İçeriğe atla

Düşlerin Yorumu

Düşlerin Yorumu
Die Traumdeutung
Düşlerin Yorumu 1. Kitap
YazarSigmund Freud
ÇevirmenEmre Kapkın (İngilizceden çeviri)
ÜlkeAvusturya Avusturya
DilAlmanca
KonuPsikanaliz
TürAraştırma-İnceleme
Yayım1900
YayımcıPayel Yayınları
ISBN9789753880336

Düşlerin Yorumu veya Rüyaların Yorumu (AlmancaDie Traumdeutung), Avusturyalı nörolog Sigmund Freud'un en ünlü çalışmalarından biridir. Aslında 1899 yılında yayımlanan kitap yayınevi tarafından 1900 tarihiyle basılmıştır. Freud, araştırma hayatı boyunca bu çalışmasına devam etmiş ve gelişmeleri yeni baskılarına eklemiştir. Yazıldığı dönemde çok ilgi çekmemesine rağmen sorguladığı konu ve uyguladığı yöntemle zamanla ön plana çıkan eser olumlu ve olumsuz birçok tepki almıştır. Özellikle rüya incelemelerinin bilimselliğinin tartışmaları Freud'un eleştirildiği önemli noktalardan biri olmuştur.

Düşlerin Yorumu, yazarın düşün dünyasını her açıdan etkileyen Oidipus kompleksini de ilk defa ileri sürdüğü eseridir. Eserin yazılma aşamasından Freud'un Wilhelm Fliess ile yazışmalarında, bu fikri edindikten sonra "önce kafasındaki düşünceleri yazmak istediğini, daha sonra literatürü inceleyip duruma göre tartışmasını değiştirmeyi planladığını" belirtmektedir. Araştırmanın özgünlüğü için böyle bir gereksinim hissettiğini ifade eder. Fakat bazı iddialarının Nietzsche'nin Tragedya'nın Doğuşu adlı eserindeki Oedipus ile ilgili tartışmalarına benzerlik göstermesi, Freud kendisine herhangi bir gönderme yapmasa da, ondan etkilendiğine işaret edebilir.[1]

Rüya, uykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM)adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere de neden olan rüyalar, her zaman için ilginç ve yoruma açık bir konu oluşturmuşlardır. Farklı psikoloji ekollerinin, parapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuştur. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar halen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır. Rüyaların bilimsel incelenmesi oneiroloji adını alır.

Freud'un rüya yorumlama teknikleri

Kitabın ikinci bölümünde rüya yorumlamasında kullandığı yöntemleri açıklayan yazar, örnek olarak kendi gördüğü 23-24 Temmuz 1895 tarihli "Irma" rüyasını kullanmaktadır. Bu tartışmasında iki yöntem ön plana çıkar: "Sembolizm" ve "şifre" yöntemi. Sembolik rüya anlayışını yeteri kadar bilimsel olmadığı gerekçesiyle elese de özellikle edebiyatçılar tarafından yaratılan yapay rüyalar için geçerli bir sistem olarak tavsiye etmektedir. Bilincin incelenmesi bağlamında kendisi şifre çözme yöntemini tercih etmiştir. Bu metoda göre rüyaların bir bütünü oluşturan parçalarının rüyayı gören kişinin uyanık hayatı ve psikolojisi üzerinden incelenemesi söz konusudur.

Bir "Dilek gerçekleşmesi" olarak rüya

Freud, üçüncü bölümde rüyalar üzerine tavrını açıkça ortaya koymaktadır. Ona göre rüya bir "dilek gerçekleşmesi"dir.[2] Araştırmacının bu açıklaması tepki almış ve çevresindeki birçok insan aksini kanıtlamak için rüya örnekleri vermişlerdir. Kitabında bunlardan bazılarını anlatan Freud, bu sözde dilek gerçekleşmesi olmayan rüyaların aslında nasıl dilek gerçekleşmesi olduğunu yorumlarıyla kanıtlamaktadır. Yazara göre rüyalar bazen oldukça açık bir şekilde bazen de ilk bakışta ortaya çıkmayan gönderimlerle, ama her seferinde rüyayı gören kişinin uyanık hayatta gerçekleştiremediği bir dileğin rüya aracılığıyla gerçekleştirilmesi ve bir bakıma bilincin rahatlatmasıdır.

Rüyada çarpıtma ve sansür

Rüyanın bir dilek gerçekleştirme olduğunu söyleyen yazar, rüyanın bunu doğrudan gerçekleştirmemesini "çarpıtma" kavramı ile açıklar. Kitabı dördüncü bölümünü ise bu çarpıtmayı örneklerle açıklamaya ayırır. Rüya-çarpıtması, bilincin rüyalara uyguladığı bir çeşit sansürdür. Bu doğrultuda rüyanın dilek gerçekleştirme olduğu iddiasını şu şekilde güçlendirir:[3]

Rüya (baskı altında tutulmuş) bir dileğin (başka bir kılıkta) gerçekleşmesidir.

Rüyanın malzemeleri

Freud, kitabın bir sonraki bölümünde rüya malzemesinin nereden geldiğini açıklamaktadır. Buna rüyanın içeriğini ikiye ayırmakla başlar: rüyada görülen asıl içerik ve bu içeriğin oluşumuna katkıda bulunan ve yorumlanmasında önem taşıyan düşünsel içerik. Asıl içerik, yani görülen malzeme deşifre edilmesi gereken malzemedir ve uyanık hayatla kurulan bağlantılar doğrultusunda yorumlanarak düşünsel niteliği ortaya çıkarılır. Rüya yaratımında bu içerikleri yaratan malzemelerin üç ana özelliği vardır:

  1. Rüya görüldüğü gecenin gündüzündeki izlenimleri tercih eder.
  2. Bu izlenimlerden genellikle önemli olan detayları değil kıyıda köşede kalmış ufak detayları seçer.
  3. Çocukluğumuzdan kalma çok eski, unuttuğumuzu sandığımız detayları bulup çıkarabilir.

Bölümün devamında rüya malzemesinin niteliklerini ve bu niteliklerin nasıl bir araya gelip rüyanın iki seviyeli içeriğini oluşturduklarına örnekler vermektedir. Rüya malzemesinin kaynakları üç genel grupta toplanmaktadır. Yakın döneme ait anılar, bebeklik dönemine ait anılar ve doğrudan bedensel kaynaklardan gelen uyarıcılar. Yazar rüyaların en önemli malzemesi olarak bebeklik anılarını verirken yakın dönem anılarının da bir çeşit tetik olarak altını çizmektedir. Bedensel uyarıcıları etkisini ise kabul etmekle birlikte önemsiz, daha doğrusu etki seviyesi çok düşük olarak değerlendirmektedir.

Tipik Rüyalar

Freud bu bölümde ayrıca hemen hemen herkesin gördüğü "tipik" rüyalara örnekler verip yorumlamaktadır. Bunlardan birincisi "çıplaklık" rüyasıdır. Kişinin rüyasında kendini çıplak ya da yarıçıplak görmesi, bundan rahatsızlık duyması, durumdan kurtulmak için bir şeyler yapmak istemesi ama yapamamasını içerir. Yazarın yorumlamasına göre bu tip rüyalar; rüyayı gören kişinin bebeklik dönemindeki "teşhircilik" dileğinden kalmadır. Bebeklikte kendi çıplaklığından alınan zevkten, büyüme ve kültürleşme sürecinde vazgeçilmek zorunda olunması ve bastırılmasıyla bu dileğin izleri, yetişkinlikte rüyada dilek gerçekleşmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Rüyada duyulan utanç ise bilinçaltındaki ikincil alanın sansürcü olarak devreye girmesidir.

Tipik rüyaların ikinci örneği, sevilen birinin öldüğünün görülmesidir. Freud, bu rüyaları da bebeklikten kalma dileklere bağlamaktadır. Eğer öldüğü görülen kişi bir kardeş ise kişinin yaşadığı, yine erken yaşlardan kalma, kendisine gösterilen ilginin paylaşılma durumu ve buna bağlı olarak rekabet duygularını içermektedir. Fakat bu rekabet duygusunda yaş farkı önemli yer tutmaktadır. Bu rüyalarda görülen kişi anne ya da baba ise yine benzer bir ilgi paylaşımı durumu söz konusudur. Bu tür rüyalarda hemen her zaman kişi kendi cinsiyetinden olan ebeveynin öldüğünü görmektedir. Yani genellikle kız çocuk annenin, erkek çocuk babanın öldüğünü görür. Bunun nedeni kültürleşme sürecinde çocukta cinsiyet ayrımlarının oluşmaya başlaması ve kendi cinsiyetinden olanın olası rakipliğidir. Kısacası özde çocuksu bir bencillik yatmaktadır. Fakat şu unutulmamalıdır ki çocuklar için ölüm yetişkinlerindeki deneyimindeki anlamını taşımamaktadır. Onlar için ölüm kişinin uzun süreli uzaklaşmasından, bir yerlere gidip dönmemesinden öteye gitmemektedir. Yani yetişkinlerdeki gibi hayatın sona ermesi, toprağa gömülme, biyolojik bedenin çürümesi, hiçlik, varolmamak gibi karmaşık duygu ve düşünceleri içermez. Çocuk ölümden bahsettiğinde oldukça masum duygulara sahiptir. Kişinin yetişkinliğinde bu tür rüyalar görmesi yine çocukluktan kalma dileklerin gerçekleşmesidir.

Oedipus Rex

Freud, tipik rüyalar altında erkek çocuğun babasının ölümünü dilemesinden bahsederken ünlü Oedipus teorisini de ilk defa ortaya koymaktadır. Efsaneye göre Thebes'in kralı Laius oğlu Oedipus'un kendisini öldürüp tahtına geçeceği kehanetini duyduktan sonra oğlunu Thebes'ten uzaklaştırır. Başka bir kral tarafından büyütülen Oedipus babasını öldürüp annesiyle evleneceği kehanetini duyunca ülkesinden ayrılır. Yolda Laius ile karşılaşır ve savaşarak onu öldürür. Thebes'e vardığında büyük sfenks'in bilmecesini çözer ve kral ilan edilir. Bilmeden annesiyle evlenir ve çocuk sahibi olur, bunu öğrendiğinde ise ceza olarak kendi gözlerine mil çektirir. Bu bağlamda Freud, erkek çocukların anneleri ile olan yakınlığının büyüdüğünde bozulması ve babanın bir irade temsilcisi olarak bunun nedeni olmasından dolayı çocuğun bilinçaltında rekabet ve nefret oluşur. Zamanla kültürleşme sürecinde bu duygular unutulsa da erkek çocuğun bilinçaltında babanın yerini alma ve anneye tekrar tamamen sahip olma (bebeklik dönemindeki gibi) dileği yer edinir. Efsanede ve Sofokles'in oyununda Kral Oedipus'un hikâyesi aslen kaderden kaçılmayacağı ve Tanrıların gücünü anlatsa da Freud'un baba-oğul rekabetini örneklemesi için önemli bir araç olmuştur.[4]

William Shakespeare'in Hamlet oyununu da bu bağlamda değerlendiren Freud, edebi eserlerin yazarlarının psikolojik süreçlerinin ürünleri olduğunu ileri sürerek Psikanalitik edebiyat kuramının temellerini atmıştır.[5]

Rüyanın İşleyişi

Freud, rüyaların oluşumu ve işleyişi için üç önemli işlemden bahsetmektedir: yoğunlaştırma (condensation), üst-belirleme (over-determination) ve yer değiştirme (displacement)'dir.

Yoğunlaştırma

Oldukça az olan rüya malzemesinin aynı anda birçok düşünce ve duygunun ifadesi olmasına denir. Bu nedenle Freud "Yazıldığında rüya yarım sayfa dolduracaktır ama arkasında yatan analizi altı, sekiz, on iki kat daha çok sayfa isteyecektir" demiştir.[6] Bu yoğunlaştırmanın herhangi bir oranı ya da orantısı bulunmamaktadır, çünkü rüya gerçeğin birebir sembolü değil, birçok işlemden geçmiş ifadesidir.

Üst-belirlenme

Yoğunlaştırmayla bağlantılı olarak rüyaların düşünsel ifadesinde bir "üst-belirlenme" oluşur. Yazar bunu şu şekilde açıklar: Çağrışımlar aracılığıyla rüya içeriğinin bir öğesi birçok düşünceye bağlanabilir ya da bir düşünce birçok farklı rüya öğesinde temsil edilebilir.[7] Bu şekilde rüyanın içeriği ve onu oluşturan düşünceler arasında birçok kesişme noktası olmasına Freud üst-belirlenme demektedir.

Yer Değiştirme

Psikanalize göre rüyalar "farklı" şekilde odaklanırlar. Rüyanın içeriğinde ön plana çıkan öğeler rüyaya neden olan düşünsel gerçek için aynı derecede önemli olmayabilir. Ya da rüyayı oluşturan düşünsel içeriğin en önemli detayları rüyada önemsiz bir yere sahip olabilir. Hatta rüyada hiç yer almayabilir ve sadece analiz ile kurulacak bağlantılarla ortaya çıkabilirler. Bu önem ve odak değişikliklerine Freud "yer değiştirme" demektedir.

Mimarın rüyası, Thomas Cole, 1840

Rüyada temsiliyet

Rüyadaki öğelerin rüyayı oluşturan düşüncelerle arasındaki bağlantı özde temsiliyete dayanmaktadır. Yani rüyasını gördüğümüz şeyler rüyada gerçekleşen düşünsel bir süreci ifade etmemektedirler. İfade edilen süreç kişinin uyanıkken gerçekleştirdiği entelektüel bir aktivitedir. Rüya bu sürecin niteliklerini kalıp olarak alır ve belirli bağlantılarla malzemesine ekler. Bu nedenle rüyalarda mantık bağlantıları, neden-sonuç ilişkileri ya da çelişkiler doğrudan belirmez. Örneğin rüyada "hayır" yoktur, bu olumsuzluğu rüya, malzemenin karşısına çıkardığı karşıtlık ve çelişki ile verir. Ayrıca iki ya da daha fazla şey arasında seçim yapılması gereken durumlarda rüya seçenekleri birleştirerek bileşik bir yapı yaratır. Mesela rüyadaki bir kişi birden fazla kişinin belirleyici niteliklerini taşıyarak bir melez karakter olur. Bu tür durumlarda düşün yorumu "şu ya da bu" şeklinde değil, ikisi birden, yani "ve" bağlacıyla kurulmalıdır.

Buna ek olarak Freud, temsiliyet ilişkilerinde dile çok büyük önem vermektedir. Rüya oluşum aşamasında görsel olarak temsil edemediği şeyleri, dil oyunlarıyla başka imajlara yönlendirerek görselleştirir. Bu bağlamda, kimi zaman, eşanlamlılık, eşseslilik gibi nitelikler ön plana çıkar.

Rüyada hesap işlemleri ve konuşma

Rüya kendi kendine konuşma üretecek bir düşünsel sürece sahip değildir. Genellikle rüyada konuşulanlar, kurulan cümleler daha önce uyanıkken söylenmiş, duyulmuş ya da okunmuştur. Bunların dışında kalanlar da bir şekilde onlara bağlantılıdırlar. Burada yine dil oyunları devreye girer.

Hesap işlemleri ise genellikle yanlış çıkmaktadır. Bunun nedeni olarak Freud, aslında bu hesap işlemlerinin gerçek hesapla bir alakaları olmamalarını gösterir. Rüyada geçen sayılar uyanık hayatta başka bağlamlarda geçmiş olan sayılarla alakalıdırlar. Rüya oluşurken rakamların ifade ettikleri önemi temsiliyet yöntemiyle ortaya koyar.

Bu savı destekleyecek bir kanıt şu olabilir: Uyurken insanların mantıksal ve matematiksel işlemlerden sorumlu olan beynin pre-temporal lobunun pasif halde olmasıdır.

Saçma rüyalar

Çoğu zaman kişi, gördüğü rüyanın saçmalığından bahseder. Freud'a göre sağlıklı bir insanı gördüğü saçma rüyalar aslında bir eleştiri ve alay mekanizmasıdır. Rüya ifade etmek istediği düşünce ve duyguyu ona uygun gördüğü bir formatta yaratır. Yani düşünsel içerik rüyanın şeklini belirler. Bu tür rüyalar analiz edildiğinde ortaya genellikle ifade edilen duruma bir eleştiri söz konusudur, ama bu eleştiri bir çeşit sansürden geçer. Yazar özellikle babası ölmüş kişilerin babalarını gördükleri rüyaların bu şekilde olduğunu ve bunun yine Oidipus kompleksi ile bağlantılı olduğunu iddia etmektedir.[8] Belki de saçma rüyaların işlevinin en iyi örneği edebiyattaki "deli" ya da "aptal" karakterlerini verir. Bu karakterler en ifade edilmesi zor şeyleri, deli oldukları gerçeğinin arkasına saklanarak rahatlıkla ifade edebilmektedirler. Örnek olarak Shakespeare'in oyunlarından Kral Lear ve Hamlet verilebilir. Kral Lear'daki "deli" karakteri Lear'ın en büyük eleştirmeniyken, Hamlet deli olduğunu iddia ederek kontrolü elinde tutar.

Bu bölümde Freud dikkatleri rüyaların kendi yargı mekanizmaları olmadığına çekmektedir. Yani rüyalarda ön plana çıkan değer yargıları ve ilgili yorumsal nitelikler rüyadan değil, rüyanın oluşumunu sağlayan düşünsel malzemeden gelmektedir. Yani bir çeşit uyarlamadır. Kimi zaman bu uyarlama o kadar başarılı olur ki, rüyanın bağımsız bir düşünce süreci varmış duygusu yaratır.

Rüyaların duygusal etkileri

Benzer bir durum rüyalarda ifade edilen duygular ile asıl hissedilen duygular için de söylenebilir. Rüyanın malzemesi olan düşünceler yoğun bir sansür ve değişim sürecinden geçer, ama bu düşüncelere bağlı olan duygular kalır. Bunun sonucunda bazen "rüya görme" süresince korku, üzüntü gibi duygular hissedilmesi gerekirken bu duygular hissedilmez. Ya da rüyada alakası olmayan bir durumda sevinç veya acı hissedilebilir. Kısacası rüyada hissedilen duygunun kaynağı rüyadaki imgeler ve olaylar değil, onların altında yatan ve yönlendirmeyle oluşmasını sağlayan asıl düşüncelerdir. Ayrıca rüyanın kendi malzemesi ile düşünsel malzemesinin duygular ile bağlantısı şu şekilde açıklanabilir: Rüyada bir duygu varsa, bu mutlaka rüyanın düşünsel kaynağında da bulunur. Ama düşünsel malzemeye bağlı bir duygu illa rüyanın kendisinde var olacak diye bir kural bulunmamaktadır.[9]

Rüya Sürecinin Psikolojisi

Rüyaların büyük bir bölümü uyanıldığında unutulmuş olur. Hatırlanmaya çalışıldığında eklemeler olacağı varsayımıyla Freud'un rüyalara ve psikanalitik niteliklerine verdiği önem eleştirilmektedir. Fakat Freud'a göre bu eleştiriler yersizdir. Rüyaların unutulması ve başkasına anlatılırken değişebilmesi durumu aslında yorumlamayı önemli ve olumlu şekilde etkiler. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: Rüya bir "dilek gerçekleşmesi"dir. Genellikle bilinçaltında kalan bir dileğin rüyanın oluşum sürecinden geçerken sansüre ve değişime uğramasıyla oluşan, yoğunlukla görsel bir deneyimdir. Bilinçaltındaki dileğin rüyada ifadesini sağlayan sansür kişi uyandığında da devam eder. Rüyaların unutulması veya anlatılırken değişikliğe uğraması aynı sansürün ürünüdür. Yani yorumlanan malzemeye yapılan değişiklik de yorumlamanın bir parçası olmalıdır. Nitekim, ister uyku halinde ister uyanıkken olsun düşünce dilekler aynı sistemin sürecinden geçmektedir.

Yazara yöneltilen bir eleştiri de yorumlamaların psikiyatrist tarafından rastgele bağlantılar üzerine kuruluyor olmasıdır. Freud'a göre bu bağlantılar rastgele değil bir kırılma noktasına kadar sürdürülen çağrışımlarla birbirlerine bağlıdırlar. Kimi zaman sansürden dolayı bu bağları görmek kolay olmayabilir ama psikanalitik yöntemi iyi bilen bir doktor, hastanın da yardımıyla bu bağlara ulaşabilmektedir.

Freud aslen nörolog olduğu için çalışmalarının büyük çoğunluğu histeri üzerinedir. Rüya yorumlarında da histeri hastaları üzerinde kullandığı bazı yöntemleri kullanmaktadır. Ona göre histerinin belirtilerinden halüsinasyon özde rüya ile benzerdir. Çılgın fanteziler artık kendini saklamaya gerek duymayan bir sansürün ürünüdür. Kontrol edilemeyen sansür karşı çıktığı parçaları tamamen siler ve geriye anlaşılması imkânsız sayıklamalar bırakır.[10]

Notlar

  1. ^ Rachel Bowlby, Freudian Mythologies, bölüm I, "Freud's Classical Mythologies," s. 14-46.
  2. ^ Sigmund Freud, The Interpretation of Dreams, s. 97.
  3. ^ The Interpretation of Dreams, s. 124
  4. ^ The Interpretation of Dreams, s. 201-205.
  5. ^ The Interpretation of Dreams, s. 204.
  6. ^ The Interpretation of Dreams, s. 212
  7. ^ The Interpretation of Dreams, s. 216.
  8. ^ The Interpretation of Dreams, s. 278
  9. ^ The Interpretation of Dreams, s. 304
  10. ^ Interpretation of Dreams, s. 344.

Kaynakça

  • Sigmund Freud, The Interpretation of Dreams, Oxford University Press.

İlgili Araştırma Makaleleri

Psikoloji veya Ruh bilimi, içgüdüsel davranışları ve zihni inceleyen bilimdir. Bilinçli ve bilinçsiz olayların yanı sıra daha çok duygu ve düşüncenin incelemesini içeren Psikoloji, çok kapsamlı bir bilimsel alandır. Bu alanda uzman olan ve aynı zamanda bilgi araştırması yapanlara psikolog denir. Psikologlar, beyinin ortaya çıkan özelliklerini ve ortaya çıkan özelliklerle bağlantılı tüm fenomenleri anlamaya çalışırlar ve bu şekilde daha geniş nöro-bilimsel araştırmacı grubuna katılırlar. Psikoloji bilimi, bir sosyal bilim olmasına rağmen aynı zamanda doğa bilimleri olarak da kategorize edilebilir. Özellikle beyin biyolojisi bilgisini oldukça kullanır ve geliştirir.

Psikoterapi, bireylerin duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü, ruh sağlıklarının geliştirilmesi ve korunmasını amaçlayan tekniklerin genel adı. Psikoterapi her zaman sadece tek tek bireyleri konu almaz, zaman zaman incelenen tüm bir ailenin etkileşimsel meseleleri zaman zamansa incelenen bir çiftin birbiriyle olan ilişkisindeki bazı sorunların ruh sağlığı temelindeki kökleri olabilir. Ruh-zihin sağlığına dair sorunların psikolojik, sosyolojik veya somatik boyutları olabilir.

<span class="mw-page-title-main">Sigmund Freud</span> Psikanaliz biliminin kurucusu olan nörolog

Sigmund Freud veya doğum adı ile Sigismund Schlomo Freud, psikolojinin en önemli alt dallarından biri olan psikanaliz biliminin kurucusu olan Avusturya doğumlu Yahudi nörolog. Psikanaliz, hasta ile psikanalist arasında gerçekleşen diyalog yoluyla psikopatolojik vakaları tedavi etmekte kullanılan klinik yöntemidir. Hastaların zihinsel süreçlerinin bilinç dışı unsurlarla olan bağlantılarını ortaya çıkarmaya çalışır. Freud'a göre, bilinç dışına itimler yaşantıların kendileri değil, anıları üzerinde gerçekleşirler. Ancak söz konusu istekler gerçeğe dönüştürüldüğünde, daha doğrusu doyurulduğunda karşılaşılacak üzüntü ve pişmanlık duygusundan kaçınılmaktadır.

Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan postmodernizm; mimari, felsefe, edebiyat, resim gibi alanlarda kendini göstermiştir.

<span class="mw-page-title-main">Carl Gustav Jung</span> İsviçreli psikiyatr, analitik psikolojinin kurucusu (1875–1961)

Carl Gustav Jung, İsviçreli psikiyatr. Analitik psikolojinin kurucusudur. Derinlik psikolojisinin Sigmund Freud ve Alfred Adler ile beraber üç büyük kurucusundan birisidir.

Sanat eğitimi, kişinin duygu, düşünce ve izlenimlerini anlatabilmek, yetenek ve yaratıcılığını estetik bir seviyeye ulaştırmak amacıyla yapılan eğitim faaliyetlerinin tümüdür.

Ergenlik, adolesans veya puberte, insanlarda meydana gelen, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemidir. Ergenlik, bireyde çocuksu tutum ve davranışların yerini yetişkince tutum ve davranışların aldığı, cinsiyet karakterlerinin kazanıldığı, bireyin yetişkin rolüne psikolojik ve bedensel olarak hazırlandığı dönemdir. Ergenliğe giriş için kesin bir zaman olmasa da genel olarak kızlar 10-14 yaş arasında ve erkekler 12-16 yaş arasında yaşlarında ergenliğe girebilirler.

<span class="mw-page-title-main">Jacques Lacan</span> Fransız ruh hekimi (1901-1981)

Jacques Marie Émile Lacan, "Freud'dan bu yana en tartışmalı psikanalist" olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr.

<span class="mw-page-title-main">İd, ego ve süperego</span> Sigmund Freudun bilinç tanımı

Psikanalizde id, ego ve süper-ego, insan zihninde etkileşime giren üç katman kümesidir. İlk defa Sigmund Freud tarafından, yapısal psişe modellemesiyle tanımlandı. Bu üç katman, bir kişinin zihinsel yaşamının faaliyetlerini ve etkileşimlerini tanımlayan teorik yapılardır. Psişenin ego psikolojisi modelinde id, koordine edilmemiş, zevk temelli içgüdüsel arzular kümesidir—temel ve en ilkel benliktir, ana kaynağı cinsellik ve açlık gibi ihtiyaçların en bencilce doyurulmasıdır; süper-ego eleştirel ve ahlaki rolü oynar; ve ego, idin içgüdüsel arzuları ile eleştirel süper-egonun arasında aracılık eden gerçekçi bir katmandır—id, bu hayali istekleri gerçeklikle ölçüp mümkünatını değerlendiren katmandır. Freud, ego hakkında şunu dedi:

Ego, şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. [Ego] İd ve süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan hakemdir.

<span class="mw-page-title-main">Psikanaliz</span> Freudun çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesi

Psikanaliz, kısmen bilinçdışı zihinle ilgilenen ve birlikte zihinsel bozukluklar için bir tedavi yöntemi oluşturan bir dizi teori ve terapötik tekniktir. Bu disiplin 1890'ların başında, çalışmaları kısmen Josef Breuer ve diğerlerinin klinik çalışmalarından kaynaklanan Sigmund Freud tarafından kurulmuştur. Freud, 1939'daki ölümüne kadar psikanaliz teorisini ve pratiğini geliştirmiş ve rafine etmiştir. Bir ansiklopedi maddesinde, psikanalizin temel taşlarını "bilinçdışı zihinsel süreçler olduğu varsayımı, bastırma ve direnç teorisinin kabulü, cinselliğin ve Oedipus kompleksinin öneminin takdir edilmesi" olarak tanımlamıştır. Freud'un meslektaşları Alfred Adler ve Carl Gustav Jung, psikanalizin bireysel psikoloji (Adler) ve analitik psikoloji (Jung) olarak adlandırdıkları dallarını geliştirdiler, ancak Freud'un kendisi bunlara yönelik bir dizi eleştiri yazdı ve bunların psikanaliz biçimleri olduğunu kesinlikle reddetti. Psikanaliz daha sonra Erich Fromm, Karen Horney ve Harry Stack Sullivan gibi neo-Freudyen düşünürler tarafından farklı yönlerde geliştirilmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Rüya</span> diğer adıyla düş, uykunun genel bir özelliği olup, uykunun REM evresi ile yakından ilgili, görsel ve işitsel algı ve duyulardır

Rüya ya da düş, uykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM) adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere de neden olan rüyalar, her zaman için ilginç ve yoruma açık bir konu oluşturmuşlardır. Farklı psikoloji ekollerinin, parapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuştur. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar hâlen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır. Rüyaların bilimsel incelenmesi oneiroloji adını alır.

Rüya yorumu, rüya türlerinden yalnızca “amaçlı rüyalar” ya da diğer adıyla “haberci rüyalar” grubuna giren, bir mesaj taşıyan rüyalardaki sembolizmi çözme çalışmasına verilen addır. Metapsişik araştırmalar ve rüya laboratuvarlarında sürdürülen araştırmalar, rüyaların bir kısmının psikofizyolojik nedenlerden kaynaklandığını ortaya koymuştur ki, “alelade rüyalar” da denilen bu rüyalar hiçbir mesaj taşımadıklarından yorumlanmayı da gerektirmez. Dolayısıyla, metapsişik araştırmacılara göre, rüyasındaki sembolizmi çözmek isteyen kişinin öncelikle o rüyasının haberci (amaçlı) bir rüya mı olduğunu, yoksa psikofizyolojik kaynaklı bir rüya mı olduğunu çözmesi gerekmektedir. Bu da her iki rüya grubunun arasındaki temel farklar hakkında bilgilenmekle ve deneyimle olanaklıdır.

<span class="mw-page-title-main">Gerçeküstücülük</span> yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutan insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurgulayan sanat akımı

Gerçeküstücülük ya da sürrealizm, Avrupa'da birinci ve ikinci dünya savaşları arasında gelişmiştir. Temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadaistlerin eserlerinden alır. Sürrealizm, aklın kontrolünden kaçan şuur akışının, rastlantıya bağlı ruh durumlarının, düzensiz hayallerin ve rüyaların sanata aktarılmaya çalışıldığı bir edebiyat akımıdır.

<span class="mw-page-title-main">Karen Horney</span> Alman kökenli Amerikalı psikanalist (1885-1952)

Karen Horney, Alman kökenli Amerikalı psikanalist. Neo-Freudyen bir ekol olan “ego psikolojisinin” temsilcisi olmuştur. Freud'dan farklı olarak kişiliğin ve nevrozun oluşumunda biyolojinin ve dürtüsel güçlerin etkilerinden çok kültürel etmenler üzerinde durur.

<span class="mw-page-title-main">Aaron T. Beck</span> Amerikalı ruh hekimi (1921 – 2021)

Aaron Temkin Beck, Amerikalı psikiyatr. Bilişsel davranışçı terapinin kurucusu olarak kabul edilmektedir. 1954 yılında geçtiği Pensilvanya Üniversitesi'nin psikiyatri bölümünde vefatına kadar emekli öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etmekteydi. Ayrıca Beck, dört çocuğundan birisi olan, Dr. Judith Beck tarafından yönetilen bir araştırma ve eğitim merkezi olan, Beck Enstitüsü'nün de kurucusudur.

<span class="mw-page-title-main">Totem ve Tabu</span> 1913 yılında yayınlanan Sigmund Freudun kitabı

Psikanalist Sigmund Freud’un 1913 yılında yayınlanan Totem Und Tabu, adlı eseri Türkçeye, Alman Klasikleri başlığı altında, Totem ve Tabu adıyla çevrilmiştir. Avustralya yerlileri üzerine yazılan bu kitapta, ilkel insanların dinsel, toplumsal ve ahlaksal olguların yerine nasıl totemizm sistemini kurdukları ve tabuları ürettikleri gösterilir. Freud, totemizmi Oedipus Kompleksi ‘yle açıklamaya çalışır. Bu kitapla totem ve ensest yasağının kökenine inmeyi amaçlar. Totemik sistemlerin Oedipus şartları altında geliştiğini düşünür. Ruhi tarafın çocukta ve ilk totemik gelişmelerde aynı olduğunu gözlemler ve ilkellerin düşünceleri ile bazı sinir hastaları üzerindeki gözlemlerinde aynı sonuca ulaştığını iddia etmektedir. Freud, bilinçdışı fikirlerin ilkel insanlardan zamanımıza kadar geldiğini belirtmiştir. Totemizm sistemi kısaca şöyledir: Avustralya kabileleri, birtakım daha küçük gruplara, klanlara bölünmekte ve bu klanların her biri kendi toteminin adını taşımaktadır. Genellikle, bu tehlikeli ve korkulan bir hayvan, daha seyrek olarak da bir bitki ya da bir doğa gücü olup, grubun bütünüyle özel bir ilişki içinde bulunur. Totem, ilk önce grubun atasıdır, sonra da onun koruyucu ruhu iyilik yapıcısıdır, ona kehanetlerini bildirir .Bunun için, aynı toteme sahip olan kimseler totemlerini öldürmemek,etini yemekten ya da ondan herhangi bir şekilde yararlanmaktan kaçınmak gibi kutsal bir yükümlülük altında bulunurlar ve bu yükümlülüğün her türlü ihlali otomatik olarak cezalandırılmalarına yol açar. Kitap 4 bölümden oluşmaktadır:

<span class="mw-page-title-main">Serbest çağrışım</span>

Serbest çağrışım, danışanın, terapi amacını, uygunluğunu ve bağlantısını düşünmeden, aklına gelen düşünceleri, imgeleri ve düşünümleri, paylaşarak terapiste veri sağlayan ve terapi için taban oluşturan, temelde bilinçdışı çağrışımlarla yürüyen bir psikanalitik yöntemdir. Serbest çağrışım yöntemi Sigmund Freud tarafından hamisi ve meslektaşı Josef Breuer'in hipnoz tekniğinden esinlenilerek oluşturulmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Anksiyete rüyası</span>

Anksiyete rüyası, kabustan daha rahatsız edici olabilecek düzeyde hoş olmayan bir rüyadır. Anksiyete rüyaları, uyanma anında rüyayı gören kişide görülebilecek rahatsızlık, sıkıntı veya endişe duyguları ile karakterizedir. Anksiyete rüyaları hızlı göz hareketi uykusunda ortaya çıkar ve olağan temalar tamamlanamamış görevleri, utanmayı, düşmeyi, hukuki veya finansal belaya girmeyi, başarısız durumları ve başka bir kişi tarafından takip edilmeyi, genellikle gerçekçi olmayan bir varlığı içerir. Anksiyete rüyalarına çocukluk travması veya çatışma ile uğraşan bir yetişkin neden olabilir. Rüyayı gören kişide kaygı yaratsalar da, anksiyete rüyaları aynı zamanda bir kişinin egosunun yeniden kurulmasının bir yoludur.

Psikanalitik teori, psikopatolojiyi tedavi etmek için klinik bir yöntem olan psikanalizi yönlendiren kişilik organizasyonu teorisi ve kişilik gelişiminin dinamiğidir. İlk olarak 19. yüzyılın sonlarında Sigmund Freud tarafından ortaya konan psikanalitik teori, ortaya atılışından bu yana birçok iyileştirme geçirdi. Psikanalitik teori, yirminci yüzyılın son üçte birinde, 1960'lardan sonra psikolojik tedavilerle ilgili eleştirel söylem akışının bir parçası olarak tam olarak öne çıktı. Freud, beyin analizini ve fizyolojik çalışmalarını durdurmuş ve odağını zihni ve zihni oluşturan ilgili psikolojik özellikleri incelemeye, özgür birliktelik ve aktarım olgularını kullanarak tedaviye kaydırmıştı. Çalışması, yetişkinlerin zihinsel işleyişini etkileyebilecek çocukluk olaylarının tanınmasını vurguladı. Genetik ve daha sonra gelişimsel yönleri incelemesi psikanalitik teoriye özelliklerini kazandırdı. 1899'da Rüyaların Yorumu'nu yayınlamasıyla başlayan teorileri öne çıkmaya başladı.

Öz Bilinç Nedir?