İçeriğe atla

Klingsor'un Son Yazı

Klingsor'un Son Yazı (Özgün adı: Klingsors letzter Sommer) Hermann Hesse’nin 1919/20 yıllarında yayımlanan anlatı kitabıdır.

Ortaya çıkış tarihçesi

1919 yılı Hermann Hesse’nin hayatında birçok açıdan yeni bir kesit anlamına gelmekteydi. İlk karısı Maria Bernoulli; iyileşmesi konusunda umut kesildikten sonra bir rehabilitasyon merkezinde bulunmaktaydı. Hesse ilkbaharda I. Dünya Savaşı boyunca çalıştığı savaş esirlerinin bakımının sorumluluğunu taşıdığı görevinden kovulmuştur. Mayıs ayında Bern'den Tessin'e, yani yeni evini bulduğu Montagnola'daki Casa Camuzzi’ne taşınmıştır. Temmuz ayında 1924 yılında evleneceği şarkıcı ve ressam Ruth Wenger ile tanışmıştır.

Tüm bu durumlar, yeni kazanılmış özgürlük, yeni aşk, her şeyden önemlisi iklim olarak uygun bir çevre Hesse’nin Tessin’de resim yapmakla, şiir yazmakla ve grotolara gitmekle geçirdiği yılın, hayatının en dolu, en etkin, en çalışkan ve en parlak zamanı olmasını sağlamıştır.

Temmuz ve ağustosta birkaç hafta içinde yazdığı “Klingsors Letzter Sommer” adlı anlatısına bir anıt dikmiştir. 1919 yılının Aralık ayında bu anlatısı bir Alman gazetesi olan Deutsche Rundschau'da yayımlanmıştır. 1920 yılında Kinderseele ve Klein und Wagner isimli eserlerini S. Fischer Verlag yayınevi aracılığıyla bir derlemede yayımlamıştır.

İçeriği

Anlatının kahramanı ressam Klingsor, Hesse'nin 1932 yılında yayımlanan “Doğuya Yolculuk” romanında sonradan ortaya çıkan bir figürdür. Yaratıcı ve sanatsal oluşturma süreci ve bununla bağlantılı enerji harcaması ve de bu enerji boşalmasıyla bağlantılı düşünceler, umutlar, hatta korkular konu başlıklarıdır.

Klingsor’un yaşam tarzı

Anlatı Klingsor'un son aylarını konu almaktadır. Önünde duran ölüm korkusunu içinde yaşasa da geriye kalan zamanını mümkün olduğu kadar en iyi şekilde geçirmeye çalışmaktadır. Son günlerini sanatına sarhoşvari bir şekilde düşkünlük göstererek geçirmektedir. Klingsor çevreyi güneyin özelliklerini Pambambio, Karino ve Laguna'yı “erguvan, kızıl kayın ve okaliptüs ağaçlarıyla” anlatarak renkli bir şekilde tuvale dökmektedir. Geceleri Grotto'da güzel kadınların kollarında ve şarapla geçirmektedir. Geriye kalan zamanını düşündükçe uyuyarak daha az zaman geçirmektedir, bu durum onun sağlığını doğal olarak daha da kötüleştirmektedir. Günler uzun olduğu sürece Klingsor kendini Azrail'in pençesinden daha uzak hissetmektedir.

Kareno’daki günler

Kareno'da yaşadığı günler anlatıda en çok vurguyla anlatılan yerdir. Tanıdıkları arasında sadece Ersilia ile ara sıra ölüm ve fanilik üzerine yaptıkları ateşli konuşmalar yapmaktadır, Klingsor küçük bir şehir olan Kareno'ya arkadaşlarıyla beraber gezinmek için gider, orada “Dağların Kraliçesi”ni ziyaret eder. Dağların Kraliçesi bir insanın gençlik çağına ait tüm özelliklerin bir sureti gibi görünmektedir. Hesse'nin birebir yansıttığı öğle sonu ile akşam, huzur içinde bir gezinti ve ruhani bir derinlik içinde ekmek şarapla geçirilmektedir: "Altın kafesteki kuşlar (...) egzotik şarkılar söylüyordu (...) Cevap yıldızdan ve aydan, ağaçtan ve dağlardan geldi, Goethe orada oturuyordu, Hafız da yanındaydı, Mısır'dan sıcak bir rüzgâr ve Yunanistan'dan hoş bir esinti duyulmaktaydı, Mozart gülümsedi, Hugo Wolf bu saçma gecede kanatlarını oynattı." Klingsor Edith'e yazdığı kısa mektubunda her biçimiyle ve canlı duyguların gezintilerinde hissettiği aşkı savunmaktadır.

Çöküşün müziği

“Çöküşün müziği” adlı bölümde Klingsor ve kendisine Çinli şair Li Tai Pe ve Thu Fu ismini veren şair dostu ve Ermeni bir yıldız falcısı ile buluşurlar. Ermeni falcı ölümü çok yakınında hisseden, şair dostuna bir veda yemeği düzenleyen Klingsor'a onun içini ferahlatacak bir gelecek hakkında fal bakar. Klingsor bu bölümde Ermeni falcı ile eski Avrupa'nın bir çöküş sürecine gireceği ve Asyalıların bunun hemen sonrasında Avrupalıların yerini devralacağı üzerine uzun uzadıya tartışır. Klingsor'un kuşku ile birlikte içinde hissettiği inadına yaşama hırsı bu tartışma ile birlikte yeniden alevlenir. Yanan yüreğinin ateşini üç yüz bardak içki içerek söndürmek ve her bardakta ayın şerefine kadeh kaldırmak ister.

Klingsor’un Ölüm Korkusu

“Abend im August” bölümünde okuyucu Klingsor'un kısa süren ölüm düşüncesine kapıldığı aşk macerasını hissetmektedir.

Bunun sonrasında Klingsor ilk kez anılan o yaz kendisinde patlak vermiş gibi birden ortaya çıkan sanatı hakkındaki düşüncelerini Louis'ye yazdığı mektupta kelimelere dökmektedir. Klingsor Louis'ye yakında artık doğa boyamaları yapmayacağını, aksine içindeki fantezileri ve anıları resmedeceğini de anlatmaktadır. Bunun biraz sonrasında mektubu, sürekli içen ve ölüm korkusuna kapılmış olan Klingsor'u nesne edinen Tang-Poesie tarzında bir şiir izlemektedir.

Kendi resmini yapma

Klingsor yaşamının son günlerinde nihayet kendisinin resmini çizmektedir. Alışılagelmiş bir renklilik, fakat sanatı için tipik olmayan bir tarzda ilginç bir yüz “kırlara benzeyen bir çehre (...) yaprakları ve ağaç kabuklarını anımsatan saçlar, kaya çukurlarına benzer göz çukurları” kendini belli etmektedir. Kendi portresinin içine bir sürü yüz çizmiştir, „tatlı ve masum çocuk yüzleri, hayal dolu ve ateşli gençlik hayalleri, aptal aptal bakan ayyaş gözleri, susayan, kovuşturulan, tutkusu olan, arayan, mecnuna benzer birisinin ve “kaybolmuş çocuk’nun dudakları. Bazı gözlemcilere göre bu ressamın korumasız psikolojik öz analizi olarak değerlendirilmektedir, diğerlerine göre bunun tam tersi olarak Klingsor’un akıl almazlığının kanıtı olarak görülmektedir. Resmini bitirdikten sonra onu bir yere kapamıştır ve kimseye göstermemiştir. Resim ancak onun ölümünden sonra keşfedilecektir. Klingsor’un kendi resmi onun son eseridir.

Hermann Hesse romanı şu cümle ile bitirmiştir: “Sonra yıkandı, tıraş oldu, yeni çamaşırlarını ve elbiselerini giydi, şehre gitti ve Gina’ya göndermek üzere meyve ve sigara satın aldı.” Günlük hayata bu geri dönüş sadece kısa bir süreliğine olacaktır; çünkü yaz mevsimi artık sona ermek üzeredir ve Klingsor, daha önce de belirtildiği üzere, en geç sonbaharın sonunda öleceğini bilmektedir.

Yorum

Klingsors letzter Sommer eseri Hesse'nin otobiyografik karakterinden güçlü yansıtmalarda bulunmaktadır. Klingsor ismi Wolfram von Eschenbach'ın „Parzival“ eposundaki çok yönlü edebi bir derinliğe sahip bir büyücüye dayanmaktadır. Hermann Hesse kendisini de aynen bu şekilde tanımlamaktadır, bu noktada insanın aklına Kindheit eines Zauberers eseri gelmektedir. Aynı zamanda yazar yıldız falcısı sahnesinde “Şair dostu Hermann” (Thu-Fu) olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat arda kalan figürlerin arkasında Hesse'nin çevresinden kişilere rastlanmaktadır: Kederli Louis ressam Moilett'in sadece adını değil, aynı zamanda onun karakterini de yansıtmaktadır. Ermeni karakterinin arkasındaki isim Hesse ile arkadaşları bulunan mimar Josef Englert'dir, Dağların Kraliçe kişisinin arkasında ise Hesse'nin ikinci karısı Ruth Wenger bulunmaktadır.

Anlatıda senaryonun geçtiği yer Hesse'nin 1919 yılından itibaren yaşamaya başladığı Tessin'i anımsatmaktadır. Eserde “Laguno” olarak geçen yer aslında yakınlarında Hesse'nin yaşadığı Montagnola bulunan bir İsviçre kenti olan Lugano'dur. Ruth Wenger'in ebeveyninin yazlık evinin bulunduğu Carona köyü romanda Kareno'ya dönüşmektedir. Hesse'nin Klingsor'da tanımlandığı çevre otobiyografik kısa anlatısında tanımladığı çevreye kızıl kayın ve erguvan ağaçlarıyla benzemektedir. Hermann Hesse nihayetinde yazarlığının yanı sıra resim de yapmıştır- hem de kendi tarzında boyamalar yapmıştır, bu da Klingsor'un tarzına çok benzemektedir. Hesse'nin bu özelliğine 1928 yılında kaleme aldığı Malfreude, Malsorgen (resim yapma neşesi ve kaygıları) işaret etmektedir.

Renkler

Klingsors letzter Sommer kitabında renkler merkezi bir rol oynamaktadır. Okuyucu uzun soluklu bir okuyuşta kendisini bu renklerin içinde boğulmuş hissetmektedir. Aşağıdaki metin eser hakkında açıklamalarda bulunmaktadır: “Ve şimdi büyük renk taslakları, su renklerinde parlayan renk düzlemleriyle beyaz yapraklar: ahşaptan kızıl villa, yeşil kadife yakut gibi ateşli bir şekilde parıldayan ve Castiglo’daki demir köprü, mavi yeşil dağdaki kızıllık, onun yanındaki erguvan rengindeki gölet, güllerle kaplı sokak. Dahası: kiremithanenin bacası, açık parlak ağaç yeşilinin önündeki kızıl maytap, dalga dalga duran kalın bulutlarla kaplı açık erguvan rengi gökyüzü.” Klingsor'un sanat eserleri için araç olarak işlev görmelerinin yanı sıra renkler insanların hislerini ve duygularını ifade etmektedir.

Onun her küçük farkı bağlamında kırmızı rengin oldukça özel bir anlamı ortaya çıkmaktadır. İnsan onun anlatılarında sürekli kırmızı çiçeklere, kiremitlere, dağlara, kiliselere ve sokaklara rastlamaktadır. Bu renk karşımıza Klingsor ve arkadaşların sürekli içtikleri kırmızı şarap olarak da çıkmaktadır, daha da önemlisi Kareno'nun “Kızıl Kraliçesi” derken de kırmızıyı görmekteyiz. Kırmızı, tutkuyu, aşkı ve ateşli gençliği, hatta agresifliği ve öfkeyi simgelemektedir. Her iki mizacı da Klingsor'da bulmak mümkündür. Onun aşkı ve tutkusu kadınlara ve doğaya karşıdır. Öfkesi ve agresifliği de kendi portresini çizdiğinde ölüme karşı bir duruş olarak ortaya çıkmadır. Kırmızı resmedilen şehveti ve yaşama hevesini Klingsor ölüme karşı bir silah olarak kullanmaktadır. “Erguvan ölümün inkârıdır, boş laf ise cesedin çürümesiyle dalga geçmektir.”

Ölümü

Tüm anlatıda geçtiği üzere Klingsor'un yaşama arzusu dik başlılığa dönüşmektedir, fakat ölümün gölgesi kendini belli etmektedir. Anlatıcı önsözde arkadaşları Klingsor'un ölümünü sonbaharın sonlarına doğru öğreneceklerini bildirmektedir. Sürekli yok oluş ve hasret çekmenin mecazi anlatımı kendini göstermektedir, “alevlenen bayrak” ile başlayan bu mecazlar “yanan mumun her iki sonu” ile Klingsor'un hayatını ifade etmektedir. Ermeni yıldız falı bakıcısı ölüm haberini getirmektedir. Kareno yolunda renklerin ve resimlerin faniliğine, hatta esmer kızın saçlarının geçiciliğine ve de geçen her günün geri getirilemezliğine içten içe üzülmektedir. Hatta orada “ekmek ve şarap” ile yediği akşam yemeği İsa'nın Juda tarafından ihanete uğramasından ve çarmıha gerilmesinden önce havarileriyle yediği son yemeği hatırlatmaktadır. Klingsor sonunda “kurban” gibi ölmeliydi, sanatına kendisini kurban etmiş biri gibi ölmeliydi.

Ölmekte olan Avrupa üzerine gönderme yapması yoluyla ölüm motifi yeni bir bakış açısı kazanmaktadır. I. Dünya Savaşının ardından eski kıtanın (Avrupa'nın) yüzyıllardır elinde bulundurduğu hâkimiyeti kaybettiği, genel anlamda kabul edilmekteydi. Bunun ilintili olarak Ermeni yıldız falcısı anlatıda çok kez güncel olarak ele alınan Asya'nın yükselişe geçeceğine işaret etmektedir. Klingsor ve Louris bu arada Çinli şairin ismini taşımaktadırlar, özellikle Arap Yarımadasını canlandıran Kareno günleri bağlamında, kıyıda köşede de Hindistan'ın ve Japonya’nın ismi geçmektedir.

Sanatçılığı

Klingsor birçok bakımdan parçalanmış olarak betimlenmektedir. Bir taraftan ölümün eşiğinde olduğunun bilincindeyken diğer yandan bitip tükenmeyen bir yaşama hırsıyla ölüme karşı koymaktadır, her anının tadını çıkarma niyetinde; buna karşın hayatın tek damlasını dahi heba etmemeye özen göstermektedir. Romantizm dolu iç bunaltısı ve dışa vurumcu isyan arasında gidip gelmektedir. Farklı kutuplar arasındaki bu dalgalanması sanatçının yalnız, tutkulu klişesine hitap etmektedir.

Narsizmi

Klingsor aynı zamanda örnek teşkil eden bir biçimde kendini beğenmiş bir mizaca da sahiptir. Bu durum kadınlara karşı tavırlarında kendini belli etmektedir. İlk bölümün sonunda yansıtılan rüyasında bu durum gün yüzüne çıkmaktadır. Bu rüyada yazar onu seven ve yazarında onu sevdiği aynı yaştaki kadınlarla ve onların saç renkleriyle gönül eğlendirmektedir. Anlatının ilerleyen bölümlerinde yazarın Edith'i ve Gina'yı, Nina’yı, Hermine’yi ve Elisabeth’i kendi egosunun tatmini olarak kullandığı aşikâr olmaktadır. Klingsor bir mektupta şöyle yazmaktadır:

“Aslında sevebilir miyim hiç bilmiyorum. Arzu edebilirim ve kendimi başka insanlarda arayabilirim, egomu sorgulayabilirim, bir ayna talep edebilirim, heves arayabilirim ve bunun hepsi aşk gibi görünebilir.”

Bu kesitte onun âşık olmada oldukça yeteneksiz olduğu ortaya çıkmaktadır, biraz önce sevgilisine, Gina'ya kuşkuyla baktığını açıklamıştır. Dağlar Kraliçesinin aşkını kendine sormaksızın yaş farkı nedeniyle küçümseyerek reddettiği jestleri Klingsor'un egosuna çok bağlı birisi olarak kendine çok değer verdiğini işaret etmektedir.

Klingsor'un kendini beğenmişliği kendine ait resimleri değerlendirirken de ortaya çıkmaktadır. Kendisini rengin doğallığının sanatını özgürlüğüne kavuşturan Avrupa sanatının büyük bir yenilikçisi olarak görmektedir. Kederli Louis ile ortak olarak kendisinin bir yüzyıl sonra okullarda profesörler tarafından okutulacağına ve Goethe ve Schiller gibi anıtlarının dikileceğine inanmaktadır.

Fakat anlatının anıtsal olarak değerlendirdiği ve kahramanın kişiliğini bir kez daha özetleyen Klingsor'un kendi portresi onun kendini beğenmişliğine en etkili kanıtını bize göstermektedir. Van Gogh’u anımsatan oluşturma sürecinde kahraman kendisini şöyle tanımlamaktadır: “O kafayı ihtişamlı ve vahşice inşa etmiştir, bir orman putunu, âşık olunan birisini, kıskanç Yehova'yı, bebeklerin ve bakirelerin önünde kurban edildiği bir hayaleti çizmiştir.” Buna ilişkin olarak daha sonralardan bir eleştirmenin yargısı şu yönde olmuştur: “Bir tür kendine tapma, tanrıya küfretme ve kendini tanrının yerine koyma, bir çeşit dini inkâr etme.”

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Resim</span> varlıkların, doğa görünüşlerinin kalem, fırça ve boya gibi araçlarla bez, kâğıt vb. üzerinde yapılan biçimi

Resim, herhangi bir yüzey üzerine çizgi ve renklerle yapılan, günümüzde kavramsal bir boyutta ele alınması açısından hemen her tür malzemenin kullanılabildiği bir anlatım tekniğidir. Resim yapma sanatıyla meşgul kişiler, ressam olarak adlandırılırlar.

<span class="mw-page-title-main">Fütürizm</span> Geçmişteki estetik değerleri ve gelenekleri bütünüyle reddetmek, dünyanın geleceğinin "Modernlik" olduğunu savunan sanat akımı

Fütürizm (Gelecekçilik), 20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmış, modern sanat ve toplumsal hareketlerin akımıdır.

<span class="mw-page-title-main">İbrahim Çallı</span> Türk ressam

İbrahim Çallı, Türk ressam.

<span class="mw-page-title-main">Barok</span>

Barok, Avrupa'da yaygınlaşan sanatta bir anlatım biçimidir. Barok kelimesi, Portekizce düzensiz inci anlamına gelen barroco sözcüğünden türemiştir. Barok sözcüğü, birbirinden ayrı iki şeyi tanımlar; sanat tarihinde, Rönesans ile klasikçilik arasında kalan bir dönemi ve bütün çağlarda verilmiş bazı eserlerin tarzını, başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilememekle birlikte 14. ve 18. yüzyıllar arasında oluşup şeklini almış bir dönemdir. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi, kendi alanında fazla eser verildiğinden dolayı bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır. 1699'da İtalya'da kilise etkisinde doğmuş ve tüm Avrupa'ya yayılmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Çizgi roman</span> çizgi ile hikâye anlatmak için birbirini takip eden panellerin kullanıldığı eserler

Çizgi roman veya resimli roman, çizgi ile hikâye anlatmak için birbirini takip eden panellerin kullanıldığı bir sanat türü.

<span class="mw-page-title-main">Hermann Hesse</span> İsviçreli yazar ve ressam

Hermann Karl Hesse, İsviçreli yazar ve ressamdır.

<span class="mw-page-title-main">Paul Cézanne</span> Fransız ressam (1839 – 1906)

Paul Cézanne, Fransız post-empresyonist ressam ve gezgin. Modern sanatın gelişmesine yaptığı katkılar ve etkisi nedeniyle çoğu zaman modern sanatın babası olarak anılmıştır. Empresyonizm ile kübizm arasında bir köprü oluşturmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Georg Wilhelm Friedrich Hegel</span> Alman filozof

Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Alman filozof.

<span class="mw-page-title-main">Paul Klee</span> Alman kökenli İsviçreli ressam (1879 – 1940)

Paul Klee, Alman kökenli İsviçreli ressam. İlk olarak oryantalizmi öğrenen Klee, kendisine özgü tarzı ile dışavurumculuk, kübizm, gerçeküstücülük gibi pek çok akımda etkili oldu. Sanatçı renk teorisi hakkında çok fazla tecrübe sahibiydi ve bu tecrübelerini yazdı. Çalışmaları ressamın çocuksu perspektifini, mizah anlayışını, kişisel hislerini, inançlarını ve müzikselliğini yansıttı. Klee ve Rus ressam arkadaşı Wassily Kandinsky, Bauhaus okulunda eğitmenlik yapmalarıyla da ünlendiler.

Édouard Manet, Fransız ressam. 19. yüzyılda modern hayatı konu alan resimler yapmaya başlamış ilk ressamlardandır. Manet, gerçekçilik akımından izlenimciliğe geçişte önemli bir rol oynadı. İlk dönem başyapıtlarından Kırda Öğle Yemeği ve Olympia, kendisinden genç ressamlara esin kaynağı oldu. Daha sonraki yıllarda ise o ressamlar izlenimciliğin en önemli isimleri oldular. Günümüzde, bu iki resim, modern sanatın başlangıcı kabul edilir.

<i>Bozkırkurdu</i> (roman) Hermann Hessenin romanı

Bozkırkurdu, Alman-İsviçreli yazar Hermann Hesse'nin onuncu romanıdır.

<span class="mw-page-title-main">Edgar Degas</span> Fransız ressam (1834-1917)

Edgar Degas, tam adı Hilaire-Germain-Edgar Degas olan, Fransız ressam, heykeltıraş ve çizer. İzlenimcilik akımının kurucularından biri kabul edilse de ressam bu terimi reddedip gerçekçi olarak tanınmayı tercih ettiğini açıklamıştır. Tekniği başarılı bir ressam olan Degas, daha çok dans temalı resimleri ile tanındı. Çalışmalarının yarısından fazlası dansçılarla ilgiliydi. Bu çalışmaları aynı zamanda onun hareketin betimlemesindeki ustalığını gösteriyordu. Dans kadar at yarışları ve çıplak kadınlar çizmekte de başarılıydı. Portreleri de sanat tarihinin en başarılılarından kabul edilir.

<span class="mw-page-title-main">Parsifal</span> Opera oyunu

Parsifal, Richard Wagner’in üç perdelik bir operası veya müzikal dramıdır. Wagner bu eserini şahsen olarak tanımlamayı tercih etmiştir. Parsifal operasının konusu çok serbest biçimde Wolfram von Eschenbach tarafından 13. yüzyılda yazılmış olan bir epik şiir olan Parzival'dir ve mitik İngiliz Kralı Artur zamanının bir şövalyesi olan Parzival'in Kutsal Kaseyi bulmak için geçirdiği serüvenleri anlatır.

<span class="mw-page-title-main">Eugène Delacroix</span> Fransız ressam (1798–1863)

Ferdinand Victor Eugène Delacroix Fransa'nın en önemli Romantik ressamlarından birisidir. Ressamın ifadesi güçlü fırça darbeleri ve renklerin optik etkileri üzerine çalışmaları Empresyonistleri, egzotik olana tutkusu da Sembolistleri etkilemiştir. Fransız şair Baudelaire, onu "Rönesans'ın son büyük ressamı ve modern dönemin ilk büyük ressamı" olarak tanımlar.

<span class="mw-page-title-main">Komet</span> Türk resim ve gravür sanatçısı

Gürkan Coşkun ya da bilinen adıyla Komet, Türk ressam ve şair.

Çallı Kuşağı, 1914 Kuşağı veya Türk İzlenimciler, Sanayi-i Nefise Mektebi tarafından düzenlenen Avrupa sınavını kazanarak Paris'e gönderilen, İbrahim Çallı ve kendi olanakları ile giden Namık İsmail, Hüseyin Avni Lifij, Nazmi Ziya Güran gibi ressamlar I. Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte 1914'te ülkeye geri döndüler. Türk resim tarihinde "1914 Kuşağı", "Çallı Kuşağı" veya "Türk İzlenimcileri" diye adlandırılan bu grubun başlıca üyeleri, İbrahim Çallı, Ruhi Arel, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Hüseyin Avni Lifij, Nazmi Ziya Güran, Namık İsmail, Sami Yetik ve Ali Sami Boyar ve Hasan Vecih Bereketoğlu'dur.

<span class="mw-page-title-main">Müfide Kadri</span> Türk ressam

Müfide Kadri Türk ressam, besteci.

<span class="mw-page-title-main">Klein und Wagner</span>

Klein und Wagner Hermann Hesse’nin 1919 yılında yayımlanmış öyküsüdür.

Ömer Kaleşi, Arnavut ve Makedon kökenli ressam.

<span class="mw-page-title-main">Lütfü Günay</span>

Lütfü Günay Ressam ve Sanat Eğitimcisi.