İçeriğe atla

Devletin kökeni

Güney Sudan'da seçmenler yeni bir devlet kurulup kurulmamasına karar vermek için oy kuyruğunda beklerken, 2001

Devletin kökeni, daha önce böyle bir kurumun yokluğunda merkezi bir devletin ortaya çıkması durumunu ifade eder. Devletin neden ve nasıl ortaya çıktığı yüzyıllardır düşünürlerin üzerinde teoriler ürettiği bir konudur.[1] Hatta Jonathan Haas, bu durumu "Geçen yüzyıl boyunca toplum bilimcilerin en sevdiği meşgalelerden birisi dünyanın büyük medeniyetlerinin evrimi hakkında teoriler üretmekti," sözleriyle anlatmıştır.[2]

Devletin kökeni hakkındaki çalışmalar genellikle devletsiz toplumların içerisinden ortaya çıkan ilksel devletlerin incelenmesi ve özellikle 17. yüzyılda Avrupa'da ortaya çıkan ve oradan tüm dünyaya yayılan şekliyle modern devletlerin incelenmesi olarak ikiye ayırılır. Devletin kökenine dair çalışma alanları hukuk, sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji, ekonomi ve felsefe gibi birçok disiplinin konusu olmuştur.[3]

İlksel ve modern devletlerin kökeni

Devletin kökenine dair teorilerin iki odak noktası vardır ki bunlar çalışma alanına göre değişir:

  1. İnsan toplumunun kabile topluluklarından daha büyük siyasi teşkilatlara ilksel geçişi. Genelde antropolojinin konusu olan bu alandaki çalışmalar, devletlerin devletsiz toplumların içerisinden ortaya çıktığı bölgelerdeki temel idari yapıların başlangıç aşamalarındaki gelişimini inceler.[4] Devletin kökeni 1980'lere dek antropoloji ve arkeoloji alanlarında etkin bir araştırma gündemiydi. Günümüzde bu çabaların bir kısmı bu devletlerin neden kurulduğundan çok nasıl işlediğine odaklanmaya başladı.[5]
  2. Buna tezat olarak siyaset bilimi ve sosyoloji alanlarındaki çalışmalar önemli ölçüde modern devletin kökenine odaklanmıştır. [6]

Antik devletlerin kökeni

Bölgeleri ve yaklaşık kuruluş tarihleriyle Sandeford'un listelediği ilksel devletler [7]
devletbölgeyaklaşık tarih
SusaMezopotamya, güneybatı İranMÖ. 4000 - 3000
UrukMezopotamya, güney IrakMÖ. 4000 - 3000
NekhenYukarı MısırMÖ. 3500 - 3100
Harappaİndus Vadisi, Batı Hindistan, Doğu Pakistan (Pencap, Racastan, Sind, Gücerât)MÖ. 2600 - 2000
ErlitouOrta Çin (Şanşi ve Henan)MÖ. 1900 - 1500
Monte AlbánOaxaca Vadisi, Güney MeksikaMÖ. 300 - MS. 200
TeotihuacanMeksika Vadisi, Orta MeksikaMÖ. 100 - 1
VirúVirú Vadisi, Peru'nun kuzey sahiliMÖ. 200 - MS. 200
TiwanakuTitikaka Gölü, Kuzey BolivyaMS. 300 - 600
HawaiiHawaii adalarıMS. 800 - 1800

Devletler, antropolog David S. Sandeford tarafından en az dört katmanlı bir yerleşim hiyerarşisi (örn.: büyük bir başkent, kentler, kasabalar ve köyler) olan, sosyal sınıfları ve bürokratik yönetimleri olan toplumlardır. İlksel devletlerse daha önce hiçbir devletin bulunmadığı bölgelerde gelişen devletli toplumlardır. Bu devletler tamamen içsel süreçler ve diğer devletsiz toplumlarla etkileşim sonucunda ortaya çıkmıştır.[7] Birçok yerde devlet, yazıdan önce ortaya çıktığı için dünyada kaç ilksel devletin var olduğu açıkça bilinememektedir,[8] ancak Sandeford, muhtemel ilksel devletlere Avrasya, Amerika ve Okyanusya'dan on örnek listelemiştir.[7]

O bölgede ilk çıktığı için bu tarz devletlere "ilksel devletler" denilmektedir, hâliyle "ilksel" sözcüğü eski ya da gelişmemiş anlamına gelen "ilkel" sözcüğüyle karıştırılmamalıdır. Yine de "ilkel devletlerin" kökeniyle ilgili araştırmalar, daha önce bir devletin bulunmadığı bir durumda "ilksel" bir devletin kurulmasına ve kurumsallaşmasına yol açan süreçleri incelemeye meyillidir. Diğer devletlerle etkileşim içerisinde ortaya çıkan, yani ilksel olmayan ilkel devletlere örnek olarak Tunç Devri'ndeki Yunan Ege devletleri ve Madagaskar'daki Malagaş uygarlığı sayılabilir.[9] İlksel devlet kurulmasından farklı olarak ilkel devletlerin ortaya çıkması için kültürel bağlamda bir ilk devletin kurulmasına ya da özerk, yakındaki bir devletten bağımsız bir şekilde gelişmesine gerek olmaz. Hâliyle ilkel devletlerin kökenleri arasında hâlihazırda mevcut başka devletlerle gerçekleşen etkilenme ya da dayatma gibi çeşitli etkileşim biçimleri yer alabilir.[10]

Modern devletin kökeni

Modern devletin kökeni üzerine teoriler, modern devletlerin, özellikle Orta Çağ sonlarında Avrupa'da ortaya çıkan ve sömürgecilikle tüm düyaya yayılan şekliyle kurulmasına önayak olan süreçlere odaklanmaktadır. 1940'larda ve 1950'lerde dünya çapında süre gelen dekolonizasyon süreçleri sebebiyle dikkatler, kayda değer bürokrasileri, vergi alma kabiliyeti ve bölgesel egemenliği olan modern devletlerin kurulmasına ve inşasına odaklanmaya başlamıştır.[11][12] Ancak bazı akademisyenlere göre modern devlet, sömürgecilikten de önce dünyanın başka yerlerinde de modern devletlerin zaten mevcut olduğunu, bu sistemlerin yerini sömürgeci sistemlerin aldığını savunmaktadır.[13]

Bu bağlamda modern devlet anlayışı 15 ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Modern devleti geleneksel devletten ayıran özellik; sahip olduğu egemenlik ve meşruiyet anlayışıdır. Oluşum süreci ilk olarak Machiavelli tarafından laik bir siyasal iktidar kurgusu temellerinin atılmasıyla başlayıp Bodin'in egemenlik kavramını ortaya atmasıyla devam etmiş ve Thomas Hobbes'in toplum sözleşmesi kuramını geliştirmesiyle kendini geliştirmiştir. John Locke; serbest piyasa ekonomisi, kuvvetler ayrılığı, doğal haklar teorisi ve toplum sözleşmesiyle mutlakiyetçi görüşe karşı çıkmıştır. Locke'nin ardından Rousseau, toplumsal sözleşme kuramında egemenliğin kaynağını halka bağlamış ve devletin meşru kaynağını sağlamlaştırmıştır. Sieyés, "millet" kavramı ile modern devlet anlayışına katkıda bulunmuştur.

Devletin kökenine dair teoriler

Teoriler önceleri daha teolojik ve metafiziksel nedenlere dayandırılmıştır. 14. yüzyıl öncesi dönem için özellikle de feodalitenin etkisiyle kiliseye yakın düşünürlerin iktidarın kaynağının Tanrı olduğuna ve Tanrı'nın verdiği bu iktidarın babadan oğla veraset ile geçmesi gerektiğine dair teorileri mevcuttur. 14. yüzyıldan itibaren karşıt görüşlerin etkisiyle devletin kökenine dair teoriler daha realist bir çizgiye oturtulmuştur. Devletin ortaya çıkışını temellendirmeye çalışan teoriler genel itibari ile aile teorisi, biyolojik teori, toplumsal sözleşme teorisi, kuvvet teorisi ve ekonomik teori olarak beş sınıfa ayrılır.

Aile teorisi

Devletin ataerkil aileye benzetilmesine dayandırılan bu teorinin temelini babanın aile üzerindeki otoritesinin, yöneticinin devlet üzerindeki otoritesine benzetilmesi oluşturur.

Ailenin genişlemesiyle ortaya çıkan ‘gens’ aileden daha büyük bir sosyal grubu tanımlar. Genslerin de düzenli birleşiminden meydan gelen 'tribü'ler kabile, boy benzeri bir yapıya sahiptirler. Özellikle göçebe hayattan yerleşik hayata geçildiğinde teşkilat konusunda sıkıntılar yaşanması neticesinde tribülerin komşu tribülerle kaynaşmasıyla devlet ortaya çıkmıştır.

Aile teorisinin savunucularından Aristoteles ailenin toplumun yapıtaşı olduğunu, bu küçük topluluğun ihtiyaçlarının kendi içerisinde karşılanamaması durumunda ihtiyaçların karşılanabilmesi amacıyla çok daha fazla evin birleşiminden köy yapısının oluştuğunu belirtmiştir. Köylerin nesiller geçtikçe büyümesi ve yayılması neticesinde kentler ortaya çıkmıştır.

Aile teorisyenlerinden Woodrow Wilson'un görüşüyle teorinin özünü anlamak daha kolay olacaktır. Wilson tarihte bilinen büyük devletlerin çıkış noktasının soybağı olduğunu, ailelerin ilkel birer devlet olduğunu, devletlerin ailelerin genişletilmiş hallerinden ibaret olduğunu belirtmiştir.

1877'de Lewis Henry Morgan, Eski Toplum isimli eserinde tek-eşli aile biçiminin ortaya çıkışıyla özel mülkiyet arasında bir paralellik bulunduğu tezini ortaya koymuştu. Friedrich Engels ise Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli eserinde sadece Morgan'ın tezini almakla kalmıyor kendi tarih tezinin ana çizgilerini de Morgan'ın eserine dayandırıyordu.

Engels'e göre eski toplumlar ana-soycuydu. Çünkü tek-eşliliğin olmadığı bir toplumda soy, anneye göre belirlenmek zorundaydı. Baba-soycu akrabalık kavramı, özel mülkiyetin ve miras hukukunun doğmasıyla ortaya çıkmıştı. Çağdaş tek-eşliliğin ortaya çıkışı, miras sorunuyla ilgiliydi. Mülkiyet, Engels'e göre kadının erkeğe bağımlılığının devam ettiği ve hetairizm (bir tür fahişelik) olarak nitelediği burjuva evliliğiyle, eşitlikçi işçi sınıfı evliliği arasındaki temel ayırıcıydı. Engels'in yaklaşımı, özellikle Morgan'ın tezlerinin sorgulanmaya başlamasıyla yoğun eleştirilere uğradı. Özellikle işçi sınıfı ailelerinde erkek egemenliğin daha yaygın olduğunun kabul edilmesi, feminist hareketin orta-sınıf kadınlar üzerindeki özgürleştirici etkisi, boşanma hakkının yasallaşması gibi gelişmeler, kitabın açıklamalarını artık şüpheli hale getirmiştir.

Bu teorinin bir başka savunucusu olan Robert Filmer, aile teorisini teoloji ile kaynaştırılmış bir düzlemde ele almış ve iktidarın kökeninin insanlığın yaratılışıyla paralel ilerlediği fikrini savunmuştur. Filmer, Patriarcha adlı eserinde Tanrı'nın yöneticilik hakkını Adem peygambere verdiğini ve bu hakkın babadan oğula geçtiğini belirtmiştir. Soylu bir aileden gelen Filmer toplumsal eşitsizliğin yaratıcının tercihi sonucu geliştiğini bu nedenle de tartışmaya açık olmadığını düşünmektedir.

Biyolojik teori

Biyolojik teori, devletin insan ile olan benzerliğine atıf yapılarak öne sürülmüştür. Bu fikre sahip teorisyenler devletin kendiliğinden ortaya çıktığını, zamanla geliştiğini ve en sonunda bir insan gibi hayatını kaybettiğini öne sürmüştür.Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; isim basit bir tamsayı olamaz. Açıklayıcı bir başlık kullanın (Bkz: ) İnsanlar gibi birçok organdan meydana gelen devletin bu sayede canlılık kazandığı kabul edilir. Teorisyenler devletin parçası olan toplulukları insan bedeni gibi tasvir ederek her vatandaşa vazifelerine göre bedene ait birer organ görevi yükler.

Bu teorinin en tanınmış savunucularından Platon, Devlet adlı eserinde konuyu ele almış ve alegoriyi şu şekilde kurmuştur. Beynin insan davranışlarını yönlendirmesine benzer şekilde yöneticiler de toplumu ve devleti yönetir, idare eder. Toplumu koruyan ve güvenliği sağlayan bekçiler, cesareti simgelemesi nedeniyle yürek tarafından temsil edilir. Üretimi sağlayarak devlete mensup vatandaşların ihtiyaçlarını karşılayan üreticiler ise mide veya diyafram tarafından temsil edilir.[14]

İbni Haldun'un teorileri

Siyaset biliminin öncülerinden olan İbni Haldun'un görüşleri aile teorisiyle biyolojik teori arasında bir yerde durmakla beraber teolojik bir yön de taşımaktadır.

İbni Haldun'a göre insanlar Tanrı'nın vermiş olduğu kabiliyetle teşkilatlanmayı başarabilirler. Ancak bu başarının altından tek başına kalkamazlar. Bu nedenle yardımlaşma ve birlik olma insanlar için bir zorunluluktur. Bu birliktelik sonucu yönetilen ve yönetici konumunda bulunan insanların yakın akrabalarını uzak akrabalarından, uzak akrabalarını da akrabası olmayanlardan ayrı tuttuğunu ve bu düzlemde ortaya çıkan otoritenin yönetimi oluşturduğunu savunur.[15]Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; isim basit bir tamsayı olamaz. Açıklayıcı bir başlık kullanın (Bkz: )


İbn-i Haldun'a göre devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Buna göre, devletin geçirdiği aşamaları beşe ayırır. Hatta bu beş aşamanın üç ya da dört kuşağın ortalama ömrü olan 120 yılda tamamlandığını ileri sürer.[16][17] İbn-i Haldun'un bu süreyi tespit ederken, zamanında doktor ve müneccimlerin, normal insan hayatının 120 yıl olduğu iddiasına dayandığı ve bu yüzden devletlerin normal yaşam sürelerinin de 120 yılı aşamayacağını düşündüğü ileri sürülmüştür.[18]

Birinci aşama fetih ve kuruluş aşamasıdır. Bu aşamada yerleşik bir yönetimin elinden askerî güç ile iktidar alınır.[19] Asabiyye bağlarının çok güçlü olduğu, hükümdarın bir lord ya da kraldan çok bir şef olduğu dönemdir.[17]

İkinci aşamada hükümdar iktidarı tekeline almaya başlar. Bunun için kendisinin başa gelmesini sağlayan doğal dayanışmayı tasfiye etmeye başlar, onunla güç paylaşanları ortadan kaldırır, kan bağına dayalı dayanışma yerine doğrudan kendisine bağlı paralı asker ve bürokratlardan oluşan bir grup oluşturmaya başlar. Bunların dışında bilginlerden oluşan danışmanlar da bulur. İbn-i Haldun'a göre bilginler en kötü siyasal danışmanlardır. Ayrıntıdan çok evrenseli, insan türü yerine tüm türleri görmek üzere eğitildikleri ve toplumsal ve siyasal olayları tek başlarına görmek yerine birbirleriyle kıyaslayarak gördükleri için olumsuz siyasal önerilerde bulunurlar. Hükümdarlara asıl yararlı olan öğütleri ise "ortalama zekâya sahip, vasat kişiler" verirler.[17]

Üçüncü aşama ekonomik refahın arttığı, kültürel unsurların geliştiği bir yükseliş[19] ya da lüks ve debdebe aşamasıdır.[17] Bu aşamada hükümdar kişisel gelirini artırmak, tebaasının vergilerini azaltarak devletin mali kaynaklarını artırmak[20] ve yeniden düzenlemek, kentleri güzelleştirmek için uğraşır. Herkes ekonomik refahtan payını alır, güzel sanatlar, bilim ve el sanatları teşvik görür, hâkim sınıflar kültürel projelerin koruyucuları olarak boy gösterirler. Refah ve serbestlik devletin egemen iklimi haline gelir.[17]

Dördüncü aşama doyum, tatmin ve kendini beğenme aşamasıdır.[17] İstikrar ve barışın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir girişimin olmadığı, eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanılan bir aşamadır.[19] Hem yönetenler hem yönetilenler bu istikrar ve refahın ebediyen devam edeceğine inanırlar. Devlet kurucularının gücü ve başarılarına göre bu durum gerçekten de uzun sürebilir. Ancak bu aşama içinde farkına varılmadan gerileme ve çözülme başlamış ve devlet son aşaması olan sefahat ve israf aşamasına geçmektedir.[21]

Son aşama sefahat, israf ve çöküş aşamasıdır. Bu aşamada hükümdarın ekonomik ve toplumsal olayları kişisel arzularına göre yönetmeye çalışmasıyla, devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıklar ortaya çıkar.[16] Hükümdarın lüksünü ve desteğini, satın almış olduğu ordu ve bürokrasinin desteğini sürdürebilmesi için vergileri artırması gerekir. Artan vergi oranları ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur ve hükümdarın amacının tersine devlet gelirleri azalır. Yönetilenlerin devletten beklentileri zayıflar ve umutsuzluk yayılır. Ekonomik faaliyetler duraklar, insanlar uzun vadeli planlar yapamaz olurlar. Doğum hızı geriler, kalabalık kentlerde nüfus ve çevre sorunları ortaya çıkar. Devlet çözülmeye başlar. Merkezden uzak bölgelerdeki valiler, generaller, prensler ya da başka devletler belli toprak parçalarını koparmaya başlarlar. Başkentte bile ordu ve bürokratlar hükümdarın otoritesini ele geçirmeye, hükümdarı sadece makam ve sıfattan oluşan bir şeye dönüştürmeye başlar. Sonunda dışarıdan gelen, asabiyyesi güçlü genç, sağlıklı bir topluluk devleti istila eder ve çürüyen yapıyı ortadan kaldırıp yenisini kurar.[16][21]

Toplumsal ve siyasal koşullar devletin bu aşamalarında bir takım değişiklikler yapabilse bile İbn-i Haldun'da katı bir belirlenimcilik vardır.[16] Her devlet bu süreçleri yaşar ve bunlar döngüsel bir şekilde sürekli tekrarlanır. Görüldüğü gibi bir aşamadan diğerine geçiş toplumsal yapıdaki doğal güçlerle açıklanır. İbn-i Haldun'a göre bu süreç bir toplumsal yasadır ve kişilerin iradesinden bağımsızdır.[16]

Toplumsal sözleşmeci teori

Teorinin çıkış noktası insanların kendi akıl ve iradeleriyle oluşturdukları sözleşmeler neticesinde siyasal iktidarın meşruluğunu sağlarken yönetilenlerin de ödevlerinin sınırlarını çizme düşüncesidir. Kendi içinde de ayrılan bu teorinin üç önemli savunucusu mevcuttur. Bu savunuculardan kimi sözleşme öncesi hali yani doğal durumu karmaşa olarak kimi ise insanlar arasında barışın hüküm sürmesi olarak betimlerler. Teori gereği insanlar bu karmaşa halinden kurtulmak veya meşru iktidarı sağlamak amacıyla aralarında bir sözleşme tertip ederler. Thomas Hobbes’un ‘insan insanın kurdudur’ (homo homini lupus) ve ‘herkesin herkesle savaşı’ (bellum omnium contra omnes) sözlerinden toplum sözleşmesi öncesi doğal halde kargaşa ve kaosun hakim olduğu anlaşılır. Leviathan adlı eserinde insanların güven içinde yaşamalarını ve her eylemlerinin sonucunun ortak faydaya yönelik olmasını sağlamak amacıyla hakların bir kişiye ya da kurula devredilmesi gerektiğini ve bu kurulun da devredilen hakları gözetmesi, haksızlıklara karşı cezalandırıcı görevi olmasını öngörmüştür. İnsanlar haklarını ve özgürlüklerini Leviathan isimli bir Ejderhaya başka bir deyişle Ölümsüz Tanrı'ya devrederler. Bunun karşılığı olarak ise Leviathan'dan düzen ve güvenlik beklerler.[22]

Hobbes'un aksine doğal durumu kargaşa değil barış hali olarak tasvir eden John Locke, Hobbes gibi güvenliği değil özgürlüğü ön planda tutar. Kimsenin bir diğerinden daha fazla iktidar ve yetkiye sahip olmadığı bu doğal durumda barışın devamlılığını sağlayacak, adil kararlar verecek bir otorite eksikliği mevcuttur. Bunun sonucunda mülkiyetin emniyetli kullanımı ve var olan barışın sürmesini sağlamak amacıyla bir sözleşme yapılır ve ortak bir karara varılır.

Jean-Jacques Rousseau’nun sözleşme teorisinde ise doğal durumda barış, eşitlik hakimdir. Ancak özel mülkiyetin ortaya çıkışı bu düzenin bozulmasına neden olur. Rousseau, bu durumu "Yaratıcı’nın elinden çıktığında her şey iyidir. Her şey insanların elinde bozulur," sözleriyle açıklamıştır. Rousseau'nun teorisine göre bozulan düzene karşı toplumdaki insanlar sosyal bir heyet oluşturarak ortak bir varlık meydana getirmişler ve bu varlığa da devlet adını vermişlerdir.


Ekonomik teori

Devletin, insanların ekonomik kaygılarla hareket etmesi neticesinde kurulduğunu savunur. Teorisyenlerden Friedrich Engels’e göre devlet, tarihsel süreç içerisinde özel mülkiyeti korumak amacıyla ortaya çıkmıştır.Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; isim basit bir tamsayı olamaz. Açıklayıcı bir başlık kullanın (Bkz: ) Karl Marx dünyanın ekonomik çıkarlar çerçevesinde yönetildiğini düşünür. Marksist teori sosyal kurumları ikili bir ayrıma tabi tutar. Alt yapı, üretim biçimlerinden sorumludur. Üst yapıda ise ahlak, hukuk, kültür ve sanat gibi değerler bulunur. Devlet bir üst yapı kurumudur ve alt yapıdaki ekonomik çıkarlar ve üretim biçimleri tarafından tayin edilir.Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; isim basit bir tamsayı olamaz. Açıklayıcı bir başlık kullanın (Bkz: )

Teoriye göre tarihin her döneminde mülkiyeti dolayısıyla da iktidarı ele geçirmek isteyen iki grup insan vardır. Bu iki grup ’’sömüren’’ ve ‘’sömürülen’' sınıflardır. Sömüren konumunda olan grup elinde bulundurduğu gücün devamlılığını sağlamak amacıyla bir baskı örgütüne gereksinim duyar, bu da devlettir. Teoriye göre üretim biçiminin değişmesi devletin şeklinin de değişmesi sonucunu doğurur.

Kuvvet teorisi

Bu teoriye göre devlet kuvvetlinin zayıfı ezmesini meşrulaştıran bir aygıttır ve devletin kuvvetlilerin çıkarlarını gözetmek amacıyla kurulduğu savunulur. Fethetme politikasıyla ilerleyen toplulukların kazandıkları zaferlerini mağlup ettikleri topluluğa kabullendirmeleri ve hakimiyetlerini tesis edebilmeleri ancak tahakküm yoluyla gerçekleşir.


Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ GÖZLER, Kemal (2017). Kısa Anayasa Hukuku. Ekin Yayınevi. s. 42. 
  2. ^ Haas 1982, s. 1.
  3. ^ Barkey & Parikh 1991, s. 523.
  4. ^ Spruyt 2002, s. 129.
  5. ^ Marcus & Feinman 1998, s. 3.
  6. ^ Spruyt 2002, s. 131.
  7. ^ a b c Sandeford 2018.
  8. ^ Wright 1977, s. 386.
  9. ^ Wright 2006, s. 306.
  10. ^ Cohen 1978, s. 50.
  11. ^ Southall 1974, s. 153.
  12. ^ Spruyt 2002, s. 132.
  13. ^ Blanton & Fargher 2008, s. 13.
  14. ^ PLATON (2018). Devlet. İş Bankası Kültür Yayınları. 
  15. ^ İBN'İ HALDUN (2015). Mukaddime. Dergah Yayınları. 
  16. ^ a b c d e Yıldız 2010, s. 44
  17. ^ a b c d e f Stowasser 1984, s. 177
  18. ^ Gürkan 1967, s. 241
  19. ^ a b c Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Yıldız201043 isimli refler için metin sağlanmadı (Bkz: )
  20. ^ İbn-i Haldun'a göre vergiler düşürülünce vergi geliri artar, tersine artırılınca gelir azalır, çünkü vergi gelirleri ekonomik faaliyetlerden sağlanır ve vergileri artırmak ekonomik faaliyette bulunanları ürkütüp kaçırır. (Stowasser, age, sayfa 178)
  21. ^ a b Stowasser 1984, s. 178
  22. ^ HOBBES, Thomas (2015). Leviathan. YKY Yayınları. 
  23. ^ Oppenheimer, Franz. Devlet. Phoenix Yayınevi. 

İlgili Araştırma Makaleleri

Liberalizm, bireysel özgürlük üzerine kurulan bir siyasi felsefe veya dünya görüşüdür. Bireysel özgürlük ve bireysel haklar düşüncesiyle yola çıkan liberalizm, daha sonraki yıllarda farklı türlere bölündü ve bireylerin eşitlik ilkesinin de önemini vurgulamaya başladı. Klasik liberalizm bireysel özgürlüklerin rolünü vurgularken, sosyal liberalizm özgürlüğe vurgu yaptığı kadar; bireylerin eşitlik hakkı ilkesinin önemine vurgu yapar ve özgürlük ile eşitlik arasında denge kurmayı amaçlar. Liberal görüşü savunanlar geniş bir görüş dizisi benimsemekle birlikte genellikle ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, basın özgürlüğü, sivil haklar ve sivil özgürlükler, seküler devlet, liberal demokrasi, ekonomik ve siyasi özgürlük, hukukun üstünlüğü, özel mülkiyet ve piyasa ekonomisi gibi fikirleri destekler.

<span class="mw-page-title-main">İbn Haldun</span> Arap tarihçi, düşünür ve sosyolog (1332–1406)

İbn Haldun, modern tarihyazımının, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisidir. Ayrıca İslam aleminde Liberalizm ilkelerini kitaplarında bulunduran ilk Müslüman düşünür. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas'ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır'da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam'ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.

<span class="mw-page-title-main">Marksizm</span> Alman filozof Marxın düşüncelerine dayanan devrimci sosyalist akım

Marksizm, özgün bir siyasal felsefe akımı, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi, Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in çalışmalarından çıkarılan, insanın özgürleşmesiyle ilgili bir düşünce sistemidir.

Sosyalizm, sosyal ve ekonomik olarak toplumsal refahın, katılımcı bir demokrasiyle gerçekleşeceğini ve üretim araçlarının hakimiyetinin topluma ait olduğunu savunan, işçi sınıfının yönetime katılmalarına ağırlık veren, özel üretim yerine kamu bazlı üretimi destekleyen, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi bir teoridir. Siyasi yelpazede ve dünyanın çoğu ülkesinde sosyalizm, standart sol ideoloji olarak kabul edilir. Sosyalizm türleri, kaynak tahsisinde piyasaların ve planlamanın rolüne ve kuruluşlardaki yönetim yapısına göre değişir.

Uluslararası ilişkiler, siyaset biliminin bir dalıdır ve "uluslararası sistem" içindeki aktörlerin, özellikle de uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen devletlerin, diğer devletlerle, uluslararası/bölgesel/hükûmetler arası örgütler, çok uluslu şirketler, uluslararası normlar ve uluslararası toplumla olan ilişkilerini inceleyen disiplinlerarası bir disiplindir.

Siyaset veya politika, gruplar arasında kararların alındığı veya bireyler arasındaki güç ilişkilerinin, kaynakların dağıtımı veya statü gibi diğer etkileşim biçimlerinin ilişkilendirildiği bir dizi faaliyeti ifade eder. Siyaset ve hükümeti inceleyen sosyal bilim dalı ise siyaset bilimi olarak adlandırılır.

<span class="mw-page-title-main">Thomas Hobbes</span> İngiliz filozof (1588-1679)

Thomas Hobbes, felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen bir İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri olan 1651 tarihli Leviathan, Batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu çizmiş ve baş ucu eseri olmuştur. Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan devletin simgesidir. Bir siyaset felsefecisi olarak tanınsa da, tarih, geometri, etik ve genel felsefe gibi pek çok alanla ilgilenmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Siyaset felsefesi</span> felsefe ve siyaset bilimi alt disiplini

Siyaset felsefesi, devlet, hükûmet, siyaset, özgürlük, mülkiyet, meşruiyet, haklar, hukuk gibi konular hakkındaki, bu kavramlar nedir, neden ihtiyaç vardır, bir hükûmeti ne meşru kılar, devlet hangi özgürlükleri ve hakları neden korumalıdır, hangi biçimde kurumsallaşmalıdır, kanun nedir, vatandaşın devlete karşı yükümlülükleri nelerdir, bir hükûmet yasal olarak neden ve nasıl görevden çekilmelidir gibi temel sorulara cevap arayan ve bu konuları felsefeden faydalanarak inceleyen sosyal bilim dalıdır.

<span class="mw-page-title-main">John Locke</span> İngiliz filozof ve fizikçi (1632–1704)

John Locke, Aydınlanma Çağı düşünürlerinin en etkililerinden biri olarak kabul edilen ve genellikle “liberalizmin babası” olarak bilinen bir İngiliz filozof ve doktordu. Francis Bacon geleneğini takip eden İngiliz deneycilerinden ilklerinden biri olarak kabul edilen Locke, toplumsal sözleşme teorisi için de aynı derecede önemlidir. Çalışmaları epistemoloji ve siyaset felsefesinin gelişimini büyük ölçüde etkiledi. Yazıları Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau'nun yanı sıra birçok İskoç Aydınlanma düşünürünü ve Amerikan Devrimcilerini etkiledi. Klasik cumhuriyetçiliğe ve liberal teoriye katkıları, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'nde yer almaktadır. Uluslararası alanda Locke'un siyasi-hukuki ilkeleri, sınırlı temsili hükûmet teorisi ve uygulaması ile hukukun üstünlüğü altında temel hak ve özgürlüklerin korunması üzerinde derin bir etkiye sahip olmaya devam etmektedir.

<span class="mw-page-title-main">Üretici güçler</span>

Üretici güçler, Marksist ekonomi politiğin temel altyapı kavramlarından birisidir. Ancak bu kavramın önemi yalnızca ekonomi politik açısından değil tüm bir Marksist teori açısından geçerlidir. Üretici güçler, esas olarak üretim aletleri ve araçlarından meydana gelen bir kavramlaştırmadır. Üretim ilişkileriyle çelişki halinde bulunmaktadır ve gelişiminin belli bir aşamasında zorunlu olarak değişiklikler talep etmektedir. Üretici güçler ve Üretim ilişkileri kavramları, Marksist metinlerde genelde bir arada kullanılırlar ve birbirleriyle ilişki ve çelişki halinde Üretim biçimi denilen kategorinin içeriğini oluştururlar.

Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Devlet siyasal bir birliktir. Bunun için her şeyden önce devleti kuran bireyler arasında kültürel bir birlik lazımdır. Ancak kültürel birlik devletin yaşaması için yeterli değildir. Tarihte görülen birçok iç savaş, kültürel birliğin devlet kurulmasında yeterli olmadığını göstermektedir. Amerikan İç Savaşı'nın anayasal düzenin kurulmasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyması ve savaş kültürü yerine hukuk devlet ilişkisinin kavranması açısından önemi büyüktür.

<span class="mw-page-title-main">Altyapı ve üstyapı</span> Marksist toplum kuramında, insan öznelliği ve toplumun maddi varlığının birlikteliğinin özgün biçimi

Marksist üstyapı, Marksist toplum kuramında, insan öznelliği ve toplumun maddi varlığının birlikteliğinin özgün biçimidir. Biçim bir dereceye kadar nesnel bir dereceye kadar özneldir. Altyapı, üretici güçler ve üretim ilişkilerinden oluşur. Marksist teoride altyapı, üstyapıyı oluşturan kültür, kurumlar, siyasi iktidar ilişkileri, roller, ritüeller, devlet gibi toplumun diğer ilişkilerini ve düşüncelerini belirler. Üstyapı ve altyapı arasındaki ilişkinin diyalektik olduğu, "dünya"daki gerçek varlıklarla arasında bir ayrım olmadığı düşünülmektedir.

<span class="mw-page-title-main">Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni</span>

Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Friedrich Engels'in 1884 yılında yazdığı ve devletin kökenini ve insanlık tarihinin ilk dönemlerini incelediği kitabı.

<span class="mw-page-title-main">Sınıf mücadelesi</span>

Sınıf mücadelesi kavramını ilk olarak Karl Marx ele almış ve 1848 yılında Friedrich Engels'le birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto adlı eserde "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir" demiştir. Marx'a göre, kapitalizmde üretici pozisyonda bulunan ama bu pozisyonuna karşın üretim araçlarının burjuvazinin özel mülkiyetinde olmasından dolayı sömürülen işçi sınıfının, bu sömürüden kurtulması için burjuvazinin iktidarına son vermesi ve üretim araçlarını kamulaştırması gerekmektedir.

Ekonomik liberalizm, piyasa ekonomisinin bireyci hatlara dayanmasını ve üretim araçlarının özel mülkiyette olmasını destekler. Ekonomik liberaller, serbest ticareti ve açık rekabeti engellediği için piyasaya yapılan hükümet müdahalesine ve korumacılığa karşı çıkma eğilimindedir, ancak mülkiyet haklarını korumak ve piyasa başarısızlıklarını çözmek için yapılan hükûmet müdahalesini destekler. Ekonomik liberalizm, Büyük Buhran ve Keynesyenizm'in yükselişine kadar genel olarak klasik liberalizmin ekonomik modelini ifade etmek için kullanılmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Asabiyye</span>

Asabiyye ya da Asabiyyet İbn-i Haldun'un düşünce sisteminde toplumların ilkellikten uygarlığa doğru ilerlemesini sağlayan temel toplumsal bağdır.

Toplumsal sözleşme veya sosyal sözleşme; bireylerin karşılıklı uzlaşma, bazı kurallara uymak üzerinde anlaşma ve birbirlerini şiddet, sahtekarlık veya dikkatsizlikten korumak için birleştirdiğini varsayan bir kavramdır. İnsanlar arasındaki kullanımı, insanların bir devlete ya da otoriteye bağımsızlıklarının bir kısmından hukukun üstünlüğü anlayışı ile vazgeçmeleridir. Yönetilenler tarafından, bir takım bazı kurallar ile yönetilme üzerine anlaşma olarak da düşünülebilir.

Kaynakça/Ayrıntılı bilgi için:

Ortak mülkiyet, bir kuruluşun, işletmenin veya topluluğun varlıklarını, tek tek üyelerin veya üye gruplarının adlarını ortak mülkiyet olarak değil, bölünmez bir şekilde tutmayı ifade eder.

<span class="mw-page-title-main">Kalkınma teorisi</span>

Kalkınma teorisi, toplum içerisinde istenilen ve hayal edilen değişimin nasıl başarılacağına dair fikirler içeren bir teori türüdür. Kalkınma teorisi altında birçok teori bulunmaktadır. Bu makale içerisinde de farklı teorilerin bakış açıları "kalkınma teorisi"ne göre belirtilmektedir.