İçeriğe atla

Luce Irigaray

Luce Irigaray (3 Mayıs[1] 1930, Belçika), yapısalcılık sonrası gelişen ve etkili olan Fransız feminist felsefenin ünlü üç isiminden biridir. Bu eğilime postmodern feminizm denilmesi de söz konusudur. Feminist teorisyen, psikanalizci ve edebiyat kuramcısı.

Fransız feminizminin kendisiyle birlikte diğer önemli iki ismi Hélène Cixous ve Julia Kristeva'dır. Her biri kendi başına ve özgün bir düşünür olan bu üçlü, hem feminist felsefenin hem de daha kapsamlı olarak genel kuramsal alanın en etkili düşünürleridir. Irigaray'da diğerleri gibi Lacancı psikanalizden etkilenmiştir ve diğerleri gibi o da öznellik, cinsellik, dil, arzu gibi meselelerde önemli açıklamalar getirmiştir ve bunlar üzerinden etkili bir kuramsal alan oluşturmuştur.

Felsefi yönelim

Luce Irigaray, felsefe çalışmalarına psikanalizi dahil eder; bir yandan sürekli bir ilgi olarak Alman felsefesine göndermede bulunur hem de öte yandan Jacques Lacan ve Jacques Derrida gibi yapısalcılık sonrası teorinin önemli isimlerini değerlendirir. Bu bakımdan onun çalışmaları hem derinliği hem de çok yönlülüğüyle güç okunabilen ya da anlaşılabilen çalışmaların bir parçasıdır. Irigaray'ın kuramsal terimlerini, çalışmalarının sürekliliğinde devamlı olarak gündeme getirdiği ve yeniden tanımlama çabası içinde olduğu söylenebilir. Genel savı bakımından Irigaray, özellikle felsefede ataerkillik eleştirisi üzerinde yoğunlaşır ve kadının yeni bir dil ve yeni bir söylemsellik gereksini içinde olduğunu belirtir.

Bu bağlamda ikili bir yönelimi olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi ataerkilliğin felsefe alanındaki yerini ve boyutunu incelemek; ikincisi ise buna karşıt olarak dişil kimliği tanımlamak. Tam da bu noktada temel bir sorunla karşılaşır Irigaray; ataerkil çerçeveye teslim olmaksızın bu ikili işlem nasıl gerçekleştirilebilir. Bu noktada kadın ile erkek arasındaki düzeni ve iktidar dengesini tersine çevirmektir. Kadına özgü toplumsal bir formun geliştirilmesi için düşünceler üretir. Bunun dişil öznelliğin oluşturulmasıyla gerçekleşeceğine inanır ve dolayısıyla kadını erkekleştiren mevcut sistemin dilini ve terimlerini kabul etmenin bir tehlike oluşturduğu düşüncesinden hareket eder. Burada kadın erkek eşitliği fikri reddedilir, asıl mesele erkek gibi olmamak olarak ele alınır.

Birinci dalga feminizm ve ikinci dalga feminizmlerde görülen eşit ücret, eşit haklar için mücadele bu durum içinde ikincil dereceden öneme sahiptirler. Asıl mesele toplumsal, kültürel ve dilsel sistemin kendisiyle mücadele edebilmektir. Irigaray için kadının toplumsal dışlanması ve felsefeden dışlanması bir ve aynı sürecin ürünüdür. Mitolojileri ve Platon'dan itibaren felsefi söylemi inceleyerek bu düşünceleri temellendirir. Örneğin Platon'un ideal devletinin göründüğünün aksine eşitlikten uzak olduğunu, oradaki kadınlarında "erkek" olarak bulundukları tekcinsiyetli bir yapıda olduğunu belirtir. Mitolojik söylemde ise Medusa ve Antigone hikâyeleri Irigaray'ın önemle üzerinde durduğu hikâyelerdir.

Rasyonalizm konusu/sorunu

Batılı feminist düşünce genel anlamda aydınlanmanın bir mirasçısıdır ya da onun ürünüdür. Iragaray tam bu noktada aydınlanma değerlerinin kadının yönelimleri için uygulanamayacağı itirazını geliştirir. Aydınlanma aklın ve akılcılığın egemen olduğu, akılcı olmayan ögelerinse yadsındığı ya da bastırıldığı, akıldışının denetim altına alınıp güdümlenmeye ve dahası yok edilmeye yönelindiği bir dönemin adıdır bu düşüncede. Burada bahsedilen akıl Iragaray için tartışmasız bir şekilde eril bir akıldır.

Erkek akıl bütün Batı kültürünün tekcinsiyetliliğinin (monosexual) hem nedenidir hem de kendisi bu kültürün bir ürünüdür; kadın bu kültürde erkekten eksik ve aşağıda olandır. Tarafsız ve nötr bir bölge söz konusu değildir bu dünya içerisinde, öyle ki tamamen tarafsız ve cinsiyetsiz olduğu hiç sorgusuz kabul edilmiş olan felsefe ve bilim gibi alanlarda bile cinsiyetcilik hakimdir. Bunun nedeni Iragaray'a göre, mevcut her şeyin erkek öznenin söylemine göre üretilmiş ve erkek akla göre düzenlenmiş olmasından dolayıdır. Kadınların eleştirisiz doğrudan bu düzen içerisinde aldıkları konumlar da kaçınılmaz bir şekilde erkek öznelik konumlarıdır.

Iragaray rasyonelliği bu bağlamda sorgulamakla birlikte, dişilin akıldışılığı (irrasyonelliği) türünde yönelimlerede rağbet etmez. Erkek akıl, belli bir yapıdadır ve bu yapı özdeşlik ilkesi üzerine kuruludur. Her şeyin ya öyle ya da böyle olmasını dayatan ve doğa/zihin, nesne/özne gibi karşıtlıklarla işleyen bir yapıdır. Bu noktada Iragaray, birçok kez yapılmış olan, rasyonelliği erillikle irrasyonelliği ise dişillikle birlikte tanımlama girişimlerini benimsemez, burada bie tuzak olduğunu belirtir. Rasyonelliğin erilliği belirtilirken, Iragaray bunu mevcut akıl dizgesi içinde temellendirmekte ve bu dizgenin de hem dişili ve hem de akıldışını bastırmaya yönelmiş olduğundan hareket etmektedir. Bu girişim yeni ve daha uygun bir kavramsallaştırma arayışının ürünü olarak belirmektedir.

Iragaray ayrıca Marksist düşünce tarzının da eleştirisine yönelir. Ekonomiye yapılan vurgunun, kadının simgesel düzendeki durumunu gözden gizlediğini belirtir. Kadının durumundaki değişiklik temelde Iragaray'a göre dişil bir simgesellik yaratmaktan geçmektedir.

Psikanaliz

Irigaray eleştirel bir şekilde psikanaliz ile ilişkilenir. Freud'un ve Lacan'ın kuramlarından yararlanır ya da onları değerlendirir, ancak bu iki isim ve dolayısıyla psikanaliz disiplini de onun genel eleştirilerinden tamamen kurtulamaz. Buna göre psikanaliz ötneğin onunla hesaplaşmadığı sürece fallusmerkezciliği üretmekten başka bir şey yapmaz. Bununla birlikte Irigaray psikanalizin önemli bir eleştiri potansiyelini beraberinde getirdiğini düşünmektedir. Ancak psikanaliz kadın bakışından yeniden değerlendirilmeye sokulmalıdır. Irigaray buna yönelir ve bir anlamda çalışmaları kültürün, düşüncenin, felsefenin psikanalizini gerçekleştirmektir -yani bilinçdışını ortaya sermek.

Batılı felsefe ya da psikanlaiz ya da öteki düşünsel söylemler cinsiyetcidir ve erkek olarak adlandırılan tek bir cinsin egemenliğindedir. Biyolojik anlamda kadının bu dizgede yer alması bu sorunu ortadan kaldırmaz, aksine meselenin daha da karmaşıklaşmasını getirir. Çünkü kadın burada eksik erkek olarak yer alır. Egemen kültür özdeşlik, mantıksallık ve rasyonelik projeleri bakımından simgesel olarak tamamen erildir ve kadın bu simgeselleştirmede bir yokluk, bir eksiklik ve hatta simgeselleştirilemeyen bir kalıntı olarak işlem görür.

Irigaray, bu yönde değerlendirmeleri bağlamında anne-kız ilişkilerini simgeselleşmemiş ilişkiler olarak önemle ele alır. Bunun üzerinden kadınlık konumları üzerine çözümlemeler geliştirir. Örneğin Irigaray kadınların, içlerinde kendilerini yitirecekleri ilişkilere girmeye eğilimli oldukları yönündeki saptamayı kabul eder, ancak bunun nedeninin simgeselleştirilmemiş anne-kız ilişkisiyle ilgili olduğunu belirtir. Bütün bu ilişkiler ağı ve içine doğulan simgesel düzen, kadınları, toplumun ve kültürün zorunlu kabul edicisi, savunucusu ve taşıyıcısı durumuna getirmektedir.

Kadın'ın dili

Irigaray'a göre kadınlar yeni bir dile sahip olmak zorundadırlar. Kadın gibi konuşmak ile kadın olarak konuşmak arasında kesin bir ayrım yapan Irigaray, bunlardan ikincisini mevcut durum içerisinde hem bir bir psikolojik konumlanışı hem de toplumsal bir konumlanışı işaret ettiğini belirtir. Bundan farklı olarak kadın gibi konuşmaksa anlamın anlaşılmazlığına ve çoğulluğuna, doğruluk ve bilginin kontrol edilemezliğine, perspektif çoğulluğuna açık olmak anlamına gelmektedir, yani erkek dil'in her zaman engellemeye, ortadan kaldırmaya, bastırmaya yöneldiği nitelikler. Kadın gibi konuşmak bu durumda biyolojik anlamda kadın ya da erkek olmakla ilgili değildir artık; örneğin, kadın olarak konuşan kadın gerçekte eril bir konum içinde konuşabileceği gibi, kadın gibi konuşan bir erkek dişil bir konumdan konuşuyor olabilir. Nietzsche, Hegel, Immanuel Levinas, Jacques Derrida gibi düşünürlerin dişil kimliklere sahip oldukları örnek olarak belirtilir. Bu bakımdan Irigaray, Cixous ve Kristeva'dan farklı bir yol izler, onlar eril yazarların (Mallermé, Joyce gibi) dişil ögeler taşıyan yazıları üzerinden çözümlemeye giderler. Bunlarla birlikte, Irigaray'ın özne olarak kadın formülasyonu, yalnızca dilsel bir dişillik üretimi değildir, aksine o, bu öznenin, toplumsal pratikler düzleminde de temellendirilmesi gerektiğini belirtir. Kadın özne yeni bir toplumsal, siyasal, dilsel kuruluş ya da kurgu ile gerçekleşecektir.

Ayrıca bakınız

Çalışmaları

Almanca

  • Speculum, Spiegel des anderen Geschlechts (1974), Frankfurt am Main: Suhrkamp 1980 (6. Auflage 1996)
  • Waren, Körper, Sprache: der ver-rückte Diskurs der Frauen, Berlin: Merve 1976
  • Unbewusstes, Frauen, Psychoanalyse, Berlin: Merve 1977
  • Das Geschlecht, das nicht eins ist, Berlin: Merve 1979
  • Zur Geschlechterdifferenz: Interviews u. Vorträge, Wien: Wiener Frauenverlag 1987
  • Die Zeit der Differenz: für eine friedliche Revolution, Frankfurt a.M./New York 1991
  • Ethik der sexuellen Differenz, Frankfurt am Main: Suhrkamp 1991

Türkçe

  • Ben Sen Biz:Farklılık Kültürüne Doğru, çeviri: Sabri Büyükdüvenci-Nilgün Tutal, İmge Kitabevi.
  • Nietzsche'nin Deniz Aşığı, çeviri: İsmail Yerguz, Kabalcı Yayınevi.
  • Yeni Enerji Kültürü, çeviri: Devrim Çetinkasap, Pinhan Yayınevi.
  • Meryem'in Esrarı, çeviri: Feyan Yıldırım, Pinhan Yayıncılık

Kaynakça

  1. ^ "Luce Irigaray". 10 Şubat 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Ocak 2013. 

Dış bağlantılar

İlgili Araştırma Makaleleri

Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan postmodernizm; mimari, felsefe, edebiyat, resim gibi alanlarda kendini göstermiştir.

<span class="mw-page-title-main">Feminizm</span> İdeoloji

Feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareket. Sözcüğün köken olarak Latince "femina" ve onun Fransızca türevi olan "féminisme" sözcüğünden geldiği ve Türkçe eş anlamlısının hatunculuk olduğu belirtilmektedir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır. Feminizmin temel amaçları; eğitim, iş, çocuk bakımı, yönetim gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır.

<span class="mw-page-title-main">Louis Althusser</span> Fransız filozof (1918-1990)

Louis Pierre Althusser, Fransız marksist filozof.

<span class="mw-page-title-main">Postmodern felsefe</span> Felsefi akım

Postmodern felsefe, 20. yüzyılın ikinci yarısında, 18. yüzyıl Aydınlanması sırasında geliştirilen kültür, kimlik, tarih veya dil ile ilgili modernist felsefi fikirlerde var olduğu iddia edilen varsayımlara eleştirel bir yanıt olarak ortaya çıkan felsefi bir harekettir.

<span class="mw-page-title-main">Jacques Lacan</span> Fransız ruh hekimi (1901-1981)

Jacques Marie Émile Lacan, "Freud'dan bu yana en tartışmalı psikanalist" olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr.

<span class="mw-page-title-main">Jean-François Lyotard</span> Fransız filozof (1924 –1998)

Jean François Lyotard;, Fransız filozof, edebiyat teorisyeni, postmodernizmin ve postmodern felsefe 'nin öncülerinden olan çağdaş Fransız düşünürü.

<span class="mw-page-title-main">Jacques Derrida</span> Edebiyat eleştirmeni ve yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusu

Jacques Derrida, Fransız filozof, edebiyat eleştirmeni ve yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusudur.

Postyapısalcı felsefe, yapısalcılık sonrası denilen dönem içinde ortaya çıkmış ve kendisini en temelde yapısalcılığı sorunsallaştırmakla temellendirmiş olan düşünce biçimi. Yapısalcılığın kendi mantıksal sonuçlarına doğru geliştirilmesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Julia Kristeva</span>

Julia Kristiva, edebiyat teorisyeni, psikanalist, yazar ve filozof. 1965'ten beri Fransa’da Paris’te yaşamakta ve çalışmalarını esas olarak burada yürütmektedir.

<span class="mw-page-title-main">Psikanaliz</span> Freudun çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesi

Psikanaliz, kısmen bilinçdışı zihinle ilgilenen ve birlikte zihinsel bozukluklar için bir tedavi yöntemi oluşturan bir dizi teori ve terapötik tekniktir. Bu disiplin 1890'ların başında, çalışmaları kısmen Josef Breuer ve diğerlerinin klinik çalışmalarından kaynaklanan Sigmund Freud tarafından kurulmuştur. Freud, 1939'daki ölümüne kadar psikanaliz teorisini ve pratiğini geliştirmiş ve rafine etmiştir. Bir ansiklopedi maddesinde, psikanalizin temel taşlarını "bilinçdışı zihinsel süreçler olduğu varsayımı, bastırma ve direnç teorisinin kabulü, cinselliğin ve Oedipus kompleksinin öneminin takdir edilmesi" olarak tanımlamıştır. Freud'un meslektaşları Alfred Adler ve Carl Gustav Jung, psikanalizin bireysel psikoloji (Adler) ve analitik psikoloji (Jung) olarak adlandırdıkları dallarını geliştirdiler, ancak Freud'un kendisi bunlara yönelik bir dizi eleştiri yazdı ve bunların psikanaliz biçimleri olduğunu kesinlikle reddetti. Psikanaliz daha sonra Erich Fromm, Karen Horney ve Harry Stack Sullivan gibi neo-Freudyen düşünürler tarafından farklı yönlerde geliştirilmiştir.

Fransız devrimi sırasında politikleşen kadınların kendi siyasallaşması sayesinde güçlenip kendi haklarının peşine düşmesiyle başlar ancak kralı giyotine yollayan Jakobenler önde gelen kadın hakları savunucularını da giyotine yollamaktan kaçınmaz. Bu devirde radikal Jakobenler ile ılımlı Jirondenler arasında kadına bakış açısından farklılar da görülür. Ancak Fransa'da "Terör Dönemi" olarak adlandırılan bu en kanlı tarih dönemi Jakobenlerin egemenliğindedir ve onların sözü geçer. Kadın Hakları Beyannamesi'ni, İnsan Hakları Beyannamesi'ne nazire olarak kaleme alan Olympe de Gouge da giyotin ile idam cezasına çarptırılır. Jirondenlerin dönemi geldiğindeyse, meclisten ilk kez kadınların lehine işleyen bir boşanma yasası çıkarılır. Bir kere sokaklara dökülen ve devrimin ön saflarında yer alan kadınlar bundan sonra da kendi hakları için savaşmaya devam etmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Feminist eleştiri</span>

Feminist eleştiri’nin etkileşimli ya da çelişkili farklı okulları ve akımları söz konusudur. Marksist feminizm, radikal feminizm, psikanalitik feminizm, postyapısalcı feminizm söz konusu olduğundan, feminist eleştiri çok genel bir başlık olarak bütün bu eleştiri geleneklerini içermektedir demek gerekir. Özellikle 1960'lardan sonra Fransa, Amerika ve İngiltere'de ortaya çıkan ve güçlenen yeni kuramsal akımlarla ve disiplinlerle feminist hareket de toplumsal ve siyasal bir savaşım olarak canlanma gösterir.

<span class="mw-page-title-main">20. yüzyıl felsefesi</span>

20. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl sonlarından başlayıp günümüze kadar gelen ve devam eden düşünce geleneklerini ve felsefi akımları kapsar. Her çağın felsefesinin kendi toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarıyla etkileşimli olduğu gibi, 20. yüzyıl felsefesi de kendi siyasal ve toplumsal gelişmelerinden etkilenmiştir. Çağın siyasal olayları, kültürel ve teknolojik gelişmeler, bilimsel alandaki yeni sonuçlar, ortaya çıkan yeni düşünce eğilimlerinin hepsi 20. yüzyıl felsefesinde görülen bilime yönelik sorgulayıcı yaklaşımların, aklın sorgulanması girişimlerinin, dile yönelik ilginin, özne kavramı üzerinde yürütülen tartışmaların, zihin problemlerinin, yeni bir boyut kazanan bilgi sorununun, cinsellik soruşturmasının, yabancılaşma ve iktidar sorunsalının arka planını oluşturmaktadır. Bu çağın düşünürlerinin çoğunluğu bir şekilde çalışmalarında çağın kuramsal sorunlarını dillendirmiş ve yanıt arayışında olmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Hélène Cixous</span> Fransız filozof ve yazar (d. 1937)

Hélène Cixous, Fransız akademisyen, felsefeci, romancı, şair, oyun yazarı ve eleştirmendir.

“Das Unbehagen der Geschlechter” kitabının yazarı Judith Butler’ın öncülüğünde eşitlik feminizmi üzerine kurulmuş; ancak bir adım daha da ileriye giderek “toplum cinsiyeti” ve “biyolojik cinsiyet” olmak üzere iki cinsiyetten bahsetmiştir. Cinsiyet kimliklerinin ortak kabul edilebilmesi, cinsiyetler arasındaki farklılıkların daha az güçlü olmasıyla bağlantılıdır.

<span class="mw-page-title-main">Judith Butler</span> Amerikalı filozof

Judith Butler, feminist felsefe, kuir (queer) kuram, siyaset felsefesi ve etik dallarına katkı sağlamış Amerikalı postyapısalcı filozof. Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Retorik ve Karşılaştırmalı Edebiyat bölümlerinde profesör olmanın yanı sıra European Graduate School'da Hannah Arendt Felsefe Profesörü'dür. Butler 1984'te Yale Üniversitesi'nden, akabinde Arzu Özneleri: Yirminci Yüzyıl Fransa'sında Hegelci Yansımalar adıyla basılan felsefe dalında doktora derecesi aldı.

Feminist felsefe, feminist perspektiften yapılan felsefeyi ifade eder. Feminist felsefe, feminist hareketlerin davasına destek olmak üzere felsefe yöntemlerini kullanma girişimi ile birlikte, geleneksel felsefi düşünceleri feminist bir çerçevede eleştirme ya da yeniden değerlendirme girişimini içerir.

Varoluşçu feminizm bireylerin sosyal rollerini aşabilen ve kendi gelişimlerinin nasıl olacağı konusunda karar alabilen özgür ve sorumlu ajanlar olduğunu savunan varoluşçuluk felsefesi çerçevesinde kadının konumunu tartışan bir feminist akımdır.

<span class="mw-page-title-main">Toplumsal cinsiyet sosyolojisi</span> sosyolojinin alt dalı

Toplumsal cinsiyet sosyolojisi, kadın ve erkek arasındaki farkılılıkların kültürel ve toplumsal olarak nasıl kurulduğunu, kadın ve erkeğin sosyal yapı içindeki durumlarını, kadınlık ve erkeklik kimliğinin oluşum sürecini inceleyen sosyoloji alt dalıdır.

<span class="mw-page-title-main">Jessica Benjamin</span>

Jessica Benjamin, psikanalize ve toplumsal düşünceye yaptığı katkılarıyla tanınan bir psikanalisttir. Şu anda, New York Üniversitesi Psikanaliz ve Psikoterapi Doktora Sonrası Psikoloji Programı ve Stephen Mitchell İlişkisel Çalışmalar Merkezi'nde öğretim üyesi olduğu New York'ta pratisyen bir psikanalisttir. Jessica Benjamin, psikanaliz ve toplumla ilgili olarak ilişkisel psikanaliz, öznelerarasılık teorileri, cinsiyet araştırmaları ve feminizm alanlarına orijinal katkıda bulunanlardan biridir. Hem insani gelişme hem de sosyopolitik alanda tanınma konusundaki fikirleriyle tanınır.