İçeriğe atla

Karar verilemezlik

Karar verilemezlik, karşıtlıkları hiçbir biçimde birbirinin içine koyamamak, fakat farklı kendilikler olarak da ayrı tutamamaktır,[1] böylece geçiş için devamlı bir açık kapı aramaktır. Jacques Derrida'nın ikili karşıtlıkları (binary oppositions) sorunsallaştırmak ya da daha doğrusu ikiliklerin zaten her zaman sorunlu olduğunu ortaya koymak için, Batı felsefesininin metafiziğini yapıbozumuna uğratma projesinin en temel kavramlarından birisidir. Platoncu düşüncede var olan, varlığın karşıtlıklar temelinde yapılandırılmış olduğu inancıyla bir hesaplaşmadır. Örneğin Derridacı düşüncede biçim ve içerik birbirinden kesin olarak ayrı ve iki kutupta yer alan şeyler olmaktan çıkar; ama birbiriyle ilişkili ve aralarındaki farkın karar verilemez olduğu şeylere, birbirini dışlayan değil, birbirine açık şeylere dönüşür. Çünkü Derrida'nın temel ilkesi, karşıt terimlerden herhangi birini tümüyle dışarıda bırakmayı reddetmesidir.

Derrida'nın ilk dönem eserlerinde karar verilemezliğin alanı yazıyken, yazar geç dönem çalışmalarından "Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli" başlıklı eserinde etik ve politik düzeyde karar verilemezlik ve adalet üstünde durmuştur.

Örnekler

  1. Derrida'nın söz/yazı karşıtlığını kırmaya çalıştığı Platon'un Eczanesi adlı metninde Phaidros diyalogunda dile getirilen bir mit incelenmektedir. Mite göre yazıyı bulan Theuth, buluşunu tanrı-kral Thamus'a sunarken, yazının “bilginin de belleğin de pharmakon’u” olduğunu söylemektedir. Kral da Theuth'a yazının hafızayı unutkan kıldığı, bilgiyi azalttığı yanıtını vermektedir. Pharmakon sözcüğü ise bir açmazdır, çünkü sözcük hem ilaç hem de zehir anlamına gelmektedir. Derrida'ya göre sözcük metnin içinde karar verilemez olarak durmaktadır.
  2. Derrida'nın çalışmalarında pharmakon sözcüğüne benzer bir şekilde hymen sözcüğü geçmektedir. Double Session adlı metninde Stephane Mallarme'ın Divagations kitabındaki bir sayfalık “Mimik” adlı mimetik bir oyunu incelenmektedir. Mallarme, Fernand Beisier'in bir hikâyesinin taklidini düzyazıya uyarlamıştır. Bu oyunda sadakatsiz bir kadının kocası Pierrot tarafından gıdıklanarak öldürülmesi hakkındaki hikâye mim sanatına dönüştürülerek anlatılmıştır. Metnin içinde, “hymen” diye bir sözcük geçmektedir. Hymen de hem evlilik hem de bekâret demektir. Karar verilemez bir anlama sahiptir. Derrida'ya göre hymen kavramıyla evlilik ve bekâret birbirini dışlamaz hale gelmektedir, çünkü bir yandan da hymen evlilikle bekâret arasında (entre) duran ince bir zardır.
  3. Derrida'nın Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yorumunda da karar verilemezlikle karşılaşılmaktadır. Bildirgede “biz A.B.D. temsilcileri” diye bir ibare geçmektedir ve bunu diyen temsilciler deklerasyonu imzalamıştır. Halbuki Amerikan halkının temsilcisi olabilmek için önce ortada bir halk olması lazımdır; fakat halk, aynı zamanda bildirgeden sonra oluşacaktır. Yani bildirge, olmayan bir halkın, mümkün olamayacak bir temsilcisinin “temsilci” sıfatıyla imzaladığı bir belgedir. Derrida'ya göre sonuç, nedeni öncelemiştir ve “imza atanı icat eden imza” olmuştur. Bu karar verilemezliğin paradigmatik bir örneğidir. Zeynep Direk, bu örneği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na yazılan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” maddesine uyarlamaktadır. Ona göre millet zaten kayıtsız şartsız hakimdir de TBMM'deki temsilcileri aracılığıyla mı bunu ilan etmektedir, yoksa millet temsilcilerin Cumhuriyet'in ilanı aracılığıyla mı egemenleşir sorusunda bir karar verilemezlik vardır. İki yaklaşım arasındaki karar verilemezlik bu defa performatif eylem ve saptayıcı önerme arasındaki ilişkide gündeme gelmektedir.[2]

Derrida'ya göre “kararın ortaya çıkmasıyla karar verilemezlik sona erseydi, siyasileşme ve etik diye bir şeyden söz edemezdik”.[3] Filozof, Richard Kearney ile röportajında ise “karar verilemezlik tecrübesi olmadan verilen karar yoktur; etik ve siyaset, karar verilemezlikle başlar” demektedir.[4]

Aporia ve tikellik

Derrida'nın Almanca çevirmeni filozof Rodolphe Gache'ye göre yapıbozum “hüküm ve karar vermeden ayrıştırma, başka bir ifadeyle, tekilliği temelinde tanınma ihtiyacına karşı nasıl adil olunabileceği hususudur”. Eski Yunan'da “açmaz” anlamına gelen “aporia” kelimesi, tekillikleri keşfetme hususunda bir geçiş kavramdır. Kavramsal bir açmazla karşılaşıldığında o kavramların doğurganlık kapasitelerine başvurulabilir. Böylece o kavram, başka bir bağlamda yeniden düşünülerek o açmazdan kurtulunur ve yeni bir yol mümkün hale gelebilir. Buna olanak tanıyan şey, her şeyin kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmesi ve biricik kabul edilmesi gereğidir. Aporetik deneyimler de açmaz anlamına gelmekle birlikte, böylelikle tikelliklerin keşfine dönük bir geçişi mümkün kılmaktadır.

Derridacı düşünce tikelliğe tutkun olduğu için fark'ı (différance) temel alır. Fark, sosyal bilimlerdeki sınıflandırma mantığına bir tepkidir, aynı nitelikte olanları aynı sepete toplayan bir yaklaşımın reddedilmesidir. Fark'ı temel alan yaklaşım, fark'ı, aynılığın bir ölçüsü ya da terazisi gibi yorumlamamaktadır. Derridacı düşünce, aynıya veya özdeşe göre fark'ı derecelendirmemekte, aksine ‘kendinde fark’ı öne çıkartmaktadır. Fark’ın gerisinde onu temellendirecek bir başlangıç olmadığını iddia etmektedir. Dolayısıyla, benzerlikleri sınıflandırma, gruplama ancak farkı düşünerek mümkün olmaktadır. Fark, sınıflandırılan bir kümeden türetilemez. Her bireyin, olgunun, kavramın tekilliği önce gelmektedir.

Derrida, aporetik bir deneyim olarak adaletin karar verilemezliğini ve hukukla olan ilişkisini, hukukun da tekilliklerle karşılaşmasını “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli” adlı metninde sorgulamaktadır.

Yasanın gücü: Otoritenin mistik temeli

Derrida'nın “Yasanın Gücü, Otoritenin Mistik Temeli” (1990)[5] metni ilki “Yapıbozum ve Adalet İmkânı”, ikincisi “Nazizm ve Nihai Çözüm: Temsilin Sınırlarını İrdelemek” başlıklı iki tebliğden oluşmaktadır. İlk kısım, yapıbozum bakımından adalet, hukuk, yasa ve güç sorunlarına; ikinci kısım ise Walter Benjamin'in “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” metninin ayrıntılı bir incelemesine dayanmaktadır.

Eleştirmenleri tarafından nihilizmle ve apolitizmle suçlanan Derrida, bu metinde yapıbozuma uğratılamayacak tek kategorinin adalet olduğunu, yapıbozumun bizzat adalet olduğunu ilan ederek hukuk ve siyaset felsefesi alanına bir müdahale yapmaktadır. Bu metin, Derrida'nın Carl Schmitt ve Walter Benjamin okumalarına yoğunlaştığı bir dönemden sonra ortaya çıkmıştır. Derrida adaleti Benjaminci anlamda “yıkıcı, saf, ilahi şiddet” olarak da adlandırmamaktadır.

Hukuk ile adalet arasındaki bağı kesintiye uğratmaya çalışan Derrida'ya göre;

1. Hukuk hesap yapmaya zorlar; adalet hesaplanamaz.

2. Hukuk karar vermek zorundadır; adalet, hakkında karar verilemez.

3. Hukuk yasanın icrasıdır; adalet yasanın yasasıdır.

Yazar, adaleti aporetik bir deneyim olarak ele almaktadır. Ona göre adaleti hukuka bağlayan kesintisiz bir yol yoktur; bu aporia, geçitsizliğin deneyimidir. Yasanın gücü kendisine içkin olan şiddetten geldiğine göre, adalet ile hukuk arasındaki geçiş şiddetlidir.

Derrida norm ile olayı, tümel ile tikeli birbirinden ayırmaktadır. Buna göre tümelin ifadesi olarak norm yasalara işaret etse de her dava tikeldir ve biriciktir. Buna göre adalet karar verilemezdir, çünkü özgür bir karara önceden belirlenmiş hiçbir kural, norm, yasa kılavuzluk edemez. Laclau'nun yorumuna göre, gerçek bir karar, hiçbir kurala sığmaz. Çünkü karar da kendi temelini yalnızca kendi tekilliğinde bulur.

Örneğin, savcının mütaalasını ve sanığın savunmasını dinleyen bir yargıcın ceza kanununun ilgili maddeleri uyarınca suçun zararını tazmin edeceğini hesaplayarak sanığın yedi yıl, altı ay hapsine karar verdiğini açıklaması bir hükümdür. Yargıç, karar verirken yasaya bakmakta ve yasa tarafından belirlenmektedir. Öyleyse bu karar özgür bir karar değildir. Yargıcın yaptığı bir performatif bir güç kullanımıdır. Bu aşamada norm ile olay arasında bir sınıflandırma ve yorumlama yapar. Yargıcın kararının adil olup olmadığını belirleyecek bir kural da yoktur, kararın tek kaynağı yine kendi otoritesidir. Karar bir norma dayanmaktadır, ama normun kendisi hiçbir temel zemine dayanmaktadır.

Derrida, karar verilemez olanın imkânsız deneyimi diye adalet fikrinden vazgeçmez. Bir kurala göndermede bulunup hesap yaparak karar verdiği için hukuktan da vazgeçmez. Adalet ile hukuk arasındaki bağı kesintiye uğratsa da o bağı tümüyle kopartmaz. Bu, “karar verilemez olanın ağır gölgesi altında her şeye rağmen karar vermek” demektir.[6] Karar anında hukuk da adaleti terk eder ve oradan dışarı çıkar. Yani karar, karar verilemez olandan çıkıştır. Artık adalet sahasını terkeden karar da karar olmaktan çıkar. Yine de hukukun gücü adaleti ortadan kaldırmaya yetmez.

Derrida'nın yorumuna göre tikellikleri umursamayan, sürekli kurallara göndermede bulunan hukuk insanlarla ilgilenmez. Kararını açıkladıktan sonra muhataplarına dönüp bakmaz, meseleyi nihayete erdirir. Mesela hiçbir yargıç suç ve ceza arasında yaptığı denklik hesabıyla verdiği kararla sanıklardan birisinin yakınlarının hayallerini geri getiremez. Bu adaletin hesaplanamaz, denkleştirilemez, karar verilemez bir deneyim olduğundandır.

Derrida'nın adalet arayışı sonu gelmeyen bir yolculuk, bir özgürleşim fikridir. Tikellikleri önceleyen, karar verilemezliğin imkânsız deneyiminin inatla peşinden koşan, tüm imkânsızlıklara rağmen adalet talebinden de vazgeçmeyen bir özgürleşme talebidir. Adalet arayışı bir hukuk arayışı değil, sürekli bir etik buyruktur.[7] Derrida'nın adalet arayışında verilen her kararın her zaman deşilmesi geleceğe dönük adalet arayışını da her daim canlı tuttuğu için önemlidir ve yapıbozum da bu zemine yerleştirilmiştir.

Ek

Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe ise Derrida'nın bu metninden beş yıl önce (1985) yayımladıkları “Hegemonya ve Sosyalist Strateji” başlıklı çalışmalarının teorisini Derridacı karar verilemezlik fikri üzerine inşa ettiklerini belirtmişlerdir.[8] Bu çalışmalarında tikelliklerin eklemlenmesi, olumsallık ve hegemonya kuramı üstünde durmuşlardır. Derrida'nın “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli” metninden 5 yıl sonra ise Laclau, siyasetin temeline yerleştirilen radikal heterojenlik fikrini “kurucu karar verilemezliğin saltanat sahası” olarak tanımlamıştır. Yine Laclau'ya göre karar verilemezlik kendisinden zorunlu olarak bir eylem güzergâhı çıkarılamayacak bir durum, bir tür açıklık olarak anlaşılmalıdır.[9]

Kaynakça

  1. ^ Göksel, Nil. “Umberto Eco’da Yorumlamanın Sınırları”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 2006
  2. ^ Direk, Zeynep. “Yasa, Adalet ve Siyaset”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, der. Aykut Çelebi. İstanbul: Metis, 2014. s. 214-54
  3. ^ C. Mouffe, R. Rorty, S. Critchley, E. Laclau, J. Derrida. Yapıbozum ve Pragmatizm, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Sarmal, 1998.
  4. ^ Derrida, Jacques. “Interview with Kearney,” Questioning Ethics, der. Richard Kearney and Mark Dooley London: Routledge, s. 66.
  5. ^ Derrida, Jacques. “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Metis, İstanbul, 2010, s. 43-133.
  6. ^ Agtaş, Özkan. Ceza ve Adalet, İstanbul: Metis, 2013, s. 56-69
  7. ^ Çelebi, Aykut. “Şiddete Karşı Siyaset Hakkı”, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, İstanbul: Metis, 2014. s. 255-312
  8. ^ Laclau, E ve Mouffe, C. Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İstanbul: İletişim, 2008, s. 13
  9. ^ Laclau, Ernesto. Evrensellik, Kimlik, Özgürleşme, çev. Ertuğrul Başer, İstanbul: İletişim, 2012, s.111-134

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Hukuk</span> genellikle devlet otoritesi tarafından desteklenen kurallar ve yönergeler sistemi

Hukuk ya da tüze birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini; yetkili organlar tarafından usulüne uygun olarak çıkarılan, kamu gücüyle desteklenen, muhatabına genel olarak nasıl davranması yahut nasıl davranmaması gerektiğini gösteren ve bunun için ilgili bütün olasılıkları yürürlükte olan normlarla düzenleyen normatif bir bilimdir. Ayrıca, toplumu düzen altına alan ve kişiler arası ilişkileri düzenleyen, ortak yaşamın huzur ve güven içinde akışını sağlayan, gerektiğinde adaleti yerine getiren, kamu gücü ile desteklenen ve devlet tarafından yaptırımlarla güvence altına alınan kurallar bütünüdür. Hukuk, birey-toplum-devlet ilişkilerinde ortak iyilik ve ortak menfaati gözetir.

<span class="mw-page-title-main">Jürgen Habermas</span> Alman felsefeci/felsefe profesörü, sosyolog ve siyaset bilimci

Jürgen Habermas, Alman felsefeci/felsefe profesörü, sosyolog ve siyaset bilimci. Müzakereci demokrasinin babası olarak bilinir.

Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan postmodernizm; mimari, felsefe, edebiyat, resim gibi alanlarda kendini göstermiştir.

<span class="mw-page-title-main">Yargı</span> hukuku yorumlayan ve uygulayan mahkemeler sistemi

Yargı, yasal anlaşmazlıkları/uyuşmazlıkları karara bağlayan ve yasal davalarda yasayı yorumlayan, savunan ve uygulayan mahkemeler sistemidir.

<span class="mw-page-title-main">Anayasa</span> devleti yöneten temel ilkeler bütünü

Anayasa, ülke üzerindeki egemenlik haklarının kullanım yetkisinin içeriğinde belirtildiği şekliyle devlete verildiğini belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. Hans Kelsen'in normlar hiyerarşisine göre diğer bütün hukuki kurallardan ve yapılardan üstündür ve hiçbir kanun ve yapı anayasaya aykırı olamaz. Devletin temel örgüt yapısını kuran, önemli organlarını ve işleyişlerini belirleyen; ayrıca temel hak ve özgürlükleri tespit edip, sınırlarını çizen hukuk metinleridir. Toplumsal bir sözleşme niteliği taşır. Devlet faaliyetlerini ve oluşum biçimini düzenleyen yasa metnidir.

<span class="mw-page-title-main">Türkiye'de siyaset</span> Türkiye Cumhuriyetinin siyasi yapısı

Türkiye'de siyaset, Türkiye'nin kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir yapısı vardır. Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinden oluşan üçlü kuvvet ayrılığı ilkesi temel alınmıştır. Buradaki üç erk; Yasama (TBMM), Yürütme (Cumhurbaşkanı) ve Yargı (Mahkemeler) tarafından oluşmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Adalet</span> Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması

Adalet, en geniş bağlamda, hem adil olanın sağlanmasını hem de felsefi açıdan neyin adil olduğunun tartışmasını içerir. Adalet kavramı; etik, akılcılık, hukuk, din, eşitlik ve hakkaniyeti de içeren birçok alana, farklı görüşlere ve perspektiflere dayanmaktadır. Sıklıkla adaletin genel tartışması felsefe, dinbilim ve dindeki genel durumu ve hukuk bilimi ve hukukun uygulanması gibi prosedürel adalette bulunan iki farklı alana yoğunlaşır.

<span class="mw-page-title-main">Jacques Derrida</span> Edebiyat eleştirmeni ve yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusu

Jacques Derrida, Fransız filozof, edebiyat eleştirmeni ve yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusudur.

<span class="mw-page-title-main">Hâkim (hukuk)</span> mahkemede duruşmalara bakan ve kararı açıklayan yetkili kişiye verilen isim

Hâkim veya yargıç, adaleti sağlamak üzere bağlı bulunduğu topluluğun hukuk kural ve prensiplerine dayanarak bağımsız ve tarafsız olarak karar veren kimsedir. Bazı hukuk sistemleri tek hâkimli, bazı sistemler ise hâkimler heyetinden oluşan yargılama biçimlerini benimsemiştir. Hâkimler ceza, hukuk, idare veya askeri mahkemelerde görev yapabilirler. Yaptıkları görevden ötürü toplum içerisinde saygınlık sahibi, alanında uzman ve güvenilir kişilerden seçilmeleri gerekir.

<span class="mw-page-title-main">Ortak hukuk</span> Birleşik Krallık sömürgesi olan birçok ülkenin hukuki temelini kuran hukuk sistemi

Anglo-Sakson sistemi,, özellikle tarihinde Birleşik Krallık sömürgesi olan birçok ülkenin hukuki temellerini oluşturur. Emsal kararlar yansıtan, kapsamlı yasallaşmamış kanunları dikkat çeken özellikleri arasında yer alır. Bu emsal kararlar yüzyıllarca yargıçlar tarafından gerçek davalarda verilen hükümlerden elde edilmiştir.

Suç, kanunlar tarafından yanlış veya zararlı olduğu için ceza tehdidiyle yasaklanan ve bazı durumlarda cezalandırılabilen davranıştır. Genel olarak suç, saptanan ve saptanamayan suçlar olarak ikiye ayrılır. Saptanamayan suçların gerçekleşip gerçekleşmedikleri belirsiz olduğu veya kanıtlanamadıkları için cezalandırılmaları söz konusu değildir. Ceza hukukunda suça göre para cezası, tutuklama, hapis, hatta ölüm cezası verilebilir.

Kuvvetler ayrılığı veya güçler ayrılığı, devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları bir devlet yönetim modelidir. Devletin her biri birbirinden ayrı ve bağımsız güçlerdeki kol ve sorumluluk alanlarına ayrıldığı ve böylece her bir güç ve kolun bir diğeri ile güç ve sorumluluk alanları bakımından bir çatışma yaşamadıkları bu model ilk olarak antik Yunan ve Roma'da geliştirildi. Kuvvetler ayrılığında güçler normal olarak yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç kola ayrılmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Amerika Birleşik Devletleri federal hükûmeti</span> ABD federal yönetimi

Birleşik Devletler'in federal yönetimi, Amerika Birleşik Devletleri'ni oluşturan 50 eyaletin ait olduğu anayasal cumhuriyetin millî yönetimidir. Federal hükûmet, üç organdan oluşur: yasama, yürütme ve yargı. Bu organlar ve onların güçleri Amerika Birleşik Devletleri Anayasası içinde belirtilmiştir. Güçler hakkında daha çok ayrıntı, Kongre tarafından yürürlüğe konulan kanunlarda belirtilir.

Çoğunluğun tiranlığı ya da çoğunluk diktatörlüğü, demokrasi sistemlerinin tartışılması sırasında kullanılan ve kararların çoğunluğa göre alınmasını öngören çoğunluk kuralı doğrultusunda birey veya azınlık gruplara yönelik uygulanan baskıyı ifade eden bir kavramdır.

<span class="mw-page-title-main">Ronald Dworkin</span> Amerikalı filozof ve hukukçu (1931 – 2013)

Ronald Myles Dworkin, FBA, hukuk ve siyaset felsefesine etkili katkılarda bulunan Amerikalı filozof ve anayasa hukukçusudur.

<span class="mw-page-title-main">Ulusal hukuk sistemleri listesi</span>

Modern hukuk sistemleri dünyada genel olarak üç temel sistem veya bu sistemlerin kombinasyonları üzerine oturmaktadır: Anglo-Sakson Hukuku, Kıta Avrupası Hukuk Sistemi ve dinsel hukuk. Bununla birlikte her ülkenin hukuk sistemi kendi tarihi ile şekillendiğinden kendisine özgü farklılıklar içermektedir.

Suudi Arabistan'ın hukuk sistemi, hem Kur'an'dan hem de İslam peygamberi Muhammed'e atfedilmiş sünnetlerden türetilen İslamî Şeriat hukukuna dayanmaktadır. Muhammed'in ölümü sonrasında ortaya çıkan İslamî alim konsensüsleri ("icmâ") de Şeriat'ın kaynaklarından birini oluşturur. Suudi Arabistan'daki yargıçların yaptığı hukuksal yorumlar, İslam fıkhındaki literalist Hanbeli mezhebine ait Orta Çağ metinlerinden etkilenmektedir. Şeriat, Müslüman dünyasında eşsiz olarak kodifiye olmamış haliyle Suudi Arabistan'da kullanılmaktadır. Bununla birlikte hukuksal içtihatın yoksunluğu, ülkenin kanunlarının kapsamında ve içeriğinde büyük seviyede belirsizliklere neden olmuştur. Bu nedenle hükûmet, 2010'da Şeriat'ı kodifiye etmeye niyet ettiğini açıkladı; ancak bu konuda hâlâ bir ilerleme sağlanamamıştır. Şeriat ayrıca fikrî mülkiyet hukuku ve şirketler hukuku gibi modern sorunları kapsayan kraliyet kararnameleriyle dağıtılan düzenlemeler ile tamamlanmıştır. Buna rağmen Şeriat, özellikle ceza hukuku, aile hukuku, ticaret hukuku ve kontrat hukuku gibi dallarda hukukun ana kaynağını oluşturmaktadır ve Kur'an ile Sünnet ülkenin anayasası olarak ilan edilmiştir. Suudi devleti ne ait çok kapsamlı tescilli haklar, toprak hukuku ile enerji hukuku dallarının önemli bir özelliğini oluşturmaktadır.

Soykütüğü ya da soy kütüğü, sosyal bilimlerde kullanılan tarihsel bir yöntemdir. Friedrich Nietzsche ve Michel Foucault tarafından kullanılan bir yöntemdir. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğü’ne göre soykütüğünün iki anlamı vardır. İlki, “dünyaca tanınmış ve/veya Türkiye'de mahalli olarak geliştirilmiş ırkların özelliklerini gösteren, ırk özelliklerinin ve verim düzeylerinin iyileştirilmesi amacıyla, teknik açıdan genetik özelliklerini belirlenerek ırkıyla ilgili üretim ve seleksiyon etkinliklerini yönlendirmek ve bu sayede ekonomik değerlendirmeyi yapabilmek için oluşturulan bir sistem”dir. İkincisi ise “genetik bir hastalığın incelenmesi ve değerlendirilmesinde yararlı olan, uluslararası kabul edilen standart sembolleri kullanarak aile bireylerinin hastalık göstermesi, hastalık nedeniyle ölümleri, düşükler, evlilikleri, akrabalarında hastalığın tekrar durumları gibi bilgileri içeren şematik gösterimi, pedigri” anlamındadır. Ancak kavram, soy bilim olarak da adlandırılmaktadır. Soy bilim, “tarihte ailelerin, soyların kökenlerini, atalardan torunlara dek sıralanışlarını ve akrabalık ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır.” İngilizcede “genealogy” kavramına karşılık gelmektedir. İngilizce kelimenin sonundaki “logy” kelimesinden dolayı kavramın soy bilim olarak değerlendirilmesi daha doğrudur. Aksi takdirde kütük kelimesi bilim kelimesini tam anlamıyla karşılayamamaktadır. Ayrıca soykütüğü kelimesi, soyağacı anlamına da gelmekte olup farklı kavramları çağrıştırmaktadır. Soy bilim kavramı, felsefede bir kavramı içinde bulunduğumuz zamana göre (present) ele alan tarihsel bir yöntem olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamdaki kullanım Friedrich Nietzsche ile başlamıştır.

Hukuki yorum, bir hukuk meselesine uygulanacak olan hukuk kuralının belirlenmesi sürecinin önemli parçalarından biridir. Bazı hukuk kuralları, uygulanabileceği işlemler açısından yeterince açık olmayabilir. Bu nedenle söz konusu kuralın bulunduğu metnin incelenmesi ve anlamının belirlenmesi gerekebilir. İşte bu amaçla yapılan anlamlandırma faaliyetlerine hukuki yorum adı verilir.

Hukuki şekilcilik ya da hukuki formalizm, hakimlerin yargılama sürecinde nasıl karar vermesi gerektiğini açıklayan teorilerden biri. Hukuki gerçekçilikten farklı olarak, hukuki şekilcilik, hukuki işlemlerin yasalarca öngörülen şekil kurallarına uygun olarak yapılması, hakların yasalarda belirlenen zaman aralıklarında kullanılması ve sonuçlarının kategorik ilkelerle belirlendiği sistemdir. Yapılmak istenen işlemin birtakım şekil şartlarına bağlı olarak yapılabilmesini, böylece işlemin yapılmasını güçleştirmeyi amaçlar. Böylece bu işlemi yapmak isteyenler, öncesinde bu işlemi yapmak isteyip istemediklerini değerlendirerek daha isabetli kararlar alabilecektir.