausen, "Arap Devleti ve Sükûtu" (Çev.F.Işıltan)
  • Hulusi Arslan, "Maturîdî’ye Göre Evren Ve İnsanın Yaratılış Hikmeti", Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (www.hikmetyurdu.com), Yıl: 2, S. 4, (İmam Matüridi ve Matüridilik Özel Sayısı), 71-90.
  • Abdurrahman Kasapoğlu, "Mâtürîdî’nin İmanda Artmayı İfade Eden Âyetlere Yaklaşımı", Hikmet Yurdu, Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (www.hikmetyurdu.com), Yıl: 2, S.4 (Temmuz-Aralık 2009), ss. 47 - 69.
  • Sönmez Kutlu Matüridilik video

Ayrıca bakınız

Dipnotlar

  1. ^ "Ayetler". 7 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Ocak 2024. 
  2. ^ Sahih-i Buharî Kitab üt-Tefsir Bölümü, Hadis Nu.237


İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Müslüman</span> İslam dinine mensup kimse

Müslüman, İslam dinine mensup kişi demektir. Sünni, Şii ve Mutezili mezhep inancına göre, Allah'a ve Allah'ın birliğine, Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna inanan kişilere denir. İslam dininin farklı mezheplerinde Müslüman kavramı üzerine çeşitli farklılıklar bulunmaktadır.

Cebriyye, kader ve irade konusunda Kaderiyye fırkasının tam aksi görüşler ileri sürmüştür. İslâm âleminde kader konusunu tartışma gündemine getiren ilk şahsın Ma'bed bin Hâlid el-Cühenî olduğu nakledilir. Onu Geylân el-Dimaşkî takip etmiş ve kaderle ilgili görüşlerini daha da geliştirmiştir. Ma'bed, Allah tarafından önceden tayin edilmiş bir kaderin bulunmadığını, insanın fiil ve tavırlarında tamamen serbest olduğunu savunmuştur.

Şirk İslam'da, Allah'a ortak koşma anlamına gelen bir kavramdır. Kur'an'a göre en önemli iman sorunu olan şirk, Allah'a ortak koşmak, Allah'tan başka ilah olduğuna inanmak ve ona tapmak anlamlarına gelir. Şirk eyleminde bulunanlar müşrik olarak isimlendirilir.

<span class="mw-page-title-main">İnsan biçimcilik</span> insanî niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesi

Antropomorfizm ya da insan biçimcilik, insanî niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesidir. Hayvanlar, cansız varlıklar, doğa güçleri, monoteist ve politeist dinlerdeki tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler ve daha başka kavramlar da "Antropomorfizm" konusu olabilir. "Antropomorfizm", Yunancada insan anlamına gelen ανθρωπος (anthrōpos) ile şekil veya biçim anlamına gelen μορφη (morphē) kelimelerinden oluşur.

Ru'yetullah, İslam dini terimi. Allah'ın âhirette gözlerle görülmesini tanımlar. Kelâm ilmindeki tartışma konularından birisidir.

<span class="mw-page-title-main">İhlas Suresi</span> Kuranın 112. suresi

İhlas Suresi, Kur'an'ın 112. suresidir. Sure, 4 ayetten oluşur.

Kelâm ya da İlm-i Kelâm ; İslâm dininin akāid konularını irdeleyen ve tarihî olarak bu çerçevede gelişen dinî-felsefî teorilerle ilgilenen ilim dalı. Bu anlamda kelâm, imanla ilgili konu ve sorulara izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır.

Mutezile, İslam dininde bir itikadi mezhep. Mutezile, sözcük olarak "ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler" anlamına gelir. Büyük günâh işleyen kimsenin iman ile küfür arası bir aşamada olduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet âlimlerinden Hasan-ı Basrî'nin dersini terk eden Vâsıl bin Atâ ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu adla anılır. Mutezile ise kendini "ehlü'l-adl ve'ttevhîd" diye adlandırır. Mutezile mezhebinden olan kişiye Mutezili denir. Özellikle kader ve kaza konularındaki yorumları ve inançları nedeniyle İslam dinindeki diğer mezheplerden ayrılmışlardır; ama yine de İslam dininin çoğunluğunu oluşturan mezheplerden, Ehl-i Sünnet, Mutezile'yi İslam dışı saymamaktadır. Akılcı bir mezhep olan Mutezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i Sünnet'ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Sonuç olarak Mutezile mezhebi, gerek akla çok değer vermesi ve özellikle de Abbâsîler döneminde felsefe ile girdiği yakın ilişkiler dolayısıyla barındırdığı felsefi metot ve görüşleri nedeniyle fazlasıyla eleştirilmiştir. Özellikle de nass ile aklın çeliştiğini düşündükleri noktalarda sıklıkla nassı akla uygun gelecek biçimde yorumlamaları diğer mezheplerde büyük tepki uyandırmıştır. Modern zamanlardaki bazı araştırmacı ve İslam tarihçileri de Mutezile mezhebini akla verdiği önem ve yöntemleri bakımından, çeşitli konularda rasyonalist olarak tanımlar. Mutezile mezhebinin kendi içinde barındırdığı beş ana öğesi vardır, bu öğelerin ilki olan ve İslam dininin de ilk öğesi olan tevhidin bu beş ana öğenin temeli olduğunu öne sürerler. Bazı cemaat ve mezhepler bu düşünceye karşı çıkmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Mâtürîdî</span>

Mâtürîdî ya da tam adıyla Ebû Mansûr Muhammed bin Muhammed bin Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî,, İslam dininin iki itikadi mezhebinden birisi olan Mâtürîdîlik mezhebinin kurucusu ve Hanefîlik mezhebine bağlı olanların itikad imamı sayılan İslâm alimi.

Eş'ârîyye veya Eş'ârîlik, İslâm içinde bir teoloji ekolü ve Sünnî itikadi mezheplerinden birisidir. Kurucusu Ebü'l Hasan Eş'arî'dir. Sünnî Müslümanlar arasında Mâtûrîdîlik ve Selefîlik gibi yaygındır. Aklı Mu'tezile kadar önemsememekle birlikte, Selefîyye kadar da küçük çapta ele almaz.

İtikâdî mezhepler veya Akide mezhepleri ya da İnanç mezhepleri, İnançla ilgili konular İslam'da başlangıçta bir fıkıh dalı kabul edilen kelâm, daha sonra ilm-i tevhid olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları Fıkıh, amelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Müslümanlar, İslâm Peygamberi Muhammed döneminde akıllarındaki soruları hemen ona sorabiliyorlardı. Ancak peygamberin ölümünden sonra sorularına cevap bulamayınca zamanın büyük İslam alimleri Kur'an'ı akıl ile yorumlamaya koyuldular. Böylelikle de i'tikadi mezhepler oluşmuş oldu. Bu mezhepler farklı coğrafyalara yayıldı ve oralarda benimsendi.

Tevhit ya da tevhid, teizm tarifinin İslâm terminolojisindeki karşılığıdır.

İslâm'da iman, İslam dininin esaslarına inanmaktır. İslam'a göre kişinin kurtuluşa erebilmesi için iman etmesi şarttır. İnanç konusunda ise, farklı mezheplerin farklı görüşleri bulunmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Tin Suresi</span> Kuranın 95. suresi

Tin Suresi, Kur'an'ın 95. suresidir. Sure, 8 ayetten oluşur.

Küfür; inkâr, reddetmek, yok saymak, görmezlikten gelmek, hakaret gibi anlamlara gelir.

Takva kulun, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Rabb'ine karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınması anlamına gelen bir terimdir. Kur'an'da Allah katında insanların en üstünün en çok takva sahibi olanlar olduğu belirtilmiştir. Takva, insanın, özde ve sözde, davranışlarda, sözlerde ve fiillerde her zaman kendini Allah'ın huzurunda bilerek buna göre hareket etmesi, harama düşmek korkusuyla bazı helalleri de terk etmesi ve tüm varlığıyla O'na yönelmesiyle zirve bulur.

Kâfir, İslam dinî terminolojisinde küfür işleyerek dinden çıktığı düşünülen veya hiç Müslüman olmamış kişiye denir.

İslam mezhepleri, başlangıçta İlk dönemlerde Ali ile Muâviye b. Ebû Süfyân arasındaki savaş ve İslâm toplumundaki bölünme Ehl-i Sünnet, Şîa ve Hâricîler şeklinde ilk mezhepsel ayrışmayı beraberinde getirmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Hanefilik</span> İslam mezhebi

Hanefîlik ya da Hanefî mezhebi, İslam dininin Sünnî (fıkıh) mezheplerinden biri. Hanefilerin itikatta (inançta) mezhepleri ise Mâtürîdîliktir. İsmini asıl adı Nûman bin Sâbit olan kurucusu Ebu Hanife'den (699-767) alır. Başta Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi Türkî ülkeler olmak üzere Balkanlar, Tacikistan, Afganistan, Suriye, Ürdün, Bangladeş ve Pakistan'da yaygındır. Dört Sünnî mezhebin nüfus açısından en genişidir. Takipçileri, Sünni nüfusun yarısından fazlasını oluşturmaktadır. Hanefîlik, günümüzde en çok bağlısı bulunan fıkıh mezhebidir. Mezhebin görüşleri El-İhtiyar adlı eserde bir araya toplanmıştır.

İslam dünyasında sarhoşluk verici özelliği sebebiyle alkollü içecek kullanımı dinen meşru görülmemektedir. İslam mezheplerinin günümüzdeki çoğunluğu alkolün azı veya damlasının kullanımını dahi meşru görmemekteyken tarih içinde farklı mezhepler konuya farklı yaklaşmışlardır. Ayrıca tarih boyunca Müslüman ülkelerde bu yasağa karşın alkol kullanımının olduğu hatta bazı dönemlerde oldukça yaygın kullanıldığı bilinmektedir.