Konfüçyüsçülük
seri |
Konfüçyüsçülük |
---|
Konfüçyüsçülük, Ruizm veya Ru klasisizmi olarak da bilinir[1], antik Çin'de ortaya çıkan bir düşünce ve davranış sistemidir ve çeşitli şekillerde bir gelenek, felsefe (hümanist veya akılcı), din, hükûmet teorisi veya yaşam biçimi olarak tanımlanır.[2] Konfüçyüsçülük, Çin filozofu Konfüçyüs'ün (MÖ 551–479) öğretilerinden, daha sonra Yüz Düşünce Okulu dönemi olarak anılacak bir dönemde gelişti.
Konfüçyüsçülük (Çince: 儒家; pinyin: Rújiā; lit. 'eğitimcilerin okulu, Konfüçyüs'ün öğretileri') eski bir Çin ahlâkı ve Çin felsefesi sistemi olup başlangıçta bilgin Konfüçyüs'ün öğretilerinden yola çıkarak gelişmiştir.[3] Ağırlığı insan ahlaklı ve iyi amellerdedir. Konfüçyüsçülük ahlak, sosyal, politik, felsefî ve dinî düşüncelerden oluşan karmaşık bir sistem olup Doğu Asya'nın kültürü ve târihi üzerinde muazzam etkisi olmuştur. Batıdaki bazı kaynaklar, hükûmetlerin bu inanışı tarih boyunca uzun süreler desteklemelerinden dolayı Konfüçyüsçülük'ü Doğu Asya'daki devletlerin "devlet dini" olarak görmüşlerdir.
Tarihi
Savaşan Devletler Dönemi'nde tartışılmış ve yasaklanmış olup kısa ömürlü Qin Hânedanlığı döneminde Çin devletini yönetmek için İmparator Han Wudi tarafından politik sistem olarak seçilmiştir. Tang Hânedanlığı döneminde etkisini kaybetmesine rağmen Konfüçyüsçü doktrin, ortodoks Çin'in ana görüşü olarak 20. yüzyıla kadar kalmıştır. 20. yüzyılın başında modernizm öncüsü radikal Çin düşünürleri tarafından aleyhinde yazılmış ve Çin'in çağdaşlaşmasına engel olduğu öne sürülmüştür. Bu hareket, Çin Halk Cumhûriyeti'nde yapılmış olan Kültür Devrimi sırasında doruk noktaya ulaşmış olup Kıtasal Çin'de daha sonra yeniden canlandırılmış, artık hem ilgi görmüş, hem de üzerinde tartışmalar artmıştır.
19. ve 20. yüzyıla yetişen Konfüçyüsçülük, öncelikle ona Song ve daha sonraki hânedanlıklarda yeni canlılık kazandıran, Zhu Xi'nin önderliğindeki Neokonfüçyüsçü ekolden türemiştir. Neokonfüçyüsçülük, Budizm ve Taoizm fikirlerini mevcut Konfüçyüsçü fikirlerle birleştirerek o zamâna kadar görülmemiş karmaşık bir metafizik oluşturmuştur. Aynı zamanda birçok Konfüçyüsçü şekiller, kendilerinin Budist ve Taoist inanç sistemlerine karşı olduklarını îlân etmişlerdir.
M.Ö. 551-M.Ö. 479 yılları arasında yaşamış olan Konfüçyüs, bir bilgin ve sosyal filozoftu. Öğretileri 2.500 yıl boyunca Doğu Asya'yı derinden etkilemiştir. Bununla berâber Konfüçyüs ve Konfüçyüsçülük arasındaki ilişki çok zayıftır. Konfüçyüs'ün ideaları hayâtı boyunca kabûl görmemiş, kendisi sık sık hiçbir derebeyi tarafından ona iş verilmediğinden şikâyet etmiştir.
Buda, Sokrat gibi diğer tanınmış kişilerde de olduğu gibi Konfüçyüs'ün fikirleri günümüze kadar değişmeden gelememiştir. Bunun yerine insanlar, mürit ve talebelerinin bu kişiler hakkındaki anıları bilinmektedir. Bu faktör, Konfüçyüs'ün ölümünden iki yüzyıldan fazla geçtikten sonra Qin Hânedanlığı zamânında "Kitap yakımı ve bilginlerin gömülmesi"yle yapılan farklı düşüncede olanlara baskıyla daha da zorlaşmıştır.
Fakat bugün kalan artıklardan Konfüçyüs'ün düşüncelerini kabataslak çizebiliriz. Konfüçyüs, yaşadığı problemli zamanlar hakkında kaygılanan entelektüel bir kişiydi. Kendisi hayâtı boyunca düşüncelerini yaymak ve o zamanlar hüküm süren ve birbiriyle hâkimiyeti ele geçirmek için çarpışan birçok kralı etkilemek için dolaştı durdu.
772-221 yılları arasında hüküm süren Doğu Zhou Hânedanlığı'nda hüküm süren krâl, zamanla gücünü kaybetmişti. Oluşan iktidar boşluğunda hükümdarlar, birbirleri üzerindeki hâkimiyeti elde etmek için çarpışıp duruyorlardı. Misyonunun önemine derinden inanarak yola çıkan Konfüçyüs,[4] yılmadan Zhou'nun Dükü gibi eski zamanların ünlü bilgelerin erdemlerini dile getirirdi. Konfüçyüs, baş kaldıran bir kişinin dâvetini kabul ederken yeni bir hânedanlık kurmak için gerekli gücü bir araya getirmeye çalışarak "doğuda bir Zhou hânedanlığı kurmak" için çalıştı (Analektler XV, 5). Konfüçyüs'ün "taçsız kral" olduğunu söyleyen deyimden de anlaşılacağı üzere hiçbir zaman düşüncelerini uygulamaya koyma imkânı bulamadı. Birçok kere devletlerden sınırdışı edildi ve sonunda yurduna dönerek hayâtının son bölümünü ders vererek geçirdi. Konfüçyüs'ün Analektleri, düşüncelerini bugün anlayabilmek için elimizde olan aslî kaynaklara en yakın kaynak, düşünceleriyle hükümdarlar ve müritleriyle sürdürdüğü tartışmaları kısa pasajlar hâlinde verir. Analektler'in nasıl yorumlanacağı konusunda hayli tartışma yapılmıştır.
Birçok Batılı filozofun aksine Konfüçyüs, dinleyicilerini iknâ etmek için tümdengelime dayanan akıl yürütmeye değil, analoji ve atasözleriyle belâgat sanatını kullanmıştır. Çoğu zaman bu öğretim teknikleri değişik bağlamlarda kullanılmıştır. Bu yüzden Batılı okuyucular, bu felsefeyi açıkça anlaşılamayan bulanık düşünceler olarak görürler. Buna rağmen Konfüçyüs, "her şeyi delen bir birlik" aradığını ve "yolunu birleştiren tek bir ipin" varlığından (Analektler XV, 3 ve IV, 15) bahseder. Gerçek Konfüçyüsçü bir sistem, ilk kez müritleri ya da onların müritlerince oluşmuş olabilir. Felsefî açıdan verimli Yüz Düşünce Okulu döneminde Konfüçyüsçülük'ün ilk büyük ve önemli temsilcilerinden olan Mensiyüs ve Xun Zi,[5] Konfüçyüsçülük'ten törel ve politik bir öğreti yapmışlardır. Her ikisi de çağdaş olan düşüncelerle mücâdele etmek ve hükümdarların güvenini tartışıp akıl yürüterek kazanmak durumundaydılar. Mensiyüs, Konfüçyüsçülük'e insan tabiatı, iyi yönetim için gerekenler, ahlâklılığın ne olduğu konusunda daha geniş bir yorum getirerek insan tabiatının iyi olduğunu iddia eden idealist bir öğretiyi yaymaya başlattı. Xun Zi, Mensiyüs'un birçok fikrine karşı çıkarak insan tabiatının kötü olduğu ve dolayısıyla eğitim görmesi ve dinsel törenlere uyması gerektiği ideası üzerine yapısal bir sistem kurmuştur. Ancak bu eğitimden geçtikten sonra insan, insanlara iyi davranmayı öğrenmiş olur. Han Feizi ve Li Si gibi Xun Zi'nin bâzı müritleri, erdeme dayanan Konfüçyüslük yerine yasaya dayanan totalitarist olan legalizmi savunmuşlar ve böylece Qin Shi Huang'ın Çin'i birleştiren ve herkesin her hareketini kontrôl altına alan devlet sistemini ortaya koymuşlardır. Bu yüzden Konfüçyüs'ün birleşme ve barış rüyâsı, Çin'de onun düşüncelerine neredeyse tam ters olan legalizmle gerçekleşti denebilir.
Yönetim
"Erdemli yönetimi Kuzey Yıldızı'yla kıyaslayalım: sayısız yıldızlar onu beklerken yerinden ayrılmaz." (Analektler II, 1)
Konfüçyüsçülük'ün bir başka önemli kavramı, başkalarını yönetmeden önce insanın kendi kendini yönetmesini bilmesidir. Krallığın bütününe bereket getirici etkisi, olgunlaşmış kralın kişisel erdeminden gelir. Büyük Öğreti'de bu düşünce daha da derinleştirilerek "kral ne kadar az icraat yaparsa o kadar çok sonuç alınır" prensibi getirilir ve böylece Taoist wu wei (Çince (basitleştirilmiş): 无为; Çince (geleneksel): 無為; pinyin: wú wèi) kavramına sıkı sıkıya bağlanır. Krallığının etrâfında döndüğü "sâkin merkezi" oluşturarak kral, her şeyin düzgün çalışmasını sağlar ve kendisini bütünün parçalarıyla uğraşıp onları değiştirmek zahmetinden alıkoyar.
Bu düşüncenin temeli, çok önceki zamanlarda hâkim olan şamanistik inançlarda olduğu görüşü vardır. Bu inanışlara göre kral, gök, insanlar ve yer arasında bir eksendir. Kral (Çince: 王; pinyin: wáng) için kullanılan Çince karakterde bu üç unsur, yatay çizgilerle temsîl edilmiş olup kral, dikey çizgiyle bunları birleştirmektedir. Bir başka bütünleyici bir görüşe göre kral hakkındaki bu anlayışın toplumun zarârına olan aristokratik kaprisleri engellemek isteyen bakan ve danışmanlarca yayıldığıdır.
Erdemlilik
"Eğitimde sınıf ayrımı olmamalıdır."
(Analektler XV, 39)
Konfüçyüs'ün hiçbir şeyi îcat etmediği ve sadece eski zamanların bilgilerini naklettiği sözüne rağmen (bkz. Analektler VII, 1), birkaç düşünceyi kendi ortaya koymuştur. Avrupa ve Amerika'da yaşmış olan hayranlarından Voltaire ve H. G. Creel, soyluluk yerine erdemi koyma devrimci düşüncesine işâret etmişlerdir. Daha önceleri "soylu" demek olan Yunzi (Çince: 君子; pinyin: Jūnzǐ), Konfüçyüsçülük'ün etkisiyle zamanla "centilmen" anlamına gelmeye başladı. Kendini yetiştirip erdemli olan avamdan biri, "centilmen" olabilirken bir kralın utanmaz oğlu, ancak "küçük kişi" olabilir. Konfüçyüs'ün okulunda değişik sınıflara âit öğrencileri birleştirmesi, Çin'deki sınıf ayrımına karşı verdiği mücâdeleyi göstermektedir.
Bir başka yeni düşüncesi olan erdemlilik, Çin'de İmparatorluk sınav sisteminin temelini oluşturur. Bu sistemle sınavda başarılı olan herkes, ailesine onur ve zenginlik getiren mêmur olabiliyordu. Bu sistem, muhtemelen MÖ 165'te uygulanmaya başlandı. Bu sınav için devlet mêmurluklarına alınacak bâzı adayların ahlâki mükemmeliyetlerinin imparatorca tespîti için başkente çağrılmışlardır. Sistem, daha sonraki yüzyıllarda gelişerek nihâyet devlette çalışmak isteyen herkesi kapsar bir sınav sistemi olmuş, adaylar yazılı sınavda bu mevkîye lâyık olduklarını göstermek durumunda kalmışlardır.
Konfüçyüs, krallıklarını hânedanlıklarında sırada olan en büyük oğulları yerine en erdemli kişiye bırakan kralları övmüştür. Başarısı, devlet ve görev bilinciyle dolu öğrenciler yetiştiren bir okul kurmasıdır (Çince: 儒家; pinyin: Rújiā; lit. 'Konfüçyüsçü, Konfüçyüs okulu'). Savaşan Devletler Dönemi ve eski Han Hânedanlığı döneminde Çin çok yayıldığından güvenilir, merkezî çalışan ve evrakları okuyup yazabilen mêmurlara olan ihtiyaç arttı. Bunun sonucunda Konfüçyüsçülük'ün önemi arttırılarak bu yolda çalışanlar, devletin bütünlüğünü tehlikeye sokabilecek toprak sâhibi soylulara karşı bir denge unsûru oluşturdular.
O târihten sonra Konfüçyüsçülük'ün prensipleri olan otoritercilik, lejitimizm, paternalizm ve otoriteye teslîmiyetle Çin'in yönetiminde gereken bu araçları veren bir çeşit "devlet dîni" hâline geldi. Çoğu imparatorlar, içe doğru legalizmle, dışa doğru Konfüçyüsçülük'le devleti idâre etmişlerdir.
Konfüçyüsçülük'ün yayılması
Konfüçyüsçülük, Qin Hânedanlığı dönemindeki baskıyı kısmen bir müridin evinde saklı Konfüçyüsçü klâsikler kolleksyonunu duvarının içine örmesiyle atlatarak ondan sonra gelen Han Hânedanlığı döneminde (MÖ 206-220) kabul gören bir öğreti oldu. Bu dönemde Konfüçyüsçü öğrenciler devletten destek alırdı. Böylece bu öğretiler zamanla resmî devlet felsefesi oldu (Han'lı İmparator Wu'ya bkz.). Konfüçyüsçü klâsiklerin öğrenilmesiyle bu öğretiler, devlet sınavının ve müfredat programının temelini oluşturmaya başlamıştı. Konfüçyüsçülük'e karşı bundan sonra 1912'de Çin Cumhûriyet kurulup bu öğretileri okullardan kaldırılmasına kadar ciddî hiçbir teşebbüs yapılmamıştır. Bu karar, 15 yıl kadar bir süre boyunca Nanking'de Milliyetçi Hükûmet kurulana kadar tartışılmıştır.
Zhu Xi, Wang Yanming ve diğer benzeri filozoflar tarafından yapılan Neokonfüçyüsçü yorumlarla Konfüçyüsçülük Kore ve Japonya'da da devletin politik felsefesi olarak kabul görmüştür. Chosun Hânedanlığı'nın Koresi'ne "Konfüçyüsçü devlet" denir.[6]
Çin egemenliği altında Konfüçyüsçülük, Vietnam toplumunda da değer kazanmaya başladı.[1] Fakat Konfüçyüsçülük, Vietnamlıların hayâtını Vietnam 939'da bağımsız olduktan sonra nüfûz etti.[2] 29 Ocak 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Çin'de de olduğu gibi Konfüçyüsçülük Vietnam'da 15. yüzyılda doruğa ulaştı. Tek bir millet, merkezî bir yönetim ve sosyal düzen oluşturmak düşüncesiyle Konfüçyüsçülük Budizmin yerine alarak Le Hânedanlığı döneminde en önemli felsefe oldu. Konfüçyüsçülük, sosyal ve politik yapıyı derinden etkileyerek eğitim ve sınav sistemiyle birlikte Konfüçyüsçü bilginler, zamanla sosyal ve ahlâkî hayâta hâkim olmuşlardır.
Dinsel törenler
"İnsanları idârî konularda uyararak onlara önder ol ve onlara cezâ hukûkuyla hizâya getir. İnsanlar cezâdan sakınmak isteyecek, fakat utanç nedir bilmeyecektir. İnsanlara mükemmel bir örnek olarak önder ol ve onları toplumsal roller ve dinsel törenlerle hizâya getir. Böylece utanç duygusunu geliştirmenin yanında harmonik bir şekilde düzene gireceklerdir." (Analektler II, 3)
Yukarıdaki satırlar, legalizm ve törencilik görüşlerini arasındaki temel farklılıklardan birini açıklamakta ve Batılı toplumlarıyla Doğu Asyalı toplumlar arasındaki önemli bir farkı göstermektedir. Konfüçyüs'e göre dış otoriteler, suç olan eylemlerden sonra cezâ vermeleriyle insanların iyi hareket etmenin sebebini anlamadan öyle hareket ettiklerini öne sürer. Fakat dinsel törenlerle davranış şekilleri içten gelerek yapılır ve etkileri, eyleme tenezzül etmeden önce görülür. Böylece insanlar, utanç verici hareketlerden utanıp saygınlığını kaybetmekten korktuklarından uygun şekilde hareket eder. Bu bağlamda dinsel tören (Çince: 禮; pinyin: lǐ) ideal sosyal normdur.
"Dinsel tören", Türkçede zor ifâde edilebilerce bir kavramdır ve kompleks görüşleri içine alır. Bu kavram için kullanılan Çin karakterinin daha eskiden anlamı "kurban"dı. Konfüçyüsçü anlamı güleryüzlülükten ve görgülü hareketten her kişinin toplumdaki yerine anlamak arasıdır. Dıştan dinsel tören, insanlar arasında ayrım yapmak içindir; uygulanmasıyla kimin o toplumda genç, kimin yaşlı, kimin misâfir, kimin ev sâhibi olduğunu v. b. herkese gösterir. İçten insanlara diğerlerine karşı olan görevlerini ve kendi kendilerinden ne beklendiğini hatırlatır.
İçselleştirme süreci, dinsel törenin en önemli sürecidir. Şekil verilmiş tavırlar zamanla içselleşir, istekler yönlendirilir ve kişinin kültürlü oluşu, toplumsal dürüstlüğün hedefi olur. Bu fikir, "Mârifet kavuktaysa tak kafana hoca ol" deyiminin demek istediğiyle çelişirse de Konfüçyüsçülük'te samîmiyetle bir hareket, kişinin bir davranışı içtenlikle kabûl etmesini sağlar. Dinsel törene samîmiyetle uymak, dinsel töreni kültürlü olma yolundaki en etkin yol yapar. Böylece
Dinsel törensiz hürmetkârlık yorucu koşuşturmadan başka bir şey değildir. Dinsel törensiz özen, utangaçlığı getirir. Dinsel törensiz cesâret, isyâna dönüşür. Dinsel törensiz dürüstlük, kabalığa dönüşür." (Analektler VIII, 2).
Dinsel törenler, onlar olmadan çatışmaya götürecek zıt nitelikleri başarıyla dengelemek için gidilecek yoldur.
Dinsel törenler, insanları sınıflandırarak hiyerarşik ilişkiyi protokoller ve törenlerle oluşturarak herkese toplumda bir yer verir ve buna göre uygun olan tavrı tanımlarlar. Konfüçyüs'ün hayâtında önemli bir rol oynamış gibi görünen müziğe burada istisnâî bir durumdadır. Çünkü müzik, bu sınırları aşar ve 'kâlpleri birleştirir'.
Analektler, dinsel töreni yükseltmesin rağmen Konfüçyüs, bizzat farklı hareket etmiştir. (Örn.: Gözde öğrencisinin ölümünde ağlaması ya da şeytânî bir prensele görüşmesi (VI, 28). Daha sonraları sıkı törenleştirmeler, dinsel törenlerin "yeşim ve ipekten hediyelerden daha fazla olduğunu (XVII, 12) unutarak ustalarının görüşünden uzaklaşmışlardır.
Konfüçyüsçü düşüncede konular
Konfüçyüsçülüğü daha iyi anlamak için değişik düzeyde dürüstlük temeline dayandığını göz önünde tutmalıdır. Pratikte bu felsefenin parçaları zamanla birikerek şu altı erdemdir:
Âyin
Âyin kelimesi, Konfüçyüsçülük'te daha geniş kapsamlı tutularak kısa zamanda dünyevî tören davranışları da içine almış, daha sonra görgü kurallarını ve güleryüzlülük de bu kavramla anlaşılmıştır. Âyinler sistemleştirilerek kapsamlı bir ölçü sistem olarak görünür. Konfüçyüs, bizzat eski hânedanlıklar zamânında geçerli olan görgü kurallarını tekrar uygulamaya koymaya çalışmıştır. Ölümünden sonra insanlar onu âyinlerde alınacak tavırlar konusunda büyük bir otorite olarak bilirdi.
Burada âyin kavramının Konfüçyüsçülük'te birçok dinde bilhassa 21. yüzyılda taşıdığı anlamından başka bir anlam taşıdığına önemle işâret etmek isteriz. Konfüçyüsçülük, insanların günlük yaşamlarında yapageldikler hareketler de âyin olarak sayılır. Âyinler, belli bir şekil almış ya da rastgele yapılagelen hareketler (yâni bütün âdetler) olmaktan öte insanların bilerek veyâ şuuraltı yapageldikleri hareketlerdir. Bu âyinlere şekil vererek memnûniyet içinde yaşayan sağlıklı bir toplum ve dolayısıyla hayatlarından memnun ve sağlıklı kişiler oluşturacak şekle getirmek, Konfüçyüsçülük'ün hedeflerindendir.
İlişkiler
Konfüçyüsçülük'ün önemli konularından biri, insânî ilişkilerle değişik toplumsal statüye sâhip kişiler arasında oluşan farklı yükümlülüklerdir. Kişiler, değişik statüdeki insanlarla birçok ilişki içinde olmaya teşvîk edilir. Örnek olarak bir gencin anababası ve büyükleriyle olan ilişkileriyle bir büyüğün küçük kardeşleri, öğrencileri ve diğer insanlarla olan ilişkileri verilebilir. Gençlere büyüklerine karşı büyük saygı göstermek ve hizmet etmek düşerken büyüklerin de küçüklere karşı iyiliksever olması ve ilgi göstermesi gerekmektedir. Bu konu, Doğu Asya'nın birçok yönlerinde, mesela çocukların anababaya karşı çok olan görevlerinde ve büyüklerin çocuklarına karşı büyük ilgisinde kendini bugüne kadar göstermeye devâm etmektedir.
Anababaya sevgi
Anababaya sevgi ya da anababaya karşı içten sadâkat (Çince: 孝; pinyin: xiào; lit. 'evlâda âit'), en büyük erdem olarak görülür ve sağ olsa da, olmasa da bütün büyüklere karşı gösterilmelidir (ecdâd). Evlâda âit olan bu kavram, çocuğun – önceleri oğlun – ebeveynine karşı göstereceği saygıya işâret eder. Bu ilişki, daha sonraları beş ilişkiye genişletildi (Çince: 五倫; pinyin: wǔlún; lit. 'beş temel ilişki'):
- Hükümdarın tebaaya
- Anababanın çocuğa
- Ağabeyin erkek kardeşine
- Kocanın karısına
- Yaşça büyük dostun genç dostuna
Bu ilişkiler kapsamında değişik görevler tespît edilmiştir. Görevler, ölüleri de içine alacak şekilde genişletilerek yaşayanlar, ölülerin oğulları olarak görülür. Bu şekilde atalara tapınmaya başlanıldı.
Sadâkat
Sadâkat (Çince: 忠; pinyin: zhōng), anababaya sevginın değişik bir düzeydeki şeklidir. Özellikle Konfüçyüsçü öğrencilerin çoğunun dâhil olduğu toplumsal sınıf için önem taşıyan erdemlerdendir. Çünkü azimli genç bir öğrenci adayının Konfüçyüs Çin çevrelerine girebilmesi için hükümdarın sivil devlet mêmuru olması dışında bir imkân yoktu. Anababaya sevgi erdemi gibi sadâkat erdemi de otokratik rejimler tarafından sık sık çarpıttırılırdı. Konfüçyüs, o zamanlar mevcut sınıf ilişkilerine karşı duyarlılığı tavsiye etti. Kendisi "hakkı güç tanımlar" esâsını değil, gökten yetki almış üste ahlâkî dürüstlüğünden dolayı uyulması esâsını önerdi.
İleri yaşlarda hükümdarın tebaasına karşı olan yükümlülüklerinden ziyâde halkın hükümdara karşı olan görevlerine ağırlık verdi.
Sadâkat, aynı zamanda kişinin dostlarına, ailesine ve eşine karşı olan yükümlülüklerin genişletilmiş şekliydi. Kişinin önderine sadâkati en başta gelmeliydi. Daha sonra ailesine, eşine ve en sonunda dostları gelirdi. İnsanın önemli erdemlerinden sayılırdı.
İnsancıllık (Hümanizm)
Konfüçyüs, insanların bireysel gelişmelerinin insânî ilişkilerle olduğu görüşündeydi. Âyinle ve anababaya sevgiyle ilgili erdemler, diğerlerine karşı insancıllıktan dolayı yapılmalıydı. Konfüçyüs'ün insancıllık kavramı (Çince: 仁; pinyin: rén) muhtemelen en iyi şekilde onun ahlâkî karşılıklılık prensibi üzerine kurulmuş "Kendin için istemediğini başkalarına yapma" Altın Kuralı'yla ifâde edilebilir.
Rén'in aynı zamanda politik bir boyutu da vardır. Konfüçyüsçülük'e göre hükümdarda rén yoksa tebaası için insancıl davranmak zor, hattâ imkânsızdır. Rén, Konfüçyüs politik kuramının temelidir ve tebaasına karşı insancıl olmayan davranışlardan uzak durması öğütlenmiş otokrat hükümdarın vâr olduğuna dayanır. İnsancıl olmayan hükümdarın "Gök aldığı yetkiyi, yâni hükmetme yetkisini kaybetme tehlikesi vardır. Bu yetkiyi kaybetmiş bir hükümdara uymaya artık gerek yoktur. Fakat insancıl olarak hükmeden ve tebaasının problemleriyle ilgilenen hükümdara harfiyyen uymak şarttır. Çünkü cömert hâkimiyetin, göğün ona hüküm yetkisi verdiğine işârettir. Konfüçyüs'ün insanların irâdesi konusunda söyledikleri azdır. Fakat önde gelen müritlerinden Mensiyüs, bir vesîlede bâzı önemli konularda halkın seçimine başvurulmasını tavsiye etti.
Kibarlık
"Jūnzǐ" kavramı (Çince: 君子; pinyin: soylu), klâsik Konfüçyüsçülük için çok önemli bir noktadır. Kibarlı ya da efendilik, Konfüçyüsçülük'ün herkese önemle tavsiye ettiği şeydir. İdeal insanın kısa tanımı, "ermiş, bilgin ve centilmen özelliklerini kendinde birleştiren kişi"dir (Catholic Encyclopedia). Kalıtsal elitizm düşüncesi, bu kavramla berâber kullanılır ve kibarların topluma ahlâkî örnek olacakları beklenirdi.
Kibarlar,
- Kendilerini ahlâken geliştirmek
- Uygun yerlerde anababaya sevgi ve sadâkat göstermek
- İnsanlığı veyâ iyilikseverliği geliştirmek.
Mükemmel centilmenin simgesi Konfüçyüs'ün kendisidir. Hayâtının belki de en büyük trajedisi, hiçbir zaman ümît ettiği yüksek mevkîye sâhip olamamasıydı. O mevkîde yöneterek devletin insancıl kişiler tarafından yönetildiğinde prensiplerin uygulanmaya konmasıyla prensiplerinin geçerliliğini göstermek ve ortaya çıkacak genel mutluluğu görmek isterdi.
Jūnzǐ´nin tersi Xiǎorén´dir (Çince: 小人; pinyin: xiǎorén; lit. 'küçük kişi'). 小 karakteri, bu bağlamda dar kafalı, menfaatçi, açgözlü, yüzeysel, veyâ maddeci demektir.
Adların düzeltilmesi
Konfüçyüs, toplumsal karışıklığının sebebini insanların gerçeği görememesi, anlayamaması veyâ gerçekle uğraşmayı becerememesine bağlar. Temelde toplumsal karışıklığın kaynağı, ona göre şeyleri uygun adlarıyla çağırmamaktan kaynaklandığını ileri sürüp çözüm olarak Zhèngmíng´i (Çince: 正名; lit. 'adların düzeltilmesi') gösterir. Bir müritine zhèngmíng erdemini şöyle açıklar:
Tsze-lu dedi ki: "Wei'in hükümdarı seni beklemekte, seninle hükûmeti yönetmek istemektedir. Göz önüne alacağın ilk şey ne olacaktır?" Usta, "Önemli olan isimlerin tashîhidir" şeklinde cevap verdi. "Yâ! Öyle mi? Hedefe isâbet ettiremedin! Niçin böyle bir tashih gereklidir ki?" diye Tsze-lu sorunca Usta: "Ne kadar kültürsüzmüşsün, Yu!" dedi. "Âmir insan, bilmediği şeyler konusunda daha ihtiyatlı ve çekingence sorar.
- İsimler düzgün değilse dil, gerçek şeylere uygun olmaz.
- Eğer dil, gerçek şeylere uygun değilse maslahat başarılı olamaz.
- Eğer maslahat başarılı olmazsa mülkiyet ve müzik gelişemez.
- Eğer mülkiyet ve müzik gelişmezse cezâlar uygun şekilde taktîr edilemez.
- Eğer cezâlar uygun şekilde taktîr edilmezse insanlar nasıl hareket edeceklerini bilmezler.
Bu yüzden âmir insan, kullandığı (şeylerin) adları(nı) uygun şekilde konuşmanın ve konuştuklarının da uygun şekilde uygulanmasının önemini bilir. Âmir insanın için en önemli şey, söylediklerinden hiçbir şeyin yanlış olmamasıdır."
(Analects XIII, 3)
Xun Zi, "Adların düzeltilmesi konusunda" isimli 22. bölümünde eski zamânın bilge kralının kullandığı adların (Çince: 名; pinyin: ming) doğrudan gerçekle uyuşan adlar olduğunu (Çince: 實; pinyin: shi), fakat sonraki nesillerin terim bilgisini karıştırıp yeni adlandırmalar türettiklerini, dolayısıyla doğruyu yanlıştan ayırt edemez olduklarını yazar.
Tartışmalar
Konfüçyüsçülük diye bir şey var mıydı?
Konfüçyüçülük'ün târihini tartışırken ele alınan problemlerden biri de Konfüçyüçülük'ün ne olduğu sorusudur. Konfüçyüsçülük, kabaca "Usta Kong'u en büyük üstad olarak gören bireyler zinciri" olarak görülebilir. Ayrıca "bir zamanlar Konfüçyüs'ün gerçekten anladığı gibi bir ahlâkî, politik ve felsefî doktrine uyan grup"u da temsîl eder. Bu tanımda "grup"la değişik Han ve Tang Hânedanlığı gibi değişik hânedanlıklar dönemlerinde başka öğretileri savunan kişilerle tartışan ve kendi kendini Konfüyüsçü îlân eden kişiler anlaşılabilir. Sung, Ming ve Qing Hânedanlığı gibi Konfüçyüsçü hegemonyanın hâkim olduğu dönemlerde devlet mêmur sınıfı olarak kabaca tanımlanabilir.
Fakat bu grupların gerçek olup olmadığı bâzılarınca şüpheyle karşılanmaktadır. Manufacturing Confucianism ("Konfüçyüsçülük'ü Üretmek") adlı kitabında Lionel Jensen, bugün bildiğimiz ve öğrenmenin WISE sembolü ve devlet tarafından desteklenen bir sözde-din şeklindeki modern Konfüçyüs ve Konfüçyüsçülük görüntünün Çin'de her zaman mevcut olmadığını, bu görüntünün Avrupalı Jesuit'lerce uydurulduğunu öne sürer. Bu görüntü, bu bağlamda "Ru Jia" olarak bilinen eski yerli geleneklerden "tercüme" edilerek Avrupalılara Çinlileri anlatmak isterken oluşur. Böylece oluşan Konfüçyüsçülük kavramı, sonraları Çinlilerce Avrupalılardan alınarak kendi ihtiyaçları için kullanmaya başlamışlardır.
Bu yüzden biz bugün "İmparatorluk sınav sisteminde kullanılagelen ve temelinde 'Konfüçyüçü Klâsikler'in içerdiği düşünceleri taşıyan her düşünceyi" Konfüçyüsçü olarak tanımlayabiliriz. Ama bu tanım dahî problemsiz değildir; çünkü bu düşüncelerin içeriği de zaman içinde değişikliğe uğramıştır. Örn. Neo-Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm'e yakın olan Büyük Eğitim'i ve Zhong Yong'u külliyata dâhil etmiştir.
Konfüçyüsçülük din midir?
Çoğu dinler, bir veyâ birkaç tanrısı, düzenli bir râhip sınıfı, ölümden sonraya olan inancı ve düzenli gelenekleri olan bir sistem olarak tanımlanabilir. Böylece Konfüçyüsçülük'ün gerçek "din" olup olmadığını tartışmak mümkündür. Birçok âyinleri olmasına rağmen çok azı formel olarak ibâdet ya da meditasyon olarak görülebilir. Konfüçyüs'ün bâzen söylemiş olduğu başka dünyâlara âit varlıklar hakkında ifâdeleri olmasına rağmen bu ifâdeler, Batılılara açık şekilde agnostik ve insancıl gibi gelir. Bu yüzden Konfüçyüsçülük, çoğu zaman dünyevî ve ahlâkî bir gelenek olarak görülür, bir "din" olarak değil. En uygun tanımıyla özel alışkıları ve inançları olan bir felsefedir.
Etkileri Çin ve Doğu Asya toplumlarında ve kültürlerinde çok geniş olup târihteki dînî hareketlerin etkileriyle boy ölçüşebilir. Konfüçyüs'ün öğretilerine uyanlar, bununla tesellî buldukların söylerler. Birçok törensel unsûru olup Neokonfüçyüsçü yorumuyla dünyânın, insanın tabiatını v. b. anlaşılır açıklamasını vermektedir. Bunun ötesinde Çin kültüründeki dinler birbirlerini dışlamadıklarından her gelenek, kendine göre bir niş bulur. Örn. bir kişi Taoizm, Hristiyanlık, Mûsevîlik, Sihizm, İslam, Şinto, Budizm ya da Zerdüştlük dînine bağlı olduğu hâlde Konfüçyüsçülük açısından Konfüçyüsçü görüşlere de uyabilir; bu düşünce açısından böyle bir durum problem teşkîl etmez. Tabii ki tek tanrılı dinler, yalnız kendilerinde hakka giden yolu gördüklerinde böyle "çok dallanmış" bir inancı kabûl etmeyeceklerdir.
Konfüçyüsçülük atalara tapınmayı, onların ruhlarına kurban etmeyi ve soyut bir gök tanrısal varlığı, eski kralların ve hattâ Konfüçyüs'ün tanrılaştırılmasına içine almasına rağmen bütün bu özelliklerinin kökenlerini Konfüçyüsçülükten çok önce mevcut ve yaygın Çin inançlarında bulmak mümkündür. Dolayısıyla bu tür dînî törenlerin Konfüçyüsçülük'ü din yaptığını iddia etmek zordur.
Genel olarak Konfüçyüsçülük, Çinle ve başka Doğu Asyalı insanlar tarafından din olarak görülmemektedir. Bu eğilim, kısmen "din" sözcüğüne işlemiş, dinlerin bâtıl inançları berâberinde getirdiği, mantıksız olduğu ya da çağdaşlıkla (modernlik) bağdaşmadığı iddiâları gibi lekelerden kaynaklanmaktadır. Birçok Budist, Budizmin din değil, bir hayat felsefesi olduğunu söylemesi, kısmen din konusunda yaygın olan negatif popüler görüşten kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde Konfüçyüsçüler de Konfüçyüsçülük'ün bir din olmaktan ziyâde ahlâkî görüş ya da felsefî bir dünyâ görüşü olduğunu ifâde eder.
Konfüçyüsçülük'ün din ya da başka bir fenomen olduğu sorusu, her şeyden önce bir tanım problemidir. Eğer din için kullanılan tanım, tabiatüstü varlıklara ibâdetse bu soruya verilecek cevap herhâlde "Hayır" olacaktır. Diğer taraftan dinle (mesela) ahlâkî tutumu olan, günlük hayat için yol gösterici, insanlığın kâinattaki yeri hakkında sistematik görüşleri olan v. b. bir fenomen olarak tanımlanırsa Konfüçyüsçülük kesinlikle dindir. Buna benzer önemli kavramlarda da olduğu gibi din kavramının tanımı tartışmalıdır. Herbert Fingarette'nin Confucius: The Secular as Sacred (Konfüçyüs: Dünyâ görüşünün kutsallaşmış şekli) kitabı, bu meselenin çözümü için tavsiye edilebilir.
Kaynakça
- ^ Nylan, Michael (1 Ekim 2008). The Five "Confucian" Classics (İngilizce). Yale University Press. s. 23. ISBN 978-0-300-13033-1. Erişim tarihi: 12 Mart 2022.
- ^ Yao 2000, ss. 38–47
- ^ An Introduction to Confucianism (İngilizce). Cambridge University Press. 13 Şubat 2000.
- ^ "Eğer doğru prensipler bütün imparatorluğa hâkim olsaydı durumunu değiştirmeye çalışmak için sebep olmazdı", Analektler XVIII, 6.
- ^ Sun Zi'yle karıştırılmamalıdır!
- ^ "Arşivlenmiş kopya". 11 Aralık 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Ocak 2008.