İçeriğe atla

Kadızadeliler

Kadızâdeler, Kadızâdeliler ya da Fakılar, Osmanlı Devleti'nde 17. yüzyılda etkili olan siyasî-dinî hareket.

17. yüzyılda politik ve ideolojik farklılıklar oluşturarak ayaklanmalar çıkardılar. Tasavvuf ve tarikat mensuplarına düşman oldular. Devletin türlü alanlarında geri kalışın sorumlusu olarak görüldüler. Onlara göre "Allah resûlü" Muhammed zamanından sonra çıkan yenilikler hoş görülmemelidir.

Özellikleri

Halkın dinî duygularını okşayan konuşmalar yaparak Sofistler gibi kitleleri peşlerinden sürükleme kabiliyetleri vardı. Aydınlara ve mutasavvıflara karşı düşmanca bir tavır takınmış, 17. yüzyılın ortalarında İstanbul'da devlet işlerine karışmaya varacak yorumlarda bulunmuşlardır. Mevlevî ve Halvetî tarikatlarını ilgilendiren bazı yasakları Padişahı etkileyerek getirebildiler. 1666 yılında Mevlevîler'in yaptığı sema ve Halveti dervişlerinin Kadızadelilerce "tahta tepmek" olarak adlandırılan ayinleri IV. Mehmed tarafından yasaklandı.[1] Yeterince dindar görmedikleri kişileri tecdid-i imana, yani imanlarını yenilemeye zorlamışlar, bazı tarikat ileri gelenlerini ölümle tehdit etmişlerdir. Kadızade Mehmet, bu oluşumun öncüsü ve ünlü temsilcisidir.

Vehhâbîler gibi Peygamber döneminden sonraki bütün yenilikleri kaldırmak isteyen Kadızadelilerin görüşleri siyasi otoriteye hâkim olmadıkları zaman yok olmuştur. Kadızadeliler don giymek ve kaşık kullanmak gibi İslam dünyasında sonradan yaygınlaşan şeyleri yasaklamaktan yanaydı. Don yerine peştamal, kaşık yerine de ellerin kullanılmasını önerdiler.[2] Devrin önemli âlimlerinden Kâtip Çelebi'nin "ahmaklar" diye andığı insanlar, Naima'nın bir anekdotunda anılmaktadır: Kadızadelilerle ilgisi olan bir kişi, bu vâizlerden birine "Kaşık kullanmak bir yeniliktir. Bu konuda ne dersiniz?" diye sorar. Vaizin bu soruya cevabı şöyledir: "Yemeği elleriyle yesinler." Aynı kişi, bu kez "Peki, kaşıkçı esnafı ne yapsın?" deyince vaiz, "Başka iş tutsun" der. Aynı kişinin, "Peygamber zamanında çakşır ve don yoktu. Şu hâlde sizlere göre bunları giymek bir bid'attir, yeniliktir. Onları da kaldırır mısınız?" sorusuna vâiz: "Evet, menederiz, peştamal kuşansınlar" diye cevap verince soru sahibi "Efendiler, halk-ı âlemi soyup, baldırı çıplak çöl Arabı kıyafetine sokmak istersiniz" diye karşılık vermiştir.[3]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt: 24; s. 102
  2. ^ Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Cilt III, Türk Tarih Kurumu yayınları, s. 316-17.
  3. ^ Türkiye Tarihi 3, Hüsiyen G. Yurdaydın, Sina Akşin, Zafer Toprak, Ayla Ödekan, Metin Kunt, Suraiye Faroqhi, s.253

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Tasavvuf</span> İslamın içsel, mistik boyutu

Tasavvuf veya Sûfîzm ya da Sûfîlik, İslam'ın iç veya mistik yüzü olarak tarif edilir. Ayrıca Sufizmin batıda yükseltilen içeriğinin "Budizm ve Taoizm gibi içeriksiz güzel yaşama tarzı" olarak yorumlanması da vardır.

<span class="mw-page-title-main">Mustafa Asım Köksal</span>

Mustafa Asım Köksal, İslam tarihi yazarı, şair, mutasavvıf.

Kelâm ya da İlm-i Kelâm ; İslâm dininin akāid konularını irdeleyen ve tarihî olarak bu çerçevede gelişen dinî-felsefî teorilerle ilgilenen ilim dalı. Bu anlamda kelâm, imanla ilgili konu ve sorulara izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır.

Tasavvuf, kelime anlamıyla "sufi olmak, sufiye yolunu izlemek" demektir. Tasavvuf ehline mutasavvıf ya da sufi denir. Tasavvuf edebiyatı ise tasavvufla uğraşan kişilerin ortaya koyduğu ürünleri kapsayan edebiyat türüdür. Halk edebiyatının "tasavvufi halk edebiyatı" türü 12. yüzyılda Ahmed Yesevi ile başladı. Konusu Allah'a ulaşmanın yolları, ahlak ve nefsin terbiyesidir. Anadolu’nun bu alandaki ilk ve en ünlü şairi Yunus Emre’dir.

Ahmet Hamdi Akseki, Türk din bilgini, 3. Diyanet İşleri Başkanı. 1947'den vefatına değin Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yaptı.

<i>Mektûbat</i> (Said Nursî)

Mektubat, İslam alimi Said Nursî'ye ait kitap. 1928 ve 1935 yılları arasında kısım kısım yazılmış olan eser aynı zamanda Risale-i Nur Külliyatının bir parçasıdır. Eserdeki soruların ise talebesi Hulusi Yahyagile ait olduğu ifade edilmektedir.

Şiilik veya Şia, Muhammed'den sonra devlet yönetiminin Ali'ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğu fikrini savunan; Ali ile birlikte onun soyundan gelen imamların günahsızlığına, yanılmazlığına ve bizzat Allah tarafından imam olarak seçildiklerine dair inanışların ortak adıdır. İslam dünyası içerisinde Müslüman nüfusun yüzde 10-15'lik kısmını oluşturur. Siyasi saiklerle ortaya çıkan bu ayrılık, zaman içinde fıkhi ve itikadi bir alt yapı kazanarak mezhepleşmiştir.

İtikâdî mezhepler veya Akide mezhepleri ya da İnanç mezhepleri, İnançla ilgili konular İslam'da başlangıçta bir fıkıh dalı kabul edilen kelâm, daha sonra ilm-i tevhid olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları Fıkıh, amelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Müslümanlar, İslâm Peygamberi Muhammed döneminde akıllarındaki soruları hemen ona sorabiliyorlardı. Ancak peygamberin ölümünden sonra sorularına cevap bulamayınca zamanın büyük İslam alimleri Kur'an'ı akıl ile yorumlamaya koyuldular. Böylelikle de i'tikadi mezhepler oluşmuş oldu. Bu mezhepler farklı coğrafyalara yayıldı ve oralarda benimsendi.

Lem'alar, İslam alimi Said Nursî tarafından telif edilen tefsir kitabı. Risale-i Nur külliyatını oluşturan önemli eserlerden biridir. Lem'a adı verilen 33 başlık ve münacaattan oluşmaktadır.

Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye, Osmanlı Devleti'nin son döneminde faaliyet gösteren İslami devlet kurumu. Bâb-ı Meşîhat Dairesine bağlı olarak açılmış, "Yüksek İslam Şûrası" benzeri dinî teşkilattır.

Kadızâde-i Rûmî asıl adı Selahaddin Musa, Orta Çağ'ın ünlü Türk matematik ve astronomi bilgini.

<span class="mw-page-title-main">Ahmed Sirhindî</span> Hint İslam âlimi

İmâm-ı Rabbânî veya diğer adıyla Ahmed Sirhindî,, Hindistan'da yaşamış İslâm âlimi ve tasavvuf önderi.

<span class="mw-page-title-main">Tâhirü'l-Mevlevî</span>

Tâhirü'l-Mevlevî, şair, yazar, Mevlevî Dedesi, mutasavvıf, gazeteci, müderris, mesnevîhân ve edebiyat tarihçisi.

Molla Fahreddîn-i Acemî,, ilk Osmanlı şeyhülislamlarından müderris ve muhaddis.

Kadızâde Mehmed Efendi, Küçük Kadızâde veya Kadızâdeli Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşamış olan bir vaiz. Görüşlerini kabul eden taraftarları, kendilerine Kadızâdeliler demekteydiler. Kadızâde Mehmed'in, İmam Birgivî'nin talebesi olmasından dolayı tasavvufu reddettiği öne sürülür. Mehmed'in babası, vilâyet hâkimiydi.

Üstüvanî Mehmed, 17. yüzyılda yaşamış bir Osmanlı vaizidir. Kadızade Mehmed Efendi'in ölümünden sonra onun fikirlerini ve Kadızade anlayışını sürdürmüştür. Kadızadelilerin haram olmayan şeyleri haram ilan etmesi ve bunları yapanların kâfir sayılması gerektiği yolundaki düşüncelerini devam ettirmiştir. Mesela güzel sesle Kur'an okumak, Cuma Namazı'nda salavat getirmek gibi şeyleri günah sayarak tehdit yoluyla önlemek istemişlerdir. Bu vaiz sınıfının bir temsilcisi olan Üstüvanî Mehmed Efendi, Ayasofya Camii'nde vaizdi.

İmam Birgivî, asıl adıyla Takîyuddîn Muhammed bin Ali ; Osmanlı İmparatorluğu'nda bir âlim kazasker idi. Kendisi, Pîr Ali adlı bir medrese müderrisinin oğludur. Kadızade isimli Selefî reform hareketine ilham kaynağı olan Kadızade Mehmed Efendi'nin hocasıdır. Şer'î ve itikadî görüşleri genelde Hanefîden sayılmasına rağmen Hanbelîliğe olan yakınlığı iddia edilir. Fakih (hukukçu) rolüyle Hanefîye göre hüküm verdiğine dâir deliler vardır. Klâsik Arapça, Türkçe, Farsça ve Osmanlıca konuşurdu.

Osmanlı Devleti'nde İslamcılık, İslam dinini bireyin yaşamı dışında bir bütün olarak sosyal, idari, politik ve hukuki bakımdan hayata hakim kılmayı amaçlayan İslamcılık ideolojisinin Osmanlı Devleti'ndeki durumunu inceler. Osmanlı'nın bazı dönemlerinde kimi devlet adamlarının politik nedenlerle faydalandıkları bir ideoloji olan İslamcılık, Atatürk Türkiyesi'nde dinin devlet işlerinden ayrılması görüşünü temel alan laik uygulamaları vasıtasıyla oldukça zayıflar.

Osmanlı İmparatorluğu'nda yasaklar, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki yasakları ele almaktadır.

Kadı, tarihte İslam ülkelerinde insanlar arasında meydana gelen hukuki anlaşmazlıkları sonuçlandırmak, hukuka aykırı davranışların cezasını hükme bağlamak, verdikleri hüküm ve cezaları infaz etmek üzere devletin yetkili kurumları tarafından görevlendirilmiş kimsedir. Kadılara dinî, malî, idarî, eğitim-öğretim gibi görevlerin verildiği de görülmüştür.