İçeriğe atla

Ef'âl-i mükellefîn

Efâl-i mükellefin, mükellefiyet çağı olarak tanımlanan buluğ'a eren her akıllı Müslümanın yapabileceği fiillerle ilgili dini etiketleme veya sınıflama ifade eden bir terimdir. Etiketler 8'e ayrılır. Bu 8 sınıftan ilk 5'i yapılması; son 3'ü ise yapılmaması istenen eylemlerdir.

Bu konuda kullanılan diğer deyimlerden "emir yapılması kesin bir dille emredilenler için," "nehy" ise kesin bir dille yapılmaması istenen eylemler için kullanılır.

Fıkıhta insan davranışları değişik kategorilere ayrılır. Farz (Mutlak zorunluluk ifade eden eylemler ve ibadetler), Vacip (Gerekli, bir alt derece zorunluluk), sünnet, müstehap (sevilen işler), helal, mekruh (çirkin karşılanan; çok çirkin, tahrimen mekruh, az çirkin, tenzihen mekruh) haram (kesinlikle yasak) gibi.

Bu eylemlerin klasik şeriat anlayışında maddi ya da manevi karşılıkları bulunur. Farz, vacip ve sünnet olarak nitelendirilen eylemlerin terki, mekruh ve haram olarak nitelendirilenlerin yapılması cezai (had ya da tâzir cezaları olarak) karşılık görür. Günümüzde bu sınıflandırmaya dayalı olarak insanların etiketlenmesi ve cezalandırılması temel insan haklarına karşı ciddi ihlaller içermektedir.[1][2][3] Örneğin; insanların sapkın, mülhid, zındık, mürted ya da en hafif deyimle fasık gibi etiketlerle suçlu ilan edilmeleri ve bunlara verilen öldürme ve diğer cezalar[4][5][6][7][8] ile kadınların tesettür / hicap emri gereğince evlerinden (izinsiz veya beraberinde eşi veya mahrem erkek olmadan) dışarıya çıkışlarının yasaklanması vb. bu kapsamda ele alınabilir.[9]

  1. Farz, Allah'ın kesinlikle Kur'an'da açık ve net olarak ifade ettiği sözlerdir. Yapılmasında sevap vardır, yapılmamasında ise günah vardır.
  2. Vacip, Allah'ın Kur'an'da açık ve net söylemediği ama İslam'da hoş görülen davranışlardır. Yapılmasında sevap vardır, yapılmamasında ise günah vardır.
  3. Sünnet, İslam Peygamberi Muhammed'in yapılmasını hadislerde açık ve net olarak dile getirdiği davranışlardır. Yapılmasında sevap vardır, yapılmamasında ise günah yoktur.
  4. Müstehab, İslam'da yapılması höş görülen. Yapılmasında sevap olan ama terkinde günah olmayan şeylerdir.
  5. Mübah, İslam'da yapılıp yapılmaması serbest bırakılmış şeylerdir. Yapılmasında sevap yoktur, terkinde ise günah yoktur.
  6. Haram, Allah'ın kesinlikle yapılmasını emretmediği ve çok kötü olan şeylere denir. Yapılmasında günah vardır, terkinde ise sevap vardır. Haramlardan kaçınmak, farzları yapmaktan daha büyük bir sevaptır.
  7. Mekruh, Yapılması İslam'da hoş görülmeyen ve yapılmasında günah vardır, terkinde ise sevap vardır.
  8. Müfsid, Akide veya ibadeti bozan şeylere denir. Bilerek yapılmasında günah vardır, bilmeyerek yapılmasında ise günah yoktur. Terkinde (yapılmamasında) ise sevap vardır.

Kaynakça

  1. ^ Russo, Maria Sole (15 Ekim 2019). "Clash between Sharia law and human rights in light of PACE Resolution 2253" (İngilizce). Ius in itinere. 28 Haziran 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  2. ^ Wolfgang Benedek, (Ed.) (Ağustos 2014). İnsan Haklarını Anlamak: İnsan Hakları Eğitimi El Kitabı (PDF). Mehveş Bingöllü Kılcı tarafından çevrildi. Türkiye Adalet Akademisi Yayınları. 26 Eylül 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 5 Ekim 2021. 
  3. ^ Altuğ Ergin, Berin. "İnsan Hakları ve Demokrasi" (PDF). Gedik Üniversitesi. 29 Eylül 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. 
  4. ^ Orum, Fatih (27 Aralık 2011). "Kur'ân'â ve Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Cezası". Süleymaniye Vakfı. 3 Nisan 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  5. ^ http://www.diyanet.gov.tr/turkish/basiliyayin/weboku.asp?sayfa=21&yid=4 []
  6. ^ "Dinde Zorlama Yoktur ne demektir? İSLAMDA ZORLAMA YOK MUDUR?". İsmailağa Cemaati. 30 Mart 2012. 9 Nisan 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Haziran 2013. 
  7. ^ Yeniel, Necati; Kayapınar, Hüseyin. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi. 2. s. 112. 
  8. ^ Yıldız, Nureddin (24 Mayıs 2012). "Namaz Kılmayanın Cezası Nedir?". Fetva Meclisi. 26 Şubat 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Haziran 2013. 
  9. ^ Demirbağ, Nesibe (2006). "Kur'ân Perspektifinde Fıtrî, Dînî ve Ahlâkî Bir Olgu Olarak Örtünme" (PDF). T. C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 13 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. 

İlgili Araştırma Makaleleri

Farz ya da “fariza”; Fıkıh bilginleri tarafından oluşturulmuş ve tanımlaması yapılmış olan bir İslâm dinî terimidir. Yine fıkıhçılar tarafından tanımlanan efâl-i mükellefînden sayılır. İslâmî anlayışta Allah'ın sözü sayılan Kur’an’da Müslümanlara yapılmasının açık bir şekilde emredildiği kurallar veya ibadetler olarak kabul edilir. Kur’an’da yapılması açık emir ve gereklilik ifade etmeyen fiiller ise vacip gibi başka kavramlar ile tanımlanır.

<span class="mw-page-title-main">Fıkıh</span>

Fıkıh, anlayış, anlayış tarzı veya derinliği anlamına gelen kelime, terim olarak İslami kanunların teorik ve pratik uygulama (fetva) çalışmalarına verilen ismi ifade etmektedir.

<span class="mw-page-title-main">Namaz</span> İslamda farz olan günlük ibadet

Namaz, İslâm'ın şartlarından biri olarak kabul edilen bir ibadettir. Kur'an'da günün belli vakitlerinde abdestle birlikte duaya kalkılması ifadesi bulunur. Kur'an'a göre namaz Allah'ı anarak teslimiyetin gösterildiği bir arınma biçimi ve İbrâhim peygambere öğretilen bir ibadet şeklidir.

Vehhabîlik ya da Vahhabizm, İslam'a bağlı Sünni-Hanbelî mezhebinin bir altkolu olan ve 18'inci asırda Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından başlatılmış fikir akımıdır. Muhammed bin Abdülvehhâb kendi düşüncelerini Kur'an ve Hadislerde olmayan her şeyin reddi, esas İslam'a dönüş olarak tanımlar. Abdülvehhâb'ın etkilendiği İbn Teymiyye ve Ahmed bin Hanbel gibi İslam alimlerinin düşüncelerinin ve şirk olarak görülen şeylere karşı duruşlarının etkisi Vehhabîlik akımında baskındır. Vahhabi(zm) terimi Abdülvehhâb'ın şahsı tarafından kullanılmadı, hatta bazı taraftarları "Selefî" terimini kullanmayı tercih ederek "Vahhabi" kullanımını reddederler. Bunun bir sebebi ise Muhammed bin Abdülvehhâb'ın yeni bir İslam yorumu getirmediği ve esas İslam'ı, Ahmed bin Hanbel'i takip ederek tekrar canlandırdığı düşüncesidir. Vehhabîlik tanımlamasını nadir olarak benimseyen Vehhabîler olsa da, sıklıkla bu mezhepte olmayanlar tarafından onları tanımlama amacıyla kullanılır.

<span class="mw-page-title-main">Şeriat</span> İslamî hukuk

Şeriat, Kur'an âyetleri ile Muhammed'in söz ve fiillerinden oluşan naslardan alimler sınıfının (Fukaha) çıkarımları (istinbat) ile oluşturulan dinî kanunlar toplamıdır. İslam'da ibadetler, muameleler ve cezalarla ilgili tüm kavram ve kuralları kapsar. Tarihsel seyir içerisinde kanun ve kuralların teorik (usul) ve pratik uygulama (füru/fetva) çalışmaları ile ilgilenen ve isimleri öne çıkan kişiler adına belirli toplum ve devlet yönetimlerinin de tercihlerini yansıtan fıkıh mezhepleri ortaya çıkmış, ancak şeriat hiçbir zaman tek başına geçerli bir hukuk sistemi olmamış, Ömer veya Emevilerden itibaren "örfi hukuk" ile birlikte kullanılmıştır. Şeriat’ın "insanlar arası ilişkiler bölümü” 1850’lerden itibaren “İslam hukuku” olarak yeni bir isimle sunulmaya başlanır. İslam hukukunda yer yer modern hukukla benzer argümanlar kullanılmasına rağmen aralarında bir takım temel farklar vardır. İslam'da hukuki argümantasyon olarak -insanların birbirlerinin maddi ve manevi alanlarına girmelerini yasaklayan- hak ve -üst makamın alt grup insanlara dengeli davranmasını içeren- adalet kavramları ön plana çıkarılır. Buna göre amirler emirleri altında bulunan insanların gözetimi ve onlara karşı adaletli olmakla, yönetilenler ise onlara itaatle yükümlüdürler. Adaletten sapan amire itaat edilip edilmeyeceği tartışmalıdır. Ayrıca bu anlayışta insanlar Allah'ın kulları (İbadullah) olmakta, şeriat onlara karşı adaletli davranmayı gerektirse bile eşit davranmayı gerektirmemektedir. Şeriat ile modern hukuk arasındaki farklardan belki de en önemlisi, insanların eşit ve özgür bireyler oldukları temelinde geliştirilen modern hukuktaki insan hakları kavramına karşılık, şeriat anlayışında bireysel özgürlük kavramı bulunmamasıdır. Dinî edebiyat ve söylemlerde sıkça kullanılan özgür irade kavramı günlük yaşam tarzını seçebilmesinde değil, kader karşısında insanın uhrevi sorumluluğu bağlamındaki felsefi tartışmalarda görülür. Kur'an'da 30 ayette tekrarlanan ve İslamcılığın temel motivasyonlarından birisi olan “şeriatta kötü olarak tanımlanan durumlar için güç kullanımı kişilerin ev, elbise, beden ve ibadet–inanç gibi özel alanlarına girmeyi gerektirse bile bu kişilerin (kul) hakkına tecavüz olarak değerlendirilmez.

Terâvih namazı, Kutsal Ramazan ayında her gece kılınan bir nafile namazdır.

Cenaze namazı, İslâm dinindeki namaz ibadetinin bir türü. Vefat eden Müslümanlar hakkında dua olan cenaze namazı, farz-ı kifâyedir.

Vâcip, Efâl-i mükellefinden sayılan İslam dini terimi. Arapça kökenli bir sözcük olan vâcip, İslam'da yapılması gereklilik ifade eden eylemleri tanımlamak için kullanılır. Türkçede dini bir mana içermeden sadece "yapılması gereken" manasında da kullanılır.

Mekruh, İslam fıkıhında haram gibi kesin ve bağlayıcı olmamakla birlikte- yapılmaması istenen şeydir. Efâl-i mükellefindendir. Sözcük anlamı olarak "hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey" manasına gelir.

Müstehap, "sevilen, beğenilen" anlamına gelen İslam dini terimi. Edeb ve mendub da denir. Efâl-i mükellefin'dendir.

Haram, din kurallarına aykırı olan, dinî bakımdan kesinlikle yasak olan eylemleri tanımlayan bir din terimidir.

Mübah, İslami terim. Fiil-i mükellef olup, yapılmasında veya terkinde dinî yönden hiçbir mahzuru bulunmayan, yani, mükellefin yapıp yapmamakta tamamen serbest olduğu işlerdir. Oturmak, yemek, içmek, uyumak gibi... Mübah olan bunun gibi işlerin ne yapılmasında sevap vardır, ne de terkinde günah vardır.

Mürcie, bir İslam dini itikad mezhebi.

Medine'ye Hicret, İslam peygamberi Muhammed ve beraberindeki Müslümanların, 622'de Mekke'den Medine'ye göç etmelerine verilen isimdir. Bu göçün sonucunda Medine'de, Medine Sözleşmesi ile günümüzde İslam devleti olarak sınıflandırılan devletlerden ilki kabul edilen Medine Şehir Devleti kurulmuştur.

Umre, Müslümanların Kâbe'yi hac mevsimi dışında ziyaret etmelerine denir. Umre ziyaret demektir. Fıkhî tanımı, hac gibi bir zamana bağlı olmadan ihrama girerek Kâbe'yi tavaf, sa'y etmek, tıraş olmaktır.

Takva kulun, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Rabb'ine karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınması anlamına gelen bir terimdir. Kur'an'da Allah katında insanların en üstünün en çok takva sahibi olanlar olduğu belirtilmiştir. Takva, insanın, özde ve sözde, davranışlarda, sözlerde ve fiillerde her zaman kendini Allah'ın huzurunda bilerek buna göre hareket etmesi, harama düşmek korkusuyla bazı helalleri de terk etmesi ve tüm varlığıyla O'na yönelmesiyle zirve bulur.

Sevap, İslam dininde kişinin iyi hareketleri ve farz ve nafile ibadetleri yerine getirmesinden dolayı kazandığı hayra verilen isimdir. Karşıtı günahtır ve kişiler günahı haram olan şeyleri yapmaları, farz olan şeyleri terk etmeleri ve kötü hareketleriyle kazanırlar. Buna göre ahirette sevabı günahından yüksek olanlar ebedi saadete kavuşacak, cennete gönderilecek, günahı sevabından çok olanlarsa azap ile karşılacaklardır. Ehl-i Sünnette genel kanı Mü'min kişinin günahı sevabından çoksa bile, azabının ebedî olmayacağı, günahlarının cezasını bir süre azap çekerek gördükten sonra cennete alınacağı yolundadır. Haricîlikte ise günahkâr kişi dinden çıkmış sayılabilir ve bu sebeple öldüğünde ebedi azap görebilir.

Bidat, kelime itibarıyla sonradan ortaya çıkan şey, yenilik olup, İslam hukukuna göre örneksiz bir şey yapmak, yepyeni bir iş ortaya koymak, genel kanaate aykırı davranışta bulunmak ve daha önce benzeri olmayan bir şeyi icat etmek gibi anlamlara gelir.

<span class="mw-page-title-main">Nafile namazlar</span>

Nafile (tatavvu) namazlar, herhangi bir yükümlülüğü olmadan, içten gelerek kılınan namazlardır. Beş vakit namaza bağlı olan sünnetler, ramazan geceleri kılınan teravih namazları, kuşluk namazları, gece namazları başlıca nafile namazlardır.

Müfsid (Arapça:مفسد), bir İslam dini terimi. Efâl-i mükellefin'dendir. Arapça fsd kökünden gelen müfsid "fesat sokan" sözcüğünden alıntıdır. Lügâtte bozucu veya fesad eden gibi mânâlara gelir. Müfsid kelimesi, İslam kelâmında imanı (inanç), İslam fıkıhında ise başlanmış bir ibâdeti bozarak geçersiz kılan durumlar için kullanılan bir terimdir. Yani müfsid İslam'da meşru olan bir akideyi veya başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylerdir. Örneğin; İmanı ve namazı, nikâhı ve haccı, zekatı, alış ve satışı bozmak gibi. Mesela, Allah'a ve kitaba sövmek küfür olup, imanı bozar. Namazda gülmek, abdesti ve namazı bozar. Oruçlu iken bilerek yemek, içmek orucu bozar. Müfsid, kasıtlı olarak yapıldığında ibâdeti bozduğundan ibâdetin tekrarlanmasını gerektirir. Müfsidin özürsüz, bilerek yapılması günâhtır. Hatâ ile yanlışlıkla meydana gelmesinde ise günâh ve azap olmadığı gibi ibadet de bozulmaz. Örneğin oruçluyken bilmeden, unutarak yiyip içmek; namaz içinde kendini alamayıp gülmek gibi.