İçeriğe atla

Düşünce tarihi

Düşünce tarihi, tarih içerisinde düşüncelerin nasıl farklılıklar göstererek karşımıza çeşitli şekillerde çıktığının bir kaydıdır.

Eski Taş Çağı'nda düşünce biçimleri

Somut düşünüş

Bu çağda insanlar örneğin ormanda yürürken bir aslan görür ve aslanın kendisini yemek istediği düşüncesiyle edilgin düşünce, kendini koruma altına almak için silah yapmayı düşünürken etkin düşünce, bu silahı yapmak için gerekli odun parçalarını ve taşları birleştirmeye çalışırken sentezci düşünce söz konusudur. Parçalara bölündüğünde farklı düşünce biçimleri olsa da bunların hepsi somut düşünüştür.

Analojik düşünüş

Ortak özelliği bulunan iki şey arasında bir benzerlik kurmaktır. Basitçe bir örnek vermek gerekirse, bir kompozisyon yazısının giriş bölümünün bel kemiğine benzetilmesi gibi. İlk insanlarda benzetmeci, sınıflandırmacı, simgeci yaklaşımlarla düşünmüşlerdir. Ava giderken doğada gördükleri canlıları ya da etkenleri işaretlerle anlatmaya çalışmışlardır. Yaptıkları bu yöntem simgeci yaklaşımdır. Daha sonra kamp yaşamının ortaya çıkması ile sesli iletişim gelişmiş ve sözlerde birer simge olmuştur. Bunları yaparken doğada gördükleri canlıları taklit etme, işaretlerle onları anımsatma" benzetmeci düşünüşün" temellerini atmıştır. Mesela ava giderken mağara duvarlarına avlamak istedikleri hayvanların ya da canlıların figürlerini resmetmeleri işaretlerle anlatmaya örnek olarak verilebilir. İlkel insan doğada karşısına çıkan nesneleri benzerliklerine ya da farklılıklarına göre sınıflandırarak kavrayabilecek bir yapıya sahiptir. Bu yüzden benzer nesneleri sınıflandırma yoluna gitmiştir.

Sihirsel düşünüş

İlkellerin sihirsel düşünüş biçimlerine sahip olduklarını görürüz. Sihirsel düşünüş, gerçeklerle değilde gölge nedenlerle ilgilenir. Doğada bulunan hayvan sayısı artırılamazken avlanan hayvan sayısı artırılabilir. İlkellerde ava çıkmadan önce yaptıkları av sihiri töreni ile kendilerini fiziksel ve psikolojik olarak ava hazırlar. Ve tören ile kendilerine olan inançları artarak azim duyguları güçlenir, bu da korkularından arınmalarını sağlar. Yapılan bu sihirsel eylem topluluk üyeleri arasındaki birliktelik duygusunu geliştirir. Kısacası sihirsel düşünüş somut olaylar yanında kendilerini yaşayacakları durum karşısında manevi olarak hazırlamaktır.

Orta Taş Çağı'nda düşünce biçimleri

Ortataş çağı avcı toplayıcılık konusunda insanın düşünüşü eskitaş çağı düşünüşünün ardından kaldığı yerden devam etmiştir. Ortataş çağında düşünüş gelişme göstermiştir. Bunlar ise;

Sorun çözücü düşünüş

Bir somut düşünce biçimi olan sentezci düşünüş avlama tekniğinde kullanılmıştır. Avlama sırasında oluşabilecek tehlikelerin önlenmesi için birden çok parçanın bir araya getirilmesiyle oluşan yay araç olarak kullanılmıştır. Oluşabilecek tehlikelere çözüm getirdiği için " sorun çözücü düşünüş" olarak yorumlanabilir. Birden çok parçanın bir araya getirilmesiyle yay oluşturulması ise sentezci düşünüştür.

Totemci düşünüş

Varlığını sürdüren sihirsel düşünüş, totemci düşünüş biçimine bürünmüştür. Totemci düşünüş ise uzman avcılarda başlayan kendisini bir totem ile öz deştirerek, o totemin soyundan geldiğine inanan, başka kabileleri de farklı totemlerin soylarından geldiğine inanarak sınıflandırma şeklidir. Kendi topluluk üyelerinden olanları kardeş gibi görerek paylaşımcı yaklaşım sergilerken farklı kabileleri düşman olarak görmüşlerdir.

Yeni Taş Çağı'nda düşünce biçimleri

Düşüncenin odağı insan

Yenitaş çağında üretimi etkileyen doğa güçleri; yer, gök, güne, toprak insanın düşünce konusunu oluşturdu. Bu zaman diliminde insan, olayların neden olduğunu değil, onları kimin yaptığı ile ilgilendi. Doğa güçlerini insan biçiminde düşündükleri için, düşünce odakları da insan olmaya başladı.

İnsan ve bitki yaşamlarının benzetilmesi

Üretim beraberinde insanın ilgi alanı hayvanlardan bitkilere kaymıştır. İnsan uzman avcılık zamanlarından yaşamını hayvana benzetirken çiftçilik döneminde bitkilere benzetmeye başlamıştır. Bitkilerin topraktan var olup sonbahar geldiğinde yaşamının bitmesi ile birlikte tohumlarının toprak altında başka bir yaşam bir yaşam sürdükten sonra yeniden doğduğu düşünülmüştür. Bu da insan yaşamına benzetilerek insanında öldükten sonra farklı bir yaşam sürüp yeniden doğacağına inanılmıştır.

Kadınların önem kazanması

Üretimle birlikte kadınlar başrol olmaya başlamıştır. Sebebi ise insanlar bu dönemde bitkileri hayvanları ve insanları yaratan irade sahibi kudretli varlığı " ana tanrıça" olarak adlandırmışlardır. Ve adlandırılan bu ana tanrıça kadındır. Her şeyin başı olarak görülür. Çiftçi topluluklarında tanrı birden çok ise baş tanrı, ana tanrıçadır.

Kısacası dönemi özetlemek gerekirse Yeni Taş Çağı, ilkel topluluktan uygar topluma geçiş çağı olarak adlandırılabilir. Uygar topluma geçiş sırasında tamamen yok olmasa da önemini kaybeden sihirsel düşünüşün yerini dinsel düşünüş alacaktır. Dinsel düşünüşün oluşması ile "yalvarma, yakarma, diz çökme, tapınma" kavramları yöneten ve yönetilen farklılaşmasının ortaya çıktığı eşitsiz, sınıflı uygar toplumlarda görülecektir.

Kaynakça

[1][2][3][4]

  1. ^ Büyü Bilim ve Din, Malinowski,Kabalcı Yayınları, 1.baskı. 2000. 
  2. ^ İnsanın Ataları, L.S.B. Leakey,Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. 1988. 
  3. ^ Siyasal Düşünceler Tarihi, Alaeddin Şenel, Bilim ve Sanat Yayınları, 7. baskı, Ankara. 2019. 
  4. ^ Siyasal Düşünceler Tarihi, Prof. Dr. Emine Yavaşgel, İstanbul Üniversitesi, İstanbul. 2015. 

İlgili Araştırma Makaleleri

Din, nadiren de olsa ilmet, genellikle doğaüstü, transandantal ve cansal unsurlarla ilişkilendirilmiş, çeşitli ayinler ve uygulamaları içeren, ahlak, dünya görüşleri, kutsal metinler ve yerler, kehanetler, etik kuruluşlarından oluşan bir sosyo-kültürel sistemdir.

Antropoloji ya da insan bilimi, geçmiş ve günümüz topluluklarında yaşayan insanların çeşitli yönlerini inceleyen bilim dalı. İnsanın kültürel ve fiziki yapısını araştıran antropoloji, insanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasına yardımcı olur. Bu bilim, insanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya; insanlığın başlangıcından beri toplulukların çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olayların nasıl dönüştüğünü görmeye ve göstermeye çalışır.

<span class="mw-page-title-main">Ferdinand de Saussure</span> İsviçreli dilbilimcisi

Ferdinand de Saussure, 20. yüzyılda dilbilimde kayda değer gelişiminin birçoğu için fikirleriyle temel hazırlamış, İsviçreli dilbilimci.

<span class="mw-page-title-main">Deneycilik</span> bilginin sadece veya öncelikle duyusal deneyimden geldiğini belirten teori

Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha gibidir.

<span class="mw-page-title-main">Zihin</span> insanlarda ve potansiyel olarak diğer yaşam formlarında bilinç, düşünme, akıl yürütme, algılama ve yargılama sağlayan bilişsel yetilerin kombinasyonu

Zihin ya da bilinç; düşüncenin, algılamanın, belleğin, duygunun, isteğin ve düşlemenin bazı birleşimlerinde görünür olan bilincin ve zekânın kolektif görünüşlerini kapsar. Zihin bilinç akışı olarak tanımlanabilir. İnsan beyninin bilinçli süreçlerin tümünü içerir. Ayrıca bu sözcük kesin içeriklerde hayvanların bilinçli veya insanların bilinçaltı düşüncelerinin çalışmasını içermek için kullanılır. "Zihin" mantığın düşünce süreçlerine özellikle değinmek için sıklıkla kullanılır.

Özdek, bilinçten bağımsız olarak var olan her şey. Bilincin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan her şey Özdek'tir. Bu anlamda özdek, Nesnel gerçek olarak tanımlanır.

Monoteizm veya tek tanrıcılık, tek bir tanrının varlığına ya da Tanrı'nın birliğine duyulan inanç olarak tanımlanır. Monoteizm sözcüğü, etimolojik açıdan Yunanca mono (tek) ve theoi (tanrı) sözcüklerinden türemiştir.

Tabula rasa veya tabula rosa, John Locke'un ortaya attığı "boş levha" önermesine işaret eder. Bir empirist olan Hume'a göre, zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yoktur. Bununla birlikte Hume, nedenselliğe de karşı çıkar. Şeyler arasında kurduğumuz zamansal ve uzamsal ilişkiler, onların kendilerinde özellikleri değil, bizim deneyimsel alışkanlıklarımızla ilgilidir. Olgular arasındaki bağıntıları kendi yöntemlerimizle bilemez, sadece onlara atıflarda bulunuruz. Doğa kurallarla işlemez, formülizasyon sahibi değildir. İnsanlar, doğayı ya da olguları algılayabilmek için sistemler, formüller, öncelik-sonralık ilişkileri kurarlar.

Hakikat kapısı, Alevîlik'te hakikat demek doğrudan Tanrı vergisi olarak kalbe, gönülde doğan anlam, sezgi ve bilgi demektir. İlham, yalnızca arınmış gönüllere iner. İlhamda aldanma ve yanılma olasılığı yoktur. Hakk'ı görme, tanrısal alemin gücü içerisinde erime, sonsuzlaşarak “bekalaşma” hakikat evresinde gerçekleşir. Kamil insan olma yolculuğunun sonuncusu ve yetkinliğe varma aşamasıdır. “Muhibler”le özdeşleşilir. Bu evrede Hakk’tan halka inilir, yararlı işler yapılır. Düşünce aktarımında son derece cesur ve kurulu düzenin kurallarını yıkıcı, dünyasal yaşamını kurallara alan her türlü baskıya karşı tepkici bir tutum sergilenir. Dört Kapı Kırk Makam inancında Hakikat kapısının makamları şunlardır:

<span class="mw-page-title-main">Siyaset felsefesi</span> felsefe ve siyaset bilimi alt disiplini

Siyaset felsefesi, devlet, hükûmet, siyaset, özgürlük, mülkiyet, meşruiyet, haklar, hukuk gibi konular hakkındaki, bu kavramlar nedir, neden ihtiyaç vardır, bir hükûmeti ne meşru kılar, devlet hangi özgürlükleri ve hakları neden korumalıdır, hangi biçimde kurumsallaşmalıdır, kanun nedir, vatandaşın devlete karşı yükümlülükleri nelerdir, bir hükûmet yasal olarak neden ve nasıl görevden çekilmelidir gibi temel sorulara cevap arayan ve bu konuları felsefeden faydalanarak inceleyen sosyal bilim dalıdır.

Soyutlama, bir kavramın bilgi içeriğini azaltma veya indirgeme sürecine denir. Bu indirgeme, çoğunlukla belirli bir amaç için gerekli olan bilginin daha rahat elde edilebilmesi için yapılır.

<span class="mw-page-title-main">Varoluşçuluk</span> Felsefi ve edebi akım

Varoluşçuluk veya egzistansiyalizm, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda kendi içlerindeki derin öğretisel farklılıklarına karşın felsefi düşüncenin salt düşünen özne ile değil eyleyen, duyumsayan, yaşayan bir birey olarak insan öznesi ile başladığı inancını paylaşan belli başlı Avrupalı filozofların çalışmalarına karşılık gelen terim. Varoluşçu düşüncede her ne kadar 'özgürlük' yaygın olarak tepe nokta kabul edilse de akımın ilksel erdemi, otantisitedir. Varoluşçuluğa göre bireyin başlangıç noktası "varoluşsal tutum" olarak adlandırılan tutumla, yani görünürde anlamsız veya absürt bir dünya karşısında bir kopma ve keşmekeşlik duygusu ile nitelenir. Pek çok Varoluşçu, geleneksel ya da akademik felsefeyi biçim ve biçemsel yönden gerçek insan deneyiminden fazlasıyla soyut ve uzak olarak görmüştür. Ruhbilimsel ve kültürel devinimlerin bireysel deneyimlerle birlikte var olabileceğini savunan bu felsefi akımda, erdemlilik ve bilimsel düşünce birlikteliğinin insan var oluşunu anlamlandırmak için yeterli olamayacağını, bundan dolayı mevcut birlikteliğin gerçek değer yargıları içinde yönetilen ileri düzey bir kategori olduğu düşünülmüştür. İnsanın varoluşunu anlamlandırma, kesin olarak bahsedilen bu otantik gerçeklikle mümkündür.

<span class="mw-page-title-main">Aydınlanma Çağı</span> aydınlanma felsefesinin oluştuğu çağ

Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönem, aydınlanma felsefesinin 18. yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir. Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar. Aynı zamanda Arapça eserlerin Latinceye çevirilmesi, Aydınlanma Çağı'na zemin hazırlamıştır.

<span class="mw-page-title-main">Kent sosyolojisi</span>

Kent sosyolojisi, tanım olarak Batı'da 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış olan disiplinin adıdır. Sosyoloji disiplinleriyle aynı zemini paylaşmakla birlikte büyük ölçüde bu disiplinlerden ayrılan yönlere sahip olarak şekillendi. Kent sosyolojisinin ana sorunu ya da meselesi, modern kent toplumlarının yapısal özelliklerini ve sorunlarını anlamaya çalışmak olarak şekillenmiştir. Buna göre, kent sosyolojisi alanı içinde, belirli bir yöntemsel tercihle araştırmacılar, kentte meydana gelen sosyal gruplaşmaları, bu grupların birbirleriyle olan ilişkilerini, etkileşim ve çatışmalarını, kentsel kurumlaşmaları ve örgütlenme biçimlerini, demografik dağılımın sosyal bağlantılarını ve söz konusu grupların kent sosyal yaşamına uyum problemlerini vb. ele alıp irdeleyebilirler.

Nedensellik, genel olarak nedensellik ilkesi olarak bilinen; olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her sonucun bir nedeni olması ya da her sonucun bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi.

<span class="mw-page-title-main">Toplum</span> aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü

Toplum ya da cemiyet, bir arada yaşayan canlıların oluşturduğu topluluktur. Sosyolojide toplum, onu oluşturan canlıların basit bir toplamından ziyade, farklı biçimler ve özellikler gösterip özgün olan ve nesnel yasalar gereğince insanların maddi üretim içindeki gündelik hayat faaliyetleriyle ve sınıfsal savaşımıyla değiştirilen ve gelişen ilişkilerden oluşan sisteme denir. Bir nevi örgütlenmedir.

<span class="mw-page-title-main">Rönesans felsefesi</span>

Rönesans felsefesi, 14. yüzyıl sonlarından başlayıp 16. yüzyıl ortalarına kadar geçen dönemde, özellikle de 15. yüzyılda ortaya çıkan çok yönlü felsefi gelişmeleri adlandırır. Rönesans felsefesi, genel olarak felsefe tarihinde bir geçiş dönemi felsefesi olarak kabul edilir. Bilimde ve düşünce alanında yeni gelişmeler meydana gelmeye başlamış, ortaya çıkan yeni perspektifler ve bilgiler rönesans felsefesini, Orta Çağ düşüncesiyle Yeni Çağ düşüncesi arasında köprü rolünü oynamaya yöneltmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Konrad Lorenz</span> Avusturyalı hayvanbilimci ve Nobel Tıp Ödülü (1973) sahibi (1903-1989)

Konrad Zacharias Lorenz, Avusturyalı bir etoloji uzmanıdır. Viyana'da karşılaştırmalı anatomi ve hayvan psikolojisi dersleri verdikten sonra, 1940 yılında Konigsberg Üniversitesi'nde profesör oldu. 1949 - 1951 yıları arasında Attenburg Karşılaştırmalı Etoloji Enstitüsü'nü, sonra Buldern'de Max-Planck Davranış Fizyoljisi Enstitüsü'nü, 1954'te de Seewiesen Enstitüsü'nü yönetti.

<span class="mw-page-title-main">Sembol</span> bir fikri, süreci veya fiziksel bir varlığı temsil eden bir şey

Sembol veya simge, kavramın uzlaşımsal olarak betimlendiği gösterge türü. Bir düşüncenin, nesnenin, niteliğin, niceliğin vb. ruhbilimsel ve düşünbilimsel açıdan betimlenmesi simgesel anlam taşıyan yapay bir belirtidir. Tüm simgeler doğaları itibarıyla kavramsal olup, sözel, görsel ya da sayısal olabilirler.

Postanarşizm, postmodern ve postyapısalcı düşünce gelenekleri ile anarşist düşünce geleneğinin bir sentezi olarak nitelendirilebilir. Aynı zamanda postyapısalcı anarşizm olarak da bilinen postanarşizm, tek bir çerçeveden ilerleyen bir düşünce geleneği olmaktan ziyade, birçok postmodern düşünce akımının etkisinde kalınarak geliştirilmiş farklı anarşist yaklaşımların bir bütün olarak ele alınmalıdır.