İçeriğe atla

Biyopsi

Biyopsi, mikroskop altında incelenmek üzere canlıdan belirli bir doku parçasının çıkarılmasıdır.[1][2]

Muayene ya da benzeri incelemelerle tanı konulamayan hastalıklarda biyopsiye başvurulur. Biyopsi, çeşitli hastalıklar sırasında meydana gelen lezyonların mikroskopik tanısı için yapılan bir cerrahi uygulamadır. Hangi biyopsi yöntemi uygulanırsa uygulansın, doğru yerden-doğru örnek alındığında patoloji tanısı da doğru olacaktır. Yanlış ya da yetersiz örnek alımı veya yanlış fiksasyon, patoloji tanısını olanaksızlaştırır. Sonuç alınamayan biyopsi uygulanmalarının yinelenmesi gerekir. Böyle bir tablo biyopsi sonucunu merakla bekleyen hasta için çekilmez bir durumdur.

Doku örneklemesi ve örneklerin gönderilmesi[1][2]

İntraoral bir lezyonun mikroskopik tanısına ulaşabilmek biyopsi ile olanaklıdır. Oluşumun tümüyle çıkarıldığı bazı olgularda, biyopsi ile tedavi de gerçekleştirilmiş olur. Klinik incelemesi yapılan bir lezyona cerrahi girişim yapmadan önce aşağıdaki aşamaların uygulanması gerekir:

  1. Ayrıntılı tıbbi öykü: hastanın yakınlarına, geçirmiş olduğu hastalıklar ile tedavisi süren hastalıkların neden olabileceği unutulmamalıdır. Klinik incelemede saptanan bulgular sürmekte olan sistemik bir hastalığın sonuçları olabileceği gibi tedavide kullanılan ilaçların yan etkilerini yansıtabilir. Konjenital kalp defektleri, hipertansiyon, koagülopatiler, kontrolsüz diabet ve bağışıklık sistemi aksamalarının varlığında hastalara daha da fazla bir özen gösterilmelidir.
  2. Hastanın lezyonla ilgili yakınmaları: hastanın yakınmalarının süresi, lezyonun büyüme hızı, gösterdiği değişiklikler, yaşam kalitesi üzerine etkileri (solunum-yutkunma güçlüğü, tad alma bozukluğu, anestezi ve parestezi gibi nörolojik yakınmalar, ağrı, kanama, ateş, bulantı, kusma, iştahsızlık, vb) ayrıntılı olarak bilinmelidir. Lezyon bölgesine yönelik geçirilmiş bir travma ile hastanın alışkanlıkları (sigara, alkol, yanak ısırma, vb) araştırılmalıdır.
  3. Klinik inceleme: klinik incelemede inspeksiyon, palpasyon, vb klasik inceleme yöntemlerini uyguladıktan sonra intraoral lezyonun ayrıntılı özellikleri gözlemlenmelidir. Lokalizasyon, fiziksel nitelikler (renk, kıvam, biçim ve boyut), sayı (tek ya da multipl), çevre dokularla ilişkileri (hareketli, fikse), mukoza ile örtülü ise yüzey özellikleri (soluk, hiperemik, ülsere, vb) değerlendirilmeli, santral lezyonların incelenmesinde ekspansiyon düzeyi, krepitasyon, flüktüasyon gibi bulgular araştırılmalıdır. Son aşamada baş-boyun lenf düğümlerinin palpasyonu yapılmalıdır.
  4. Radyolojik inceleme: özellikle santral lezyonlarda ve kemiği etkileyen yumuşak doku lezyonlarında oldukça önemlidir. Lezyon sınırlarının litik ya da sklerotik oluşu, kalsifikasyonlar, periost reaksiyonu, kemik korteksinin ekspansif ya da infiltratif etkilenmeleri oldukça önemli radyolojik bulgulardır.
  5. Laboratuvar incelemeleri (biyokimya, mikrobiyoloji, hematoloji, vb): ağız lezyonları sistemik bir hastalığın erken bulguları olabilir ya da sonuçlarını yansıtabilir. AIDS hastalarında saptanan CD4 lenfosit sayısı azalması patognomonik bir bulgudur. Hiperparatiroidizm, multipl myeloma, diabetes mellitus gibi hastalıklarda biyokimyasal yöntemleri önemli katkıları vardır. Lösemik infiltrasyon, nötropeni, anemi, vb hematolojik hastalıklarda periferik kan incelemeleri kısa sürede tanıya ulaştırır.
  6. Biyopsi örneğinin histopatolojik olarak değerlendirilmesi: yukarıdaki tüm çalışmaların tamamlanmasından sonra biyopsi endikasyonu irdelenmelidir. İntraoral bir lezyondan biyopsi yapılmasında uygulanan endikasyon ilkeleri şunlardır:
  • Anlaşılabilir bir neden olmaksızın beliren ve 12 günü aşan tüm lezyonlar,
  • Tedaviye yanıt vermeyen yangısal reaksiyonlar,
  • Renk değişikliği (pigmentasyon, hiperkeratoz, kırmızılık, vb) olanlar,
  • Kitle yapan oluşumlar,
  • Estetik ve fonksiyon bozukluklarına yol açanlar,
  • Tüm kemik lezyonları,
  • Malign tümör kuşkusu uyandıran her tür ve lokalizasyondaki lezyon (iyileşmeyen ülserler, hızla gelişen lezyonlar, çevre dokulara fikse olanlar, renkli lezyonlar, vb).

Biyopsi tipleri

Oral sitoloji[3]

Mukozalara özgü displastik lezyonların tanısında ve izlenmesinde yardımcı olabilen bir yöntemdir; jinekolojide uygulanan PAP-smear yöntemine benzer (exfoliative cytology). Değerlendirme güçlükleri ve yalancı pozitif sonuçların çokluğu nedeniyle fazlaca kullanılmamaktadır. Uygulamada tekniği basittir: yüzey kenarları keskin olamayan bir spatula ile kazınır ve bir lama yayılır. Alınan örnek bu tür çalışmalarda kullanılmak üzere hazırlanmış ve içerisinde özel sıvı bulunan şişelere aktarılarak patolojiye gönderilir.

Sıvı bazlı sitoloji tekniğinde ise “swab” adı verilen özel çubuklar kullanılır.

Patoloji laboratuvarı gönderilen materyali uygun yöntemlerle boyayarak inceler.

Son yıllarda geliştirilen "bilgisayar destekli fırça biyopsisi" yöntemiyle sitolojideki olumsuzlukların azaldığı gösterilmiştir. Söz konusu yöntemde örnekler özel fırçalarla alınır. Mikroskopik inceleme aşamasında bilgisayara aktarılan görüntüler özel bir program tarafından değerlendirilir.

Aspirasyon biyopsisi[1][2][3][4][5]

Sıvı ile dolu boşluk içeren kistik oluşumlarda, sıvının fiziksel ve kimyasal nitelikleri ile hücresel içeriğini değerlendirmekte yararlı bir yöntemdir. Genellikle santral (kemik-içi) ve derindeki lezyonlara uygulanır. Özel iğneler kullanılarak injektörde yaratılan negatif basınçtan yararlanarak sıvı çekme ilkesine dayanmaktadır.

"İnce iğne aspirasyon biyopsisi" solid tümörlere de uygulanan yöntemdir; özellikle santral lezyonlardaki büyük operasyonlara karşı bir seçenektir. Bu yöntemde, uygun kalınlıktaki iğne ile lezyona girilerek doku örneği alınır (tru-cut yöntemi). Girişim sırasında patoloji uzmanının da bulunması, materyalin tanı için yeterli olup olmadığının belirlenmesinde yarar sağlamaktadır.

Girişimsel radyoloji, görüntüleme (ultrason, MR, vb) tekniklerindeki hızlı gelişmelerin ürünü olan bir uygulamadır. Bu yöntemi kullanan radyoloji uzmanı, aspirasyon biyopsisi yapılacak dokuya uygun bir görüntüleme tekniğinin yardımıyla ulaşarak biyopsi alabilmektedir.

İnsizyonel biyopsi[1][2][6][7]

Genellikle büyük lezyonlardan, lokalizasyonu nedeniyle eksizyon yapılamayanlardan ve malignite kuşkusu bulunan lezyonlardan örnek alınmasıdır. Biyopsi örneği üç boyutta da bir miktar sağlam doku alanı içermeli, nekroz ve dejenerasyon alanlarından sakınmalıdır. Cerrahi girişim sırasında, biyopsi örneğinin yeterli derinliğe inmiş olmasına, pens ve benzeri araçlarla tutulan dokuların ezilmemesine ve hırpalanmamasına özen gösterilmelidir.

Punch biyopsi tekniği, özellikle deri ve mukoza örneklerinin alınmasında başka bir seçenek olarak uygulanmaktadır. Bu tekniğin uygulanmasında kullanılan araç, ucunda kenarları çok keskin içi boş bir metal silindir bulunan plastik gövdeli bir çubuktur. Plastik gövdesinden tutularak keskin kenarı biyopsi yapılacak alana dairesel hareketlerle ve hafifçe bastırılarak uygulanır.

Marsüpiyalizasyon, tümü çıkarılamayan büyükçe kistik oluşumların tedavisinde uygulanan bir tekniktir; kist çeperinde büyükçe bir pencere açılarak drenaj sağlanır ve sıvı birikmesi önlenir. Pencere açılırken alınan örnekler patoloji laboratuvarına gönderilir.

Eksizyonel biyopsi[1][6][7]

Klinik lezyonun tümüyle çıkarılmasıdır. Genellikle 1 cm ve daha küçük lezyonlarda, benign izlenim verenlerde ve lokalizasyon açısından elverişli olanlarda eksizyonal biyopsi yöntemi uygulanır. Cerrahi sınıra dikkat edilmelidir; biyopsinin çevresinde ve derinliğinde en az 2–3 mm'lik normal doku bulunmalıdır. Malign, damarsal ve pigmentli lezyonlarda cerrahi sınır geniş tutulur (en az 5 mm). Cerrahi girişim sırasında, pens ve benzeri araçlarla tutulan dokuların ezilmemesine ve hırpalanmamasına özen gösterilmelidir. Enükleasyon, doku derinliklerindeki kistik ya da solid oluşumların kapsülü ile birlikte çıkarılmasıdır.

Frozen tekniği[1][2][8]

Radikal operasyonlara karar verme aşamasında uygulanan bir yöntemdir. Meme, beyin, vb bölgelerde saptanan, klinik ve radyolojik tanı yöntemleriyle habis ya da selim olduğuna karar verilemeyen tümörlere uygulanır. Biyopsi alanı genel anestezi altında açılır ve örnek alınır. Patoloji uzmanı, "dondurarak" elde edilen ve boyanan kesitleri mikroskopla inceler, lezyonun niteliğini belirler ve sonucu cerrahi ekibine iletir. Bu işlem yaklaşık 10-15 dakika içerisinde tamamlanır. Patoloji uzmanı habis tümör tanısı bildirmişse radikal operasyona gidilir, iyi huylu bir lezyon söz konusu ise total eksizyon yapılarak operasyon tamamlanır.

Formalin fiksasyonu yapılmadan uygulanacak özel boyama yöntemleri söz konusu olduğunda frozen tekniğine başvurulur. Örneğin, immunfloresan tekniklerinin uygulanmasını gerektiren vezikülobüllöz nitelikli otoimmun hastalıklarda frozen uygulaması yapılır.

Anatomik niteliklerine göre biyopsi uygulamaları

Kemik biyopsileri[1][5][9]

Santral (kemik-içi) lezyonların araştırılmasında radyolojinin çok önemli bir yeri vardır. Radyolojik olarak saptanan lezyon malign tümör özellikleri gösteriyorsa, büyük bir alanı etkiliyorsa ya da anatomik açıdan tümünün çıkarılması sakıncalı ise, uygun bir cerrahi yöntemle biyopsi alınmalıdır. Litik lezyonlarda önce aspirasyon biyopsisi ya da tru-cut tekniği uygulanır, biyopsi sırasında gelen materyal (varsa) incelenir. Böylece lezyonun kist ya da kistik bir lezyon olup olmadığı belirlenir. Biyopsi örneklerinin histopatolojik tanı için yetersiz olması durumunda açık biyopsi kaçınılmazdır.

Radyolojik ve klinik olarak iyi huylu izlenimi veren küçük lezyonlar kürete edilebilir. Büyük lezyonlardan örnek alınarak histopatolojik incelemesi yapılmalıdır. Lezyonunun cerrahi tedavi endikasyonunun olup olmadığı, varsa uygulanacak cerrahi yöntemin seçilmesi histopatolojik tanıya göre saptanır.

Apikal-periapikal biyopsiler[1]

Dişhekimliğinde çok sık karşılaşılan apikal-periapikal lezyonların büyük bölümü granülom ya da kist niteliği taşır. Daha az bir olasılıkla da olsa, radyolojik görünümleri apikal granülom ya da periapikal kiste benzeyen ancak farklı yapıda lezyonlarla karşılaşılabilir; örneğin odontogen tümörlerin birkaçı, depo hastalıkları, kimi metastatik tümörler, myeloma ya da dev hücreli reparatif granülom gibi lezyonlar bunların başlıcalarıdır.

Mukoza biyopsileri[1]

Mukoza biyopsileri, özellikle prekanseröz ve kanseröz lezyonların ayırıcı tanısında büyük önem taşır; özellikle kanserleşme riski yüksek olan non-homojen lökoplakilerde ve eritroplakilerde, biyopsi yerinin seçimindeki yanılmalar invazif karsinoma dönüşen alan(lar)ın belirlenmesini engeller. Bu nedenle, lezyondan alınan biyopsi örneklerinin en az 1/3'ü normal doku içermelidir.

Ülserli ya da nekrotik alanlardan alınan örnekler mikroskopik incelemeler için uygun değildir. Likenoid değişiklikler ya da vezikül içeren lezyonlardan alınacak biyopsilerde, erozyon bulunmayan alanların seçilmesi gerekir.

Deskuamatif gingivitis olgularında ise, olaydan genellikle daha az etkilenen yapışık dişeti alanlarının seçilmesine özel gösterilmelidir.

Biyopsi örneklerinin saklanması ve gönderilmesi

Biyopsi örnekleri gaz bezi ya da pamuk içerisinde gönderilmemelidir; dokular kısa süre içerisinde kurumaya başlayacağından histopatolojik inceleme sonuçları etkilenecektir. Bu nedenle özellikle cerrahi yöntemlerle alınan doku örneklerinin –anında- içerisinde %10 formalin bulunan, doku örneğinin kolayca geçebileceği genişlikle ağzı bulunan, kapaklı, etiketlenmiş, cam ya da plastik kaplar içerisinde gönderilmesi uygundur. Klinik ön tanıya göre, %10 formalin yerine farklı fiksatiflerin kullanılması gerekebilir. Bu gibi olgularda Patoloji laboratuvarı ile işbirliği yapılarak uygun fiksatif kullanılmalıdır.[1][2] Frozen örnekleri fiksatife konulmaz. Biyopsinin gönderilmesi sırasında, daha önce Patoloji laboratuvarından alınmış "Bilgi formu"nun eksiksiz doldurulması, hasta ve lezyon ile ilgili ayrıntılı bilgi verilmesi gerekir.

Cerrahi girişimle elde edilen biyopsi materyalinin tümü aynı laboratuvara gönderilmelidir. Materyalin iki ya da daha fazla bölümlere ayrılarak farklı laboratuvarlara gönderilmesi çok sakıncalıdır; böyle bir girişimde;

  • (i) Cerrahi sınırlar bozulur ve lezyonunun tümünün çıkarılıp çıkarılamadığı konusunda kuşkular oluşur,
  • (ii) İkiye bölünen bir materyalin birinde diferansiyasyonu bozuk hücrelerden oluşan bir malign tümör, diğerinde normal doku varsa histopatolojik tanılar arasında farklılıklar ortaya çıkar; bu durum, radikal operasyonların gerektiği olgularda hastanın yıkıcı bir ikileme düşmesine yol açar ve gereken tedavinin uygulanmasında gecikmelere neden olur.

Biyopsi ya da ameliyat materyalinin parçalara ayrılarak farklı laboratuvarlara gönderilmesine gerek yoktur. Patoloji laboratuvarları istendiğinde hastaya ya da operasyonu yapan hekime mikroskopi preparat örneklerinden verebilir. Ayrıca patoloji laboratuvarları tanı açısından güçlük çektikleri olguları birbirlerine danışırlar (konsültasyon).

Histopatolojik inceleme: Laboratuvara %10 formalin içerisinde gelen doku örnekleri, önce makroskopik yöntemlerle incelenir ve özellikleri saptanır. Küçük parçaların tümü, büyük parçaların ise seçilen örnekleri işleme alınır. Özel işlemlerden geçirilen örnekler parafin içine gömülür (parafin blok). Mikrotom olarak bilinen özel bir araç yardımıyla parafin bloklardan 3-4 mikron kalınlığında kesitler elde edilir, kesitler lam üzerine yapıştırılır. Bu kesitler hematoksilin-eozin (H-E) ile boyanır ve kesitlerin bulunduğu lam yüzeyi lamelle kapatılır. Işık mikroskopunda incelenir. Böyle bir işlem çağdaş bir patoloji laboratuvarında 24 saat içerisinde tamamlanır ve rapor hazırlanır. Gerektiğinde özel boya ya da immunohistokimya teknikleri uygulanarak lezyonla ilgili önemli ayrıntıların belirlenmesi yöntemi uygulanır. Bu durumda biyopsi sonucunun rapor edilme süresi uzayabilmektedir.[1][2]

Histopatolojik inceleme sonucu ile klinik bulgular arasında uyumsuzluk ortaya çıkarsa, klinisyen ve patolog tüm bulguları birlikte irdeleyerek kesin bir tanıya ulaşmaya çalışırlar.

Kaynakça

  1. ^ a b c d e f g h i j k Çöloğlu AS. Oral Patoloji. Yeditepe Üniversitesi Yayınları, Mor Yayınevi, İstanbul, 2007
  2. ^ a b c d e f g Dey P. Basic and Advanced Laboratory Techniques in Histopathology and Cytology. Springer, Singapore, 2018
  3. ^ a b Pérez-Sayansm M, Somoza-Martin JM, F Barros-Angueira F, et al. Exfoliative cytology for diagnosing oral cancer, Biotechnic & Histochemistry, 85(3): 177-187, 2010
  4. ^ McCarthy EF. CT-guided needle biopsies of bone and soft tissue tumors: a pathologist's perspective. Skeletal Radiology, 36:181–182, 2007
  5. ^ a b Mitsuyoshi G, Naito N, Kawai A, et al. Accurate diagnosis of musculoskeletal lesions by core needle biopsy. Journal of Surgical Oncology, 94:21–27, 2006
  6. ^ a b Nischal U, Nischal Kc, Khopkar U. Techniques of skin biopsy and practical considerations. Journal of Cutaneous and Aesthetic Surgery, 1(2):107–111, 2008
  7. ^ a b Pohlig F, Kirchhoff C, Gradinger R, von Eisenhart-Rothe R, Rechl H. Bone and soft tissue sarcoma: principles of biopsy. InFo Onkologie, 13:34–37, 2010
  8. ^ Ayhan A, Özler A, Dursun P, Haberal AN. Potential role of increasing number of sections in frozen section diagnosis of ovarian tumors. Journal of Experimental Therapeutics and Oncology, 11(4):245–250, 2016
  9. ^ Joshi A, Magar SR, Chand P, et al. Tru-cut biopsy as the initial method of tissue diagnosis in bone tumors with soft tissue extension. Indian Journal of Orthopedics, 47(2):195–199, 2013

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Akciğer kanseri</span> Akciğer dokularında gelişen bir hastalık

Akciğer kanseri, akciğer dokularındaki hücrelerin kontrolsüz çoğaldığı bir hastalıktır. Bu kontrolsüz çoğalma, hücrelerin çevredeki dokuları sararak veya akciğer dışındaki organlara yayılmaları ile (metastaz) sonuçlanabilir. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) raporuna göre akciğer kanseri tüm dünyada kanser türleri arasında en sık ölüme neden olan kanser türüdür ve tüm dünyada her yıl yaklaşık 1,6 milyon ölüme neden olmaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Kalın bağırsak kanseri</span> Hastalık

Kalın bağırsak kanseri veya kolorektal kanser kalın bağırsak, rektum ve apandiste görülen kanserli büyümeleri kapsar. Batı dünyasında en sık rastlanan üçüncü kanser tipi ve ölüme yol açan kanserler arasında ikinci sıradadır. Çoğunlukla kalın bağırsakta meydana gelen adenom poliplerden ortaya çıkar.

Ailevi Akdeniz ateşi veya eskiden yabancı literatürde Periyodik hastalık veya Ermeni hastalığı, sıklıkla Ermeni, Yahudi, Türk, Orta Doğu Arap toplumlarında ve Japonlarda görülen irsi ateşli hastalıktır. Ailevi Akdeniz Ateşi, tekrarlayan ateş, karın ağrısı, göğüs ağrısı ve eklem ağrısı nöbetleri yapan bir hastalıktır. Nöbetler genellikle 24-48 saat sürer. Hastalarda nöbetler dışında hiçbir belirti yoktur.

<span class="mw-page-title-main">Verem</span> Mycobacterium tuberculosis adlı bakterinin neden olduğu bulaşıcı hastalık

Verem veya tüberküloz, bakteriyel ve bulaşıcı bir hastalık. Halk arasında ince hastalık olarak da bilinir. Mycobacterium tuberculosis mikrobunun neden olduğu uzun seyirli ve granülomatöz karakterde bakteriyel ve bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Bulaşma yolu, çoğu zaman, bir tüberküloz hastasının çevreye tükürdüğü balgamı ya da öksürdüğünde saçılan basil yüklü damlacıklarla olur.

Deri veremi, Mycobacterium tuberculosis'in (Koch basili), seyrek olarak Mycobacterium bovis'in, nadiren de BCG aşısının neden olduğu müzmin, progressif, bildirimi zorunlu bir hastalıktır.

<span class="mw-page-title-main">Patoloji</span> hastalıkla ilgili hücrelerdeki, dokulardaki ve organlardaki yapısal ve işlevsel değişikliklerin tanınması, araştırılması ve incelenmesiyle ilgilenen bilim dalı

Patoloji , hastalık çalışması ve bilimi kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş hastalıklar bilimi anlamına gelen bir sözcüktür. Ayrıca belirli bir bozukluğun tipik özellikleriyle birlikte bütününe patoloji denilebilir.

<span class="mw-page-title-main">Belsoğukluğu</span> Neisseria gonorrhoeae bakterisinin neden olduğu döl ve idrar yollarında görülen bulaşıcı hastalık

Belsoğukluğu (Gonore), Neisseria gonorrhoeae bakterisinin neden olduğu, özellikle döl ve idrar yollarını etkileyen, cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların ikinci en bulaşıcı olanıdır; ilk sırayı klamidya enfeksiyonu alır.

<span class="mw-page-title-main">Rahim ağzı kanseri</span> Rahim ağzında meydana gelen kötücül kanser

Serviks kanseri, servikal kanser ya da rahim ağzı kanseri, rahim ağzının malign (kötücül) kanseridir. Serviks kanseri, epitelden köken alan malign tümör, yani karsinomdur. İlk belirtisi vajinal kanama olabilir, ama iyice ilerleyene kadar bir belirti göstermeme durumu da söz konusudur. Tedavisi, erken evrelerde ameliyat, ileri aşamalarda kemoterapi ve radyoterapidir.

Akciğer biyopsisi, çeşitli akciğer hastalıklarının tanısı amacıyla mikroskop altında incelenmek üzere akciğer dokusundan küçük bir parçanın alınması işlemidir.

<span class="mw-page-title-main">TOBB ETÜ Hastanesi</span>

TOBB ETÜ Hastanesi, TOBB ETÜ Sağlık ve Eğitim Kurumları A.Ş.'ye ait olan ve Ankara'nın Çankaya ilçesine bağlı Söğütözü semtinde bulunan özel hastane.

Papiller tiroit kanseri ya da papiller tiroit karsinomu en sık tiroit malignitesidir. 1 cm'den küçük olanları papiller mikrokarsinom olarak adlandırılır. Kadınlar erkeklerden daha çok etkilenir. Herhangi bir yaşta görülebilmekle birlikte ortalama görülme yaşı 40'tır. Hastaların %5-10'unda boyuna radyoterapi hikâyesi mevcuttur.

Tümör belirteci ya da Tümör markeri, kanserin varlığını veya kanser davranışını(ilerleme veya tedaviye yanıt gibi) belirlemek için kullanılabilen biyobelirteçlere verilen addır.

Cor pulmonale, akciğer hastalıklarından kökenli pulmoner hipertansiyona bağlı bir kalp hastalığıdır. Kalbin sağ ventrikülünü (karıncık) etkiler. Sürecin temelinde, akciğer patolojisi nedeniyle kan dolaşımının güçleşmesi ve damarlardaki kanın geriye doğru birikerek kalbin sağ bölümüne yüklenmesi yatar. Klinikte 2 tür cor pulmonale izlenir:

  1. Akut cor pulmonale: Sıklıkla venöz tromboembolizm olgularında görülür; ikinci sırada “akut solunum güçlüğü sendromu” etkilidir. Sağ kalp yüklenmesi ansızın gelişir. Kalpte “foramen ovale açıklığı” olan hastalarda klinik tablo çok ağırdır.
  2. Kronik cor pulmonale: Bir bölümünün nedeni bilinmemektedir. Obstrüktif akciğer hastalıkları (KOAH), uyku apnesi, restriktif akciğer hastalıkları, yineleyen küçük venöz embolusların zamanla akciğerin küçük damarlarını bloke etmesi, sarkoidoz, polisitemi, damar yangıları (vaskülit) sekonder olguların başlıca nedenleridir.

Henoch-Schönlein purpurası küçük ve orta çaplı damarların etkilendiği, çocuklarda görece sık rastlanan vaskülitik bulgular kümesidir. Deride ve mukozalarda ve seröz zarlarda, damarların etkilenmesi sonucu ortaya çıkan küçük purpuralar saptanır.

Kemiğin fibröz displazi hastalığı, kemik dokusu olgunlaşmasında görülen yerel aksaklıkların sonucu olarak ortaya çıkan bir tablodur. Süngersi (spongiöz) kemiğin ortadan kalktığı ve bu boşluğu yoğun bir bağ dokusunun doldurduğu saptanır. Fibröz displazinin nedeni konusunda öne sürülen çeşitli varsayımlar arasında en somut olanı osteoblastik hücrelerdeki proliferasyon ve diferansiyasyon yetilerinin bozukluğu ile sonlanan bir tür gen mutasyonudur.

Dev hücreli reparatif granülom ya da dev hücreli granülom, çoğunlukla dişetleri ya da çene kemiklerinde ortaya çıkan, nedeni kesin olarak bilinmeyen oluşumlardır; son yıllarda yüz kemiklerinde, el ve ayak parmak kemiklerinde ortaya çıkan dev hücreli lezyonların reparatif granülom olguları bildirilmektedir. Adlandırılmasındaki en önemli öge, mikroskopik incelemede çok sayıda osteoklastik dev hücresinin bulunmasıdır. Kemik içinde oluşanlar “santral tip”, dişetlerinde meydana gelenlerse “periferik tip” olarak nitelenirler. Kökenleri tartışmalıdır; onarım dokusu, displazi, tümör ya da reaktif lezyon oldukları düşünülmekte, ancak kesin ayrım yapılamamaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Lenfanjiyoma</span>

Lenfanjiyomlar, lenfatik sistemin malformasyonları olup, ince duvarlı kistler ile karakterize edilir; bu kistler kistik higroma gibi makroskopik veya mikroskopik olabilir. Lenfatik sistem, dokulardan fazla sıvıyı venöz sisteme geri döndüren damar ağı ve bu sıvıyı patojen işaretleri için filtreleyen lenf nodlarından oluşur. Bu malformasyonlar her yaşta meydana gelebilir ve vücudun herhangi bir bölümünü etkileyebilir, ancak %90'ı 2 yaşından küçük çocuklarda ve baş ve boyun bölgesinde görülmektedir. Bu malformasyonlar doğuştan veya sonradan kazanılmış olabilir. Konjenital lenfanjiyomlar sıklıkla Turner sendromu gibi kromozomal anormallikler ile ilişkilidir, ancak izole olarak da bulunabilirler. Lenfanjiyomlar genellikle doğum öncesi dönemde fetal ultrasonografi kullanılarak teşhis edilir. Edinsel lenfanjiyomlar travma, iltihap veya lenfatik tıkanıklık sonucu gelişebilir.

Kanser tanısı , günümüz sağlık sorunlarının en önemlilerinden biridir. Kanserde "erken tanı" ilkesi, tanı tekniklerinin oldukça iyi bir düzeye gelmesini sağlamıştır.

<span class="mw-page-title-main">Sitopatoloji</span> hastalıkları hücresel düzeyde inceleyen ve teşhis eden patoloji dalı

Sitopatoloji, hastalıkları hücresel düzeyde inceleyen ve teşhis eden bir patoloji dalıdır. Bu disiplin 1928 yılında George Nicolas Papanicolaou tarafından kurulmuştur. Sitopatoloji, tüm dokuları inceleyen histopatolojinin aksine, genellikle serbest hücre veya doku parçaları örnekleri üzerinde kullanılır. Sitopatoloji sıklıkla, daha az kesin olarak, "hücrelerin incelenmes" anlamına gelen "sitoloji" olarak adlandırılır.