Kent sosyolojisi
Makale serilerinden |
Sosyoloji |
---|
Konular |
Kent sosyolojisi, tanım olarak Batı'da 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış olan disiplinin adıdır. Sosyoloji disiplinleriyle aynı zemini paylaşmakla birlikte büyük ölçüde bu disiplinlerden ayrılan yönlere sahip olarak şekillendi. Kent sosyolojisinin ana sorunu ya da meselesi, modern kent toplumlarının yapısal özelliklerini ve sorunlarını anlamaya çalışmak olarak şekillenmiştir. Buna göre, kent sosyolojisi alanı içinde, belirli bir yöntemsel tercihle araştırmacılar, kentte meydana gelen sosyal gruplaşmaları, bu grupların birbirleriyle olan ilişkilerini, etkileşim ve çatışmalarını, kentsel kurumlaşmaları ve örgütlenme biçimlerini, demografik dağılımın sosyal bağlantılarını ve söz konusu grupların kent sosyal yaşamına uyum problemlerini vb. ele alıp irdeleyebilirler.
Toplumbilimsel düşünce tarihi içinde kent, geleneksel toplumdan modern topluma geçişin bir parçası olarak ele alınmıştır. Marx, Weber, Durkheim Simmel gibi düşünürlerin endüstriyel toplum analizleri daha sonra gelişen kent teorilerini etkilemiştir. Kentin ayrı bir çalışma konusu olarak ele alınması 1920'li yıllarda Chicago okulu ile birlikte başlamıştır. 1960'lı yıllardan sonra ise kent, ekonomi politik bir yaklaşımla analiz edilmiştir.[1]
Chicago ekolü: Sosyal Ekolojik Yaklaşım
1920'li yıllarda hızla göç alan Chicago kenti, ticaret, finans ve taşımacılık olarak önemli bir kentleşme deneyimi yaşadı. Chicago'nun kentleşme deneyimi üzerine yapılan araştırmalardan oluşan yaklaşım "sosyal ekolojik yaklaşım" olarak nitelendirilmektedir. Bu okul içinde kent araştırmaları yapan en önemli isimler Robert Park, Roderick D. McKenzie, Ernest Burgess, Louis Wirth olarak sayılabilir.[1]
Robert Park
Sosyal ekolojik yaklaşımın kurucusu Robert Park'tır. Chicago'nun kentsel büyüme şekli ve şehrin farklı bölgelerinde farklı Altkültür'lerin oluşması Park'ın ilgisini çekmiştir. Park kentte oluşan mekansal yapılarla sosyal yapılar arasında nasıl bir bağlantı olabileceğini düşünmüş ve Darwin'in türlerin gelişimi ile ilgili geliştirdiği yaklaşımı kentlerin gelişimine uyarlamaya çalışmıştır. Buna göre, doğadaki canlılar nasıl kendi yaşamları için en uygun çevre koşullarını seçiyor ve varlıklarını sürdürmek için rekabet ve mücadele içine giriyorlarsa, kentlerde de benzer bir süreç yaşanmaktadır. Doğadaki bitki ve hayvan türleri için geçerli olan istila, yerine geçme ve egemenlik kurma biçimleri kentlerde de yaşanır.
Park'a göre kent hayatı biyotik ve kültürel olmak üzere iki düzeyde örgütlenir. Biyotik düzey, yaşamak için gerekli olan kentin kıt kaynaklarını ve bu kaynaklara ulaşmak için yaşayanların en uygun çevresel koşulları seçmek için verdikleri mücadeleyi içerir. Örneğin kente yeni gelen bir aile için en temel ihtiyaç bir konuta ulaşmaktır. Kentlerde konut ve toprağın kıt olması beraberinde rekabeti de getirir. İş merkezlerine yakın yerlere yerleşmeye çalışmak ya da ucuz konut ve arsaları ele geçirmek biyotik örgütlenme düzeyinde gerçekleşir. Konut, iş ve ticaret alanları insanların kıt kaynaklar için yaptıkları rekabet ve çatışma ile oluşur. Kentsel yerleşimde oluşan bu bölgelere doğal alan adı verilir. Bu alanlar temelinde kentin bir haritası çıkartılabilir. İş bölgelerinin genişlemesi sonucunda, konutlarda yaşayan insanlar alanlarını koruyamaz hale gelir ve yerlerini ticaret alanlarına bırakırlar. Biyotik alan sert bir rekabet alanıdır. Konut, mahalle, alışveriş merkezleri, iş ve ticaret alanları gibi biyotik düzeyler oluştuktan sonra bunun üzerine kentin kültürel düzeyi inşa edilir. Kültürel düzey, o biyotik alanda yerleşen insanların değer yargılarını, okullarını, cami ve kiliselerini, aile ve akrabalık ilişki ve örgütlerini belirtir. Kültürel düzey kent yaşamının ortak duygulara göre düzenlenmesini ve sembolik/psikolojik uyum süreçlerini ifade eder. Kültürel düzey biyotik alanın tersine bir iş birliği alanıdır.[2]
Roderick D. McKenzie
Park'ın öğrencilerinden McKenzie ve Burgess, sosyal ekolojik yaklaşımı kentin merkezden dış bölgeleri doğru genişleme sürecini açıklamak için kullandılar ve büyümeyi ortak merkezleri olan ve dışa doğru halkalar şeklinde oluşan bir şey kabul ettiler. McKenzie'ye göre bireyler, gruplar, firmalar kentte yer edinmek için rekabet ederler. Bu rekabette başarılı olanlar kentin en iyi yerlerini tutarken diğerleri istenmeyen, daha kötü bölgelerle yetinmek zorunda kalırlar.Örneğin bir firma kendisi için gereken mekanı elde etmeye çalışır ve o bölgede bulunan konutları kentin dışına atmayı başarır. Kentin büyümesi istila ve yerinden etme süreçlerinden oluşur.[2]
Ernest Burgess
Burgess, kentler için halkalardan oluşan bir büyüme modeli oluşturdu. Buna göre birinci dairede iş ve ticaret bölgeleri yer alır. İş merkezleri, satış mağazaları, bankalar, oteller, tiyatro ve müzeler bu bölgeyi kuşatır. Nüfus gün içinde artar, geceleri azalır. İkinci daire nüfus ve arazi kullanımının kaygan ve değişken olduğu geçiş bölgesidir. Bu bölge daha kötü oturma bölgelerini içerir. Amerikaya gelen göçmenlerin ilk yerleştikleri yer bu bölgedir ve iş gücü pazarını oluşturur. Ticaret bölgesi geliştikçe bu bölgelere kayarak burada yaşayanları başka bölgelere taşınmak zorunda bırakır. Üçüncü daire işçilerin oturduğu bölgedir. Özellikle daha iyi durumdaki sanayi işçilerini ve ikinci kuşak göçmenleri barındırır. Dördüncü daire üst sınıfların yaşadığı bölgedir. Zenginlerin mülkleri ve orta sınıf konutlar burada bulunur. Beşinci bölgede ise banliyöler yer alır.[3]
Burgess'in modeli günümüzdeki kentlerin ekolojik büyümesini açıklamakta sınırlı kaldığı için Birden Fazla Merkez Modeli (Multiple nuclei model) ve Dilimler Yaklaşımı (Sector model) ile aşılmaya çalışılmıştır.[4]
Louis Wirth
Park ve öğrencileri McKenzie ve Burgess, kentin oluşumuna yoğunlaşırken, Wirth kentli insanın davranış özelliklerini ve bir kent kültürünün nasıl oluştuğunu analiz etmeye çalışır. Bunun için 3 bağımsız değişken kullanır. Bunlar şunlardır:
- nüfusun büyüklüğü
- nüfusun yoğunluğu
- nüfusun çeşitliliği
Bu 3 değişken, kent kültürünü, kente özgü davranış ve yaşam biçimini belirler.
Nüfusun büyüklüğü
Kentte yaşayan insan sayısı arttıkça kişisel farklılıklar da artar. Kentte yaşayan insanların meslekleri, düşünceleri, yaşam biçimleri kırsal bölgelerde yaşayanlara göre daha çok kutuplaşmaktadır. Nüfusun büyüklüğü komşuluk ilişkilerini, akrabalık bağlarını, etnik kökene dayalı ilişkileri ve bunlardan doğan paylaşım duygularını zayıflatır. Kırsal yaşamda görülen dayanışma yerini rekabet ve resmi denetim mekanizmalarına bırakır. Her gün daha çok insanla etkileşimde olunsa bile bu insanlar hakkında daha az bilgiye sahip olunur. İnsan ilişkileri yapay, geçici ve parçalıdır. Çıkara dayalı ilişkiler kurma eğilimi artar. Bireyler parçası olduğu grubun denetiminden uzaklaşarak daha fazla özgürlük ortamı içine girseler de, toplumla bütünleşmeleri zayıfladığı için ortaklık duygusundan mahrum kalmaya ve yalnızlaşmaya başlarlar. Çıkarlar temsil yoluyla sağlanır ve bireylere temsil ettikleri insanların sayısına orantılı şekilde değer verilir.[5]
Nüfusun yoğunluğu
Kentte nüfusun yoğun olması fiziksel ilişkilerin daha yakın olmasını sağlar, ancak buna karşın toplumsal ilişkiler daha mesafeli hale gelir. Kent insanı görsel algılamaya eğilimlidir. Örneğin bir görevliyi üzerindeki üniforma ile değerlendirir, arkasındaki nasıl bir kişi olduğundan haberi olmaz. Kentli birey; düzen ve karmaşa, zenginlik ve yoksulluk, entelektüellik ve cehalet arasındaki karşıtlıkların etkisinde kalır. Kentsel mekan üzerinde rekabet büyüktür ve sanayi, ticaret, alışveriş ve dinlenme yerleri birbirinden ayrılmıştır. Aynı konumda ve benzer ihtiyaçları olan insanlar aynı bölgelerde yaşamayı tercih ederler ve kentin farklı bölgeleri uzmanlaşmış işlevler kazanır. Saat ve trafik ışıkları toplumsal düzenin simgeleri haline gelir. Kent yaşamının temposu ve karmaşık teknoloji anlaşmazlıklara, gerilimlere yol açar ve kişisel öfkeleri arttırır.[5]
Nüfusun çeşitliliği
Kentte nüfusun çeşitliliğinin ve etkileşimin artması sınıf yapıların etkiler. Katı sınıf yapılarını kırar ve toplumsal tabakalaşma içinde hareketliliği artırır. Aile ve komşuluk ilişkileri zayıflar ancak yeni grup bağlılıkları ortaya çıkar. Bireyler kent yaşamı içinde ortaya çıkan farklı ilgi alanlarına göre kendilerini farklı gruplarda tanımlarlar. Bireylerin grup üyeliği içinde aldığı roller birbirinden farklı ve ilişkisiz, hatta çatışmalı ve çelişik olabilir. Kentlilik, insanların kendini sürekli yeniden tanımladığı bir süreçtir. Kentin kişilik yapısı, toplumsal yapılar arasındaki hareketlilik ve grup aidiyetlerinin sürekli değişmesi yüzünden, parçalı, bütünleşmemiş ve dışlanmış bir özelliktedir.[5]
Ekonomi Politik Yaklaşım
1960'lı yıllarda kenti ekonomi politik bir bakış açısıyla analiz eden yaklaşımın içinde yer alan Henri Lefebvre, Manuel Castells ve David Harvey, Marx'ın toplum teorisinden etkilenmişlerdir. Marx, kentleri sınıf mücadelesinin yaşandığı alanlar olarak kabul eder ancak kentler için özel bir analiz çabasına girmez. Marx'ın kapitalist toplum teorisi, bu düşünürler tarafından kentleşme dinamiklerini açıklayabilmek için yeniden yorumlanmıştır. Bu yaklaşım, kentleşme olgusunu sanayi birikim süreçleri çerçevesinde analiz eder.[4]
Henri Lefebvre
Henri Lefebvre sermaye yatırımı, kar, rant, ücret, sınıf sömürüsü ve eşitsiz gelişim gibi kavramları kent analizinde kullanır. Kentleşmeyi beş boyutta ele alır.
- Kentsel gelişim kapitalist sistemin oluşum ve gelişimi ile ilgili bir süreçtir.
- Marx, Sermaye birikim yasası'nı açıklamıştır. Sermayenin bu birikimi direkt üretim sürecinin içinde ve Artı değer yoluyla gerçekleşir. Otomobil üretimi sermayenin birikim sürecine bir örnektir. Lefebvre buna sermayenin birincil birikim aşaması adını verir. Kentsel mekan analizinde ise asıl olarak sermayenin ikincil birikim aşaması üzerinde durur. İkinci aşamada kentsel mekan ve toprak, fabrikada üretilen mallar gibi alınıp satılan bir mala dönüşür. Özellikle kriz dönemlerinde kentsel mekanlar kâr etmek için çekici hale gelirler. Yatırım yapılan topraklar sermayenin büyümesini sağladığı gibi, kentlerin de özel bir şekilde gelişmesine yol açar.
- Bir kentin inşa süreci bir mekanın yaratılmasıdır. Toplumsal faaliyetlerimiz ve ilişkilerimiz mekan üzerinde gerçekleşir. Mekan toplumsal örgütlenmenin bir parçasıdır. İnsanlar toplumsal ilişkileri üzerine konuşurken aslında üstü kapalı şekilde bu ilişkilerin gerçekleştiği mekanı da anlatırlar. Mekan hem insanların davranışlarını etkiler, hem de insanlar mekanı dönüştürürler. Örneğin kentsel mekanda inşa edilen bir apartman hem insanların ihtiyaçlarını karşılar, hem de insan ilişkilerinin farklılaşmasına yol açar.
- Devletler mekanı toplumsal kontrol için kullanırlar. Devlet kurumlarının kentsel mekan üzerindeki yerleşim yerleri iktidarın sağlanması için hayatidir.
- Kapitalist toplumda kent mekanı somut ve soyut olmak üzere ikili bir işleve sahiptir. Somut mekan, mekanın kullanım değerini ifade eder. İhityacımızı karşılayan, üzerinde yaşadığımız bir alan olarak bir değere sahiptir. Soyut mekan ise mekanın gerçekteki fiziksel kullanımının ikinci plana itilmesiyle oluşan bir kar ve rant alanına dönüşmesidir.[4]
Manuel Castells
Castells, emek gücünün yeniden üretimi üzerinde durmuştur. Yeniden üretim, yani emeğin ertesi gün tekrar çalışabilmesi için gerekli olan gıda, barınma ve diğer mal ve hizmetlerden oluşan ihtiyaçlarının karşılanması toplumsal koşullar değiştikçe genişlemektedir. Tatil, dinlenme, eğitim, sağlık gibi unsurlar da yeniden üretim için gerekli unsurlardır.[6]
Kaynakça
- ^ a b Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Kentleşme bölümü, sayfa 249
- ^ a b Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Kentleşme bölümü, sayfa 250
- ^ Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Kentleşme bölümü, sayfa 251
- ^ a b c Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Kentleşme bölümü, sayfa 253
- ^ a b c Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Kentleşme bölümü, sayfa 252
- ^ Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Kentleşme bölümü, sayfa 254