İçeriğe atla

Granülomlu yangı

Granülomlu yangı (granülomatöz yangı), ortadan kaldırılamayan canlı etkenleri (mikobakteri, mantar, parazit) sınırlandırılmak ya da yabancı cisimlerin (silisyum, talk, sütür, vb) olumsuz etkilerini önlemek amacıyla oluşan bir kronik yangı türüdür.[1][2][3][4]

Yangısal tepkiye neden olan partiküllere ilk yanıt nötrofil polimorflardan gelir. Nötrofiller fagosite ettikleri yabancı partikülleri ortadan kaldırmaya çabalar. Başarılı olurlarsa hedeflerine ulaşırlar. Bir nötrofil polimorf fagosite ettiği partikülü ortadan kaldıramazsa ölür, fagosite ettiği partiküller doku içinde serbest kalır. Serbest kalan partiküller çevredeki sağlıklı nötrofiller tarafından yeniden fagosite edilir. Bu tablo bir süre kısır döngü biçiminde sürer gider. Söz konusu kısır döngü yangının kronikleşmesiyle son bulur. Ortadan kaldırılamayan canlı etkenleri ya da yabancı cisimleri ortadan kaldırmak için makrofajlar devreye girer.

Makrofajlar, doku makrofajları ve kandan gelerek dokulara giren monositlerin değişimleri sonrasında ortaya çıkan fagositlerdir. Makrofajlar fagosite ettikleri partikülleri sindiremezlerse hareket yeteneklerini yitirirler. Eritilemeyen partiküllerin bulunduğu bölgedeki makrofajların sayısı olağanüstü artar. Bir süre sonra özellikle ortadan kaldırılamayan canlı etkenleri (mikobakteri, leishmania, aspergillus, vd) fagosite eden makrofajlarda sitoplazma ince granüllü pembemsi bir görünüm alır. Bu değişimi gösteren makrofajlara “epiteloid hücre” ya da “epiteloid histiosit” adı verilir (bu tür hücreler epitel hücreleri gibi yan yana gelirler). Yangı bölgesinde makrofajlardan ya da epiteloid hücrelerden oluşan genellikle yuvarlakça-oval kümelere "granülom"; bu tür yapıları içeren yangılara ise "granülomlu yangı (granülomatöz yangı)" adı verilmektedir.

Bu tür granülomların bir bölümünde çok çekirdekli dev hücreleri görülür. Dev hücrelerinin makrofajların veya epiteloid hücrelerin sitoplazmalarının kaynaşmasıyla ya da sitoplazma bölünmeksizin çekirdek bölünmesiyle ortaya çıktıkları varsayılır. Bir dev hücrede çekirdek sayısı 30’u bulabilir. Geniş eozinofil bir sitoplazma içinde atnalı biçiminde dizilen çekirdekleri içeren dev hücrelerine “Langhans dev hücreleri” adı verilir; tüberküloz ve lepra enfeksiyonları için tipiktir. Dev hücrelerinin bir bölümünde ise çekirdekler sitoplazmanın ortasında kümeleşir; bunlara ise “yabancı cisim dev hücresi” denir.

Dev hücrelerin oluşumu

Granülomlu yangılardaki yabancı cisim ve Langhans dev hücrelerinin oluşumunda fagositlerin (makrofajlar, histiositler) birbirleriyle kaynaştığı ya da sitoplazma bölünmeksizin çekirdek sayısının arttığı izlenir;

  • Non-immun granülomlarda enfekte olmayan büyükçe bir yabancı cismi yakalayan fagositler onun çevresinde toplanırken dev hücresine dönüşerek tam kuşatma çabasını gösterirler.
  • İmmun granülomlardaki dev hücreleri, bakterilerin (tüberküloz) ve virüslerin (HPV) içeriğindeki proteinler ve lipidler ile yangı ortamına salınan γ-IFN'nun etkisiyle oluşurlar.

Kaynakça

  1. ^ Kumar V, Abbas AK, Aster JC. Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease. 9th edt., Elsevier Saunders, Philadelphia, 2015
  2. ^ Goljan EF. Rapid Review Pathology. 5th edt., Elsevier, Philadelphia, 2019
  3. ^ Tahsinoğlu M, Çöloğlu AS, Erseven G. Dişhekimleri için Genel Patoloji, Altın Matbaacılık, İstanbul, 1981
  4. ^ Cohen MS, Isturiz RE, Malech HL, et al. Fungal infection in chronic granulomatous disease: The importance of the phagocyte in defense against fungi. American Journal of Medicine, 71(1):59-66, 1981

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Verem</span> Mycobacterium tuberculosis adlı bakterinin neden olduğu bulaşıcı hastalık

Verem veya tüberküloz, bakteriyel ve bulaşıcı bir hastalık. Halk arasında ince hastalık olarak da bilinir. Mycobacterium tuberculosis mikrobunun neden olduğu uzun seyirli ve granülomatöz karakterde bakteriyel ve bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Bulaşma yolu, çoğu zaman, bir tüberküloz hastasının çevreye tükürdüğü balgamı ya da öksürdüğünde saçılan basil yüklü damlacıklarla olur.

Akyuvarlar ya da lökosit olarak da adlandırılan beyaz seri kan hücreleri; ilikte ve lenf bezlerinde üretilirler. Bağışıklık sisteminin hücresel bileşenini oluşturan, vücudu bulaşıcı hastalıklara ve yabancı maddelere karşı korumaya koşullanmış hücrelerdir. Sağlıklı bir yetişkin insanın bir milyon hücreli kanında 4×103–11×103 adet, bir başka tanımla bir damla kanda yaklaşık 4.000 ilâ 11.000 arasında akyuvar bulunur.

<span class="mw-page-title-main">Nötrofil polimorflar</span>

Nötrofil polimorflar, bakterilerin ve yabancı cisimlerin ortadan kaldırılmasında etkili akyuvarlardır. İnsan vücudunda 100 milyar nötrofil polimorf vardır. Kemik iliğinin yarısı nötrofil polimorflardan oluşur; kırmızı kemik iliğindeki ana hücrelerin (myeloblast) olgunlaşmasıyla meydana gelirler ve fazlası orada depolanır. Bölünerek çoğalamazlar. Kan dolaşımına giren bir nötrofil polimorf 20. saatten sonra ölür, yerini genç bir nötrofil alır. Çekirdekleri, birbirlerine ince köprücüklerle bağlanan 2-4 topuzcuktan oluşur. H+E boyamalarında, sitoplazmaları uçuk mavi renkli granüller içerir.

<span class="mw-page-title-main">Eozinofil polimorflar</span>

Eozinofiller, bazende asidofiller denilen çeşitli beyaz kan hücreleridir ve omurgalılarda çok hücreli parazitler ve belirli enfeksiyonlarla mücadeleden sorumlu bağışıklık sistemi'nin bileşenlerinden biridir. Mast hücreleri ve bazofiller ile birlikte alerji ve astım ile ilişkili mekanizmaları da kontrol ederler. Kana geçmeden önce kemik iliği'nde hematopoez sırasında gelişen granülositlerdir bundan sonra son olarak farklılaşır ve çoğalmazlar. Akyuvarların yaklaşık %2-%3'ünü oluştururlar.

<span class="mw-page-title-main">Aşırı duyarlılık</span> Tıbbi durum

Aşırı duyarlılık reaksiyonları, bağışıklık sistemi işlevlerinin kendi dokularına zarar verecek (patolojik) düzeylere ulaştığı olgular için yapılan bir tanımlamadır. Bağışıklık sistemi, organizmayı yabancı antijenlerden korumaya yönelik bir dizi işlev için kurgulanmıştır. Örneğin, bir birey daha önce karşılaştığı bir antijenle ikinci kez karşılaştığında, bu antijene karşı gerekenden çok daha güçlü immun yanıtlar meydana verelebilir. Doku zarar­larına neden olan bu yanıtlara aşırı duyarlılık reaksiyonları adı verilir. Aşırıduyarlılık reaksiyonlarının 2 ana grubu vardır:

<span class="mw-page-title-main">Bağışıklık sistemi</span> canlılarda hastalıklara karşı koruma sağlayan biyolojik savunma sistemi bütünü

Bağışıklık sistemi, bir canlıdaki hastalıklara karşı koruma yapan, patojenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden işleyişlerin toplamıdır. Sistem, canlı vücudunda geniş bir çeşitlilikte, virüslerden parazitik solucanlara, vücuda giren veya vücutla temasta bulunan her yabancı maddeye kadar tarama yapar ve onları, canlının sağlıklı vücut hücrelerinden ve dokularından ayırt eder. Bağışıklık sistemi, çok benzer özellikteki maddeleri bile birbirinden ayırabilir, örneğin; bir amino asidi farklı olan proteinleri bile birbirinden ayırabilecek özelliğe sahiptir. Bu ayrım, patojenlerin konak canlıdaki savunma sistemine rağmen enfeksiyon yapmaları için yeni yollar bulmalarına, bazı uyumlar sağlamalarına neden olacak kadar karmaşıktır. Bu mücadelede hayatta kalmak için patojenleri tanıyan ve onları etkisizleştiren bazı mekanizmalar gelişmiştir. Doğadaki tüm canlılar kendilerinden olmayan doku, hücre ve moleküllere karşı savunma sistemlerine sahiptirler. Hatta bakteriler gibi basit tek hücreli canlılarda da onları viral enfeksiyonlara karşı koruyan enzim sistemleri bulunur. Yüksek canlılardaysa çok daha karmaşık bir bağışıklık sistemi vardır. Omurgalılarda bağışıklık sistemi özel işlevlere sahip çok sayıda farklı hücre ve molekül içermektedir.

<span class="mw-page-title-main">İnflamasyon</span> iltihaplanma

İnflamasyon, canlı dokunun her türlü canlı, cansız yabancı etkene veya içsel/dışsal doku hasarına verdiği sellüler (hücresel), humoral (sıvısal) ve vasküler (damarsal) bir seri vital yanıttır. İnflamasyon normalde patolojik bir durum olmasına karşın, inflamatuar reaksiyon fizyolojik olarak vücudun gösterdiği bir tepkidir. Halk arasında iltihap tabiri yangı için kullanılmasına rağmen sık sık apseler için de iltihap denmesinden dolayı inflamasyon (inflammare) terimini kullanmak daha yerinde olacaktır. Hücre dejenerasyonu ile birlikte inflamasyon konusu, hastalıkların patolojik temelini oluşturmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Fagositoz</span>

Fagositoz, bir fagositin solid partikülleri yakalayıp yutması ve sitoplazmasında oluşturduğu fagosom adı verilen boşluğa hapsederek eritme (sindirme) çabasıdır. Fagosite ettikleri başlıca solid partiküller canlı etkenler (mikroplar), ölü hücre ve doku artıkları, suda erimeyen mineraller ve metal tuzları, yabancı cisimler vb. oluşumlardır. Fagositler ve fagositoz olgusu ilk kez 1882 yılında İlya İlyiç Meçnikov tarafında bulundu. Bu buluşu ona Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü kazandırdı.

<span class="mw-page-title-main">Pnömokonyoz</span>

Pnömokonyoz, işyerlerindeki çeşitli tozların veya kimyasal maddelerin uzun süre solunmasıyla ortaya çıkan interstisyel akciğer hastalıklarının ortak adıdır. Meslek hastalıklarının en önemlilerindendir; SSK uygulamasında "C Grubu: Pnömokonyozlar ve diğer Mesleki Solunum Sistemi hastalıkları" grubunda yer alır. Etken ortadan kaldırılmazsa akciğerler kalıcı şekilde zarar görür. Belirtileri soluk almada güçlük, KOAH olarak saptanır:

<span class="mw-page-title-main">Sarkoidoz</span>

Sarkoidoz, bağışıklık sisteminin anormal çalışmasından dolayı ortaya çıkan, akciğerlerin yanı sıra çok sayıda organı da etkileyen sistemik bir hastalıktır. Hastalık çoğunlukla 20 ile 40 yaş arasında ortaya çıkmaktadır, Afrika kökenlilerde daha sıktır. Kesin nedeni henüz bulunamamıştır.

<span class="mw-page-title-main">Doğuştan gelen bağışıklık sistemi</span> omurgalılarda bulunan iki ana bağışıklık stratejisinden biri

Doğuştan gelen bağışıklık sistemi ya da doğal bağışıklık diğer organizmaların enfeksiyonlarına karşı spesifik olmayan yolla koruma yapan ev sahibinin savunmasındaki hücreleri ve mekanizmaları kapsayan bir bağışıklık sistemi çeşididir.

Fagositler, vücudu, zararlı partiküllere, bakterilere, ölü ya da ölmekte olan hücrelere kısacası tüm patojenlere karşı koruyan hücrelerdir. Fagosit ismi Yunanca kökenli olup phagein "yemek" ve -cyte "hücre" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir. Bağışıklığı sürdürmek ve enfeksiyonlarla savaşmada çok gerekli olan fagositler bütün hayvanlar alemi için önemlidir ve omurgalılarda gelişmiştir. Bir litre insan kanında yaklaşık 6 milyon fagosit bulunur. Fagositler 1882 yılında İlya İlyich Mechnikov tarafında denizyıldızı larvasında keşfedildi. Bu keşfi ona 1908 yılına Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü kazandırdı. Çoğu türde fagosit bulunur hatta bazı amfibiler gelişimlerini ilk çağlarında makrofajik fagosit gibi davranır.

Bağışıklık yetmezliği veya bağışıklık eksikliği, bağışıklık sisteminin herhangi bir nedenle baskılanması ve doğal davranışlarının kısıtlanması sonucunda savunma sistemi elemanları arasındaki koordinasyonun bozulması olgusudur. Memelilerin fizyolojik savunma sistemi 3 ana parçadan oluşur:

<span class="mw-page-title-main">Langhans tipi dev hücreler</span>

Langhans tipi dev hücreler, Langhans dev hücreleri, Langhans dev hücresi veya Langans tipi dev hücre, yangısal hücrelerden epiteloid makrofajların oluşturduğu özel bir yangı hücresidir.

<span class="mw-page-title-main">Granülomatozis</span> organizmaya yabancı olan canlı veya cansız tüm etkenlere karşı bağışıklık sisteminin verdiği patofizyolojik bir mekanizmalar bütünü

Granülomatozis, organizmaya yabancı olan canlı veya cansız tüm etkenlere karşı bağışıklık sisteminin verdiği patofizyolojik bir mekanizmalar bütünüdür. Granülomatozis bazı otoimmun hastalığın da başlıca mekanizmasını oluşturur. Bir granülom'un yapısını temel olarak etken ve fibröz kapsül oluşturmaktadır.

Akciğer absesi, içerisinde canlı ve ölü polimorf lökositler (irin) ile ölü doku artıklarının bulunduğu, 2 cm'den büyük olan erime nekrozu odağıdır. Olguların %60'ı akciğere-özgü nedenlerle ortaya çıkar; %40 ise başka organlardaki infeksiyonlardan kökenlidir. Aspirasyon pnömonisi, bronkopnömoni, nekrotizan pnömoni ve akciğer gangreni olgularında abseleşme alanları görülebilir. Yatrojen akciğer abselerinin etyolojisinde enfekte kanül ve enfekte santral venöz kateter uygulamalara önemlidir. Bu bilgilerin ışığında akciğer abselerinin kökenleri aşağıdaki biçimde düzenlenebilir:

Dev hücreli reparatif granülom ya da dev hücreli granülom, çoğunlukla dişetleri ya da çene kemiklerinde ortaya çıkan, nedeni kesin olarak bilinmeyen oluşumlardır; son yıllarda yüz kemiklerinde, el ve ayak parmak kemiklerinde ortaya çıkan dev hücreli lezyonların reparatif granülom olguları bildirilmektedir. Adlandırılmasındaki en önemli öge, mikroskopik incelemede çok sayıda osteoklastik dev hücresinin bulunmasıdır. Kemik içinde oluşanlar “santral tip”, dişetlerinde meydana gelenlerse “periferik tip” olarak nitelenirler. Kökenleri tartışmalıdır; onarım dokusu, displazi, tümör ya da reaktif lezyon oldukları düşünülmekte, ancak kesin ayrım yapılamamaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Tüberküloz stomatiti</span>

Tüberküloz stomatiti, Mycobacterium tuberculosis olarak tanımlanan bakterinin neden olduğu tüberküloz hastalığının ağız mukozasındaki lezyonlarıdır. Günümüzde anti-tüberküloz ilaçlara dirençli mikobakteri türlerinin ortaya çıkması, AIDS ve beslenme bozukluğu gibi vücut direncini kıran risk faktörlerinin etkisiyle yeni hasta sayısında artışlar görülmektedir.

Granülom, ortadan kaldırılamayan canlı etkenleri sınırlandırılmak ya da yabancı cisimlerin olumsuz etkilerini önlemek amacını taşıyan makrofajların oluşturduğu, yuvarlakça-oval hücre kümeleridir. Üç boyutlu düşünülürse küre ya da yumurta biçiminde olan makrofaj kümelenmesini lenfositlerden oluşan bir katman kuşatır. Lenfositlerin hemen dışında ise, olay uzadıkça yoğunlaşan bir kollajen lif artışı (fibrozis) vardır.

Tümör oluşması ya da Karsinogenez (Carcinogenesis) kavramı normal bir hücrenin tümör hücresine dönüşmesi ve çoğalarak bir kitle oluşturması sürecini tanımlar. Tüm tümörlerin oluşumundaki temel ilke “bir dizi genetik farklılaşma”nın varlığıdır. Gen yapısındaki bozulmaların ve hasarların sonucunda normal hücrelerdeki biyolojik düzen bozulur. Biyolojik düzeni bozulan hücrelerde (a) Aşırı düzeyde hücre çoğalması başlar, (b) Bu tür hücrelerden oluşan kitlenin işlevi yoktur ya da düzensizdir, (c) Etken ortadan kalksa da tümör yerinde kalır.