İçeriğe atla

Amerikan Hegemonyası

ABD, II. Dünya savaşı sonunda liberalizm ve demokratik kriterlerin temsilcisi olarak kendini ön plana çıkarmış ve rızaya dayalı hegemonyasının dünya üzerinde kurmayı amaçlamış ve neticesinde başarılı olmuştur. Amerikan hegemonyası terimi ise II. Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisinde ABD'nin başat gücünü uluslararası ortamda herkesin kabul görmesiyle, kurulacak yeni dünya düzeninde liderliği Amerika'nın alması yani Amerikan iktidarlığı anlamına gelmektedir. Amerika'nın dünya üzerindeki evrensel iktidarlığı. Amerikan hegemonyası reel sosyalist blokun çöküşü ile 1990'larda başladı. Önceleri bu gücüyle kendi kendine yetmekten ziyade yeni dünya düzeninin öncüsü rolüne soyunmuş gözükürken 2000'li yıllara yaklaşıldığında 11 Eylül'den sonra 21. yüzyılın "Amerikan yüzyılı" olacağı, olması gerektiği görüşüne gelindi.

II. Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisinde ABD'nin lider başat rolünü kabul etmesi ile başlayan dünya ekonomisinin yeniden inşa edildiği ekonomik büyüme, uluslararası ekonomi kuruluşlar, Bretton Woods sistemi ve sabit döviz kur sisteminin hakim olduğu 1973 Petrol Krizi ile sona eren dönemdir.

Hegemonya kelimesi Eski Yunan'a dayanmaktadır. Yunan kökenli bir kelimedir. İlk etapta hegemon kelimesi kullanılmıştır. Buradan da hegemonya kelimesi türemiştir. Hegemonya, egemenlik ve üstünlük durumunu ifade etmektedir. Piramidin en üst kısmındaki tabakanın kendi çıkarlarının evrensel çıkar olarak temsil edilmesi. Önceki gruba göre daha geniş çıkarlar menzili. Sürdürülebilirliği kılmak için ise piramidin en üst tabakası güç ve iktidarı elinde bulundurmak ister. Yönetici sınıf çıkarı hegemonyanın çekirdeğidir. İkinci karakterin olduğu her ortamda hegemonyadan bahsetmek mümkündür. Hegemonya bir devletin başka bir devlet ya da devletler üzerinde iktidar sağlayabilmesidir. Kendi üstünlüğünü dayatması, alternatifi olmayan teklifler sunulması ile gizli bir dayatmanın sağlanmasıdır. Hegemonik güçlerin etkin olduğu dünyada devletler bir şeye rıza gösteriyor gibi görünseler de, altında yatan ve gösterilemeyen bir psikolojik baskı vardır. Hegemonik devletler istediklerini yapabilmek için çeşitli yollar denerler ve dolaylı da olsa amaçlarına ulaşırlar.

Amerikan Hegemonyası temeli

Amerikan hegemonyası 3 sacayağına bağlıdır.

  1. Ekonomik anlamda IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, dünya ticaret sisteminin dolar üzerinden gitmesi
  2. Sosyokültürel teknolojik bilim alanında ahlaki değerlerde lider olma
  3. Koruyan askerî güç NATO. NATO Amerikan hegemonyasının olmazsa olmazıdır.

Amerikan Hegemonyası süreci

ABD kendi yüzyılını yaratmanın sinyallerini dünya üzerinde verdi. Dünya'nın düzen ve gidişatının bir ulus devlet olarak ABD'nin kural olarak tek başına alabileceği kararlar doğrultusunda, ABD'nin gücü ve nüfusunu Batı Bloku lakabının ötesinde, II. Dünya Savaşı ertesinden 1990'lara kadarki dönemde kullandığı "liderlik" vasfından bile çok daha farklı bir role geçeceğini haber vermektedir. 40 yıllık Batı Avrupalı dostlarına kendi yaklaşımını dikte etmeye çalışan, en ufak itirazı bile tehditkar bir tavırla ciddiye almayan, masaya oturmak ya da işbirliğine yaklaşımı yerine emir veren Amerikan otoriterliğinden bahsedilmektedir.

Amerikan Hegemonyası tutumu

Batı Avrupalı dostlarına bile itaat etmesini artık kendine güç gören Amerikan otoriterliği. Artık Amerika dışındaki tüm devletler bu dünya satrancında piyondur. Uluslararası hukuka aldırmayarak Afganistan'a savaş açan kimseye aldırmayarak sadece önüne bakan, hedeflerine ilerleyen ve tüm dünyaya kendisinin tek başına aldığı kararlara ve uygulamalarına koşulsuz şartsız onay vermelerini, aksi durumda "ötekileştirileceklerini" öteki taraf sayılacaklarını açıkça ilan eden ve şu anda rakipsiz görünen ekonomik, teknolojik ve askerî güce yaslanan bir ABD'nin yüzyılına bu şekilde girmiş bulunmaktayız. Dünya'ya ideal olarak tek başına egemen olma isteği ise Amerika için doğal bir arzudur. Sürpriz bir tasarı değildir. Süper bir güç olmanın avantajı mekanik olarak şartıdır. Amerikan hegemonyasının varlığı günümüzde inkâr edilemeyecek bir gerçektir. 1990'larda sosyalist blokun çöküşü ile kendine yer bulan ABD hiç durmadan baskı ve tehditlerine devam etti. Demokrasi ve özgürlük gibi kavramları kamuflaj edinen, ABD hegemonik gücünün sonsuza kadar hiçbir şekilde sonunun gelmeyeceğine inandı ve devam etti. Fakat adalet ekseninden uzaklaşan herkesin yok olmaya mahkûm olduğunu unuttu. Hegemonyasına "yeni dünya düzeni" adıyla meşruiyet kazandırmaya çalıştı. 1990'larda Afganistan'a, Irak'a, Suriye'ye ve Libya'ya saldırılarına medya adı altında masum göstermeye çalıştı. Binlerce insanın açlığına ve ölümüne neden oldu. ABD despot tavrının kuşkusuz devamı için medya ve diğer baskı araçlarını kullandı. ABD, özel mülkiyeti ve bireysel özgürlükleri kutsayan, demokratik yönetim tarzını benimseyen Batı'yla ilişkili ve liberalizmi destekleyen ve korunmasını amaç edinen bir güç olarak gündemde kalmıştır. ABD 11 Eylül saldırıları sonrasında uluslararası sisteme yaklaşımı kimlik değiştirmiştir. ABD, SSCB'nin çöküşüyle rakipsiz kaldı. Rolünü güçlendirmesi gerektiğini anladı. ABD 40 yıl boyunca kötülük imparatorluğuna karşı özgür dünyanın lideriydi. ABD açısından düşmanını kendisinin güvenliğini tehdit edecek kadar güçlü olmalıydı. İmparatorluk süreci tek bir gücün kendinde toplanması diğer ülkelerin haklarını hiçe sayabilmek anlamına gelmektedir. ABD ulusal çıkarlarını güç kullanarak hedeflemiş, tek taraflı hareket etmiş ve kendini desteklemedikleri durumlarda ise ötekileştirmiştir. Tek taraflı hareket kabiliyetine sahip olan ABD, gücünün farkındadır ve tek tabanca olarak zorlanmadan da devam etmektedir. ABD tek taraflı politikasıyla bir yandan da ABD karşıtlığını artırmaktadır. Son yıllarda ise ekonomik kalkınmasıyla gündeme çok rahat gelebilen ÇİN ekonomik büyümesini devlet tekelinde gerçekleştirmektedir. Obama döneminde ABD hegemonyasına karşı dünyadaki tepki yumuşatılmış ve azaltılmış zıtlık ilkeleri değer kaybetmiştir. Bir ülkenin iç değerleriyle uluslararası değerleri birbirini tamamlamaktadır. ABD ise bununla çelişmesiyle inandırıcılığını kaybetmiştir. ABD'nin imparatorluk anlayışından koparak rızaya dayalı hegemonik düzen kullanabilmesi imkansız görülmektedir. Realist uluslararası ilişkiler kuramında "hegemonya" kavramı; başta askerî gücünü kullanarak, dünyanın geri kalan kısmına kendi kararlarını ve gelecek planlarını dayatması anlamında kullanılmakta iken, eleştirel kuramda kullanılan ve Antonio Gramsci'nin ortaya koyduğu ve Robert Cox'un uluslararası ilişkilere taşıdığı hegemonya kavramı zorlama sonucu değil devletlerin güç odakları etrafında o gücü kabul ederek, kendi rızalarıyla kurulan bir ilişki anlamında ifade edilmektedir. Bu anlamda Cox'un hegemonya kavramında, ABD'nin II. Dünya Savaşı sonrasında hegemonik bir düzen kurduğu söylenebilir. Ortaya bir " Yeni Dünya Düzeni Sistemi" terimi çıkmaktadır. Irak'ın Kuveyt'i 1990 Ağustos'unda işgali sonrasında Irak'a karşı ABD politikasını bu dönemde ilk kez 11 Eylül 1990'da George Bush tarafından kullanıldı. Amerikan hegemonyası hiç tartışmasız yeni dünya düzeninde süper güçtür. 1945-1973 arası dönemde Bretton Woods toplantıları ve Marshal Planı vasıtası ile ABD hegemonya kurmaya çalışmıştır. Yeni dünya düzeninde, serbest piyasa ekonomisi kabul görmüştür. Dünya'nın öte bölgelerindeki devletlerin de bu düzene uymaları ve düzende yenilenmeleri beklenmektedir. Bu beklentinin tasarısında söz konusu devletler arasında uyum, yenilenme ve dünyanın daha barışçıl bir hâle geleceği düşüncesi bulunmaktadır. Gelişmemiş ülkelerin uyumu ise kısmen bir sorun, soru işaretidir. Bölgesel modelleme ülkelerin kendi iç yapılarının değişimini yenilenmesini, gelişmesini öngören bir politikadır. Örneğin, I. Körfez Savaşı ile 1990'ların ortasında Sırbistan'a yapılan müdahale, komşularıyla daha iyi ilişkilere gelinmesinin arzusudur. Bölgesel modelleme bazı devletlerin dil, ekonomik, siyasal toplumsal düzenin değiştirilmesi amacıyla ön görülen bir dış politika aracı anlamındadır.

Bölgesel modelleme

Kavram olarak bölgesel modelleme, bölgeselleşmeyle karıştırılmamalıdır. Bölgeselleşme de bütünleşme söz konusudur. Bölgesel modellemede ise hegemonya tarafından bölgesel nitelikte sürdürülen, fakat hedefleri doğrultusunda küresel bazda olan benzeştirme politikasıdır. ABD hegemonyası düşünüldüğünde, bölgesel modellemenin anlamı önem kazanmaktadır. Tek kutuplu dünyadaki hegemonya başlığı adı altında, ABD'nin ulusal çıkarlarının ve gücünün bütün küreyi ele geçirdiği konusunda genel ve geniş bir kabul ediliş vardır. Siyasal, ekonomik, askeri alanların hepsinde söz konusu olan bu çıkarlar, doğal bir sonuç ve tepki olarak hegemonyasını korumaya itmiştir. İki kutuplu bir yapıda kaba bir tasnifle kürenin yarısını ilgilendiren hegemonya, boyut olarak küreselleşmiştir. ABD hegemonyası, dünya üzerinde kendi ulusal çıkarlarıyla ilgilidir. Hegemonyasını yakın kültürdeki devletlere empoze etmekte ve küresel ölçekte ortak bir kültür yaratılmasıyla vücut bulmuştur. Bölgesel modelleme politikası bu amaca dönüktür ve bu sebeple hegemonyasının parçası olan araçları yapboz biçiminde tamamlayıcı nitelik taşımaktadır. Hegemonya tarafından öne sürülen modelin iki kolu ekonomik ve siyasal parametrelerden oluşur. Serbest piyasa ve demokratik yönetim tarzı. Tek kutupluluğun ilk on yıllık evresindeki içeriği küreselleşme çatısı altında daha çok serbest piyasa ilkelerine göre işleyen bir pazara sahip olmaktır. Model olarak ülkenin serbest piyasaya sahip olması ve demokratik siyaset bölgesel modellemenin yapıtaşlarını oluşturur. Bu nedenle "ABD'nin çıkarı tüm dünyanın çıkarı olacaktır" başlığı söz konusudur. Hegemonyanın sonuç olarak kültürel ideallerle korunabileceği veya gelişmekte ve gelişmemiş bölgelerdeki siyasal boyutun, serbest piyasa ve demokratikleşme yolunda Batılı ideale yaklaştırılması ve ortak bir veri tabanı oluşturulması hedeflenmektedir. Küresel ortamda şiddet içermeyen iletişimlerin gerçekleştirilmesi için ortaklık sağlanmalıdır. Bunun sonucunda taraflar arasında şiddetin ortadan kaldırılabileceği düşünülür.Küreselleşme ise ABD liderliğindeki uluslararası sistemi ifade etmektedir.

ABD, Çin ve Rusya

Günümüzde ABD'nin son zamanlarda ciddi bir meşruiyet krizi içerisine girdiğini söylemek mümkündür. Şartlar Çin ve Rusya'yı birbirine yakınlaştırırken ABD karşıtı güçlü bir blokun oluştuğu görülüyor. ABD ve Çin arasında sistemik gerilim devam ederken,sonrasında sıcak bir çatışmaya girilebilir. Ancak ABD'nin kuşatma çabalarına karşılık Çin'in düşük profil duruşu ve çatışmaya zamana yayması hamleleri uzun bir süre daha gerilime devam edeceğini gösteriyor. Çin 20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya koyduğu muazzam ekonomik kalkınma ile uluslararası sistem dengelerini yerinden oynatırken ABD bu durumu sistemik bir güvenlik tehdidi olarak algılıyor. Amerika için en büyük tehdit Çin. ABD'nin Çin'e karşı her alanda olmak üzere başlattığı mücadele küresel güvenlik maliyetlerini arttırabilecek bir kuşatma stratejisine dönüşmeye başlıyor. Çin 1978 yılından günümüze müthiş bir ekonomik büyüme gösterdi. Çin'in ekonomik yükselişi aynı zamanda küresel etkileri olan bir pimi çekilmiş bombaya dönüştü. Çin aynı zamanda birçok ülkeyle ekonomik ilişkiler içerisine girdi.Çin bu küresel kapitalizmi sonucunda oluşan politik dinamizmi, liberal ekonomik düzen içerisindeki taşları yeniden oynattı. Bunlara rağmen ABD'nin kuşatma çabalarına karşılık Çin'in karşıya karşıya gelmekten kaçınan düşük bir profili var. Çin'in "barışçıl yükseliş" konseptli geçmişteki yaklaşımını daha sonra 20. yüzyılda restore ederek hareket ediyor.Çin bu durumda oldukça dikkatli ilerlemekte ABD'nin başını çektiği hegemonya modeli çatırdamaya başlarken 2017 yıllarının yayınlanan "ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi "belgesi ABD'nin Çin'i kuşatmaya yönelik eğilimi ile ilgili ciddi ipuçları veriyor. Bu belgede Çin ve Rusya ABD'ye meydan okuyan "revizyonist güçler" olarak tanımlanıyor. Çin ve Rusya Amerika değerlerine zıt bir dünya inşa etmeye çalışıyor. ABD'nin 70 yıldır bölgede görev yapan Pasifik Komutanlığı'nın adını "Hint Pasifik Komutanlığı olarak değiştirmesi ABD'nin bölgeye kalıcı olarak yerleşeceğine işaret ediyor. Çin ise hem bölgesel hem küresel anlamda bir takım arayışlara devam ediyor. Çin Batı yaklaşımının dayandığı temel varsayımlara meydan okuyor. Çin bir yandan meydan okurken bir yandan da kendine kalkan almış durumda. Çin barış ve ekonomik büyümenin hüküm sürdüğü çok kutulu bir dünya düzenine dönüşeceğini düşünüyor. Özellikle ABD'nin Çin'i kuşatması Donald Trump ile beraber çok daha karmaşık bir seviyeye gelmiş bir halde. Donald Trump "Önce Amerika (America First)" sloganı ile göreve geldi. Bu slogan ile göreve gelen ABD başkanı Donald Trump Çin tehdidi ile ilgili algıyı sürekli alevlendirmektedir. Nüfusunun genişlemesi, ekonomik büyüme ve askeri olarak da gelişmesi Çin'i potansiyel aday ülke yapmaktadır. Çin'le Amerika'nın karşı karşıya gelmesi demek, Çin'in hegemona meydan okuması demek. Çin buna hazır değil ama sürekli adım atıyor. Çin hiçbir zaman Amerika'yı karşısına almıyor. Çin için en büyük pazar Amerika malları. Amerika pazarı çökerse, Çin de kaybedecek. Bütün düşüş tartışmalarına rağmen bu dünyada hiçbir ülke ABD hegemonyasını karşısına almak istemiyor.

Çin ve Rusya liderleri çok sık bir araya gelseler de işbirliği yapmadıklarını ekleme ihtiyacı hissediyorlar. İlginç olan Rusya, ABD hegemonyasının yerine alacak bir ekonomik donanımına sahip olmadığı halde ABD'ye en çok kafa tutan ülke.Oysa bu role Rusya'ya göre daha donanımlı olan Çin talip olabilirdi. Ama Çin daha düşük profili tercih edip hâlâ kendini güçlendirmeye çalışırken Putin Rusya'sı daha orta bir görüntü veriyor. Rusya'nın kendisine küresel sistemde alan açma stratejisinin ilk belirtisi Münih Güvenlik Konferansı'nda Putin'in ABD hegemonyasını oluşturan konuşması idi. Rusya ABD ve Batı sistemini rahatsız edecek hamlelere girişmeye başladı. 2010'da Rusya Batı sistemini geren ve zorlayan eylemlerde bulundu. Putin ABD'nin soğuk savaş sonrası kurduğu düzenin değiştiğini, küresel sistemin yeni bir düzenlemeye sahip olması gerektiğini savunuyor. Küresel hegemonya konusunda sorunlar yaşayan ABD, Rusya'yı bölgesel bir güç olarak görüp sert tepkiler vermeye başladı ve yeni bir küresel düzen arayışına şimdilik kapıyı kapattı.[1][2][3][4][5][6][7]

Ayrıca Bakınız

Kaynakça

  1. ^ "Arşivlenmiş kopya". 22 Ekim 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2020. 
  2. ^ "Arşivlenmiş kopya". 1 Ekim 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2020. 
  3. ^ "Arşivlenmiş kopya". 22 Şubat 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2020. 
  4. ^ "Arşivlenmiş kopya". 9 Nisan 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2020. 
  5. ^ https://www.academia.edu/7647483/ABD_Hegemonyası
  6. ^ "Arşivlenmiş kopya". 24 Eylül 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2020. 
  7. ^ "Arşivlenmiş kopya". 18 Eylül 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2020. 

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Kaos teorisi</span>

Kaos teorisi, kaos kuramı veya kargaşa kuramı; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir.

Uluslararası ilişkiler, siyaset biliminin bir dalıdır ve "uluslararası sistem" içindeki aktörlerin, özellikle de uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen devletlerin, diğer devletlerle, uluslararası/bölgesel/hükûmetler arası örgütler, çok uluslu şirketler, uluslararası normlar ve uluslararası toplumla olan ilişkilerini inceleyen disiplinlerarası bir disiplindir.

Bretton Woods sistemi, II. Dünya Savaşı sırasında Temmuz 1944'te ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans konferansında ortaya çıkan iktisadi sistemdir. Bu konferansa 44 ülkenin temsilcileri katılmıştır ve bu konferansa gelen devletlerin yarısından fazlası az gelişmekte olan ülkelerdir. Ayrıca Romanya dışındaki sosyalist ülkeler fona üye olmamış ve sistemin dışında kalmışlardır. Aynı zamanda Bretton Woods sisteminin kurulma sebeplerinden biri olan 1929 yılında yaşanan ekonomik buhran ve hemen ardından gelen dünya savaşı ile ekonomisi dibe vuran ülkeler, uluslararası alanda yaşanan para değişiminin duraksama noktasına gelişi ve savaş sebebiyle ülkeler arası alım satım ticaretinin durması, uluslararası alanda tekrar parasal döngünün düzelmesi ve ekonomik istikrarın sağlanması için böyle bir sistemin kurulması amaçlandı.

<span class="mw-page-title-main">Soğuk Savaş</span> 1947–1991 yılları arasında Batı Bloku ve Doğu Bloku arasında geçen jeopolitik gerginlik süreci

Soğuk Savaş, iki Süper güç olan ABD önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği'nin önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında Truman Doktrini'nin ilanından (1947) SSCB'nin dağılmasına (1991) kadar devam ettiği kabul edilen uluslararası siyasi ve askeri gerginlik. Soğuk Savaş dönemi, Amerika liderliğinde batı dünyası ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin önderliğindeki komünist blok arasındaki dünya üzerinde geniş bir nüfusu etki etmesine verilen isimdir. Soğuk Savaş döneminde NATO, "Batı İttifakı" olarak da biliniyordu. Batı Bloku, NATO üyesi ülkeler ile NATO üyesi olmayan ancak ABD ile müttefik olan kapitalist ve antikomünist ülkelerden, Doğu Bloku ise Varşova Paktı'na üye olan komünist ve bu pakta üye olmayan diğer komünist ülkelerden oluşuyordu. Bu iki karşıt blokun yanı sıra hiçbir bloku desteklemeyen Bağlantısızlar Hareketi isimli üçüncü bir blok daha vardı. Çin ve Yugoslavya hem Doğu Bloku ülkeleri, hem de Bağlantısızlar Hareketi ülkeleriydi. Bu iki komünist ülkenin her iki blokta da olmasının nedeni Sovyetler Birliği ile olan görüş farklılıklarıydı.

<span class="mw-page-title-main">Medeniyetler Çatışması</span>

Medeniyetler Çatışması, Samuel Huntington tarafından işlenen, Soğuk Savaş sonrasına tekabül eden 1990'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini ifade eden bir tezdir.

Pax Americana, II. Dünya Savaşı'nın ardından 1945'ten günümüze kadar Batı dünyasında süregelen ve Birleşik Devletler'in dünyanın en büyük askeri ve diplomatik gücü olduğu döneme rastlayan görece barış dönemini tanımlamak için kullanılan terim. Birleşik Devletler'e İngiliz İmparatorluğu'nun ardından askeri ve diplomatik olarak modern zamanların Roma İmparatorluğu rolünü yükler. Birleşik Devletler sık sık I. Dünya Savaşı'nda ve öncesinde Pax Britannica çözülmesini takip eden dönemde içe dönük yalıtım politikalarına bağlı olarak sorumluluk almadığı için eleştirildi. Bu dönem boyunca, Batılı büyük devletlerin kendi aralarında herhangi bir silahlı çatışma çıkmadı ve nükleer silahlar, Birleşik Devletler ve bütün müttefikleri değişik bölgesel savaşlarla kuşatılmış olsa da hiç kullanılmadı ve casusluk ve çeşitli bölgelerde gizli harekâtlarlarla korundu.

<span class="mw-page-title-main">Tayvan'ın siyasi durumu</span>

Tayvan'ın siyasal durumu, Çin İç Savaşı’nın sonucu olarak Çin Halk Cumhuriyeti ile Çin Cumhuriyeti arasında ortaya çıkan çatışma ile ilgilidir. Bu çatışma Tayvan adası, Tayvan’a ait olan adalar ve tarihi olarak Fujian, Guangdong ve Hainan eyaletlerine ait olan adaların statüsü hakkındadır.

<span class="mw-page-title-main">Wilson İlkeleri</span> ABD eski başkanı Woodrow Wilsonın 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresinde yaptığı konuşmada bahsettiği ilkeler

Wilson İlkeleri, Wilson Prensipleri, On Dört Madde ya da On Dört Nokta olarak da bilinir (İngilizce: Fourteen Points) Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson'ın 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada bahsettiği ilkelerdir. Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini ifade eder.

Uluslararası İlişkilerde Güç birkaç farklı şekilde tanımlanabilir. Siyaset Bilimciler, tarihçiler ve diplomatlar siyasi gücün aşağıdaki kavramlarını kullanırlar:

<span class="mw-page-title-main">Amerikan emperyalizmi</span> Amerikan siyasi, ekonomik, medya ve kültürel etkisinin genişlemesi

Amerikan emperyalizmi terimi, Amerikan siyasi, ekonomik, kültürel, medya ve askeri etkisinin Amerika Birleşik Devletleri sınırlarının ötesine yayılmasıdır. Bu terim ilk kez Meksika-Amerika Savaşı sırasında, 1846 yılında kullanılmıştır. Yorumcuya bağlı olarak, doğrudan askeri fetih yoluyla emperyalizmi içerebilir; gambot diplomasisi; eşit olmayan antlaşmalar; tercih edilen grupların sübvansiyonu; Rejim değişikliği; veya özel şirketler yoluyla ekonomik nüfuz, ardından söz konusu çıkarlar tehdit edildiğinde potansiyel olarak diplomatik veya zorlayıcı müdahale olabilir.

Gelecek 100 Yıl, George Friedman'ın 2009 yılında çıkarılan bir kitabı. Friedman kitapta, 21. yüzyılın başlıca jeopolitik olaylarını ve eğilimlerini öngörmeye çalışıyor. Friedman ayrıca, bu dönemde gerçekleşebilecek teknoloji ve kültür değişiklikleri üzerine kitapta spekülasyon yapıyor.

Modern Dünya Sistemi Teorisi, Immanuel Wallerstein'ın küresel ekonomik yapıyı merkez (center) ve çevre (periphery) kavramları aracılığıyla analiz ederek bağımlılık ilişkileri çerçevesinde yorumladığı bir teoridir.

Hegemonik İstikrar Teorisi (HİT), siyaset bilimi, ekonomi ve tarih alanlarındaki araştırmalara dayanan bir uluslararası ilişkiler teorisidir. HİT, tek bir devlet egemen dünya gücü veya hegemon olduğunda uluslararası sistemin istikrarlı kalma olasılığının daha yüksek olduğunu öne sürer. Buna göre hegemonyanın sona ermesi uluslararası sistemin istikrarını azaltır. Hegemonyanın istikrarı için kanıt olarak, HİT savunucuları sık sık Pax Britannica ve Pax Americana'ya, ayrıca Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki istikrarsızlığa ve iki savaş arası dönemin istikrarsızlığına vurgu yapar.

Jeopolitik teoriler arasında Fransız okulu olarak bilinen çevresel akımın temsilcileri, Lucien Febvre ve Vidal de la Blache, Anglo Amerikan ve Alman jeopolitik kuramların "deterministlik" yaklaşımını reddederek "Posibilist" (olasılıkçı) düşüncenin jeopolitik alanda temsilcileri olmuştur. Çevresel kuramda Fransız okulu olarak bilinen temel akımın ve “Posibilist” düşüncelerinin temsilcisi olan başta Lucien Febvre ve Vidal de la Blache, Angelo Amerikan ve Alman jeopolitik kuramcıların “deterministik” yaklaşımını kabul etmeyip reddetmektedirler. Fransız coğrafya okulunun düşüncesine göre, insan kendi doğal çevresini değiştirilebilen ve kendisine yönelik seçenekleri en sonunda kendisi belirleyebilen bir karaktere sahiptir. XX. Yüzyıl'ın jeopolitiklerinin hemen hemen hepsi, bu iki uç yaklaşım arasında düşüncelerini sergilemekte ve fikirlerini bu çizgide belirtmekte ve yer almaktadırlar. Bu üçüncü gruba göreyse çevre, insan davranışlarının Sınırlarını tek başına belirleyemez, fakat, eylemler üzerinde sınırlı da olsa, “koşullu” bir etkiye sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Posibilist (olasılıklı) düşünceyi savunan ve jeopolitik teorinin önde gelen yazarlarından Harold Hance Sprout ve Margaret Sprout’a göre, coğrafya bize ne yapmamızı emredici bir öge olmayıp, tercihlerimizi oluşturmada yol göstericidir. Coğrafya ve çevresel faktörler bu anlamda insan davranışlarını koşullandırma yerine, diğer politika davranışlarının oluşmasında karar vericinin önündeki seçeneklere işaret etmektedir. Lucien Febvre ve Vidal de la Blache’dan etkilenmişle olan Amerikalı siyaset bilimcilerden, Sprout’lar’n jeopolitiğe getirdikleri bu farklı bakış açısı, 1930’lar ile 1970’ler arası dönemde uluslararası ilişkileri önemli ölçüde etkilenilir. Dolayısıyla olasılık teori, sadece “devlet çevre” ilişkisi üzerinde duran deterministi teoriden göstermektedir. Bu bağlamda, çevresel olasılıkçılar coğrafyanın karar vericinin kararlarını belirlediği ya da kontrol ettiği biçimindeki determinist bir anlayışla karşı çıkarlar. Olasılıklı doktrine göre; çevre ve değil ortam, karar vericiyi bir davranışla zorlayan bir unsuru olmayıp, karar vericinin önündeki imkânlara, seçeneklere ve sınırlamalara dikkat çekmektedir. Çevresel sınırlamalarını, genel ya da dar olabildiği gibi, algıya göre de denilebilir. Star'a göre, varlık çevre iliklisinde, çevrenin varlık tarafından nasıl algılandığının önemli olduğunun kabul edilmesi, determinist modeli sayımına karşı ciddi bir argümandır. Gerçek dünyanın algıladığına bağlı olarak çevrenin birim üzerindeki etkisi de denilebilir. Osterud'a göre; jeopolitik genişlik topoğrafya, konum ve iklimi de içermektedir. Harold South’a göreyse jeopolitik varsayım, güç konfigürasyonu, kara ve denizlerin oranı, doğal kaynakların dağılımı ve iklimin yanı sıra, nüfus, toplumsal ve siyasal kurumlar ve davranış biçimleri gibi çok sayıda toplumsal ögeyi de kapsamaktadır. jeopolitik faktörler, kısıtlamalar ve imkânlara işaret eden çevresel faktörlerdir. Coğrafik yapıyı da içeren jeopolitik yapı, karar vericilerin karşı karşıya oldukları politikaya ilişkin olanak ve sınırlamalar anlamına gelmektedir. Bu çerçevede bazı genellemeler de yapılmıştır; mesela coğrafyanın birinci yasası da denen, “mesafe uzadıkça devletin etkisinin azalacak ya da “devlet ülkesel (alansal) olarak büyüdükçe etkileyeceği mesafenin artacağı gibi yaklaşımlar sayılabilir. Ancak bu düşünceler elbette teknolojinin özellikle de bilgi, iletişim ve ulaştırma teknolojilerinin yüzyılımızda büyük hızla gelişmesi sonucunda denilmektedir. Siyasal coğrafyanın uluslararası› ilişkilere en önemli katkısı, aktörlerin eylemlerini ve hareket alanlarını doğru bir şekilde belirlemede anlamlı çerçeveler sunmasıdır. Uluslararası ilişkilerin boşlukta cereyan etmediğine göre, mekan (yer) unsuru, analizin çerçevesini meydana getirmektedir. Uluslararası ilişkilere yönelik ikinci bir katkısıysa model kurmaya ilişkindir. Coğrafya, dışı politika analizlerinde bir perspektif sağlayarak, araştırmaları daha da kolaylaştırmaktadır. Özellikle ittifak (bloklar) ve komşuluk ilişkilerine yönelik olarak devletlerin davranışlarını analiz etmeyi amaçlayan araştırmalarda, jeopolitik modeller sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Jeopolitikçilerin üzerinde durduğu bir diğer nokta da mekânsal heterojenle ve mekânsal bağımlılıktır.

Küresel kibir, İran İslam Cumhuriyeti hükûmeti'nin resmi edebiyatında ABD'ye işaret etmek için kullanılan siyasi bir terimdir. İran İslam Devrimi'nin siyasi ve ruhani lideri olan Ruhullah Humeyni, Amerika Birleşik Devletleri'ni küresel kibrin simgesi olarak tanıttı. İran’da 13 Aban küresel kibrine karşı millî mücadele günü olarak adlandırılmıştır. Küresel kibir, günlük dilinde Amerika Birleşik Devletleri'nin diğer ülkeler üzerindeki kültürel ve ekonomik hegemonyasını tanımlanan bir terimdir. Bu terim, emperyalizm kavramından farklıdır. Emperyalizm'de bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır. Böylece diğer ülkeleri fiziksel olarak işgal eder.

Bir ülkenin, başka ülkelerde yatırım yapmış olan özel girişimci vatandaşlarının çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla bu ülkelere karşı güç kullanmaya kadar varabilen baskı uygulamasıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nin dolar diplomasisi, özellikle William Howard Taft'ın başkanlığı döneminde (1909-1913), askerî güç kullanımını veya tehdidini en aza indirmek ve bunun yerine yabancı ülkelere verilen kredileri garanti ederek ekonomik gücünü kullanmak yoluyla Latin Amerika ve Doğu Asya'daki hedeflerini ilerletmek için bir Amerikan dış politikası biçimiydi. Taft, 3 Aralık 1912'de Kongre'ye gönderdiği mesajda dolar diplomasisi politikasını özetledi:

Uluslararası ilişkilerde bölgesel hegemonya, bölgesel hegemon olarak adlandırılan, bağımsız olarak güçlü bir devletin diğer komşu ülkeler üzerindeki siyasi, ekonom,k veya askeri üstünlük, kontrol veya etkisi ile kurduğu hegemonyadır. Bölgesel hegemonlar ile etki alanlarındaki diğer devletler arasındaki ilişki, küresel bir hegemon ile uluslararası sistemdeki diğer devletler arasındaki ilişkiye benzer.

Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi, Amerikalı akademisyen John Mearsheimer’ın 2001 yılında yayınladığı uluslararası ilişkiler teorisi konulu kitabıdır. Mearsheimer, “saldırgan realizm” teorisini, temel varsayımlarını, erken dönem realist teoriden evrimini ve öngörü kabiliyetini belirterek açıklamakta ve savunmaktadır. Kitaptan uyarlanan bir makale daha önce Foreign Affairs dergisinde yayınlanmıştır.

Hegemonyadan Sonra, Robert Keohane tarafından 1984 yılında yayımlanan bir kitaptır. Liberal kurumsalcı bir uluslararası ilişkiler teorisinin önde gelen metinlerinden birisidir. Kitap, anlamlı bir uluslararası işbirliğinin mümkün olmadığına dair neorealist iddialara ve uluslararası işbirliğinin yalnızca hegemonya altında mümkün olduğun dair hegemonyacı istikrar teorisi iddialarına meydan okumaktadır. Kitap, yeni kurumsal iktisadın içgörülerini uluslararası ilişkilere uygulamaktadır. Kitap, aktörler ve uluslararası sistem hakkındaki realist varsayımların mantıksal olarak anlamlı bir işbirliğinin mümkün olduğu sonucuna nasıl yol açabileceğini göstermektedir.

Güç politikası, uluslararası ilişkilerde güç ve ulusal çıkar dağılımlarının veya bu dağılımlardaki değişikliklerin savaşın ve sistem istikrarının temel nedenleri olduğunu iddia eden bir güç teorisidir.