İçeriğe atla

Ludwig Wittgenstein

Ludwig Wittgenstein
Tam adıLudwig Josef Johann Wittgenstein
Doğumu26 Nisan 1889(1889-04-26)
Viyana, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
Ölümü29 Nisan 1951 (62 yaşında)
Cambridge, Birleşik Krallık
Çağı20. yüzyıl felsefesi
BölgesiBatı felsefesi
OkuluAnalitik felsefe
İlgi alanlarıMetafizik, epistemoloji, dil felsefesi, zihin felsefesi
Önemli fikirleriMantıksal pozitivizm
Etkilendikleri
Etkiledikleri
İmzası

Ludwig Josef Johann Wittgenstein (26 Nisan 1889 - 29 Nisan 1951), Avusturya doğumlu filozof, matematikçi.

Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılır.

Hayatı ve eserleri

Asıl adı Ludwig Josef Johann Wittgenstein olan Avusturya asıllı filozof, 26 Nisan 1889'da Viyana'da dünyaya gelmiştir. Wittgenstein, çok önceleri asimile olmuş, Avusturyalı Yahudi fabrikatör Karl Wittgenstein ve onun eşi Leopaldine'nin sekiz çocuğundan en küçüğüdür. Karl Wittgenstein, Avusturya-Macaristan monarşisinin başarılı, çelik sanayicilerinden sayılırdı. Bununla beraber, Wittgenstein çifti, o asır içerisinde Viyana'da bulunan en zengin ailelerden biriydi. Wittgenstein'ın babası, çağdaş sanat ve sanatçının hoşgörülü destekçisi iken annesi de harika bir piyanistti.

Wittgenstein'ın büyükanne ve büyükbabalarından sadece biri dışında hepsinin Yahudi kökenli olmasına rağmen Wittgenstein, Katolik gelenek ve göreneklerine göre eğitilmiştir. Tıpkı diğer kardeşleri gibi (Örneğin Paul ünlü bir piyanisttir.) Wittgenstein da entelektüel yaşam ve müzik dalındaki yetenekleriyle kendini göstermiştir. Bu yeteneklere sahip olmanın yanı sıra, Wittgenstein'ın kardeşlerinden üçü Hans, Rudolf ve Kurt psikolojik sorunlarından dolayı intihar etmişlerdir. Yaşamı boyunca, özellikle I. Dünya Savaşı esnasında yaşadığı olumsuzluklar, depresif davranışlar sergilemesine neden olmuşsa da Wittgenstein, insan ilişkilerinde otoriter ve inatçı olduğu kadar; aynı zamanda duyarlı ve şüpheli bir yaklaşım sergilemiştir.

14 yaşına kadar eğitimine özel derslerle devam eden Wittgenstein, ortaokulu Linz’de okuduktan sonra 1906 yılında Berlin-Charlottenburg’da bulunan teknik lisenin makine mühendisliği bölümüne girmiştir. Aslında Wittgenstein, Viyana’da Ludwig Boltzmann’ın yanında okumak istemiş; ancak ortaokul karnesi tahsilini aynı yerde, yani Berlin’de devam ettirmesi gerektiğini göstermiştir. Burada Wittgenstein, kız kardeşi Hermine gibi uçağın teknik sorun ve çözümleriyle uğraşmıştır. Bundan sonra aynı dönem içerisinde ya da çok az bir zaman sonra felsefe ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu durum, yani felsefi sorunlar üzerine düşünmek, Wittgenstein’ın arzularına o kadar zıttır ki, içinde yaşadığı bu çelişkiler ona çok acı vermiştir.

1908 yılında mühendis diplomasını aldıktan sonra uçak motoru yapımı denemelerinin yapıldığı Manchester mühendislik bilimi bölümüne gitmiştir. Kısa bir süre sonra bu kararından vazgeçen Wittgenstein, 17 Ağustos 1911 yılında patent aldığı “Uçak pervanesini geliştirme önerileri” projesi üzerinde çalışmıştır.

Burada Wittgenstein, kendini derinden etkileyen İngiliz matematikçi ve filozof Lord Bertrand Russell'in kendisiyle ve eserleriyle tanışmıştır. 1912 yılında matematik ve mantık alanında, Russell'in yanında okumak için Cambridge Üniversitesi'ne gitmiştir. Kısa sürede Russell, Wittgenstein'ın bir dahi olduğunu anlamış ve Wittgenstein da donanımlarıyla etkilendiği Russell'in seviyesine ulaşmıştır. Zaten Russell de Wittgenstein'ın mantık ve felsefi eserler verme konusunda kendinden sonra en uygun kişi olduğu kanısına varmıştır.

1911 yılının kasım ayında Wittgenstein Russell'in de yardımlarıyla Cambridge’de gizli bir topluluk olan seçkin Apostles’e üye seçilmiştir. Bu esnada ilk sevgilisi David Pinsent’le karşılaşmıştır. Kısa zamanda aralarında sarsılmaz bir dostluk oluşmuş ve birlikte Norveç’in Skjolden şehrinde, ahşap bir ev satın almışlardır. Wittgenstein, mantığın sistemleri konusu üzerindeki çalışmalarına birkaç ay burada devam etmiştir. Wittgenstein’ın homoseksüel olduğu, ilk olarak 1973’te William Warren Barley’in biyografisinde bahsettiği ancak adını zikretmediği bir erkek arkadaşı olmasından, ikinci olarak ise tuttuğu günlüklerindeki gizli yazılarından anlaşılmaktadır.

1912’de başlayıp 1917 yılına kadar tuttuğu günlüğündeki mantıksal ve felsefi denemeleri Wittgenstein’ın ilk felsefi eserini oluşturmuştur. I. Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak çalışırken bu eserini yazmaya devam etmiş ve nihayet 1918 yılının yazında eserini tamamlamayı başarmıştır. Eserin tamamlanmamış hali ilk olarak 1921’de Almanya’nın Doğa Felsefesi Dergisi Annalen’da yayımlandıktan sonra 1922 yılında bugün de daha çok İngilizce adıyla bilinen, orijinal adı Tractatus Logico-Philosophicus’un iki dilde baskısı yayımlanmıştır. Bu eserinin yanı sıra iki küçük felsefi denemesi, halk okulları için oluşturduğu bir sözlüğü ve mantıksal felsefi denemeleri, Wittgenstein hayatta iken yayımlanmıştır.

Erken dönem eserleri

Wittgenstein, Tractatus’da birden çok anlamlı sözcükler gibi dilin doğal eksikliğini, dilin yapay ve mantıksal olduğu fikrini geliştirmiştir. Onun yeni dili, tıpkı mantık dilinde kullandığı gibi sembollerden oluşmuştur. Eserinin önsözünde tüm felsefi problemlerin dilin araştırılmasıyla çözülebileceğini belirtmiştir. Felsefi analizlerinin hedefi, işlevselliğin açıklanması yoluyla anlamlı ve anlamsız önermelerin farkını ortaya koymaktır. “Felsefenin tamamı dil eleştirisidir.” Tractatus'un temel görüşleri Russell'in aşıladığı fikirlerden oluşmuş ve mantıksal atomculuğun felsefesi olarak sayılmıştır.

Wittgenstein'ın erken dönem felsefesinin temelinde dilin resmedilmesi vardır. Daha sonra ise gerçeklikte bir olan şeylerin ayrılması konusu vardır. Her “Şey”in dilde bir adı vardır. Cümlede adların yan yana durması, anlamı oluşturur. Şeylerdeki gerçeklik gibi önermeler de adlarına ayrılırlar. Gerçeklikteki konu ve olguların adlarının resmedilmesi gibi, bir önermedeki göstergelerin adlarının düzeni ya da yapısı, o cümlenin doğru olduğunu gösterir. Örneğin “aRb”, “bRa”dan farklıdır; çünkü “b” göstergesi birinde “R” nin solunda, diğerinde ise sağındadır. Bu nedenle “a” ve “b”nin gösterge adları ayrılmış önermelerin her birinde farklı bir yapıya sahiptir. “bRa”nın resmedilmesiyle, resmedilen olgular arasında nasıl bir gösterge olduğu “aRb” önerme göstergesiyle görülür. Önerme göstergelerinde, gerçeklikteki şeylerin başka bir olgu olarak adlandırılmasıyla oluşturulan önerme yanlış bir önermedir.

“Anlamsızlık”, gerçeklikteki olguların bağımsızlığı doğru ya da yanlış olan önermelere, örneğin totoloji ve çelişkiye karşıdır. Buna karşın şu örnekteki gibi, gerçeklikte, aslında şeyle bağlantısı resmedilmeyen göstergeler anlamsız önerme olarak adlandırılır: “Burada söylediğim önerme yanlıştır.” Bu önerme olası şey ve gerçeklikle bağlantı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda anlamsızlığın ne olduğunu da açıklıyor. Aynı şey, bir şeyler isteyerek ya da tasvir edilen şeyleri iyi ya da kötü adlandırarak, dünyadaki şeylerin saf düzenini aşmak üzerine söylenen önermeler için de geçerlidir. Çünkü önerme göstergelerinde resmedilen gerçeklik, sadece yapısını güçlendirmekle kalmayan, aynı zamanda ad topluluğunun ortaya çıkmasından dolayı anlam ifade etmeyen bir değere sahip olmalıdır. Wittgenstein'a göre bir değer, içini olduğu gibi dökmez. Konuşulamayan ve üzerinde mantık yürütülemeyen şeyler hakkında susulmalıdır.

Wittgenstein mantıksal felsefi denemesinde (Tractatus logico-philosophicus) kendisi şöyle belirtmektedir: Önermelerim, beni anlayan şeyin anlamsız olduğunu açıklıyor. Böylelikle Wittgenstein'ın felsefesi, şeyle ilişkisi olmayan ve gerçek olmayanın araştırılmasının gerekli olduğunu belirtir. Mantıksal felsefi denemesinin tamamı, anlamsız form, gerçeğin olanaklı olup olmadığı ya da düşünülebilen anlam açısından, mantıksal bir çerçeve içerisinde incelenmektedir. Wittgenstein, anlamın sadece kendi başına olamayacağını, anlamı, nelerin mümkün kıldığını açıklamaya çalışmıştır. Daha sonra bunu, öz metre (ideal/soyut ölçüm birimi) kadar uzun olduklarını varsayarak, uzunluğu olan nesnelerle karşılaştırıldığında uzunluğu olmayan öz metrelerin resmedilmesiyle açıklamıştır. Wittgenstein, Gottlob Frege’nin yolunda, Charles S. Peirce’den bağımsız olarak eseri Tractatus’ta bugün okullarda okutulan mantık kitaplarının hiçbirinde bulunmayan, “hakikatin tablosu”nu geliştirmiştir. Bu tablo, bir sistemin betimlemesini konu alır.

Wittgenstein: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” görüşüyle yola çıkarak, bilginin temelinde mantığın olduğunu ve bilginin sınırlarını da yine mantığın belirlediğini söyler. Bu bağlamda Wittgenstein, mantıksal felsefi denemesinin önsözünde şunları dile getirir: Bu kitabın mantığı şunun üzerine kurulmuştur: Söylenmek istenen şey açıkça söylenir, üzerine konuşulmayan konular hakkında ise susulmalıdır. Bu cümle, felsefe camiası içerisinde tepkiyle karşılanmıştır. Wittgenstein'ın bu cümlesi aynı zamanda, Friedrich Nietzsche'nin dünyanın metafiziğini açıklamasına, anlam ve ardıllık açısından karşı çıktığını göstermiştir.

Geçiş dönemi

Wittgenstein, mantıksal felsefi denemesinin yayımlanmasıyla felsefeye yeterince katkıda bulunduğu kanısına varmış ve daha başka alanlara yönelmiştir. İtalya'daki savaş esiri iken Leo Tolstoy'un eserlerini okumuş ve büyük ihtimalle, onun düşüncelerinden etkilenerek öğretmenlik yapmaya karar vermiştir. Servetini kardeşleriyle paylaşmıştır, bir bölümünü dönemin genç sanatçılarından Adolf Loos, Georg Trakl ve Rainer Maria Rilke'ye bağışlamıştır.

Daha sonra Wittgenstein, 1919/1920 yıllarında Viyana’daki öğretmen eğitim kurumuna gittikten sonra, Viyana’ya 4 saat uzaklıkta, güneyde Trattenbach adında küçük bir kasabada, birkaç yıl ilkokul öğretmenliği yapmıştır. İki yıl sonra Wittgenstein, yeni işini değiştirerek, ilkokul için sözlük yazıp yayınladığı yere, yani Otterthal’a öğretmenlik yapmaya gitmiştir. 1926 yılının Nisan ayında 11 yaşındaki bir çocuğa tokat atmıştır ve bu düşüncesizce hareketinden dolayı, resmi makamlara gitmeden önce, okul müfettişinin zoruyla Wittgenstein, istifa dilekçesini vermiştir. Bunun ardından birkaç ay, Viyana’nın Hüttendorf kasabasındaki bir manastırda bahçıvan yardımcısı olarak çalışmıştır. Bu süre içerisinde, manastırın bahçesindeki alet hırdavat deposunda kalmıştır. Wittgenstein, başrahibin, rahip olarak tarikata katılma çağrısına cevap verme konusunda kararsızlık yaşamıştır.

1926 yılında Wittgenstein Viyana’ya taşınmış ve burada filozof Moritz Schlick’le tanışmıştır. Modern tarzıyla Viyana’nın gösterişli yapısı Palais, kısa sürede kültürel yaşamın merkezi ve aynı zamanda Viyanalıların, Wittgenstein’la buluşma noktası haline gelmiştir.

Wittgenstein bir süre özellikle evlerin iç mimarisi ve dizaynı ile ilgilenmiştir. Bunun yanı sıra heykeltıraşlıkla uğraşmış ve Viyanalı sanatçı Drobil’in tarzıyla bir büst yapmıştır. Bu tarz pratik uğraşlar, Wittgenstein’ın iş ve ilgi alanını göstermiştir.

Onun amacı, herkese ait olan toplumsal bir doğa yaratmak değildi. O, hem dünyayı daha da iyileştirmek, hem de insanın içinde bulunduğu ruhsal kurtuluşu sağlamak ve entelektüel, psikolojik saflık ve açıklık için uğraşmıştır. Daha sonra Wittgenstein, geçmişi hatırlayarak şunları yazmıştır: Felsefedeki iş, tıpkı mimarideki bir iş gibi kendi işinden fazlasıdır ve kendi düşüncesini yansıtır. Yani, bir şeyi nasıl görüyorsa öyledir ya da istenen ne ise odur.

1920’li yılların sonunda Wittgenstein, yeniden felsefi konular ve sorunlar üzerinde uğraşmaya başlamıştır. Bu esnada, Wittgenstein “Viyana çevresi” (Wiener Kreis) akımının birkaç üyesinin görüşlerini önemli ölçüde etkilemiştir. Sezgicilik akımına kapılan matematikçi L. E. J. Brauwer'in bir konuşması aracılığıyla, en azından Herbert Feigl'in mektubundan sonra, felsefeye tekrar dönme kararı almıştır. Bu geçiş aşaması esnasında, Wittgenstein kısa bir süreliğine doğruculuk akımının bir şeklinin betimlendiği şu görüşü benimsedi: “Önermelerin anlamının bilinmesi, önemli veri ve delillerin toplanması yönteminin bilinmesiyle bağdaşır.“

Geç dönem eserleri

Wittgenstein,1929 yılında Russell'in ve Moore'un yanında sözlü sınava girdiği ve Tractatus üzerine doktora yaptığı Cambridge'e filozof olarak geri döndü. 1930'lu yılların başında öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1939 yılında ise, Cambridge'de felsefe profesörü George Edward Moore’un yerini alacak kişi ilan edilmiş ve 1947’ye kadar profesörlük yapmıştır. Bu ilandan kısa bir süre sonra, İngiliz vatandaşı olmuştur. Bu durumun oluşması, 12 Mart 1938’de, Nazi Almanyası’nın Avusturya bağlantısına göre Wittgenstein’ın sadece Alman vatandaşı olduğu ve Nürnberg Yasalarına göre de Yahudi olduğundan kaynaklanmıştır. Wittgenstein 30’lu yıllarda, dilsel anlamdaki ilk eseriyle, başka tartışmaları da içeren yeni düşüncelerini, kitap halinde kaleme almış, çok sayıda el yazması ve daktiloyla yazılmış eser vermek için uğraş vermiştir. Bu bağlamdaki önemli eserler şunlardır: “Mavi Kitap“ (The Blue Book), matematiğin felsefesi üzerine ders notlarıdır. Bir diğeri ise, Büyük Daktilo Yazısı (The Big Typescript), bir kitabın reddedilen planı ve “Kahverengi Kitap” (The Brown Book), dil oyunlarını konu alan bir yazıdır. Bunları takip eden el yazması eserleri ise “Felsefi Notlar” ve “Felsefi Dilbilgisi”dir.

Wittgenstein, 1936 yılında yeni fikirlerini derlemeye başlamıştır. Aynı zamanda, 1953 yılında Wittgenstein’ın ölümünden sonra yayımlanan ikinci eseri “Felsefi Soruşturmalar” denemesini oluşturmuştur. Bununla birlikte, Wittgenstein dünya ününe kavuşmuş ve mantıksal felsefi denemesi “Tractatus” ile felsefe tarihini kalıcı bir şekilde etkilemiştir. Analitik dil felsefesi de, temel yapıtlarından bir tanesi olarak kabul edilir. 1940'lı yıllarda ise Wittgenstein, matematiğin temeli hakkındaki el yazması “Felsefi Notlar”ı yazdı.

Wittgenstein, II. Dünya Savaşı esnasında, yeniden uygulamayla uğraşmaya başlamıştır. Bir Londra Hastanesinde gönüllü bakıcılık yapmıştır. 1943 yılında, yaralı şoklarını araştıran, tıbbi araştırma grubuna laboratuvar asistanı olarak katılarak laboratuvar araç ve deneylerini tasarlamıştır. Wittgenstein burada nabız, tansiyon, nefes darlığı ve şiddeti için aletler geliştirmiş ve bu esnada uçak motorlarının yapımında edindiği deneyimlerini kullanmıştır.

1944 yılında Wittgenstein, tekrar Cambridge Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Wittgenstein, “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserini yazmaya devam etti ve aynı zamanda ‘algının felsefesi’, ‘kesin bilgi’ ve ‘şüphe’ konuları üzerinde çalıştı. Bunun yanı sıra, çok sayıda kültürel ve bilimsel teorik konuların aydınlığa kavuşup açıklanması da yine Wittgenstein sayesinde oldu. 1939 yılında tuttuğu notlar arasında şöyle bir cümle var: “Bilim adamlarının, insanlara bir şeyler öğretmek; müzisyen ve şairlerin ise onları memnun etmek için var olduğuna inanılır; ancak bir şeyler öğretmek durumunda oldukları, kimsenin aklına bile gelmez.”

Wittgenstein 1947 Ekim'inde, kendini tamamıyla felsefeye adamak amacıyla üniversitedeki işini bıraktı. Daha sonra İrlanda'da inzivaya çekildi ve zamanının bir bölümünü burada geçirdi. Çalışmalarının esas noktasını, “Felsefi Soruşturmalar” eserinin ikinci kısmı olan “psikolojinin felsefesi” oluşturmuştur. Söz konusu bu eserdeki düşüncelerin ‘Felsefi Soruşturmalar’a dâhil edilmesi, Wittgenstein’ın da isteklerine uyup uymadığı konusu hâlâ kesin değildir. Wittgenstein, 1949 yılında ikinci eserine de son noktayı koyduktan sonra 1951 yılında, yakalandığı kanser hastalığına yenilerek hayata veda etmiştir. Wittgenstein, hastalığı süresince bir İngiliz hastanesine gitmeyi reddetmiştir ve son haftalarını doktorunun evinde, onun gözetiminde geçirmiştir. Bu doktor arkadaşının eşi, Wittgenstein’a ölümünden bir gün önce, İngiliz arkadaşlarının kendisini ziyarete gelmek istediğini bildirdiğinde, hasta yatağındaki adam şu sözleri söylemiştir: “Onlara harika bir hayat yaşadığımı söyleyin!” Wittgenstein'ın mezarı, Cambridge'deki Ascension Parish Burial Ground mezarlığındadır.

Geç dönem felsefesinin yorumlanması

İki filozofa Wittgenstein'ın fikirleri sorulduğunda, genellikle iki değil, tam dört farklı cevap alınır; iki farklı cevap birbirine çok benzeyen Wittgenstein'ın erken dönem eserlerinden, diğer iki cevabı da birbiriyle çelişen geç dönem eserlerindendir. Wittgenstein'ın bu sıra dışı eserini oluştururken, baştan sona kadar çelişki içerisinde olduğunu şu sözleriyle anlıyoruz: “Birkaç başarısız denemeden sonra, elde ettiğim sonuçlarla başarılı olamayacağımı anladım. Felsefi alanda daha iyi yazılar yazdım. Düşüncelerimi kendi yönüne karşıt bir yöndeki düşünceye zorladığımda, düşüncelerim bu zorlamaya yenik düştü hep.”[]

Wittgenstein geç dönem eserlerindeki kısa diyalog bölümleri üslup açısından gelişmişti. Wittgenstein'ın giriş cümleleri geleneksel tarzının dışındaydı. Wittgenstein, geç dönem eserlerini oluştururken, özellikle felsefe tarihi açısından herhangi bir öncü edinmemişti. Felsefede düşünmeye yeni bir tarz getirdi. Felsefedeki bu yeni düşünme tarzı, tıpkı yabancı bir dili yeni öğreniyormuş gibi öğrenilmeliydi.[kime göre?] Wittgenstein'ın bu yeni düşünme tarzının arkasından, sadece çok az filozof gitti. Felsefe yaparak, akıl bozukluğunu büyük bir felsefi problem olarak ele aldı. İnsanların uygun olmayan bir dil kullanımına saplanıp kaldıklarını düşündü ve bu yüzden de düşüncelerini kuralların dışında bırakmayı tercih etti.

Wittgenstein geç dönem felsefesinin temel eseri olan 'Felsefi Soruşturmalar'da, sözcüklerimizin kullanımına dikkat etmememizin, bizim anlayışsızlığımızın ana kaynağı olduğundan bahsediliyor. “Benim bir sandalyem var”, “bir izlenime sahibim”, “diş ağrım var” şeklindeki önermelerde belirlen benzerlik, “var” sözcüğünü hem duygu içeren ifadeler için, hem de insanın sattığında ya da yaktığında yok olabilecek basit bir sandalye için kullanabileceğini gösteriyor. “İzlenim”, “duygu”, “düşünce” ya da “sayı” gibi kelimeler “sandalye” gibi, görünen bir şey olmasa da, düşünce ya da iç sezgilerde yerlerini alır. Wittgenstein, bilincin oluşmasını örnekleyerek görünemeyen nesnelerle, iç alanı etkileyen, bilinçsizce ortaya çıkan resimlerin üstesinden gelmeyi amaçlamıştır.

Wittgenstein'ın kendisinin de belirttiği gibi, felsefe yapma, sürekli ona –dilin sınırlarını zorlamakla birlikte- çarptığı için artık başının yara bere içinde olduğu en yalın mantıksızlığın keşfi (aynı zamanda bu etkisizleştirilmesi demek) ile gerçekleşmektedir.[]

Bu noktaya kadar herkes uzlaşma içindedir; ancak çıkarımlar konusunda Wittgenstein'ın düşüncelerini anlamak bağlamında, yorumlar ikiye ayrılır; kendi ifadesine göre, kendi felsefe anlayışı, “her şeyi olduğu gibi bırakma eğilimi içindedir”, “sadece ortaya koyar, üzerine bir çıkarım ve yorum yapmamada kararlıdır; “her şey açık” olduğu için “açıklamaya gerek olmadığını” belirtir. Yorumların bir kısmı Wittgenstein'ın şimdiye kadar dünyanın gizli bağlantılarını açıklamak konusunda, hiçbir yol bulamadığı hususunu ve düşüncelerin karşıtlığı ve sabitliği ya da sadece kötü ve fena olan şeyleri çözüme kavuşturmak istediğini vurgular. Daha sonra bu yorumlar gerçeklere döndüren ve tedavi edici görüş olarak adlandırılmıştır. Buna karşıt görüş olarak da diğer bir kısım, Wittgenstein'ın dünyayı açıklamadığını; fakat mantığın sınırlarını göz önüne alarak gözlemlediğini savunmuştur. Onlara göre Wittgenstein'ın yeni tarzı ve gerekçesi “Dilbilgisel Tasvir”dir. Bu şekilde Wittgenstein, yaşam biçimi ve gelenekleriyle çevrilebilen kelimelerin kullanım biçimlerini dilbilgisiyle anlamaya çalışmıştır.

Wittgenstein, dilbilgisini, kullanıcı tarafından düzenlenebilen kurallı, öğrenilebilir şey olarak adlandırarak, dilbilgisinin mutlak olduğunu belirtir. Wittgenstein’ın geç dönemde okuduğu dilbilgisi betimlemelerini içeren bu görüşleri, daha sonra, nedensiz olan şeyin kabul edilmesi konusunu içeren metafiziksel konular olarak adlandırılmıştır.

Wittgenstein, herhangi bir şeyi tasvir etmekle kalmamış, aynı zamanda buna karşı olarak, belirli resimlerin sebepsiz kabulünün temeli olarak gördüğü, kesin gibi görünen şeylere çözüm yolu aramıştır. Burada ”Resim”den kasıt, nedeni araştırılmaz, açık ve kesin olan belirli görüşlerin bir araya gelmesidir. Böylece tasvir, şeyler için sayıların teminatıdır. Herhangi bir yer gibi zaman da ölçülebilmelidir.

Wittgenstein, bir resmin büyüsünü, cazibesini bozmak için çözüm yolu olarak, bir nesnenin karşıt nesnesinin düşünülmesi fikrini geliştirmiştir. Bu büyüsü bozulmuş resimleri de anlamlandırdıktan sonra, başka felsefi bir problem olarak da zamanın ölçülmesi konusu vardır. Bu anlamda Wittgenstein’ın bu sorunlu resimlere yaklaşımı, aşağı yukarı, metre hesabıyla ölçülen bir şeydir. Örneğin bir mekânın ölçülmesi. Zamanı ölçmek mümkün müdür peki? Zaman ölçülürken hangi ölçüt alınmalıdır? Geçmiş mi yoksa gelecek mi? Zaman ölçülmeye pek de müsait değildir. Ancak, bu durumda 1 saat neyin ölçütüdür o zaman?

Wittgenstein içindeki şüphe duygusunu, karşıt nesneleri düşünerek bastırmıştır. Şöyle ki nasıl bir yer ölçmek için hem metre hesabı hem de adım hesabı varsa, zaman için de öyle olmalı. Wittgenstein burada, yandaşlarının, “mekânın bir adımı zamanın ölçütü olabilir” yorumunu kastetmemiştir. O, bunu açıklamak için, sadece karşıt bir nesnenin düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Yani metre hesabı yerine zamanı ölçmek için de, tıpkı mekânı adımla ölçmek gibi benzer bir şey olabilir. Böylelikle sorun ortadan kaldırılabilir. Wittgenstein; “Beni bu denli yetenekli kılan asıl buluşum, istediğim zaman, felsefe yapmaya ara vermemdir.” diyerek bu duruma bir açıklama getirmektedir. Örneklerle birlikte bir yöntem belirlenmiştir, örnekler değişkenlik gösterebilir, bu metotlarla sadece bir problem değil, çok sayıda problem çözülebilir.

Wittgenstein'ın metre hesabı kullanımı gibi, dilbilgisinde oluşan “dil oyunları”nın tüm yöntemleri yaklaşımı, metafizik yorumuna destek verenler için, ilk defa elde edilmek istenen yeteneklerin zorluğudur. Bu şekilde Wittgenstein, bir yandan bazı temel kavramların kullanım ilişkilerini ortaya koyup, yaklaşımlarını ‘kural’ ya da ‘anlam’ kavramlarının anlamlarıyla açığa kavuşturmayı tercih ederken diğer yandan da dil oyunu ya da köken benzerliği ile beraber, keşfettiği dil oyunlarının açıklaması için, dilin nasıl kullanılacağına ilişkin oluşturduğu yöntemdeki özgün kavramları oluşturup bu kavramları netleştirmiştir.

Wittgenstein'a göre, filolojik ya da tarihsel eleştirel metotların incelenmesine ait olan ya da anlam, gelişim ve eleştirisinin karşılaştırılması, kullanım ilişkisi ve dil oyunlarının canlandırılmasını açığa kavuşturur. Buna ilişkin olarak, metafizikçiler, Wittgenstein'ın geç dönem felsefesinin can damarı kavramının “dil oyunu” olabileceğini düşünür.

Wittgenstein'a göre, hayati gerçeklik belirlenmiş kural sınırının aşılmasıdır. Bu durum, felsefede örnek teşkil eden ya da farklı örneklerin bir arada olduğu dilbilgisini oluşturmayı sağlar. Bu oluşum bazen şaşırtıcı olayları da beraberinde getirir, hiçbir şeyin gizli olmadığı bir hayalin anlaşılır kullanım ilişkisini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda insanlar arasında belirlenmiş bir gelişmeyi kastedebilir. Ve bu da 1. tekil şahsın ifadelerinin gerçekte hiçbir değer taşımadığını gösterir. Wittgenstein'ın, her bir yaşam biçiminin kavramsallaştırılmış dünya resmi anlayışının açıklaması, metafizikçilerin düşüncelerinden farklı bir düşüncedir. Wittgenstein'ın, bilgi cümleleri biçiminde oluşan kesin cümlelerin donuklaşması, yöntem olarak ise hiçbir şeyi donuklaştırmayan, hatta akıcı bilgi cümlelerini işlevsel hale getiren, akıcı cümleleri donuklaştırarak, sabitleştirerek zamanla olan ilişkilerinin değiştirildiği, ‘hakikat hakkında’, ”insan kendini tanıtabilir” cümlesi alıntılanır.

Metafiziksel tutum, ivedi anlamsızlığının ivedi anlamlılığı yoluyla sınırlamak için donuklaştırılmış cümlelere şu açıdan bakar: “Taş düşünemez” gibi kesin olan ya da yarı kesin olan yargıları tespit etmek. Wittgenstein'ın geç dönem eseri herkesi büyülemiştir, o sadece dil felsefesiyle değil, aynı zamanda insan ruhu ile ilgilenen başka bilim dallarının araştırmaları ile de ilgilenmiştir. Bunlar psikoloji ve psikiyatridir. Wittgenstein'ın fikirleri, psikoterapi yönteminin kullanılması gerektiğini gösteriyor. Çok sayıda psikolog ‘Wittgenstein Yaklaşımı’ olarak adlandırılan bu yaklaşımı çok iyi bilir. Metafizikçiler, Wittgenstein'ın kesin tedavi edici görüşünün var olduğu geç dönem felsefesinin etkisini azalttılar. ‘Doğru’nun, ‘izin’in ya da ‘anlamlılık’ın ne olduğunu kanıtlarla göstererek, yanlışların doğrusu, izin verilmeyen dil kullanımının izin verileni, anlamsızın anlamlılığı sınırlamasını ortaya koyar.

Wittgenstein kelimelerin anlamları üzerine konuştuğunda, sadece kavramların somutlaştırılması amacına yönelik tedavi edici görüşlerine değil, aynı zamanda ifadesinin hemen ardından nasıl iyi sözlerin çıktığı konusunda entelektüel sorunların çözüme kavuşturulması amacına da yer vermiştir. Burada ‘iyi’den kastedilen nedir ki? Belirli bir özelliği olmalı, aksi takdirde her şey birbirine girer.

‘Dil oyunu’ kavramı konusundaki tartışmalar, ‘anlam‘ kavramıyla sıkı bir ilişkisinin olduğunu gösteriyor. Bu konu hakkında “Felsefi Soruşturmalar” eserinin 43. sayfasında şunlar yazıyor: “Bir kelimenin anlamı, onun dildeki kullanımıdır.” Daha sonraki cümlede ise Wittgenstein, sınırlayıcılığa dikkat çekiyor: Kelimelerin anlamlarına göre kullanım koşullarının büyük bir bölümü için, (kullanım koşullarının hepsi için geçerli değil) şu cümle açıklanabilir: “Bir kelimenin anlamı, onun dildeki kullanımıdır.” Söz konusu cümleye ilişkin yapılan farklı yorumlar, metafizikçilerin ve terapistlerin farklı görüşlerinin olduğunu gösteriyor.

Metafizikçiler tarafından bakılacak olursa; Wittgenstein, bu kitapta alfabetik olarak gösterilen kavramların yapısını, anlamın bir açıklaması olarak göstermiştir. Buna göre Wittgenstein'ın eserlerinden sağlam bir görüş çıkarmak asıl görevdir. Wittgenstein'ın tanımlamaları, belirgin bir özellik taşıyan klasik açıklama yöntemiyle değil, aksine belirli kavramların uyumu ya da benzerliğinin oluştuğu açıklama yöntemi ile gösterilir. Burada Wittgenstein'ın düşüncelerinin en önemli noktası olan, her zaman yeterli ve açık olmak konusu ortaya çıkar.

Yine “Felsefi Soruşturmalar” eserinin 43. sayfasında bu konuyla alakalı olarak şu tanım yapılmıştır: ‘Her durum için geçerli olmayan’, yazar aracılığıyla, anlamın genişleyen belirginliğini bir liste şeklinde okumak ve “Felsefi Soruşturmalar” eserinin ikinci kısmında, Wittgenstein, ikincil anlamı tanımlayan, psikolojinin felsefesi yaklaşımlarını açıklar ve bunu da kelimenin kullanımının neye göre oluştuğunu tanımlar. Wittgenstein'ın geç dönem eserinde “anlam” kavramının temel ve ikincil kullanımı ile ilgili hiçbir şey yoktur, Wittgenstein'ın herhangi bir genişlemiş yorumunun olmadığı ve anlam kavramının detaylı bir şekilde açıklandığı metafiziksel yorum görüşlerine yandaşları tarafından ilgi gösterilmiştir.

Buna karşın, terapötik (tedavi yöntemsel) yaklaşım yandaşları eserinin 43. sayfasında Wittgenstein'ın “anlam”ın varlığı ve çekirdeğini adlandırma konusundaki yaklaşımının mevzu bahis olmadığını savunurlar. ‘Her durum için geçerli değil” sınırlaması yazarın geç dönem eserlerindeki metninde bir uyarı niteliği taşımıyor, aynı zamanda ileride yapılacak adlandırmanın da hiçbir şeyi tam olarak açıklamadığını gösteriyor. Felç olmuş bir düşüncenin sebep olduğu gizem dolu bir resim, mümkün bir araştırma nesnesinin olduğunu açıklar. Bunu da bakış açılarını karşılaştırma yöntemiyle yapmıştır. Böylece ‘betim’ ya da ‘diş ağrısı’ kavramlarının anlamlarının, uzayda bir yere sahip olan ‘araba’ ya da ‘sandalye’ gibi görülemeyeceğini belirtmiş, hatta bunun yerine bunların ‘tasvir’ ve ‘diş ağrısı’ arasındaki anlam ve oluşum kurallarının benzerliklerini göstermeye çalışmıştır. Çözüm yolları ve tedavi edici tutumlara göre, sadece anlam kavramının farklı adlandırılmasının nasıl yapılacağı sorunu ortaya çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda çözüm yolları göstermek için, karşılaştırma yöntemiyle tasarlanmış konularının olup olmadığını ortaya koyuyor.

Erken ve geç dönem eserleri arasındaki bağlantı

Geç dönem felsefesinin yorumlanması üzerine yapılan tartışmalar, Wittgenstein'ın düşüncelerinin devamlılığını da değerlendirmeyi gerektiriyor. Çünkü her iki dönemde de düşünceleri değişmiştir. Terapistler, ‘Felsefi Soruşturmalar’ adlı eserinin başarısız yöntemleri ve mantıksal-felsefi denemesindeki belirsizliği arasında fark yaratan şeyin varlığını kabul etme eğilimi gösterirler. Metafizikçiler ise, iki eserini de negatif metafizik içerisinde açıklar. Onlar erken dönem eserinde anlamsal açıdan mantığın araştırma nesnesini boşluk olarak görürler. Wittgenstein'ın bu bağlamda şu değerlendirmesi önemlidir: “Benim asıl düşüncem mantıksal bir sabitliğin ve de olguların mantığının olmadığıdır.” Geç dönem eserlerinde ise canlı, günlük bir pratikten, yani ‘dilbilgisi’nden bahseder.

Wittgenstein’ın geç dönem eserinde dünya yıkılmıştır, artık dili çözülemez şeyler içerisinde belirginleşir ve bu şeylerin, durum ve önermelerle olabilecek mantıksal bir bağlantısı yoktur. Artık mantığın zamana uyum iddiaları dil yapısını belirlemeyecektir. Wittgenstein, dili eski bir şehirle karşılaştırır. Bunlar, çevresinde tek tek evlerin ve düzensiz upuzun sokakların olduğu kenar mahalle kümeleri ve dar sokak ve mekânlardan oluşan, farklı farklı dönemlere ait yeni ve eski ev yapılarının bulunduğu bir mahaldir. Buna göre, onlar için dil düşüncelerin ve hakikatin yeridir. Bir kelimenin anlamı onun dil içinde nasıl kullanıldığına bağlıdır. Ancak kullanım alışkanlıklardan oluşan bir takım işlevsellik ya da ‘dil oyunu’ içerisinde yok olan bir çeşit yaşam tarzıdır. ‘Dil oyunu’ kavramı ile burada şu vurgulanmaktadır: Dili konuşarak kullanmak bir yaşam tarzıdır. Bir tıpçının, esnaf ya da tüccara göre, ateist birinin inançlı birine göre bambaşka ‘dil oyunları’ vardır. Felsefenin görevi ise, dil aracılığıyla aklımızın büyülenmesine karşı mücadele etmektir.

Felsefenin araştırma nesnesi, günlük konuşma dilidir. Biz kelimeleri, günlük kullanım metafizikleriyle bağlantılarız. Felsefenin amacı (iyileştirme) terapidir. Filozof bir problemi tıpkı bir hastalık gibi ele alır, inceler. ‘Dil karmaşıklığı’na esir olmuş biri bu durumdan kurtarılmalıdır. “Felsefedeki amacın ne?” sorusuna cevap olarak ‘sineğe, sinek kavanozundan çıkış yolunu göstermek” diye yanıtlamıştır Wittgenstein.

Geç dönem felsefesinde ‘mantık’ kavramı ‘dilbilgisi’ ile yer değiştirmiştir. Aralarındaki fark, mantığa karşılık olarak ‘dilbilgisi’nin yaşam tarzı alışkanlıklarının değişebilmesinden kaynaklanır. Aralarındaki benzerlik ise, ne mantığın ne de ‘dil bilgisi’nin açıklanamadığıdır. Bunun yanı sıra her ikisi de oluşturduğu şeyi sadece ortaya koyar, açıklamaz.

Sonuç olarak ise, metafizikçiler Wittgenstein’ın erken dönem eserini geç dönem eserlerinde olduğu gibi, özel olan’ iç ve dış dünyadaki dualizmin reddedilmesi ve de ayrıca öznel düşüncelerin esas alındığı, ‘aşkın felsefe’ ya da 'bilgi kuram'larını açıklama yoluyla özdeşleştirmezler.

Mezarı

Yapıtları

  • Logisch-Philosophische Abhandlung, Annalen der Naturphilosophie, 14 (1921)
  • Philosophische Untersuchungen (1953)
    • Philosophical Investigations, Felsefe Soruşturmaları, G.E.M. Anscombe tarafından İngilizceye çevrildi, (1953)
  • Bemerkungen über die Grundlagen der Mathematik, ed. by G.H. von Wright, R. Rhees, and G.E.M. Anscombe (1956) (1937 ve 1944 yıllarında matematik ve mantık felsefesi üzerine yazdıklarından bir seçki)
    • Remarks on the Foundations of Mathematics, G.E.M. Anscombe tarafından İngilizceye çevrildi, (1978)
  • Bemerkungen über die Philosophie der Psychologie, düzenleyenler: G.E.M. Anscombe and G.H. von Wright (1980)
    • Remarks on the Philosophy of Psychology, Vols. 1 and 2, G.E.M. Anscombe tarafından İngilizceye çevrildi, düzenleyenler: G.E.M. Anscombe and G.H. von Wright (1980) ('Zettel'den bir seçki)
  • The Blue and Brown Books, Mavi ve Kahverengi Kitap, (1958) (1933–35 yılları arasında öğrencilerin tuttuğu ders notları)
  • Philosophische Bemerkungen, düzenleyen: Rush Rhees (1964)
    • Philosophical Remarks (1975)
    • Philosophical Grammar (1978)
  • Bemerkungen über die Farben, düzenleyen: G.E.M. Anscombe (1977)
    • Remarks on Colour, Renkler Üzerine Düşünceler, ISBN 0-520-03727-8. (Goethe'nin Renkler Kuramı kitabı üzerine yorumları yer almaktadır).
  • On Certainty, Kesinlik Üzerine, — Bilgi ve kesinlik arasındaki ilişkileri tartıştığı bir aforizmalar koleksiyonu.
  • Culture and Value, Kültür ve Değer — Søren Kierkegaard'ın felsefesini de eleştirdiği din ve müzik gibi kültürel konular hakkında kişisel görüşlerini yansıtan bir koleksiyon.
  • Zettel.

Türkçeye çevirilen eserleri

  • (1999), Yan Değiniler, Altıkırkbeş Yayınları.
  • (2000), Felsefi Soruşturmalar, Yeni Zamanlar Yayınları.
  • (2004), Zettel, Nisan Yayınları.
  • (2004), Defterler 1914-1916, Birey Yayınları.
  • (2007), Renkler Üzerine Notlar, Salkım Söğüt Yayınları.
  • (2007), Mavi ve Kahverengi Kitap, Türkiye İş Bankası Yayınları.
  • (2007), Felsefi Soruşturmalar, Metis Yayınları.
  • (2008), Tractatus Logico-Philosophicus, Metis Yayınları.
  • (2009), Kesinlik Üstüne-Kültür ve Değer, Metis Yayınları.

Dış bağlantılar

İlgili Araştırma Makaleleri

Tractatus Logico-Philosophicus, Ludwig Wittgenstein'ın hayatı boyunca yayımladığı tek eseridir. Gerçeklik ve dil arasındaki ilişkileri tanımlamak ve bilimin sınırlarını betimlemek amacıyla yazılmıştır. Wittgenstein kitabın notlarını I. Dünya Savaşı'nda askerlik yaparken hazırlamıştır. Ağustos 1918'de, İtalya'da savaş esiriyken tamamlamıştır. Kitap 1921'de yayımlanmış, önsözü Bertrand Russell tarafından yazılmıştır. Daha sonra 1929 yılında Wittgenstein bu eseri Cambridge Üniversitesi'nden doktora derecesi almak için kullanacaktır. Wittgenstein, felsefi hayatının ikinci döneminde bu eseri basit bularak dil oyunlarını temel alan Felsefi Soruşturmalar adlı eseriyle uğraşacaktır. Tractatus'un Wittgenstein'in dünya, gerçeklik, bilim, etik, mantık, din, mistisizm, felsefe, dil ve düşünce alanında yaptığı önermeler ve bu önermeleri açıklamak için kullandığı alt-önermelerden oluşan bir yapısı vardır. G. E. Moore, kitabın adının Baruch Spinoza'nın Tractatus Theologico-Politicus adlı eserine atıfta bulunduğunu söyler.

<span class="mw-page-title-main">Deneycilik</span> bilginin sadece veya öncelikle duyusal deneyimden geldiğini belirten teori

Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha gibidir.

<span class="mw-page-title-main">Gottlob Frege</span>

Friedrich Ludwig Gottlob Frege, modern matematiksel mantığın ve analitik felsefenin kurucusu sayılan Alman matematikçi, mantıkçı ve filozof.

Aile benzerliği, Ludwig Wittgenstein'ın geç dönem felsefesinde kullandığı önemli bir analoji olup kelimelerinin anlamları üzerine nasıl düşündüğümüzü açığa kavuşturmak için kullanılmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Postmodern felsefe</span> Felsefi akım

Postmodern felsefe, 20. yüzyılın ikinci yarısında, 18. yüzyıl Aydınlanması sırasında geliştirilen kültür, kimlik, tarih veya dil ile ilgili modernist felsefi fikirlerde var olduğu iddia edilen varsayımlara eleştirel bir yanıt olarak ortaya çıkan felsefi bir harekettir.

<span class="mw-page-title-main">Gilbert Ryle</span>

Gilbert Ryle (1900-1976), çağdaş İngiliz filozofudur. Dil felsefesi geleneği içinde yer alır. Ludwig Wittgenstein'ın felsefi sorunlara yaklaşımını paylaşan İngiliz sıradan dil filozofları kuşağının bir temsilcisiydi. Aristoteles'ten etkilenip, Edmund Husserl ve Meinong'la da ilgilenen Ryle'ın en önemli iki kitabı Zihin Kavramı ve İkilemler'dir.

<span class="mw-page-title-main">Dil felsefesi</span>

Dil felsefesi, analitik felsefede dilin doğası ve dili; dil kullanıcıları ve dünya arasındaki ilişkileri araştırır. Dil ile felsefe arasındaki ilişki temelde filozofların dili kullanarak felsefe yapmalarından kaynaklanmaktadır. Özelde ise bu araştırmalar anlamın doğası, kasıtlılık, referans, cümlelerin yapısı, kavramlar, öğrenme ve düşünce içerir; dil felsefesi başlığı altında dilin özü, anlamı, kökeni ve yapısı felsefî açıdan sorgulanmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Analitik felsefe</span> felsefenin ana işlevinin analiz olması gerektiğini öne süren felsefe geleneği

Analitik felsefe, felsefenin ana işlevinin analiz olması gerektiğini öne süren felsefe geleneğidir. Ezici çoğunlukla Anglosfer ve İskandinav dünyasında yaygındır. Kıta felsefesi ile birlikte, çağdaş felsefede ön planda olan iki gelenekten biridir. Nadir bir kullanım olsa da, çözümleyici felsefe ismiyle de bilinir.

<span class="mw-page-title-main">Batı felsefesi</span>

Batı felsefesi, Antik Yunan'dan başlayıp günümüze kadar gelen Batılı felsefe tarihi anlayışı. Özellikle Avrupa'nın ve batı olarak adlandırılan dünyanın 19. yüzyıl'da felsefe tarihini yazarken kategorize ettikleri düşünce geleneği Batı felsefesi olarak adlandrılır. Platon'dan başlayıp modern zamanlara uzanan belirli bir felsefe yapma tarzı batı felsefesinin ayırıcı özelliği, daha ayrıcalıklı özelliği olarak anlaşılır. Bu eğilim genel bir yaklaşımla "Doğu'da felsefe yoktur" savını ileri sürer. Antik Mısır, Mezopotamya, İran, Çin ve Hint kültürleri tarih olarak çok daha eski olmalarına ve buralarda yaşayan insanların belirli düşünce geleneklerine sahip olmalarına rağmen, Batı felsefesi Antik Yunan dönemiyle birlikte başlatılır ve bunlar dışta bırakılır. Doğu felsefesi, Hint ve Çin felsefeleri dahil olmak üzere çok önceleri başlamıştır, bu gelenekler etkileşimlerle sürekli varlıklarını devam ettirmişlerdir, ancak Batı felsefesi bu gelenekleri felsefe-dışı sayma yönelimindedir. Felsefe tarihi kitapları, genel bir eğilim olarak, MÖ 500'lerden başlayarak bugüne kadar, batı olarak addedilen bölgelerde ve batılı düşürlerce ortaya konulan felsefe yapma geleneği Batı felsefesi olarak görülür.

Alman felsefesi, 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarından itibaren belirgin bir ağırlık kazanan, bir bakıma felsefenin yurdu hâline gelen Alman felsefe geleneğini ya da başka bir açıdan farklı felsefi eğilimlere sahip olan Alman felsefecilerinin bütünlüğünü ifade etmektedir.

<span class="mw-page-title-main">20. yüzyıl felsefesi</span>

20. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl sonlarından başlayıp günümüze kadar gelen ve devam eden düşünce geleneklerini ve felsefi akımları kapsar. Her çağın felsefesinin kendi toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarıyla etkileşimli olduğu gibi, 20. yüzyıl felsefesi de kendi siyasal ve toplumsal gelişmelerinden etkilenmiştir. Çağın siyasal olayları, kültürel ve teknolojik gelişmeler, bilimsel alandaki yeni sonuçlar, ortaya çıkan yeni düşünce eğilimlerinin hepsi 20. yüzyıl felsefesinde görülen bilime yönelik sorgulayıcı yaklaşımların, aklın sorgulanması girişimlerinin, dile yönelik ilginin, özne kavramı üzerinde yürütülen tartışmaların, zihin problemlerinin, yeni bir boyut kazanan bilgi sorununun, cinsellik soruşturmasının, yabancılaşma ve iktidar sorunsalının arka planını oluşturmaktadır. Bu çağın düşünürlerinin çoğunluğu bir şekilde çalışmalarında çağın kuramsal sorunlarını dillendirmiş ve yanıt arayışında olmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Mantıksal pozitivizm</span>

Mantıksal pozitivizm, Viyana Çevresi olarak adlandırılan filozofların felsefi düşünüş sistemlerini adlandırır. Başlıca temsilcileri Moritz Schlick, Rudolph Carnap ve Otto Neurath olan bu çevre, yeni pozitivistler ya da mantıkçı empiristler olarak da adlandırılır. Bu çevrenin oluşumunda önemli etkisi olan isim Ernst Mach'tır ki Mach'ın Viyana'da belirli dönemlerde mantık, fizik ve felsefe profesörlüğü yaptığı bilinmektedir. Mantıksal pozitivizmin çok farklı konumlardaki ve disiplinlerdeki filozofları bir araya getirir. Söz konusu akımın içinde sayılan ya da sayılmış olan belli başlı filozoflar şöyledir: Ernest Nagel, Hans Hahn, Kurt Gödel, Felix Kaufmann, Philipp Frank, Bertrand Russell, Whitehead, A. J. Ayer, Wittgenstein.

<span class="mw-page-title-main">17. yüzyıl felsefesi</span>

17. yüzyıl felsefesi, Rönesans'ın etkisiyle ortaya çıkan gelişmelere dayanarak, Yeni Çağ düşüncesinin temellerini atmak üzere ortaya çıkan felsefe eğilimidir. Rönesansın ortaya koyduğu düşünsel gelişmeleri ve belirsiz kavram içeriklerini kullanan 17. yüzyıl düşünürleri, felsefi formüllerini tam bir sağlamlık ve kesinlik içinde ortaya koyma arayışı içinde olmuşlar ve ortaya koydukları çalışmalarla sistematik felsefeyi yeni bir derinlikle temellendirmişlerdir. Aydınlanma çağı düşüncesinin ilkeleri ve temel kavramları büyük ölçüde 17. yüzyıl felsefesinde hazırlanmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Skolastik felsefe</span>

Skolastik felsefe/düşünce, Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, Orta Çağ düşüncesinde doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.

<span class="mw-page-title-main">John Searle</span> Amerikalı filozof

John Rogers Searle Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Slusser profesörü olarak görev yapan Amerikalı felsefecidir. 31 Temmuz 1932 Colorado, Denver doğumlu John Rogers Searle Amerikalı bir filozoftur. İlgilendiği esas alanlar; dil felsefesi, aklın felsefesi ve metafiziğin alanlarıdır. Kaliforniya'daki Berkeley Üniversitesi'nde profesör olarak çalıştı. Üniversitenin cinsel taciz politikasını ihlal ettiği tespit edildiği için 2019 yılında görevine son verildi.

Nitelik, bir şeyin oluş biçimi ya da bir şeyin yapısını belirleyen, onu şöyle ya da böyle yapan temel özellik olarak tanımlanan felsefe ve mantık terimi.

Gündelik dil felsefesi, 20. yüzyılda ortaya çıkan bir dil felsefesi akımıdır. Bir felsefe yapma tarzı olarak, mantıkçı pozitivizmin ideal dil anlayışını eleştiren Austin, Searle, Grice gibi filozofların çalışmalarını nitelendirmektedir. Bu filozoflara göre, gündelik hayatta kullanılan dil eksik ve kusurlu değildir, bilakis dilin gündelik kullanımını analiz ederek, dil ve insan hakkında önemli bilgilere ulaşılabilir.

Mantıksal atomculuk, 20. yüzyılın başlarında analitik felsefenin gelişmesiyle ortaya çıkan felsefi bir görüştür. Başlıca temsilcisi İngiliz filozof Bertrand Russell'dı. Ayrıca Avusturya doğumlu öğrencisi ve meslektaşı Ludwig Wittgenstein'ın erken dönem çalışmalarının mantıksal atomculuğu savunduğu yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Kimi Viyana Çevresi filozofları, mantıksal atomculuktan da etkilendiler. Özellikle, bazı felsefi amaçlarına ve Wittgenstein'ın daha önceki çalışmalarına derinden sempati duyan Rudolf Carnap. Gustav Bergmann ayrıca, özellikle J.O. Urmson'un çözümleme üzerine yaptığı çalışmalarla ilgili tartışmalarında ideal bir fenomenalist dile odaklanan bir mantıksal atomculuk biçimi geliştirdi.

Felsefi Soruşturmalar, filozof Ludwig Wittgenstein'ın bir eseridir. Kitap ölümünden sonra 1953'te yayınlandı. Wittgenstein, anlambilim, mantık, matematik felsefesi, psikoloji felsefesi, eylem felsefesi ve zihin felsefesi alanlarında sayısız problem ve bulmacayı tartışarak, dil kullanımını çevreleyen kavramsal karışıklıkların çoğu felsefi problemin kökeninde olduğu görüşünü ortaya koyar. Wittgenstein, sorunların dilin doğası hakkında, dilin özüne ilişkin belirli bir kavrayışı önceden varsayan bir dizi ilişkili varsayıma kadar izlenebilir olduğunu iddia eder. Bu anlayış çok genel olduğu için kabul edilir ve nihayetinde reddedilir; yani, dilin doğasının özcü bir açıklaması olarak, dille yaptığımız çeşitli şeyleri açıklayamayacak kadar dar. Bu görüş, daha önceki çalışması Tractatus Logico-Philosophicus'ta (1921) tartıştığı şeylerin çoğuyla çelişiyor veya reddediyor olarak görülebilir.

Resim kuramı, Wittgenstein'ın Tractatus Logico-Philosophicus adlı kitabında ortaya koymaya çalıştığı dilbilimsel referans ve anlam teorisidir. Almanca Bild kelimesi, dilimize resim olarak çevrilir. Resim kavramı, 1870’lerden itibaren Alman fizikçiler tarafından kullanılmaya başlandı. Bild kavramının ilk kullanımları analoji, teori, model ve hatta nihayetinde düşünce, önerme ve dil anlamlarında ortaya çıkmıştır. Epistemolojik ve ontolojik varsayımlar tarafından farklı anlamlarda kullanılmış olmasına rağmen ortak olarak fiziksel dünya hakkında kullanılmaktaydı. Ancak Ludwig Wittgenstein resim kuramıyla düşüncelerin dile getirilişlerine, yani dile sınır çizmeye çalışmıştır. Dilin sınırlarını belirlemeye çalışan Wittgenstein, öncelikle dilin özünü kavramaya girişir. Wittgenstein'a göre bütün felsefe "dil eleştirisidir" ve felsefe tarihinde tartışılan soruların çoğunun bir önemi yoktur. Çünkü filozofların çoğunluk soruları dil mantığımıza dayanan hatalardan kaynaklanmaktadırlar ve yine bu nedenle cevaplanmaya gereksinimleri bulunmaz; saçmadırlar. Bu yüzden felsefenin biricik görevi de dili yanılgılardan ve aldatıcı kullanımlardan arındırmaktır. Bu bağlamda Wittgenstein'ın birinci dönem çalışmalarının bir sonucu olarak felsefe, dili konu edinerek dil felsefesini ayrı bir alan olarak görmüştür. Aynı sebeplerle Wittgenstein'ın resim kuramı genellikle dilin resim kuramı ya da anlamın resim kuramı olarak anlaşılır.