İçeriğe atla

Ekber Şah

Ekber Şah
جلال الدین محمد اكبر
जलालुद्दीन मुहम्मद अकबर
Celaleddin Muhammed Ekber
3. Babür İmparatoru
Hüküm süresi14 Şubat 1556 – 27 Ekim 1605
Önce gelenHümayun Şah
Sonra gelenCihangir Şah
Doğum14 Ekim 1542(1542-10-14)
Umerkot, Sind
Ölüm27 Ekim 1605 (63 yaşında)
Fetihpur Sikri, Agra
DefinSikandra, Agra
Eş(ler)iMerye-uz-Zaman
Rukiye Sultan Begüm
Salime Sultan Begüm
ve diğer 10 eşi
Çocuk(lar)ıCihangir
Murad
Daniyal
6 kızı
Tam adı
Ebul Fatih Celâleddin Muhammed Ekber
HanedanTimurlu hanedanı
BabasıHümayun Şah
AnnesiHamide Banu Begüm
DiniIslam

Ekber Şah tam adıyla Ebü'l-Feth Celâlüddîn Muhammed Ekber Şâh (Urduca: جلال الدین محمد اکبر, Hindi: जलालुद्दीन मुहम्मद अकबर) (d. 14 Ekim 1542 - 27 Ekim 1605), babası Hümayun Şah'ın ardından 1556-1605 arası Babür İmparatorluğu tahtına geçmiştir. Sind'de bulunan Ömerküt Kalesi'nde doğdu. Babası Hümayun Şah, annesi İran asıllı Hamide Banu'dur. Babürlerin en parlak dönemi Ekber Şah'in padişah olduğu dönemdir.

Hayatı

Babası Hümayun Şah öldüğünde henüz 14 yaşındaydı. O sırada Delhi'de bulunan Seydi Ali Reis'in tavsiyesiyle Hümayun Şah'in ölümü bir süre gizlendi ve savaşta olan Ekber, 20 gün sonra Delhi'ye gelip 15 Şubat 1556'da tahta çıktı. Harem'in politik baskısını ancak 1564'te kırdı ve otoriteyi eline aldı. Pek çok idari yenilik getirdi.

Cizvit papazlarından Bartoli Baba (Padre) Ridolfo Akuaviva'nın Büyük Moğol Yanındaki Görevi adlı Latince kitabında Ekber Şah'ın büyük bir toplantı yaparak oraya din bilginlerini ve komutanları çağırdığını, uzun zamandan beri tasarlamış olduğu yeni bir dini kurma ve onun başı olma niyetini aşağıdaki şekilde açıkladığını yazar.

Bir baş tarafından yönetilen bir devlette yaşayanların birbirinden ayrı ve birbirine karşı inançlar beslemesi ve başka başka kanunlarla yönetilmesi doğru değildir. Dolayısıyla bütün bunları birleştirmeliyiz; şöyle ki: hem hepsi bir olsunlar, hem de o birin içinde hepsi bulunsun. Böylelikle herhangi bir din içindeki iyi şeyleri kaybetmemek ve öbürlerindeki daha iyi şeyleri de kazanmak gibi bir kazanç sağlamış oluruz. Bunu yapmakla Allah'a tapma işi, halkın rahatlığı ve devletin güvenliği sağlanmış olur.

Ekber Şah, farklı dinlere sahip olan tebaasını ortak tek bir din çatısı altında birleştirme projesiyle nev-i şahsına münhasır bir imparator olmaya çalışmıştır.

Ekber Şah, dedesi Babür zamanından itibaren fethedilmeye başlanan Hindistan'ı vatan olarak benimsemiş, fatih olarak geldikleri bu ülkede kalıcı olmanın yollarını aramıştı. Ekber Şah Hindu, Müslüman, Zerdüşt, Budist, Sih, Cayinizm, Hristiyan gibi pek çok din mensubunun yaşadığı bu ülkede tebaası üzerinde manevî nüfuz kurmadan birlik sağlamanın mümkün olamayacağını düşünüyordu. Ekber Şah'ın çeşitli din ve mezheplerle ırklar arasında karşılıklı müsamahaya dayanan dostluk ve barış içinde yaşama fikrini ifâde eden sulh-i küllî düşüncesini benimsemesinde Hocası Mir Abdüllâtif etkili olmuştu.

Ekber Şah, saltanatının ilk yıllarından itibaren Hindu çoğunluğun gönlünü kazanmaya yönelik uygulamalar başlattı. Kendisine veliaht doğuracak olan Hindu Rajputun Jodhaa adlı kızı ile evlendi, Hindu erkeklerden alınmakta olan cizye ile mukaddes yerlerin ziyareti sırasında Hindulardan alınan vergiyi kaldırdı. Bürokraside ve ordunun üst yönetiminde pek çok Hinduya görev verdi.

Tebaasının manevî liderliğini üstlenmek isteyen Ekber Şah, farklı dinlerin öğreticileri ile yakınlıklar kurdu, onları tanımaya ve kendisine bağlamaya çalıştı. 1580'lere doğru Zerdüştlüğe meyleden Ekber Şah, bir süre bir Zerdüşt gibi yaşadı, sarayda gece gündüz ateş yakılmasını emrederek bu ateşin söndürülmemesi görevini Ebu-l Fadl'a verdi. Ekber Şah, aynı dönemde Caynizm ve Sih inancıyla da tanıştı, sarayında bu inançların temsilcilerini bulundurdu.

Ekber Şah, 1579 yılından itibaren, Portekizli işgalcilerle birlikte gelen Cizvit papazlarını da sarayına davet ederek uzun bir süre onları misafir etti. Hristiyanlığı öğrenmeye heves eden Şah, Cizvitlere İncil'i tercüme ettirdi, onların kilise kurmalarına müsaade etti, çocuklarının eğitimiyle onları görevlendirdi. Ancak teslis inancı bir türlü Ekber Şah'ın aklına yatmadı. Onun öğrenme merakından ümitlenen, ancak umduklarını bulamayan misyonerler, yazdıkları mektuplarda; Ekber Şah'ın dinî tartışmalar sırasında sürekli haşhaş ve alkolün etkisi altında olduğunu görerek hayal kırıklığına uğradıklarını ve onun bir düzenbaz olduğunu iddia etmişlerdi.

Ekber Şah, sulh-i küllî düşüncesini Müslümanlara kabul ettirmek için onlar üzerinde manevî otorite kurmanın yollarını arıyordu. Tahta çıktığı sırada Müslüman halk arasında mehdiyet düşüncesi oldukça yaygındı. Ekber Şah, on altıncı yüzyılın başında mehdîliğini ilân eden Caunpurlu Muhammed'in bin yılcı (mehdînin âhir zamanda bin yıl hükmedeceği inancı) hareketi Mehdeviye öğretisinden bu anlamda faydalanmayı düşündü. Üstelik mehdinin zuhur edeceği hicrî bininci yıl olan miladi 1591 yılı çok yakındı. Ekber Şah, mehdilik konusunda yönlendiren ve teşvik edenlerin başında Mehdevî hareketinin lideri Şeyh Mübarek b. Hıdır en-Nagorî ile iki oğlu Feyzî ve Ebu l-Fadl el-Allâmî vardı.

Ancak mehdiyet düşüncesi karşısında en büyük engel, bu düşünceye şiddetle karşı çıkan ulemaydı ve bunlar, Müslümanlar üzerinde hâlâ nüfuz sahibiydiler. Ekber Şah'ın mehdiliğinin kabul ettirilmesi bakımından öncelikle ulemanın saf dışı edilmesi ve gözden düşürülmesi gerekiyordu. Ekber Şah bunu gerçekleştirmek üzere, 1575'te başkent Fetihpur Sikri'de bir ibadethane yaptırdı. Divanhane denilen bu yerde Sünni ve Şii Müslüman âlim, edip ve mutasavvıfları bir araya getirerek dinî konularda münâzaralar tertip etti. Bu toplantılara katılan ulemâ arasındaki şahsî çekişmeler, ulemanın zaafları ve şer'î meselelerdeki anlaşmazlıkları öne çıkarılıp ulemâ ve hocaların Müslümanlar üzerindeki itibarları ve güvenilirlikleri yıpratıldı.

Ekber Şah daha sonra Mecusî, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini de bu toplantılara çağırmaya başladı, onların İslâm aleyhine konuşmalarını müdahale etmeden dinledi. Bu toplantılarda İslâm'ın bedevî bir millete geldiği, Babür halkı gibi yüksek bir millete uygun olmadığı, vahyin akla aykırı olduğu, Kur'ân'ın Allah kelamı olmadığı görüşleri dile getirildi.

Nihayet şartların müsait olduğuna kanaat getirilen 1579 yılında Fetihpur Sikri Ulu Camii'nde minbere çıkan Feyzi en-Nagori, Ekber Şah'ın ilâhî mertebeye yüceltildiğini ifâde eden manzûm bir hutbeyi okuyarak onu müctehid-i zaman ilan etti. Ebu'l-Fadl'a göre de Ekber Şah zamanın imamıydı, insanların Allah'ın rızasını kazanabilmeleri için o hangi yolu, hangi mezhebi seçerse, ona tâbi olmaları şarttı.

Tâcü l-ârifîn lakâbıyla şöhret bulmuş Şeyh Zekeriya, insan-ı kâmil sözüyle kastedilenin Ekber Şah olduğunu ve ona mutlak itâatin dinin emirlerinden olduğunu iddia ederek ona kıble-i murâdât (ona yönelince muratların gerçekleşeceği kıble) adını vermiş, bu iddialarını delillendirmek için hadis uydurmaktan çekinmemişti. Öte yandan Ekber Şah, Taceddin Ayodhanî ile de dostluk kurmuş, bu zat vasıtasıyla Abdülkerim Cilî'nin insan-ı kâmil öğretisini kendisine uyarlamış ve kendi inancına mensup takipçilerinden huzurunda secdeye kapanmalarını istemiştir.

Bâzı Brahmanlar da Ekber Şah'ın Rama ve Krişna gibi büyük Hindu mabudu Vişnu'nun avatarı (Tanrı Vişnu'nun bedenlenerek Dünya'ya gelmiş hâli) olduğunu söyleyerek, onu Hinduların mabudu konumuna getirmişlerdi. Ona bağlılığın dört mertebesi olarak mal, can, namus ve dinin feda edilmesi gerektiğini, buna karşılık hikmet, şecaat, iffet ve adâletin elde edileceğini ilân etmişlerdi.

Dîn-i İlâhî

1582'de Ekber Şah, bütün eyalet valilerinin önünde Dîn-i İlâhî'yi kurduğunu resmen ilân etti. Artık İslâmiyet, Hristiyanlık, Zerdüştîlik, Hinduizm, Sihlik, Caynizm ve Budizmin inanç, ibâdet ve muâmelâtı bu dinin çatısı altında birleştirilmişti.

Daha sonra Cihangir adı ile tahta çıkacak olan Ekber Şah'ın oğlu Selim, bütün bu olumsuzlukların müsebbibi olarak gördüğü Ebu-l Fadl'ı 1602 yılında öldürttü ve babasına ağır bir darbe vurdu. Ekber Şah sonrası Babür Şahları, dedelerinin Müslümanlar nezdinde sebep olduğu tahribatı gidermeye uğraştılar. Ekber Şah'ın İslâm ile Hinduizmi birleştirme çabaları sonucu ortaya çıkan Hindu tahakkümüne karşı en büyük tepki Nakşibendîlerden geldi ve bu tarikat, daha sonraki dönemlerde Hindistan'daki dinî ve siyasi gelişmelerde önemli rol oynadı.

Ekber Şah'ın İslâm'a karşı tahrif ve yeni bir din oluşturma çabasına karşı İmâm-ı Rabbânî büyük mücadele vererek ve Ekber Şah'ı eleştirerek bu dinin çok yaygınlaşmasını önlediği, ancak üst düzey devlet yöneticileri arasında yayıldığı kabul edilir.[1][2][3]

Ekber Şah, Timur soyundan gelen bir hükümdar olarak Osmanlı Devleti'ne hep tepeden baktı ve hükümdarlığı döneminde Osmanlı Devleti ile resmî hiçbir ilişki kurmadı. O sırada cereyan eden Osmanlı-Safevî çatışmasında Safevilerden yana tavır aldı.[4]

Özellikleri ve icraatları

Ekber, Hint geleneğinin yüzlerce yıllık adaletsiz uygulamalarına son verdi ve adil mahkemeler kurdu. Vergi toplamada adaletli olmaya önem verdi. Hindu ve Müslümanların kendi geleneklerine göre yargılandıkları bir hukuk düzeni geliştirdi. Fethpur Sikri'ni, mimarların yanı sıra bilgin, şair, edebiyatçı ve ressamların bir araya geldiği bir sanat merkezine dönüştürdü.

Ekber, Türk-İslâm mimarisinin en güzel eserlerinin yapılmasını sağladı. Bunların başında Fethpur Sikri'deki beş katlı Türki Sultana Sarayı, 1602'de Handeş'in fethi anısına yapılan ve Dünya'nın en büyük kapılarından Bülend Dervaze ile Lahor'daki Aynalı Saray sayılabilir.

Kaynakça

  1. ^ "İkinci bin yılın müceddidi: İmam-ı Rabbâni: SAPIK DÜŞÜNCELERLE, İLMİYLE MÜCADELE EDER". Vikipedi. 6 Aralık 2012. 15 Ağustos 2019 tarihinde kaynağından (HTML) arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Ocak 2015. 
  2. ^ "EKBER ŞAH". 10 Eylül 2015 tarihinde kaynağından (HTML) arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Ocak 2015. 
  3. ^ Aydoğdu, Murat (1 Kasım 2006). "Yoldan Çıkanlar, Yol Gösterenler". Semerkand Yayınları. 8 Ocak 2015 tarihinde kaynağından (HTML) arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Ocak 2015. 
  4. ^ haznevi.net. "Celaleddin Muhammed Ekber Şah ve Yeni Bir Din Denemesi". 30 Nisan 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Ocak 2013. 

Ayrıca bakınız

Dış bağlantılar

Ekber Şah
Doğumu: 14 Ekim 1542 Ölümü: 27 Ekim 1605
Resmî unvanlar
Önce gelen
Hümayun Şah

Babür İmparatoru

14 Şubat 1556 – 27 Ekim 1605
Sonra gelen
Cihangir

İlgili Araştırma Makaleleri

Hâricîlik, Hâriciyye ya da Havâric, İslam dininde bir siyasi mezhep olarak Hicri ilk yüzyılda ortaya çıkmış ve asırlardır kendini değişik şekillerde sergileyen bir hareket. İslâm dünyası içerisinde %2'lik bir kısmı oluşturmaktadır. Tarihte Hâricîler'in en aşırı fırkalarından olan Ezarika'nın ana görüşleri itibarıyla İslâm'dan çıktığını kabul ettikleri ve kendilerinden olmayan diğer Müslümanları tekfîr ile ithâm ederek öldürdükleri bilinmektedir. Günümüzde ise Hâricîler içerisinde en ılımlı kol olarak bilinen İbâdiyye'nin sadece çoğunlukta oldukları bölge olan Umman Sultanlığı ile nüfusun azınlığını teşkîl ettikleri Cezayir, Tunus'un Cerbe adası, Zanzibar ve Tanzanya'nın bazı muhitlerinde yaşamakta oldukları bilinmektedir. Öte taraftan "Umman İbâdîleri" kendilerinin Hâricîler'in bir dalı oldukları savını kabul etmemektedirler.

<span class="mw-page-title-main">Mâtürîdî</span>

Mâtürîdî ya da tam adıyla Ebû Mansûr Muhammed bin Muhammed bin Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî,, İslam dininin iki itikadi mezhebinden birisi olan Mâtürîdîlik mezhebinin kurucusu ve Hanefîlik mezhebine bağlı olanların itikad imamı sayılan İslâm alimi.

Eş'ârîyye veya Eş'ârîlik, İslâm içinde bir teoloji ekolü ve Sünnî itikadi mezheplerinden birisidir. Kurucusu Ebü'l Hasan Eş'arî'dir. Sünnî Müslümanlar arasında Mâtûrîdîlik ve Selefîlik gibi yaygındır. Aklı Mu'tezile kadar önemsememekle birlikte, Selefîyye kadar da küçük çapta ele almaz.

İtikâdî mezhepler veya Akide mezhepleri ya da İnanç mezhepleri, İnançla ilgili konular İslam'da başlangıçta bir fıkıh dalı kabul edilen kelâm, daha sonra ilm-i tevhid olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları Fıkıh, amelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Müslümanlar, İslâm Peygamberi Muhammed döneminde akıllarındaki soruları hemen ona sorabiliyorlardı. Ancak peygamberin ölümünden sonra sorularına cevap bulamayınca zamanın büyük İslam alimleri Kur'an'ı akıl ile yorumlamaya koyuldular. Böylelikle de i'tikadi mezhepler oluşmuş oldu. Bu mezhepler farklı coğrafyalara yayıldı ve oralarda benimsendi.

Sufi metafiziği başlıca vahdet (birlik) düşüncesi etrafında gelişmiştir. Öyle ki varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Bu anlayışı açıklayan iki farklı ifade biçimi kullanılır; Vahdet-i vücud ve vahdet-i şuhut. Bazı İslami reformcular bu iki deyim arasındaki farklılığın sadece semantik ve deyimle ilgili olduğunu, özünde bir farklılık içermediğini söylerler. Sufi metafiziğinde diğer dikkat çeken konular hulul, teşkik ve maksut birliği gibi konulardır. Allah ile evren arasındaki ilişkinin tarzı sufiler arasında olduğu gibi, sufi olmayan müslümanlar arasında da tartışılagelmekte olan bir konudur.

Hurûfilik ya da Hurûf'îyye, adını Arapça hurûf kelimesinden alan, kutsal metinlerde harf ve kelimelerin sayısı, sırası ve diziliminin belirli şifreler barındırdığı iddiasıyla bunlardan kelime, cümle veya cümlecikleri oluşturan harflerin ebced değerlerinden metnin düz anlamı ile ilgili olmayan, telmih, ima, işaret gibi ikincil anlamlar çıkartan ve bu anlamlar üzerinden yeni anlayış ve kavrayışlara yol açan yaklaşımlara verilen addır.

<span class="mw-page-title-main">Babürlüler</span> Bir zamanlar Hindistan alt kıtasının büyük kısımlarına uzananan hanedan imparatorluğu

Babürlüler veya Babür İmparatorluğu, günümüzdeki Hindistan ve çevresi üzerinde kurulmuş ve hüküm sürmüş Türk-Moğol kökenli devlet. Çağatay Türkü bir şef ve Timurlu Hanedanı'ndan olan Babür Şah tarafından 1526 yılında kurulan ve 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında imparatorluğun gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Hindistan'ın büyük bölümüne hakim olan imparatorluğun nüfusunun o tarihlerde 3,2 milyon kilometre karelik bir bölge üzerinde 110 milyon ila 150 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Babür İmparatorluğu'nun hakimiyet alanı, en geniş olduğu dönemde bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan'ı kapsamaktaydı.

<span class="mw-page-title-main">Cihangir</span> Babür İmparatorluğunun 4. Hükümdarı (1569-1627)

Cihangir veya tam adıyla Ebü'l-Muzaffer Nûreddîn Muhammed Cihângîr b. Ekber,, Babür İmparatorluğu'nun 4. Hükümdârı (1605-1627).

Babâ'îyye ya da Babâîlik, Horasan doğumlu olan Ebû'l-Bekâ Baba İlyâs bin Ali el-Horasânî ve müridi Baba İshâk Kefersudî'nin ayaklanması ile tanınan Vefâî Tarikatı çevrelerine verilen addır. Gerçek Ehl-i Beyt sevgisini ön planda tutan ve Irak'ta yaşayan Seyyid Ebu'l Vefâ'ya nisbetle anılan bu tarikât Anadolu'ya Dede Karkğın ve hâlifeleri ile yayılmış ve "Babâîlik" olarak tanınmıştır. Şiîlik ile doğrudan ilgisi yoktur. Ancak o dönemdeki benzer tasavvufî çevreler Sünnî ve Şiî yorumları içinde birleştirip meczettiği için daha sonraki yorumların farklılaşmasına zemin hazırlamış ve çoğunlukla hadiselerin çok farklı bir mahiyet arzettiği sanılmıştır. Hareketin temelinde o zamanlarda Anadolu'da fa'al olan Baba İshak gibi Şîʿa-i Bâtın’îyye dâ’îlerinin getirdiği fikirler yatmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Mehdi</span> İslamda ahir zamanda gelip dünya hâkimiyetini gerçekleştireceğine inanılan kurtarıcı kişi

Mehdi, İslam'da ahir zamanda geleceğine ve İslam'ın dünya hakimiyetini gerçekleştireceğine inanılan kurtarıcı kişidir. "Kendisine rehberlik edilen", Allah tarafından yol gösterilen, hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine nail olan kişi manasındadır. İnanç Kur'an'da yer almamakla birlikte bazı ayetlerin yorumları, hadisler ve dini önderlerin sözleri üzerinden değişik İslam coğrafyalarında kendisine yer edinmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Babür</span> Babür İmparatorluğunun kurucusu ve ilk hükümdarı

Babür ve Bebür veya tam adıyla Zahîreddîn Muhammed Bâbur Türk lider, Babür İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarı. Soyu, baba tarafından Timur anne tarafından Cengiz Han'a dayanan Babür Şah, 1519'dan itibaren Hindistan'a düzenlediği seferler sonunda bütün Kuzey Hindistan'ı kontrol altına alıp 1526'da Delhi Sultanlığı'na son vererek günümüzdeki Afganistan, Pakistan ve Hindistan'ın kuzeyini kapsayan topraklar üzerinde Babür İmparatorluğu'nu kurdu.

<span class="mw-page-title-main">Ahmed Sirhindî</span> Hint İslam âlimi

İmâm-ı Rabbânî veya diğer adıyla Ahmed Sirhindî,, Hindistan'da yaşamış İslâm âlimi ve tasavvuf önderi.

Timur İmparatorluğu devrinde Alevîler

<span class="mw-page-title-main">Dîn-i İlâhî</span>

Dîn-i İlâhî, 1582'de Bâbür İmparatoru Ekber Şah tarafından kurulan ve o bölgede hâkim olan Budizm, Cayinizm, Hristiyanlık, Hinduizm, İslam, Sihizm, Zerdüştlük gibi dinleri birleştirmeyi ve böylece tebaasının tek bir dine inanmasını öngören yeni bir dinin adıdır.

Hindistan'da çeşitli dinî inanç ve uygulamalar ile bulunur. Hindistan'da laiklik, bütün dinlerin devlet tarafından eşit bir şekilde muamele görmesi demektir. Hindistan, 1976'da anayasa değişikliği ile laik devlet olmuştur. Hint altkıtası, Hristiyanlık ve İslam haricindeki dünyanın dört büyük dininin doğduğu yerdir, bunlar; Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Sihizm. Hindistan tarihi boyunca din, ülkenin kültürünün önemli bir parçası olmuştur. Dinsel çeşitlilik ve dini hoşgörü, hem yasayla hem de gelenekle ülkede kurulmuştur; Hindistan anayasası, din özgürlüğünün temel bir hak olduğunu ilan etmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Babür mimarisi</span>

Babür mimarisi, 16. ve 18. yüzyıllar arasında Hint Yarımadası'nda Babürlüler tarafından geliştirilen Hint-İslam mimarisi türüdür. İslam, İran, Türk ve Hint mimarisinin bir birleşimi olarak Hindistan'daki önceki Müslüman hanedanların mimari tarzlarını geliştirdi. Babür yapıları, büyük soğan kubbeler, köşelerde ince minareler, büyük salonlar, büyük tonozlu ağ geçitleri ve hassas süslemeler dahil olmak üzere tek tip bir yapı ve karakter modeline sahiptir. Babür mimarisinin örnekleri günümüz Hindistan, Afganistan, Bangladeş ve Pakistan'da bulunmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Kadı Nurullah Şuşteri</span>

Kadı Nurullah Şuşteri, tam adıyla Seyyid Nurullah Hüseyini Şuşteri, şii fakih, hadis bilgini, şairidir. Hindistan'ın kādilkudâtıydı ve dört Sünni mezheplerine dayalı fetvalar verirdi, ancak sonunda ölüme mahkûm oldu ve sarayın yakınları emriyle Cihangir Şah tarafından öldürüldü.

<span class="mw-page-title-main">Panipat Savaşı (1556)</span>

İkinci Panipat Savaşı, 5 Kasım 1556'da Akbar ile Delhi kralı Hemu arasında gerçekleşti. Hemu, birkaç hafta önce Delhi savaşında Tardi Bey Khan komutasındaki Babür İmparatorluğu güçlerini yenerek Delhi ve Agra'yı fethetmiş ve Delhi'deki Purana Quila'da kendisine Raja Vikramaditya tacını giydirmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Dârâ Şükûh</span>

Dârâ Şükûh, farklı dinlere yönelik ilgisi ve incelemeleriyle tanınmış Hindistan'da hüküm süren Babürlü hanedanı şehzadesi ve mutasavvıfı. Babür sarayındaki ünvanı tam olarak Padişahzade-i-Buzurg Mertebe şeklindedir. Babası Şah Cihan ise kendisine "Şah-i-Bulend Ikbal" ünvanını vermiştir.