Klingsor'un Son Yazı
Klingsor'un Son Yazı (Özgün adı: Klingsors letzter Sommer) Hermann Hesse’nin 1919/20 yıllarında yayımlanan anlatı kitabıdır.
Ortaya çıkış tarihçesi
1919 yılı Hermann Hesse’nin hayatında birçok açıdan yeni bir kesit anlamına gelmekteydi. İlk karısı Maria Bernoulli; iyileşmesi konusunda umut kesildikten sonra bir rehabilitasyon merkezinde bulunmaktaydı. Hesse ilkbaharda I. Dünya Savaşı boyunca çalıştığı savaş esirlerinin bakımının sorumluluğunu taşıdığı görevinden kovulmuştur. Mayıs ayında Bern'den Tessin'e, yani yeni evini bulduğu Montagnola'daki Casa Camuzzi’ne taşınmıştır. Temmuz ayında 1924 yılında evleneceği şarkıcı ve ressam Ruth Wenger ile tanışmıştır.
Tüm bu durumlar, yeni kazanılmış özgürlük, yeni aşk, her şeyden önemlisi iklim olarak uygun bir çevre Hesse’nin Tessin’de resim yapmakla, şiir yazmakla ve grotolara gitmekle geçirdiği yılın, hayatının en dolu, en etkin, en çalışkan ve en parlak zamanı olmasını sağlamıştır.
Temmuz ve ağustosta birkaç hafta içinde yazdığı “Klingsors Letzter Sommer” adlı anlatısına bir anıt dikmiştir. 1919 yılının Aralık ayında bu anlatısı bir Alman gazetesi olan Deutsche Rundschau'da yayımlanmıştır. 1920 yılında Kinderseele ve Klein und Wagner isimli eserlerini S. Fischer Verlag yayınevi aracılığıyla bir derlemede yayımlamıştır.
İçeriği
Anlatının kahramanı ressam Klingsor, Hesse'nin 1932 yılında yayımlanan “Doğuya Yolculuk” romanında sonradan ortaya çıkan bir figürdür. Yaratıcı ve sanatsal oluşturma süreci ve bununla bağlantılı enerji harcaması ve de bu enerji boşalmasıyla bağlantılı düşünceler, umutlar, hatta korkular konu başlıklarıdır.
Klingsor’un yaşam tarzı
Anlatı Klingsor'un son aylarını konu almaktadır. Önünde duran ölüm korkusunu içinde yaşasa da geriye kalan zamanını mümkün olduğu kadar en iyi şekilde geçirmeye çalışmaktadır. Son günlerini sanatına sarhoşvari bir şekilde düşkünlük göstererek geçirmektedir. Klingsor çevreyi güneyin özelliklerini Pambambio, Karino ve Laguna'yı “erguvan, kızıl kayın ve okaliptüs ağaçlarıyla” anlatarak renkli bir şekilde tuvale dökmektedir. Geceleri Grotto'da güzel kadınların kollarında ve şarapla geçirmektedir. Geriye kalan zamanını düşündükçe uyuyarak daha az zaman geçirmektedir, bu durum onun sağlığını doğal olarak daha da kötüleştirmektedir. Günler uzun olduğu sürece Klingsor kendini Azrail'in pençesinden daha uzak hissetmektedir.
Kareno’daki günler
Kareno'da yaşadığı günler anlatıda en çok vurguyla anlatılan yerdir. Tanıdıkları arasında sadece Ersilia ile ara sıra ölüm ve fanilik üzerine yaptıkları ateşli konuşmalar yapmaktadır, Klingsor küçük bir şehir olan Kareno'ya arkadaşlarıyla beraber gezinmek için gider, orada “Dağların Kraliçesi”ni ziyaret eder. Dağların Kraliçesi bir insanın gençlik çağına ait tüm özelliklerin bir sureti gibi görünmektedir. Hesse'nin birebir yansıttığı öğle sonu ile akşam, huzur içinde bir gezinti ve ruhani bir derinlik içinde ekmek şarapla geçirilmektedir: "Altın kafesteki kuşlar (...) egzotik şarkılar söylüyordu (...) Cevap yıldızdan ve aydan, ağaçtan ve dağlardan geldi, Goethe orada oturuyordu, Hafız da yanındaydı, Mısır'dan sıcak bir rüzgâr ve Yunanistan'dan hoş bir esinti duyulmaktaydı, Mozart gülümsedi, Hugo Wolf bu saçma gecede kanatlarını oynattı." Klingsor Edith'e yazdığı kısa mektubunda her biçimiyle ve canlı duyguların gezintilerinde hissettiği aşkı savunmaktadır.
Çöküşün müziği
“Çöküşün müziği” adlı bölümde Klingsor ve kendisine Çinli şair Li Tai Pe ve Thu Fu ismini veren şair dostu ve Ermeni bir yıldız falcısı ile buluşurlar. Ermeni falcı ölümü çok yakınında hisseden, şair dostuna bir veda yemeği düzenleyen Klingsor'a onun içini ferahlatacak bir gelecek hakkında fal bakar. Klingsor bu bölümde Ermeni falcı ile eski Avrupa'nın bir çöküş sürecine gireceği ve Asyalıların bunun hemen sonrasında Avrupalıların yerini devralacağı üzerine uzun uzadıya tartışır. Klingsor'un kuşku ile birlikte içinde hissettiği inadına yaşama hırsı bu tartışma ile birlikte yeniden alevlenir. Yanan yüreğinin ateşini üç yüz bardak içki içerek söndürmek ve her bardakta ayın şerefine kadeh kaldırmak ister.
Klingsor’un Ölüm Korkusu
“Abend im August” bölümünde okuyucu Klingsor'un kısa süren ölüm düşüncesine kapıldığı aşk macerasını hissetmektedir.
Bunun sonrasında Klingsor ilk kez anılan o yaz kendisinde patlak vermiş gibi birden ortaya çıkan sanatı hakkındaki düşüncelerini Louis'ye yazdığı mektupta kelimelere dökmektedir. Klingsor Louis'ye yakında artık doğa boyamaları yapmayacağını, aksine içindeki fantezileri ve anıları resmedeceğini de anlatmaktadır. Bunun biraz sonrasında mektubu, sürekli içen ve ölüm korkusuna kapılmış olan Klingsor'u nesne edinen Tang-Poesie tarzında bir şiir izlemektedir.
Kendi resmini yapma
Klingsor yaşamının son günlerinde nihayet kendisinin resmini çizmektedir. Alışılagelmiş bir renklilik, fakat sanatı için tipik olmayan bir tarzda ilginç bir yüz “kırlara benzeyen bir çehre (...) yaprakları ve ağaç kabuklarını anımsatan saçlar, kaya çukurlarına benzer göz çukurları” kendini belli etmektedir. Kendi portresinin içine bir sürü yüz çizmiştir, „tatlı ve masum çocuk yüzleri, hayal dolu ve ateşli gençlik hayalleri, aptal aptal bakan ayyaş gözleri, susayan, kovuşturulan, tutkusu olan, arayan, mecnuna benzer birisinin ve “kaybolmuş çocuk’nun dudakları. Bazı gözlemcilere göre bu ressamın korumasız psikolojik öz analizi olarak değerlendirilmektedir, diğerlerine göre bunun tam tersi olarak Klingsor’un akıl almazlığının kanıtı olarak görülmektedir. Resmini bitirdikten sonra onu bir yere kapamıştır ve kimseye göstermemiştir. Resim ancak onun ölümünden sonra keşfedilecektir. Klingsor’un kendi resmi onun son eseridir.
Hermann Hesse romanı şu cümle ile bitirmiştir: “Sonra yıkandı, tıraş oldu, yeni çamaşırlarını ve elbiselerini giydi, şehre gitti ve Gina’ya göndermek üzere meyve ve sigara satın aldı.” Günlük hayata bu geri dönüş sadece kısa bir süreliğine olacaktır; çünkü yaz mevsimi artık sona ermek üzeredir ve Klingsor, daha önce de belirtildiği üzere, en geç sonbaharın sonunda öleceğini bilmektedir.
Yorum
Klingsors letzter Sommer eseri Hesse'nin otobiyografik karakterinden güçlü yansıtmalarda bulunmaktadır. Klingsor ismi Wolfram von Eschenbach'ın „Parzival“ eposundaki çok yönlü edebi bir derinliğe sahip bir büyücüye dayanmaktadır. Hermann Hesse kendisini de aynen bu şekilde tanımlamaktadır, bu noktada insanın aklına Kindheit eines Zauberers eseri gelmektedir. Aynı zamanda yazar yıldız falcısı sahnesinde “Şair dostu Hermann” (Thu-Fu) olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat arda kalan figürlerin arkasında Hesse'nin çevresinden kişilere rastlanmaktadır: Kederli Louis ressam Moilett'in sadece adını değil, aynı zamanda onun karakterini de yansıtmaktadır. Ermeni karakterinin arkasındaki isim Hesse ile arkadaşları bulunan mimar Josef Englert'dir, Dağların Kraliçe kişisinin arkasında ise Hesse'nin ikinci karısı Ruth Wenger bulunmaktadır.
Anlatıda senaryonun geçtiği yer Hesse'nin 1919 yılından itibaren yaşamaya başladığı Tessin'i anımsatmaktadır. Eserde “Laguno” olarak geçen yer aslında yakınlarında Hesse'nin yaşadığı Montagnola bulunan bir İsviçre kenti olan Lugano'dur. Ruth Wenger'in ebeveyninin yazlık evinin bulunduğu Carona köyü romanda Kareno'ya dönüşmektedir. Hesse'nin Klingsor'da tanımlandığı çevre otobiyografik kısa anlatısında tanımladığı çevreye kızıl kayın ve erguvan ağaçlarıyla benzemektedir. Hermann Hesse nihayetinde yazarlığının yanı sıra resim de yapmıştır- hem de kendi tarzında boyamalar yapmıştır, bu da Klingsor'un tarzına çok benzemektedir. Hesse'nin bu özelliğine 1928 yılında kaleme aldığı Malfreude, Malsorgen (resim yapma neşesi ve kaygıları) işaret etmektedir.
Renkler
Klingsors letzter Sommer kitabında renkler merkezi bir rol oynamaktadır. Okuyucu uzun soluklu bir okuyuşta kendisini bu renklerin içinde boğulmuş hissetmektedir. Aşağıdaki metin eser hakkında açıklamalarda bulunmaktadır: “Ve şimdi büyük renk taslakları, su renklerinde parlayan renk düzlemleriyle beyaz yapraklar: ahşaptan kızıl villa, yeşil kadife yakut gibi ateşli bir şekilde parıldayan ve Castiglo’daki demir köprü, mavi yeşil dağdaki kızıllık, onun yanındaki erguvan rengindeki gölet, güllerle kaplı sokak. Dahası: kiremithanenin bacası, açık parlak ağaç yeşilinin önündeki kızıl maytap, dalga dalga duran kalın bulutlarla kaplı açık erguvan rengi gökyüzü.” Klingsor'un sanat eserleri için araç olarak işlev görmelerinin yanı sıra renkler insanların hislerini ve duygularını ifade etmektedir.
Onun her küçük farkı bağlamında kırmızı rengin oldukça özel bir anlamı ortaya çıkmaktadır. İnsan onun anlatılarında sürekli kırmızı çiçeklere, kiremitlere, dağlara, kiliselere ve sokaklara rastlamaktadır. Bu renk karşımıza Klingsor ve arkadaşların sürekli içtikleri kırmızı şarap olarak da çıkmaktadır, daha da önemlisi Kareno'nun “Kızıl Kraliçesi” derken de kırmızıyı görmekteyiz. Kırmızı, tutkuyu, aşkı ve ateşli gençliği, hatta agresifliği ve öfkeyi simgelemektedir. Her iki mizacı da Klingsor'da bulmak mümkündür. Onun aşkı ve tutkusu kadınlara ve doğaya karşıdır. Öfkesi ve agresifliği de kendi portresini çizdiğinde ölüme karşı bir duruş olarak ortaya çıkmadır. Kırmızı resmedilen şehveti ve yaşama hevesini Klingsor ölüme karşı bir silah olarak kullanmaktadır. “Erguvan ölümün inkârıdır, boş laf ise cesedin çürümesiyle dalga geçmektir.”
Ölümü
Tüm anlatıda geçtiği üzere Klingsor'un yaşama arzusu dik başlılığa dönüşmektedir, fakat ölümün gölgesi kendini belli etmektedir. Anlatıcı önsözde arkadaşları Klingsor'un ölümünü sonbaharın sonlarına doğru öğreneceklerini bildirmektedir. Sürekli yok oluş ve hasret çekmenin mecazi anlatımı kendini göstermektedir, “alevlenen bayrak” ile başlayan bu mecazlar “yanan mumun her iki sonu” ile Klingsor'un hayatını ifade etmektedir. Ermeni yıldız falı bakıcısı ölüm haberini getirmektedir. Kareno yolunda renklerin ve resimlerin faniliğine, hatta esmer kızın saçlarının geçiciliğine ve de geçen her günün geri getirilemezliğine içten içe üzülmektedir. Hatta orada “ekmek ve şarap” ile yediği akşam yemeği İsa'nın Juda tarafından ihanete uğramasından ve çarmıha gerilmesinden önce havarileriyle yediği son yemeği hatırlatmaktadır. Klingsor sonunda “kurban” gibi ölmeliydi, sanatına kendisini kurban etmiş biri gibi ölmeliydi.
Ölmekte olan Avrupa üzerine gönderme yapması yoluyla ölüm motifi yeni bir bakış açısı kazanmaktadır. I. Dünya Savaşının ardından eski kıtanın (Avrupa'nın) yüzyıllardır elinde bulundurduğu hâkimiyeti kaybettiği, genel anlamda kabul edilmekteydi. Bunun ilintili olarak Ermeni yıldız falcısı anlatıda çok kez güncel olarak ele alınan Asya'nın yükselişe geçeceğine işaret etmektedir. Klingsor ve Louris bu arada Çinli şairin ismini taşımaktadırlar, özellikle Arap Yarımadasını canlandıran Kareno günleri bağlamında, kıyıda köşede de Hindistan'ın ve Japonya’nın ismi geçmektedir.
Sanatçılığı
Klingsor birçok bakımdan parçalanmış olarak betimlenmektedir. Bir taraftan ölümün eşiğinde olduğunun bilincindeyken diğer yandan bitip tükenmeyen bir yaşama hırsıyla ölüme karşı koymaktadır, her anının tadını çıkarma niyetinde; buna karşın hayatın tek damlasını dahi heba etmemeye özen göstermektedir. Romantizm dolu iç bunaltısı ve dışa vurumcu isyan arasında gidip gelmektedir. Farklı kutuplar arasındaki bu dalgalanması sanatçının yalnız, tutkulu klişesine hitap etmektedir.
Narsizmi
Klingsor aynı zamanda örnek teşkil eden bir biçimde kendini beğenmiş bir mizaca da sahiptir. Bu durum kadınlara karşı tavırlarında kendini belli etmektedir. İlk bölümün sonunda yansıtılan rüyasında bu durum gün yüzüne çıkmaktadır. Bu rüyada yazar onu seven ve yazarında onu sevdiği aynı yaştaki kadınlarla ve onların saç renkleriyle gönül eğlendirmektedir. Anlatının ilerleyen bölümlerinde yazarın Edith'i ve Gina'yı, Nina’yı, Hermine’yi ve Elisabeth’i kendi egosunun tatmini olarak kullandığı aşikâr olmaktadır. Klingsor bir mektupta şöyle yazmaktadır:
“Aslında sevebilir miyim hiç bilmiyorum. Arzu edebilirim ve kendimi başka insanlarda arayabilirim, egomu sorgulayabilirim, bir ayna talep edebilirim, heves arayabilirim ve bunun hepsi aşk gibi görünebilir.”
Bu kesitte onun âşık olmada oldukça yeteneksiz olduğu ortaya çıkmaktadır, biraz önce sevgilisine, Gina'ya kuşkuyla baktığını açıklamıştır. Dağlar Kraliçesinin aşkını kendine sormaksızın yaş farkı nedeniyle küçümseyerek reddettiği jestleri Klingsor'un egosuna çok bağlı birisi olarak kendine çok değer verdiğini işaret etmektedir.
Klingsor'un kendini beğenmişliği kendine ait resimleri değerlendirirken de ortaya çıkmaktadır. Kendisini rengin doğallığının sanatını özgürlüğüne kavuşturan Avrupa sanatının büyük bir yenilikçisi olarak görmektedir. Kederli Louis ile ortak olarak kendisinin bir yüzyıl sonra okullarda profesörler tarafından okutulacağına ve Goethe ve Schiller gibi anıtlarının dikileceğine inanmaktadır.
Fakat anlatının anıtsal olarak değerlendirdiği ve kahramanın kişiliğini bir kez daha özetleyen Klingsor'un kendi portresi onun kendini beğenmişliğine en etkili kanıtını bize göstermektedir. Van Gogh’u anımsatan oluşturma sürecinde kahraman kendisini şöyle tanımlamaktadır: “O kafayı ihtişamlı ve vahşice inşa etmiştir, bir orman putunu, âşık olunan birisini, kıskanç Yehova'yı, bebeklerin ve bakirelerin önünde kurban edildiği bir hayaleti çizmiştir.” Buna ilişkin olarak daha sonralardan bir eleştirmenin yargısı şu yönde olmuştur: “Bir tür kendine tapma, tanrıya küfretme ve kendini tanrının yerine koyma, bir çeşit dini inkâr etme.”