Deneycilik
Felsefe |
---|
üzerine bir seri |
Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.
Deneycilik akılcılığın karşıtıdır. Akılcılığa karşıt olarak deneycilik, yalnızca duyum ve deneyimle temellenen bilgileri bilgi olarak kabul etmektedir. Bu tanıma göre, insan bilgisinin tek kaynağı deneyim ya da duyumdur. Bilginin kaynağında aklı gören rasyonalizm geleneğine karşıt olarak deneycilik her tür bilginin sonradan deneyimle, duyumlarla elde edildiğini ileri süren bir felsefi temele sahiptir.
İlk Çağ felsefesinde deneycilik
İlk Çağ felsefesinde temel felsefi problemler özellikle evrenin başlangıcı ve oluşumu, varlığın sebebi ve varoluşun anlamı, bilginin kaynağı ve anlamı gibi meselelerdir. Buna bağlı olarak deneycilik daha o zamanlardan bir epistemolojik tutum olarak belirir ve bilgiyi aklın yasalarına göre değil nesnelerin görünüşlerine göre belirleme yaklaşımı olarak şekillenir. Sofistlerde, Septiklerde, Stoacılarda belirli ölçülerde deneyciliğin izlerini bulmak mümkün olmakla birlikte, esas olarak iki önemli filozof bu gelenek içinde belirgin bir yere sahip olarak görünmektedir. Duyum, deneyim ve dolayısıyla ampirik bilgiyi merkeze alan felsefi yaklaşımın izleri bu iki filozoftan itibaren belirginleşmektedir.
Demokritos
Atomculuk olarak bilinen ilk çağ felsefe akımının öncüsü Demokritos'tur. Maddeci doğa bilimi anlayışının kökleri Demokritos'a dayanır, aynı zamanda nedensel-zorunlu evren anlayışı ve bu anlayış ekseninde temellenen felsefi-bilimsel düşünce de köklerini Demokritos'ta bulur. Her şeyin özü nedir sorusuna verdiği cevap "atom" olmuştur; bölünemeyen, nesnelerin son dayanak noktası, özü olarak atom. Her şey atomlar ve atomların hareketliliğinden ibarettir. Demokritos bu fikirlerinin felsefi çerçevesini, sonradan giderek sistematikleşerek deneycilik olarak adlandırılan akıma uygun bir nitelikte ortaya koymuştur. Bu bakımdan birçok önemli felsefe tarihçisi Demokritos'u aynı zamanda deneycilik akımının öncü isimlerinden saymaktadır.
Epikuros
Demokritos gibi deneyci filozofların öncülerinden sayılan Epikuros (ya da Epikur), soyut felsefi söylemlerden uzak durmuş, mutluluk problemini ele alarak farklı bir ahlak felsefesi geliştirmeye yönelmiştir. Epikuros'a göre Mutluluk, insanın doğayı ve evreni tanımasıyla mümkündür. Hareketlerin yasalarını tespit edebilmek içinse bilgiye gerek olduğunu söyler. Bilgi ise duyu verilerinden gelir; yani duyu verilerinin birçok kez tekrarlaması sonucunda elde edilen genel tasavvurlar, Epikuros'a göre, bilgilerdir. Bu tasavvurlar ya da bilgiler nesnelerin kendileri değil onlardan gelen yansımalardır. Epikuros, duyu organlarının yanıltıcı olabileceğini ya da yansımaları farklı şekillerde algılayabileceğini de öne sürer. Böylece akılla da bir yer verilmiş olur bilgi sürecinde. Epikur için duyu organları ve akıl, bilginin ortaya konulduğu araçlardır bir anlamda. Duyu organlarınca edinilen duyum ve izlenimler akıl vasıtasıyla tasavvurlara dönüştürülürler ve böylece bilgi ortaya çıkar. Ayrıca Epikuros, haz ve acı duygulanımlarının da bilgiyi etkilediğini, bilginin doğruluk değerinin kişilerin haz ve acı duyumlarına bağlı olarak değişiklikler gösterdiğini öne sürer.
17-18. yüzyılda deneycilik
İlk Çağ felsefesinde deneycilik, izlenimcilik ve duyumculuk akımlarının öncüsü sayılabilecek yaklaşımlar ortaya konulmakla birlikte, asıl olarak deneyciliğin sistematik bir felsefe olarak ortaya konulması Yeni Çağ olarak adlandırılan dönem ile birlikte meydana gelmiştir. Bu evrede deneycilik ilk çağ felsefesindeki duyumculuktan belirli ölçülerde ayrılarak sistematik bir yönelime girer. İngiliz deneyciliği olarak bilinen ünlü empirizm akımı yalnızca empirizmin en önemli akımı olmakla kalmaz, felsefe tarihi içinde de belirleyici bir öneme sahiptir, özellikle bilgi sorunsalı açısından kendi açmazlarıyla birlikte derinlikli çalışmalar ortaya koymuşlardır. Locke, Berkeley, Hume, Hobbes ve Bacon İngiliz deneyciliğinin tartışmasız isimleridir ve kendilerinden sonraki felsefenin yönünü etkilemişlerdir.
İngiliz deneyciliği
John Locke
John Locke İngiliz felsefesinin ve deneycilik felsefe akımının yeni çağda yeniden doğmasını ve gelişmesini sağlayan filozoftur. Deneyciliğin kendi başına ve sistematik bir felsefe olarak ortaya çıkmasında Locke öncü isimdir. Locke'un etkisi özellikle 18. yüzyıl boyunca belirgindir. Hem insan düşüncesinin özgürlüğünü savunması hem de insan bilgisi ve eylemliliğini deneye dayandırması bakımından Locke, aydınlanmacı felsefeyi de önemli ölçüde etkilemiş düşünürlerden biridir. Bilgi düzeyinde Locke'a göre, doğuştan gelen ya da deneyimden önce var olan herhangi bir bilgi ya da önsel ilke (apriori) söz konusu değildir. Aksine bütün bilgiler, düşünce ve kavramlar deneyden ileri gelmektedir, çünkü zihinde herhangi bir duyumla bağlantılı olmayan hiçbir düşünce mevcut değildir. Daha önceden mevcut olduğu varsayılan kavram ve ilkeler ise, başka insanların kendi deneylerinden çıkarıp doğru ve geçerli saymış olmalarından ileri gelmektedir. John Locke İnsan Anlığı Üzerine Deneme adlı kitabında felsefesini açıklar. Genel anlamda insan unsurunu konu edinmekle birlikte, özel olarak bilgi sorunsalı üzerinde durmaktadır burada. İnsan zihninin dünyaya geldiğinde bir tabula rasa olduğunu teorik bir önerme olarak ileri sürer Locke. Böylece bilgi ve bilginin dayandırıldığı bütün kavramların deneyle kazanıldığı tezi öne sürülür. Zihnimiz, deney ve gözlemlerin sonucu ortaya çıkan izlenimlerle zaman içinde dolar. Locke deney alanını iki bölüme ayırır; dış algılar (sensation) ve iç algılar (reflexion). Bütün bilgi ve düşünceler bu ikili deneyden gelmektedirler.
David Hume
David Hume, emprizmin sistematikleştirilmesinde ve kuramsal gücünü felsefi bir akım olarak doruk noktasına taşınmasında daha da belirgin bir isim olarak ortaya çıkar. 17. yüzyılın doğa bilimi anlayışında geçerli olan nedensellik ilkesini Hume felsefî bir konumda yeniden değerlendirir; "her sonucun bir nedeni olduğu ve her etkinin bir sebebi bulunduğu" fikriyle öne sürülen bu düşünce, David Hume sonradan çağrışımcılık olarak bilinecek olan akımın öncüsü olarak tesciller. Öyle ki aklın ve mantığı ilkeleri ve temel kategorileri bile, sonuçta izlenimlere dayanır. Hume nedensellik ilkesinin böyle olduğu belirtir. Bu bakımdan empirizm Hume'da doruk noktasına ulaşmıştır. İnsan Doğası Üzerine Bir Deneme kitabında Hume, tıpkı önceki Locke gibi, insan kavramlarının ve fikirlerinin kaynağının ne olduğu sorusuyla ilgilenir. Her iki filozof da empirist olmasına rağmen Hume, bazı noktalarda Locke'dan ayrılır. İç ve dış algı ayrımını reddeden Hume, bu iki alanı birleştirmeye yönelir, insanın bilgi alanının bu şekilde bölümlenemeyeceğini ileri sürer. Hume'un ortaya koyduğu ayrımlar daha başkadır; izlenimleri ve kavramları ayırır. İzlenimler duyu organlarının algıladıklarından ileri gelir; kavramlar ya da düşünceler ise artık canlılığını yitirmiş olan izlenimlerin tasavvurlarından meydana gelir. Zihnin temel görevi, duyularla elde edilen verilerin üzerinde işlem yapmak, izlenimleri bilgiye dönüştürmektir. Bütün fikirlerin temeli bu izlenimlere dayanır çünkü. En soyut idealardan bir olan Tanrı ideası bile, insanların deneyimlerindeki izlenimlerinden meydana gelmiştir.
John Locke rasyonalistlere karşı bir fikir ortaya koymuştur. Ona göre duyumlarla algılanamayan bir şey bilinemez.
Thomas Hobbes
Belirli anlamda materyalizmin de Yeni Çağ felsefesi içinde temsilcisi sayılan Hobbes, fiziksel gerçekliği her şeyden üstün tutmuş, her şeyin fizik maddenin hareketinden ileri geldiğini öne sürmüştür. Hobbes asıl olarak ününü siyaset felsefesindeki düşüncelerine borçludur. Bununla birlikte Hobbes'i söz konusu dönem içindeki deneycilik akımı içinde değerlendirmek yerinde olur. Hobbes da deneyci felsefenin kuramsal ve yöntemsel ögelerini sahiplenir. Bilginin kaynağı olarak fiziksel gerçekliğin deneyimini, yani duyu algılarının rolünü öncelikli olarak alır. Hobbes da diğerleri gibi tüm bilginin temelinde duyuların, yani duyu deneyinin olduğunu öne sürer. Bununla birlikte Hobbes empirik filozoflarda görülmeyecek şekilde matematikle, özellikle geometri ile ilgilenmiştir.
George Berkeley
Berkeley, empirist felsefe akımının önemli isimlerinden olup geliştirdiği felsefi yaklaşımla materyalist yönelimli empirisitlerden farklı olarak tamamen idealist yönelimli bir yaklaşım geliştirdi. Öyle ki, Berkeley sonuç olarak maddi varlığın gerçekte var olmadığı sonucunu öne sürdü. John Locke'u, maddenin kendi başına var olduğunu düşündüğü, bu anlamdada eski soyut felsefelere inandığı gerekçesiyle eleştirdi. Berkeley bu anlamda idealizmin en ünlü temsilcilerinden sayılır; ancak aynı zamanda empirist felsefe içinde de yer almaktadır. İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine İnceleme adlı kitabında temel felsefi kavramlarını geliştirir. Berkeley'e göre, nesnelerin özü, algılanmış olmalarından ibarettir. Buna göre nesneler düşünceden başka bir şey değildirler. Algılar saf düşüncelerdir ve kendisiyle ilgili edindiğimiz düşünceler dışında madde diye bir şey yoktur. Her şeyin dayanak noktası duyumsal kesinliktir, bilginin değeri duyumsal kesinliğe dayanmasıyla anlam bulur.
Francis Bacon
Bilimsel düşüncenin Yeni Çağdaki öncüsü sayılan Francis Bacon, aynı zamanda belirli bir şekilde deneyci felsefeninde öncü isimleri arasında yer alır. Locke ile sistematikleşip Hume ile doruğuna ulaşan Mill ve Bertrand Russell ile devam eden İngiliz empirizminin bir anlamda kurucu Bacon'dır. Bacon'ın bilimsel yöntem olarak öne sürdüğü tümevarımsal yöntemi, gözlem ve olguların toplanması, bunlar üzerinden sonuçlara gidilmesi yaklaşımını içerdiğinden, empirik felsefenin temel yöntemsel yaklaşımına denk düşer. Bacon'a göre bilim nedenlerin keşfedilmesi uğraşıdır. Nesnelerin biçimsel nedensellikleri onların fiziksel niteliklerinden ileri gelir ve tümevarımsal yöntem bu nedenselliklerin ortaya konulup bilgiye ulaşılmasının yöntemidir.
John Stuart Mill
John Stuart Mill asıl olarak yararcılık olarak adlandırılan bir düşünür olarak ün yapmış olan İngiliz filozofudur. Mantıkta tümevarımsal yaklaşım geliştirilmesine önemli katkılar sağlamıştır. Deneyci filozofların çizgisinde devam ederek, özellikle Berkeley'le bağlantılı önermeler geliştirmiştir. Mill, Berkeley'den dış dünyanın/maddenin gerçekliği konusunda ayrılır, ona göre duyumların dayanak noktası, maddi gerçekliktir.
Condillac
Fransız filozof Condillac, empirik felsefenin özellikle Sensualizm (duyumculuk) yönünde geliştirilmesini sağlamış ve bu yönde temellendirmiştir. Bilgi teorisi konusunda kapsamlı yapıtlar üretmiş olan Condillac, aydınlanma çağında özellikle İdeolog olarak adlandırılan düşünürleri etkilemiş ve günümüze kadar gelen birçok tartışmanın teorik temellerini atmıştır. Condillac için felsefe kısaca duyumların bilgisi üzerine düşünmek olarak tanımlanır ki, bu aynı zamanda her tür bilginin temelinde duyumlar olduğu tezinin öne sürülmesidir.
Çağrışımcı deneycilik
Kurucuları David Hardey ve Joseph Priestley olan deneyci akım.
Duyumculuk, Pozitivizm, Pragmatizm ve Deneycilik ilişkileri/ayrımları
Empirist felsefe, ince nüanslar ve kavram ayrımları üzerinden ya da öncelikli ilkelerin neler olduğu ve yöntemsel yaklaşım noktasındaki ayrımlardan hareketle farklı kollara ayrılır ve kuramsal konumlanışları itibarıyla birbirlerinden farklılaşırlar. Belirli bir noktada bu farklılıklar farklı felsefe eğilimleri olarak belirlemelerini getirir. Bunun yanında, hepsinin öncelikli ilkesel kavramı farklı olmakla ve farklı bir felsefi konuma yönelmeleri söz konusu olmakla birlikte, rasyonalist geleneğe karşıt olarak, deneye, gözleme, pratik olana, yaşama öncelik verdiğini iddia eden bir epistemolojik temele dayanırlar. Duyumculuk duyu verilerinin bilginin temeli olduğunu, pozitivizm gözlem ve deneyin doğrulanabilirliğin tek kaynağı olduğunu, pragmatizm somut yaşamın ve pratiğin her şeyin ölçüsü olduğunu öne sürdüğünde deneycilik felsefesinin epistemolojik konumundan kalkış yapmaktadırlar.
Mantıksal empirizm ya da mantıkçı olguculuk olarak bilinen bir felsefi konuma sahip olan Viyana Çevresi, belirli şekillerde deneycilik felsefesinin teorik öncüllerini sürdürür. Özellikle pozitivist anlamda deneyciliği değerlendirmişlerdir. Mantıksal empiristlerde "anlan" kavramı önemli bir yer tutar. Anlamlı önermeler doğrulanabilir, yani gözlem ve deney ile açık seçik bulgulanabilir olan cümlelerdir bulgular Doğrulanabilirlik ilkesini öne sürmüşler ve bunun temeline de deney ve gözlemi koymuşlardır. Bu gruba göre gözlemle doğrulanamayan her şey metafiziktir ve metafizik olan her şey de anlamsızdır.
Viyana çevresi düşünürleri
- Moritz Schlick
- Rudolf Carnap
- Herbert Feigl
- Otto Neurath
- Karl Menger
- Hans Reichenbach
Viyana Üniversitesi'nden Moritz Schlick etrafında toplanmış düşünürlere ilave olarak, Berlin Üniversitesi'nden Alman düşünürler de bu akımın etrafında toplanmışlardır.
Bertrand Russell
Bertrand Russell, matematiksel mantık alanındaki çalışmalarını felsefe alanına genişleterek bir mantıksal atomculuk öğretisini geliştirmiştir. İngiliz filozofu olarak Russell epistemolojik olarak empirizmi benimser ve deneysel bilgimizin temel olduğunu, bunların betimsel ve tanışıklık yoluyla elde edilmelerine bağlı olarak iki türe ayrıldığını öne sürer. Russell, analitik felsefeyle ve mantıksal empiristlerle ya da mantıksal olgucularla bazı bakımlardan benzer teorik konumlara sahiptir.
Empirizm eleştirileri
Duyuları ve duyumları bilgi problemi açısından yeniden önemli kılmasıyla etkili olan deneycilik felsefesi, duyum ve deneye aşırı ve buna bağlı olarak da yanlış bir yer vermekle eleştirilir. Özellikle aklı tamamen geri plana itmesi ve hatta tamamen önemsiz kılması, deneyciliğe yönelik yoğun eleştirilerin ortaya çıkmasına yol açar. Zihnin boş bir levha olduğu önermesi, sonradan daha çok yanlışlanabilir bir önerme olarak belirmiştir; zihnin, duyumların etkisiyle hareket eden bir makine/araç olmadığı ya da nesnelliği yansıtmaktan ibaret edilgen bir konum olmadığı psikanaliz, antropoloji gibi bilim alanlarından gelen katkılarla da eleştirilebilir olmuştur. Dil-zihin-gerçeklik ilişkisinde empirik önermelerin geçerli olmadığı, bağımsız bir deney ve gözlem alanı bulunmadığı, her tür gözlem ve deneyin, izlenimlerin belirli bakış açılarına göre üretildiği ileri sürülmüştür. Empirizm eleştirilerinin doruk noktası W. V. Quine'in Deneyciliğin İki Dogması adlı kitabıdır. Quine, burada deneyciliğin temel önkabullerine yönelik eleştirilerini yöneltir. Bir yandan, analitik önermeler ile sentetik önermeler arasında yapılan katı ayrım eleştirilir ve apiriori bilgilerin olduğu öne sürülür. İkinci olaraksa, deneyciliğin öne sürdüğü deneyimin koşullarına yönelik bilginin nereden geldiğine ilişkin eleştiri dile getirilir. Ayrıca gözlem sonuçlarının sentezlenmesini sağlayan tümevarım ilkesinin deneyimle nasıl temellendirileceği sorusu da deneyci felsefecilere yöneltilir.