İçeriğe atla

Aynî hak

Aynî hak, kişilerin eşya üzerinde doğrudan doğruya hakimiyetini sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen haklardandır. Özellikle de eşya hukukunda, hak sahibinin, söz konusu eşya üzerindeki tasarruf yetkisini tespit etme bakımından, hakkın sınırının tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu hakkın aynî hak olması hâlinde farklı, olmaması hâlinde farklı hükümler uygulanabilecektir.

Aynî hakların üç unsuru vardır. Bu unsurlar sırasıyla, eşya, eşya üzerinde doğrudan hâkimiyet ve herkese karşı ileri sürülebilmedir. Bu şartlar birlikte şartlardır, yani hepsinin bir arada olması gerekir. Aynî hak, eşyalar üzerinde kurulabilmektedir, bu nedenle malvarlığına ilişkin haklardandır. Bu eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet kurulması ve bu hâkimiyetin herkese karşı ileri sürülebilir olması da aynî hakkı mutlak bir hak yapar. Bu nedenle hak sahibi haricindeki herkesin bu hakka uyma mecburiyeti bulunmaktadır.

Aynî hak, Roma hukukundan doğup gelişmiş, çeşitli evrelerden geçerek günümüze kadar ulaşmıştır. Doktrinde hakkın niteliği ve unsurları ile ilgili yapılan tartışmaların ardından; aynî hakkın kişiye eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen bir hak olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Aynî hakkı diğer haklardan ayıran şey de sahip olduğu bu iki niteliktir.

Aynî haklara hâkim olan bazı ilkeler vardır. Bu ilkeler, aynî hakların niteliğini de belirler. Sınırı, kapsamı belirlenemeyen, yeterince belirli olmayan şeyler üzerinde aynî hak kurulamaz. Bununla birlikte, bu hak aleni olmalı, başkalarınca da görünebilir bir forma sahip olmalıdır. Hukuk sistemleri, bunu sağlamak amacıyla çeşitli kavramlar geliştirmiştir. Öte yandan, aynî haklar belirli sayı ve tiptedirler, kanunlarla öngörülenlerin dışında aynî haklar oluşturulamaz. Yine, bu haklar hak düşürücü sürelere tâbî değildirler, sebebe bağlıdırlar. Bir eşya üzerinde sadece bir tane aynî hak kurulabilir.

Bu haklar sahibine önemli yetkiler verir. Hakkın niteliğine göre değişmekle birlikte; kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkileri, aynî hak sahibinin olur. Tam aynî hak sahibi bu üç yetkiye de sahipken, sınırlı aynî hak sahibi ise bu yetkilerden yalnızca birine ya da ikisine sahip olur. Bununla birlikte, aynî haklar sahiplerine bazı sorumluluklar da yükler. Bu sorumluluklar; bir şeyi yapmama, bir şeye katlanma ya da bir şeyi yapma şeklinde tezahür eder. Bunlara ilişkin detaylar, her ülkenin kendi kanunlarında özel olarak düzenlenir.

Aynî haklar çeşitli yollarla kazanılır ve kaybedilir. Bu aslen olabileceği gibi, devren ya da tesisen de olabilir.

Aynî haklar, herkese karşı ileri sürülebileceği için korunması da önemli görülen haklardandır. Hak sahibi, hukukun kendisine sağladığı imkânlar dahilinde hakkının korunmasını sağlayabilecektir. Bu, hakkın türüne ve niteliğine göre değişebilmektedir.

Tanımı ve konusu

Aynî hak, kişilerin eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyetini sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen bir haktır.[1] Bu hakların konusu eşyalardır. Bu yönüyle aynî haklar, malvarlığı hakları kategorisinde incelenir. Kişiliğe ilişkin haklarla herhangi bir ilişkisi yoktur. Bu nedenle hukukî anlamda eşyanın da tanımlanması gerekmektedir. Hukukî olarak eşya, üzerinde bireysel hâkimiyet sağlanabilecek, ekonomik bir değere sahip, kişi dışında fizikî bir varlık olarak tanımlanır.[2]

Aynî hakkın konusu olan eşyanın dört niteliği vardır. İlk unsur, fizikî varlıktır. Aynî hak kurulabilecek bir eşyadan bahsedilebilmesi için, söz konusu eşyanın fizikî varlığa sahip olması gerekir. Böyle bir varlığı bulunmayan; fikir-sanat ürünleri, markalar, doğal kuvvetler gibi varlıklar üzerinde aynî haklar kurulamaz, fakat farklı haklar tanınarak bunlar üzerindeki menfaatler korunabilir.[3]

İkinci olarak, fizikî varlığa sahip şeyin belirli olması gerekir. Fizikî varlığa sahip olan cismin sınırlarının belirlenebilir olması gerekir. Bu kapsamda, sınırları belirli olmayan ya da belirlenemeyen varlıklar üzerinde aynî hak kurulamaz.[4] Yine, fizikî varlığa sahip olan şeyin mülk edinilebilir olması da bir diğer şarttır. Aynî hak konusu olan şeyin ele geçirilebilmesi, iktisap ve tasarruf konusu olabilmesi mümkün ise o şeyin aynî hak konusu olabilmesi mümkündür. Buna göre, ele geçirilemeyen, üzerinde tasarruf edilemeyen şeyler aynî hak konusu olamaz.[5]

Son olarak ise fizikî varlığa sahip şeyin kişisel olmaması gerekir. Bir şeyin eşya olabilmesi için kişiden bağımsız bir şey olması gerekir. Bu nedenle, kişinin vücudu ve ona ait olan diğer şeyler eşya olamaz, bu nedenle de üzerlerinde aynî hak kurulamaz.[6]

Unsurlar

Bir ev üzerindeki hakkın sahibinin tespit edilebilmesi için, ilgili sicildeki kayıtlara bakılması gerekir.

Aynî hakların üç unsuru vardır. Bu üç şart kümülatif, yani yığılan şartlardır. Birinin yokluğu hâlinde aynî hak kavramından bahsedilemez:[7]

İlk ve en önemli unsur eşyadır. Aynî haklar malvarlığına ilişkin haklardandır, bu yüzden de yalnızca malvarlığı içerisinde sayılabilecek eşyalar üzerinde kurulabilir. İkinci olarak bu eşya üzerinde hak sahibi olan kimsenin yani mâlikin doğrudan doğruya hâkimiyet sahibi olması gerekir. Doğrudan hâkimiyet, hak sahibinin hiç kimsenin aracılığına ya da yardımına ihtiyaç duymaksızın aynî hak konusu eşyayı iktidar alanında bulundurması ve ondan yararlanmasını ifade eder.[7] Doğrudan hâkimiyet hâlinde hak sahibi, eşya üzerinde sahip olduğu aynî hakkın türüne bağlı olarak eşya üzerinde doğrudan tasarrufta bulunabilir. Doğrudan hâkimiyet, eşyanın taşınır veya taşınmaz olmasına göre farklı durumlarla belirlenir. Taşınır mallar için o mal üzerinde zilyetlik kurulması yeterli iken taşınmazlar için ise hakkın taşınmazın ilgili siciline tescil edilmesi gerekir.[8]

Üçüncü ve son unsur ise aynî hakkın herkese karşı ileri sürülebilmesidir (dermeyan edilebilmesidir). Aynî haklar, hak sahibi dışındaki üçüncü kişilerin bu hakka riayet etme mecburiyeti olan haklardandır. Bu nedenle bu yükümlülüğe uymayan herkese karşı bu hak ileri sürülebilir.[9] Yine hakkın türüne göre, hak sahibince ihlâlde bulunan kişi aleyhine eda ve tazminat davaları açılabilir. Nitekim bu husus, kanunlarda da hüküm altına alınmıştır.[a]

Gelişimi

Roma hukuku

Aynî hak, kaynağını Roma hukuku'ndan alan bir kavramdır. Ius in re olarak da bilinir.[10] I. Justinianus tarafından hazırlatılan ve Roma hukukuna dair en geniş kapsamlı bilgi veren Corpus Iuris Civilis, zamanla kendinden sonraki dönemlerin hukuk sisteminde de etkili olmaya başladı ve böylece günümüze kadar ulaştı. Justinianus, esasen bu eser için şerh yazılmamasını emretmişse de, ölümünden sonra bu yönde birçok eser yazılmaya başlandı.[11] 476 yılında Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılması ile, Corpus Iuris Civilis Doğu Roma İmparatorluğu'nda uygulanmaya başladı. Batı Roma'da ise uygulama alanı bulamadı.[11]

6. ve 9. yüzyıllar arasında Roma hukuk geleneğinin yaşamasında Kilise'nin payı söz konusu olmuştur. Kilise, bu dönemde Roma hukuk mirasını saklamış ve kullanmıştı. Cermen kavimlerinin istilalarına uğrayan ve imparatorluğun çöküşüyle birlikte bir buhran yaşayan Batı toplulukları da çareyi hukukta aramışlardır.[11] Özellikle, Corpus Iuris Civilis'i kendi anlayışlarına göre yorumlayan Bizanslılar böylece ortaya bir Bizans hukuku çıkardılar. Buna karşılık, Batı'da ise Corpus Iuris Civilis yüzyıllar boyunca etkisini sürdürdü. Hatta, Corpus Iuris Civilis'in bölümlerinden biri olan Digesta, yüzyıllar boyunca üniversitelerde ders kitabı olarak kullanıldı.[12] Digesta'nın her bir cümlesi yorumlanmış, devirlere göre değişik açılardan incelenmiş, farklı doktrinlerce inceleme konusu yapılmıştır.[13]

11. yüzyılın sonlarına doğru Pisa'da bir kütüphanede Digesta'nın 6. yüzyılda yazılmış bir örneğinin bulunması Roma hukukunun yeniden gelişimini başlattığı iddia edilir.[12] Bu süreçte İtalya'nın Bolonya şehrinde ünü kısa sürede bütün Avrupa'ya yayılan bir üniversite kuruldu. Bu üniversite hocalarının Corpus Iuris Civilis'i metin ya da satır aralarına aldıkları küçük notlar (glossa'lar) ile açıklamaları Glossator akımını doğurdu. Glossator'lar, Corpus Iuris Civilis'in doğruluğu veya yanlışlığıyla ilgilenmediler, onu bir dogma olarak kabul edip açıklamaya çalıştılar ve bu nedenle de yaptıkları iş teori alanında kaldı.[14] Bu akımdan sonra 13. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Postglossator'lar ise, Glossator'ların yapmadığını da yaparak, yerel hukukları da göz önünde bulundurarak zamanın ihtiyaç duyduğu kurallara ve kavramlara ulaşmaya çalışmışlardır.[15] Corpus Iuris Civilis'i modernize eden ve iktibasa hazırlayan bu akımla birlikte, Bolonya'daki hukuk okulunun benzerleri Avrupa'nın diğer yerlerinde de kurulmaya başlandı.[16] Dilin aynı (Latince) olması, okullar arasında hoca ve öğrenci değişimini de olanaklı hâle getiriyordu.[17]

Corpus Iuris Civilis'in 1626 tarihli bir nüshası

15. yüzyılda özellikle Fransa'da ortaya çıkan Hümanist akım ise Corpus Iuris Civilis'i tarihi bir açıdan inceledi.[18] Bu akım mensupları, Roma hukukunun tatbikat için kullanılmasını reddetmiş, her ülkenin kendi millî hukukunu uygulaması gerektiğini savunmuştur. Onlara göre, Postglossator akımı Corpus Iuris Civilis'i bozmuştur. Hümanistler, Corpus Iuris Civilis'i filolojik ve tarihi bilim metotlarıyla incelemişlerdir. Fakat bu akım, Roma hukukunu tatbikattan kopararak teori alanında kalan bir akım olmuştur.[18]

Yeni Çağ ile birlikte, Roma hukuku Avrupa'da iktibas edilmeye başlandı. Pek çok devlet iktibas gerçekleştirirken, bunu en yoğun yapan ise ağırlıklı olarak Cermen devletleri ile birlikte, özellikle Almanya idi.[19] Bu süreçte Alman mahkeme içtihatları ve Cermen hukukunu Roma hukuku ile kaynaştırmaya çalışan hukukçular, usus modernus Pandectarum (Pandekt'lerin modern şekilde kullanılması) adı verilen bir akımın da öncüsü oldu.[20] Buna karşılık, tarihi olgulardan arındırılmış bir hukuk düzenini savunan tabiî hukuk akımı, Roma hukukuna karşı çıktı. Tarihe dayanan olgulara sahip olan Roma hukukunu reddeden bu akım, yine de savlarını açıklamak için Roma hukukuna ihtiyaç duymaktaydı.[20] Yine de, bu akım hukukun sistematik bir nitelik kazanmasına da katkıda bulunmuştur. Bu akımın savunduğu sistem Pandekt hukukçularla da geliştirilmiş ve uygulamaya sürülmüştür. 1794 Prusya, 1811 Avusturya ve 1804 Fransız Medeni Kanunları bunlara örnektir.[20]

19. yüzyıl başlarında gelişmeye başlayan tarihi hukuk akımı, kendinden önceki akımlara karşı çıkarak, hukukun tarihi bir gelişmenin ve evrimin sonucu olarak anlaşılması gerektiğini savunmuştur. Bu akımın savunucularına göre, hukuk halkın ruhundan çıkarak evrimleşmelidir. Hukuk kuralları, tarihi bir sürecin ardından doğar ve gelişir. Kurucusu Friedrich Carl von Savigny, Roma hukukuna bulaşan diğer unsurların temizlenerek saf hukuka ulaşılması gerektiğini savunmuştur. [21] Bu akımın ardından ortaya çıkan Pandekt hukuk ilmi de, Roma hukukunu sistematik olarak incelemeye çalışmış, modern hukukun ana kavramlarının ortaya çıkmasına yardımcı olmuşlardır. Buna karşılık, genel itibarıyla olaylara tek tek çözümler getirerek genel kurallar oluşturmaktan çekinmişlerdir.[22]

1900 Alman, 1907 İsviçre Medeni Kanunu ve 1911 İsviçre Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte Roma hukuku doğrudan uygulama alanını kaybetmiş, fakat etkilediği kanunlar üzerinden etkisini devam ettirmiştir.[23] 1926 yılında Türkiye'de yürürlüğe giren Medenî Kanun da, bu kanunlardan iktibas edilmiştir.[24]

Tanımı ve hakkındaki görüşler

Aynî hakkın tanımı hakkında hukuk doktrininde çeşitli tartışmalar yaşanmıştır. Bu hakkın ne olduğu, sahibine ne tür haklar verdiği ve nasıl kullanılabileceği ile ilgili sorular, doktrinde tartışılmıştır. Bu tartışmalar sonucunda üç görüş oluşmuştur.[25]

Klasik görüş

Klasik görüş, doktrinde ilk olarak ortaya atılan görüştür. Bu görüşe göre aynî hak, sahibine eşya üzerinde doğrudan doğruya hakimiyet yetkisi veren bir haktır.[25] Böylece bu hakka bir mutlak karakter getirilmiştir. Mâlik, eşya üzerinde herhangi bir kimsenin yardımı olmaksızın hâkimiyet sahibidir. Bu nedenle, diğer kişiler hak sahibinin eşya üzerindeki bu hakkını kullanmasına ve icra etmesine engel olmamalıdır. Bu görüş hak sahibi ile hakkın konusu olan eşya arasındaki ilişkiyi esas alarak o ilişkiye aynî bir karakter getirmiştir.[25]

Şahısçı görüş

Aynî hakkın kişi ile eşya arasındaki ilişkiyi esas almasına karşı olan yazarlar, hak ilişkisinin yalnızca şahıslar arasında var olabileceğini belirterek hakkın bu doğrultuda belirlenmesi gerektiğini düşünmüş ve bu nedenle şahısçı görüşü geliştirmişlerdir. Buna göre, aynî hak herhangi bir hukukî işleme gerek olmaksızın hak sahibince herkese karşı ileri sürülebilen bir haktır. Bu hakkın kullanılabilmesi için ortada herhangi bir işlemin bulunmasına gerek yoktur. Bir aynî hak varsa hak sahibi hakkına bir halel geldiği zaman başka hiçbir şey yapmasına gerek olmadan bu hakkını kullanabilir.[26]

Klasik görüşten farklı olarak bu görüşü savunan yazarlar hak sahibi ile eşya arasında bir hak ilişkisi olmamakla birlikte bir fiilî ilişkinin bulunduğunu belirtirler. Bu ilişkinin hukuktaki adı ise zilyetliktir. Zilyetlik, bir eşyayı elinde bulundurma iradesi anlamına gelir ve hukuken korunur. Buna rağmen, zilyetlik haktan farklı bir durumdur. Çünkü bir eşyanın mülkiyeti her zaman hakkın iktisap edinilmesi hâlinde kazanılabilirken zilyetliğin iktisap edinilmesi hâlinde kazanılamayabilir. Zilyetlik hukukî ilişkinin fiilî yönüne dair bir kavramdır, bu yüzden mâliklik ile karıştırılmaması gerekir.[26]

Karma görüş

Bir araç üzerindeki aynî hakkın; iç muhtevası, hak sahibinin bu araç üzerinde doğrudan hâkimiyet sahibi olmasını, dış muhtevası ise, hak sahibinin araca yönelik herhangi bir fiili ya da hukuki müdahalede bulunan kişi ya da kişilere hakkını koruyabilmesini ifade eder.

Şahısçı görüşün, hak sahibinin kendisi dışındaki herkese karşı aynî hakkının korunması gerektiği yönündeki yapısı doktrinde eleştirilmiştir. Bu nedenle kimi şahısçı görüş savunucuları görüşlerini yumuşatarak hak sahibinin onunla ilgisi bulunan kişilere karşı hakkını ileri sürebileceğini iddia etmiştir. Bunun ardından, bazı yazarlar da bu iki görüşü birleştirerek aynî hakkın iki farklı katmanı olduğunu ileri süren bir görüş geliştirmiştir. Buna göre aynî hakkın iki unsuru vardır: iç muhteva ve dış muhteva.[27]

İç muhteva, hakkın sahibine eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlamasını ifade eder. Buna göre eşya üzerinde mâlikin doğrudan doğruya hâkimiyet sahibi olması aynî hakkın iç muhtevasını oluşturur. Bunun kapsamına eşya üzerindeki bütün fiilî ve hukukî tasarruf yetkileri de dahildir. Fiilî yetkilere örnek olarak eşyayı elde bulundurma (zilyetlik), şeklini değiştirme, tüketme ve yok etme gibi örnekler verilebilir. Hukukî yetkiler için ise kiralama gibi kullanma ve yararlanma hakkını devredici sözleşmeler yapma, mülkiyeti devretme, mülkiyet hakkından feragat etmek gibi örnekler verilebilir. Tüm bu yetkiler, aynî hakkın iç muhtevasıdır.[27]

Dış muhteva ise hakkın herkese karşı ileri sürülebilmesi anlamına gelir. Mâlikin, eşya üzerindeki hâkimiyetini hukuk düzeninin sınırları içerisinde kalmak suretiyle üçüncü kişilere karşı koruyabilmesi, hakkın herkese karşı sürülebilmesi anlamına gelir. Mâlikin gerek fiilî gerekse hukukî yetkilerine karşı üçüncü kişiler tarafından yapılan haksız müdahalelerin önlenmesi amacıyla hukukî başvuru yollarına başvurulabilir. Fakat ihkâk-ı hak yasaktır.[28]

Karma görüşü savunan yazarlar, klasik ve şahısçı görüşlerin olaya tek bir açıdan baktıklarını ileri sürerek her iki görüşün de aynî hakkın bir tarafını ihmal ettiklerini dile getirmiş ve böylece iki görüşü de birleştirmişlerdir. Bu görüşe göre aynî hak, sahibine söz konusu eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet yetkisi veren ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen bir haktır. Bu görüş, doktrinde de baskın görüş hâline gelmiştir.[29]

İlkeler

Aynî hakların tümüne hâkim olan 6 tane ilke vardır. Bunlardan ilki, belirlilik ilkesidir. Bu ilkeye göre, aynî haklar yalnızca ferden belirli şeyler üzerinde kurulabilir. Ferden belirlilik, şeyin niteliklerinin ne olduğunu, hangi şey olduğunu tespit etmeye yetecek derece belirli olmasıdır.[30] Sınırı, kapsamı bu şekilde belirlenmemiş bir şey, hukuken eşya olarak kabul edilemeyeceği gibi üzerinde aynî hak kurulması da mümkün değildir. İkinci ilke olan aleniyet ilkesi ise, eşya üzerindeki aynî hakkın herkes tarafından görülebilecek ve anlaşılabilecek bir görüntüye sahip olmasıdır. Aynî haklar, herkesin uyması gereken haklardandır, bu yüzden de başkalarınca da görülmesi ve bilinmesi zorunludur. Bu ilke, eşya hukukunda zilyetlik ve mülkiyet kavramlarıyla açıklanır. Taşınabilir eşyalardaki aynî haklar zilyetlik ile, taşınmaz eşyalardaki aynî haklar ise mülkiyet ile aleniyete kavuşturulur.[31]

Belirli sayı ve tipe bağlılık ilkesi, Latince numerus clausus olarak tanımlanır. Bu ilkeye göre, aynî hakların sayı, tür ve muhteviyatının kanunla belirlenmesi gerekir. Böylece ne üzerinde nasıl bir aynî hak kurulduğu tespit edilebilir. Bu ilkeyle; aynî hak aleniyet kazanır, belirlenebilir bir hâle gelir, söz konusu hakkın korunmasına yardımcı olur ve hak sahibi ile üçüncü kişiler arasında aynî haktan doğan üçlü bir ilişki oluşturur.[32]

Hak düşürücü süre ve zamanaşımına tâbî olmama ilkesine göre, aynî haklar kullanılmamakla zamanaşımına uğramaz veyahut hak düşürücü süre sayesinde kişinin malı üzerindeki yetkisi ortadan kalkmaz. Buna paralel olarak, bu hakların üçüncü kişilerce ihlâl edilmesi hâlinde de ihlâli def'etmek için hukukî yollara başvuruda da benzer bir süre limiti yoktur.[33] Sebebe bağlılık ise, aynî hakları oluşturan ya da yok eden işlemlerin geçerliliğinin aynî hakların geçerliliğine de etkisi olduğu anlamına gelir. Buna göre, aynî hak doğuran bir işlem hukuken geçersizse, aynî hak da geçersizdir. Bazı durumlarda, kanunlarca iyi niyetli olarak geçersiz işlemi yapan kişinin işleme dayanan aynî hakkı kazandığı hâller söz konusu olsa da, ilke olarak aynî haklar sebebine bağlıdır ve geçerliliğini onun geçerliliğinden alır.[34]

Altıncı ve son ilke olan zaman itibarıyla öncelik ilkesi ise, bir eşya üzerinde tam aynî hak sadece bir tane kurulabileceği anlamına gelir. Bununla birlikte, birden fazla sınırlı (tam olmayan) aynî hak kurulabilir. Bu sınırlı hakların kullanımı ile ilgili bir uyuşmazlık çıktığında, zaman itibarıyla önce kurulan ilişki esas alınarak çözülür.[35]

Türleri

Aynî haklar, belirli sayı ve tipe bağlılık (numerur clausus) ilkesine tâbî olduğu için, türleri de sınırlıdır. Hukukta dört çeşit aynî hak türü belirtilmiştir. Bu haklar şunlardır:

İç muhtevalarına göre aynî haklar

İç muhteva, hakkın sahibine tanıdığı yetkiyi ifade eder. Bu yönüyle aynî hakların sahiplerine tanıdığı yetkilere göre, bu haklar ikiye ayrılır. İlki tam aynî haktır. Sahibine eşya üzerinde tam hâkimiyet sağlayan, en geniş yetkileri veren[36] bir haktır. Hukuken tam hâkimiyet sağlayan hak, mülkiyet hakkı olarak tanımlanır. Roma Hukukundan günümüze ulaşan anlayışa göre, mülkiyet hakkı sahibine üç yetki tanır. Bu yetkiler; kullanma (usus), yararlanma (fructus) ve tasarruf (abusus) yetkileridir. Böylece, mülkiyet hakkı, bir aynî hakta bulunması gereken bütün unsurları kendisinde toplamış tek aynî hak olmaktadır.[37]

Bir tarla kime aitse, o kişinin tarla üzerindeki hakkı mülkiyet hakkıdır (tam aynî hak). Bu kişi, tarlası üzerinde bir başkası lehine irtifak hakkı, rehin hakkı ya da taşınmaz yükü oluşturursa, o kişi sınırlı bir aynî hak elde eder.

İkinci ise sınırlı aynî haktır. Sınırlı aynî haklar, tam aynî hakkın sahibine verdiği üç yetkiden yalnızca herhangi birine ya da ikisine sahip olunması durumunda söz konusu olan haklardır. Bu nedenle kendisine sınırlı aynî haklar denmiştir. Tam aynî hak konusu eşya üzerinde aynî nitelikte başka hakların da kurulabilmesi için geçerlilik kazandırılmıştır. Böylece aynı eşyanın birden fazla kişiye hak ve menfaat sağlamasına imkân sağlanmıştır.[37] Bu haklar ise üç çeşittir; irtifak hakları, rehin hakları ve taşınmaz yükü. İrtifak hakları, sahibine eşya üzerinde doğrudan doğruya ama sınırlı bir hâkimiyet ve yararlanma yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine alacağı ödenmediği takdirde rehin konusu eşyanın ya da hakkın sattırılarak bedelin alacağını doğrudan ve öncelikle tahsil etmesini sağlar. Taşınmaz yükü ise, rehin hakkının taşınmazlar için kurulan bir benzeridir.[38]

Konularına göre aynî haklar

Aynî hakların konusu esas olarak eşya olmakla birlikte, istisna olmak üzere konusu eşya olmayan birtakım şeyler üzerinde de aynî hak kurulabilmektedir. Bu durum, zaruret nedeniyle ve çok sınırlı olmak üzere çeşitli kanunlarda öngörülmektedir.[b] Eşyanın kendi maddî ve manevî değeri, toplumun eşyaya verdiği değer ve bittabi eşyanın kendi niteliği gibi unsurlar da gözetilerek kanunlarla eşyalara taşınır ve taşınmaz vasfı getirilmiş ve eşyanın bu niteliğine göre de farklı hukukî muamelelere tâbî tutulacağı öngörülmüştür.[40]

Aynî hakların aleniyetini sağlamak için taşınır ve taşınmaz eşyalar için farklı hükümler söz konusu olur. Taşınırlar için aleniyet zilyetlik ile, taşınmazlar için ise tescille aleniyet sağlanır.[41] Hakkın kurulması sonucunu doğuran işlemin geçerli olabilmesi için o işlemin uyması gereken şekil kuralları açısından, taşınırlar için bir şekil şartı aranmazken, taşınmazlar için ise kural olarak şekil şartı getirilmiştir. Bu şekil şartı, aslen yazılı şekil şartı olmakla birlikte, duruma göre resmî şekil şartı da aranabilir.[40] Yine bu hakkın kazanılması, yani mülkiyetin geçmesi bakımından da eşyanın vasfı önem taşımaktadır. Buna göre, taşınırlar için zilyetliğin geçişi, taşınmazlar için ise tescilin yapılması ile birlikte mülkiyet geçmiş olur.[40] Aynî haklardan bazıları sadece taşınır, bazıları ise sadece taşınmazlar üzerinde kurulur. Taşınır bir malın sahibinin elinden rızası dışında çıkması durumunda, hak sahibi olduğunu ispata gerek duymadan açabileceği bir davayla taşınırını geri alabilmesi mümkün iken, taşınmazlar için böyle bir durum söz konusu değildir.[41]

Hak sahibinin sorumlulukları

Aynî haklar, sahiplerine birtakım haklar ve yetkiler verdiği gibi, birtakım sorumluluklar da yüklemektedir. Bu nedenle hak sahibinin (genellikle, mâlikin) uyması gereken bazı yükümlülükler vardır. Bu yükümlülükler hak sahibinin ödevleri ya da aynî hakkın sınırları olarak da bilinirler.[28]

Yapmama ödevleri, hak sahibinin hukuk düzeni tarafından kendi hakkı için çizilen sınırları aşmaması, yasak işlemleri yapmaması gerektiğini belirten ödevlerdir. Böylece hakkın sınırı çizilmekte, hak sahibinin yetkileri de kısıtlanmaktadır. Bu sınırlar, hakkın kapsamı ve niteliğine göre değişiklik gösterebilmektedir. Yapmama ödevi, içinde kaçınmayı da barındırdığından bu ödevlere kaçınma ödevleri de denmektedir.[42]

Bu tür ödevlere genel olarak imar hukukunca inşaat konularında konan yasaklar örnek gösterilir. İzin verilenden daha uzun, daha büyük yapılar yapılamayacağına ilişkin yasaklar, hak sahibinin yapmama ödevi olarak tanımlanır. Mülkiyet hakkının kullanımına ilişkin sınırlamalar da Anayasa metinlerinde yer alabilmektedir.[c]

Katlanma ödevi, üçüncü kişilerin ya da toplumun menfaatleri için, mâlikin hakkına yönelik müdahalelere katlanmasını, tahammül etmesini ifade eder. Bu müdahale küçük bir müdahale olabileceği gibi, hakkın ortadan kaldırılmasına kadar uzanabilir.[44] Bu ödevler de hakka ve mevcut fiilî duruma göre değişkenlik gösterebilir.[d]

Yapma ödevi, hak sahibine bir edimi ifa etme yükümlülüğü yükleyen bir ödevdir. Burada hak sahibi, yapmama ödevinden farklı olarak pasif bir sorumluluğa değil, aktif bir sorumluluğa sahiptir. Üçüncü kişinin ya da toplumun yararı söz konusu olduğunda, mâlik hakkı üzerinde birtakım edimleri yerine getirmek zorunda kalabilir. Hak sahibi olduğu eşyanın niteliğinden doğan vergi borçlarını ödemek, taşınmazının sınırlarını belirlemek için sınır noktalarına işaret koymak gibi edimler, yapma ödevinin konusunu oluşturur.[46]

Aynî hakların kazanılması ve kaybedilmesi

Aynî haklar, taşınırlar için zilyetliğin kazanılması ile kazanılırken, zilyetliğin kaybı ile de kaybedilir. Taşınmazlar için ise zilyetliğin yanı sıra mülkiyeti geçiren tescil işleminin yapılması gerekmektedir. Kural olarak, tescil yapıldığı anda aynî hak kazanılmış, tasarruf işlemini yapan taraf için ise kaybedilmiş olur.[47]

Hakların kazanılması aslen veya devren iktisap yollarıyla söz konusu olabilir. Aslen iktisap, üzerinde önceden o türde herhangi bir hak kurulmamış olan eşyanın o yol ile ilk kez hak sahipliğine konu yapılmasıdır. Yani o eşya o amaçla ilk kez iktisap edilmiştir.[48] Devren iktisap ise, önceki hak sahibinin geçerli bir hukuk işlemi vasıtasıyla hakkını yeni hak sahibine devretmesidir. Bu yöntem ile hak, sıfırdan kurulmaz. Önceden kurulmuş olan hakkın sahibi değişir.[49]

Hakkın kaybı ise, hakkın hak sahibinden ayrılmasıdır. Eğer hak, hak sahibinden bir başkasına geçerek kaybediliyorsa, bu devren kayıp olur. Ama o hak, bir başkasına intikal etmeden ortadan kalkmış ise, o zaman o hak sona ermiş olur. O eşya üzerinde yeniden hak kurulabilir, o hâlde yeni hak sahibi o eşyayı aslen kazanmış olacaktır.[50]

Aynî hakların korunması

Haklar, mahkemeler aracılığıyla korunabilir. Kişinin hakkını kendi eliyle koruması (ihkak-ı hak) yasaktır.

Aynî haklar, herkese karşı ileri sürülebilen haklardandır. Yükümlülüğe uymayan herkese karşı bu hak ileri sürülebilir.[2] Dolayısıyla hakkı ihlâl edilen hak sahibi, ihlâli gerçekleştiren kişiye karşı hakkından doğan bir korunma hakkına sahiptir. Fakat bu korunmayı hukukun kendisine tanıdığı sınırlar içerisinde yapması gerekir. Birçok hukuk sisteminde, ihkâk-ı hak yasaklanmıştır. Yani bir kişi, hakkını bizzat kendisi koruyamaz. Burada hukuken görevli ve yetkili kurumların müdahalesi gerekmektedir.[51] Yine hakkın türüne göre, hak sahibince ihlâlde bulunan kişi aleyhine eda ve tazminat davaları açılabilir.[52]

Aynî hakların korunması, eşyanın türüne göre değişik yollarla gerçekleşebilir. Eşyanın taşınır olması durumunda, hak sahibinin sadece fiilî hâkimiyetine dayanarak açabileceği davalar olduğu gibi, hak sahibi olmasına dayanarak açabileceği davalar da vardır. Taşınmazlar için ise sadece hak sahibi olmasına dayanarak açabileceği davalar vardır. Bu davalarda, hak sahibi malına yönelik haksız müdahalenin önlenmesini ve sonlandırılmasını talep edebileceği gibi, müdahaleden kaynaklanan zararlarını da tazmin ettirebilecektir.[2]

Kaynakça

Notlar
  1. ^ Örneğin, Türk Medeni Kanunu m. 683/2'ye göre, "Mâlik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.
  2. ^ Mesela Türk Medeni Kanununa göre haklar, doğrudan malvarlığının kendisi ve doğal kuvvetler üzerinde de aynî hak kurulabilmektedir.[39] Bunun gibi bazı düzenlemeler, çeşitli ülkelerin hukuklarında da istisna olarak yer edinmiştir.
  3. ^ Mesela 1982 Anayasasına göre, "Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."[43]
  4. ^ Örneğin, 1982 Anayasası, bazı durumlarda kişilerin taşınmazlarının kamulaştırılmasına mâlikin katlanmak zorunda olduğunu hüküm altına almıştır.[45]
Atıflar
  1. ^ Oğuzman & Barlas, s. 142.
  2. ^ a b c Oğuzman & Barlas 2013, s. 142.
  3. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 64-65.
  4. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 66-67.
  5. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 67-68.
  6. ^ Başpınar & Ünal 2012, s. 68.
  7. ^ a b Başpınar & Ünal 2012, s. 83.
  8. ^ Oğuzman & Barlas 2013, s. 149.
  9. ^ Oğuzman & Barlas 2013, s. 152.
  10. ^ Berger 2002, s. 530.
  11. ^ a b c Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 97.
  12. ^ a b Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 98.
  13. ^ Umur 1999, s. 121.
  14. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 100.
  15. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 102.
  16. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, ss. 100-101.
  17. ^ Umur 1999, ss. 126-127.
  18. ^ a b Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 104.
  19. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 105.
  20. ^ a b c Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 109.
  21. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 110.
  22. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 112.
  23. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 113.
  24. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 116.
  25. ^ a b c Başpınar & Ünal 2012, s. 61.
  26. ^ a b Başpınar & Ünal 2012, ss. 62-63.
  27. ^ a b Eren 2016, ss. 16-17.
  28. ^ a b Eren 2016, s. 18.
  29. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 63-64.
  30. ^ Oğuzman & Öz 2013, s. 7.
  31. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 112-113.
  32. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 114-115.
  33. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 110-119.
  34. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 117-118.
  35. ^ Başpınar & Ünal 2012, ss. 119-120.
  36. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 130.
  37. ^ a b Başpınar, Ünal 2012, s. 100.
  38. ^ Oğuzman & Barlas 2013, s. 147.
  39. ^ Başpınar & Ünal 2012, s. 73.
  40. ^ a b c Başpınar & Ünal 2012, s. 105.
  41. ^ a b Başpınar & Ünal 2012, s. 106.
  42. ^ Eren 2016, ss. 18-19.
  43. ^ Anayasa, m. 35/2
  44. ^ Eren 2016, s. 19.
  45. ^ Anayasa, m. 44 ve 46
  46. ^ Eren 2016, s. 20.
  47. ^ Başpınar & Ünal 2012, s. 113.
  48. ^ Başpınar & Ünal 2012, s. 169.
  49. ^ Başpınar & Ünal 2012, s. 172.
  50. ^ Tahiroğlu & Erdoğmuş 2012, s. 136.
  51. ^ Oğuzman & Barlas, ss. 308-309.
  52. ^ Oğuzman & Barlas 2013, s. 312 vd.
Kaynaklar

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Hukuk</span> genellikle devlet otoritesi tarafından desteklenen kurallar ve yönergeler sistemi

Hukuk ya da tüze birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini; yetkili organlar tarafından usulüne uygun olarak çıkarılan, kamu gücüyle desteklenen, muhatabına genel olarak nasıl davranması yahut nasıl davranmaması gerektiğini gösteren ve bunun için ilgili bütün olasılıkları yürürlükte olan normlarla düzenleyen normatif bir bilimdir. Ayrıca, toplumu düzen altına alan ve kişiler arası ilişkileri düzenleyen, ortak yaşamın huzur ve güven içinde akışını sağlayan, gerektiğinde adaleti yerine getiren, kamu gücü ile desteklenen ve devlet tarafından yaptırımlarla güvence altına alınan kurallar bütünüdür. Hukuk, birey-toplum-devlet ilişkilerinde ortak iyilik ve ortak menfaati gözetir.

Özel hukuk, toplumun birbiriyle eşit haklara sahip üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk alanıdır. Medeni hukuk, ticaret hukuku, devletler özel hukuku ve borçlar hukukunu kapsar. Türkiye'de bu alanı düzenleyen başlıca yasalar Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'dur.

<span class="mw-page-title-main">Yargı</span> hukuku yorumlayan ve uygulayan mahkemeler sistemi

Yargı, yasal anlaşmazlıkları/uyuşmazlıkları karara bağlayan ve yasal davalarda yasayı yorumlayan, savunan ve uygulayan mahkemeler sistemidir.

<span class="mw-page-title-main">Dava</span>

Dava, bir hakkın, devlet kanalıyla devletin organları olan mahkemeler vasıtasıyla kullanılmasıdır. Dava; asli ve feri olur. İhtilaflı ve ihtilafsız veya ceza davası, hukuk davası, idari dava, amme (kamu) davası, şahsi dava olarak da tarif edilir. Tek başına dava sözcüğü, sıklıkla hukuk davalarını işaret eder.

Kanun hükmünde kararname (KHK), yasama organının konu, süre ve amacı belirleyen bir yetki kanunu ile verdiği yetkiye veya doğrudan doğruya anayasadan aldığı yetkiye dayanarak, hükûmetin çıkardığı, maddi anlamda kanun gücüne sahip, parlamentonun tasdiki ile şekli ve organik anlamda kanun gücünü kazanacak olan kararnamelerdir. Türkiye'de 1982 Anayasası'nın 87'nci maddesi ile "bakanlar kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek" TBMM'nin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.

İpotek, rehin veya tutu bir alacağa karşı güvence oluşturan mal anlamına gelen iktisadi terim.

<span class="mw-page-title-main">Roma hukuku</span> Antik Romanın hukuk sistemi

Roma hukuku, Antik Roma'nın hukuk sistemidir. Kamu hukuku ve özel hukuk ayrımına dayanmaktadır. Bu ayrım ilk kez Roma hukukunda yapılmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Eşya hukuku</span>

Eşya hukuku, Medeni hukuk dalıdır ve Medeni Kanun'un 4. kitabında genel olarak düzenlenmiştir. Kişilerin eşya üzerindeki mutlak haklarını düzenler. Eşya, bağımsız nesne olarak maddi bir varlıktır.

<span class="mw-page-title-main">Hak</span> Kişinin hukuken korunan ve kendisine bu korumadan yararlanma yetkisi veren menfaat

Hak, kişilerin hukuk düzenince korunan menfaatleridir. Kişilerin lehlerine olan bir durumun kanunlar tarafından korunması, bu korumaya uymayan kişilere karşı ise kanuni girişimlerde bulunulması gibi yetkiler verir. Esasen Arapçada hukuk kelimesinin tekil hâli olan bu kelime, zamanla kişilerin hukuken korunan menfaatlerini tanımlamak için kullanılırken, hakların oluşturduğu düzene ise hukuk adı verilmiştir.

Mülkiyet hakkı, kapitalist ekonomik kurallarının hakim olduğu bölge, sistem veya devletlerde; taşınır (menkul) ya da taşınmaz (gayrimenkul) bir eşya üzerinde hak sahibine kullanma (usus), yararlanma (fructus) ve tasarruf (abusus) yetkisi veren, hukuk düzeninin sınırları içinde kullanılabilen, mutlak ve ayni bir haktır. Mülkiyet hakkına sahip kişi (malik) mülkiyetinde olan nesneyi kullanma, başkalarına devretme, tahrip etme, nesnenin ürünlerinden yararlanma yetkisine sahiptir. Bu hak mutlak nitelikte olduğundan herkese karşı ileri sürülebilir.

<span class="mw-page-title-main">Zilyetlik</span>

Zilyetlik, medeni hukukun eşya hukuku dalında incelenen bir hukuki kurumudur. En basit olarak bir kimsenin taşınır (menkul) veya taşınmaz (gayrimenkul) bir mal üzerindeki fiili hakimiyeti olarak tanımlanabilir.
Zilyetliğe sahip olan kişiye zilyet denir.
Mülkiyet bir kimsenin eşya üzerindeki hakkını ifade eder. Hâlbuki zilyetlik, bu haktan bağımsız olarak sadece eşya üzerinde var olan bir hakimiyet durumunu gösterir. Bu sebeple zilyetlik mülkiyet hakkına bağlı değildir. Zilyet olan kimsenin malik olması şart değildir.
Mesela, bir arabanın sahibi olan kişi o arabanın hem maliki hem zilyedidir. Ama bu arabayı kullanan şoför, arabanın bir tamirhaneye bırakılmış olması halinde tamirci, hatta sadece park etmek üzere arabanın teslim edildiği park çalışanı gibi başka kişiler de, araba kendi hakimiyetleri altında iken, zilyet sayılırlar.

<span class="mw-page-title-main">Gayrimenkul</span>

Türk Dil Kurumu sözlüğünde Arapça kökenli olan gayrimenkul kelime anlamı taşınmaz olarak ifade edilmektedir. Emlak ve taşınmaz sözlük anlamı olarak aynı anlamda kullanılmaktadır. Gayrimenkul arazi ve arazi üzerinde su kaynakları, ağaç, mineral, bina, ev, çit, köprü gibi insan eliyle yapılmış ve/veya doğada kendisi var olan arazi üzerinde yer alan daimi eklentilerini kapsamaktadır. Gayrimenkul mali değere sahip varlıklardan olsa da diğer mali varlıklardan ayrıldığı husus taşınmaz olması ve araziye bağlılıktan ileri gelmektedir.

İntifa hakkı, bir eşya üzerinde malikinin sahip olduğu kullanma, semerelerinden yararlanma ve tüketme yetkilerinden kullanma ve yararlanma yetkilerini bir başkasına tahsis etmesi ile kurulan hak tipidir. İktisabı bakımından tesisen halefiyetle, cüz'i olarak kurulan bir haktır. Bunun dışında egemenlik hakları kapsamında olan intifa hakkı bir sınırlı ayni hak tipi olup; sınırlı ayni haklar içerisinde irtifak hakları sınıfında yer alır. Aynı zamanda intifa hakkı bir egemenlik hakkı olmasından ötürü mutlak haklar sınıfında yer almaktadır.

<span class="mw-page-title-main">Milli Emlak Genel Müdürlüğü</span>

Milli Emlak Genel Müdürlüğü, Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na bağlı olarak görev yapan bir genel müdürlüktür. Asli görevi Hazineye ait taşınmazların yönetimini sağlamaktır.

Corpus Iuris Civilis ya da modern alfabeyle Corpus Juris Civilis, 529-534 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından hazırlatılan, Roma Hukuku konusunda en geniş ve derinlemesine bilgi veren, sonradan bu ismiyle anılan hukuk külliyatıdır.

Kamulaştırma, devletleştirme ya da istimlak, devletin kamu yararını gözeterek özel mülkiyete ait taşınmaz malları bedelini ödeyerek mülkiyetine geçirme işlemidir. Kamulaştırmanın temel dayanağı, kamu yararının gözetilmesidir. Devlet, toplumun genel çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla özel mülkiyeti kamulaştırabilir. Devlet, ekonomik ve sosyal düzeni sağlama, toplumsal refahı artırma ve kamu hizmetlerini geliştirme gibi sorumluluklarını yerine getirebilmek için kamulaştırma yetkisini kullanabilir.

Hukukî sebepten soyutluk ilkesi, borçlandırıcı işlemde meydana gelen bir iptal sebebinin, tasarruf işleminin iptal olmasına sebep olmayacağını ifade eder.

Ekloga, III. Leon'un 726 yılında kendi ve oğlu V. Konstantinos adına yayımladığı hukuk derlemesi.

<span class="mw-page-title-main">Bizans hukuku</span>

Bizans hukuku, artan Hristiyan etkisi ile özünde Roma hukukunun devamıdır. Çoğu kaynak Roma hukuk geleneği olarak Bizans hukuku'nu 6. yüzyılda I. Justinianus hükümdarlığı ile başlatıp 15. yüzyılda İstanbul'un Fethi ile bitirir.

Hukuki yorum, bir hukuk meselesine uygulanacak olan hukuk kuralının belirlenmesi sürecinin önemli parçalarından biridir. Bazı hukuk kuralları, uygulanabileceği işlemler açısından yeterince açık olmayabilir. Bu nedenle söz konusu kuralın bulunduğu metnin incelenmesi ve anlamının belirlenmesi gerekebilir. İşte bu amaçla yapılan anlamlandırma faaliyetlerine hukuki yorum adı verilir.