İçeriğe atla

Amerika Birleşik Devletleri koloni dönemi

İlk Avrupalılar

L'Anse-aux-Meadows'daki Viking harabelerinin Anne Stine Ingstad tarafından bulunması Eiríks saga rauða ve Grœnlendinga saga'daki hikâyelerindeki Vinland'daki Viking yerleşimlerinin varlığını kanıtlamıştır.

Kuzey Amerika'ya ilk gelen Avrupalılar, Kızıl Erik'in 985'te bir yerleşim kurduğu Grönland'dan batıya seyahat eden İskandinavlardı. Oğlu Leif'in, 1001 yılında günümüzde Kanada olarak bilinen bölgenin kuzeydoğu kıyılarını keşfettiği ve orada bir kış geçirdiği sanılmaktadır.

İskandinav destanları, Viking denizcilerin Kuzey Amerika'dan Bahama adalarına kadar uzanan Atlantik kıyılarını keşfettiklerini belirtmekle birlikte anılan iddialar bugüne kadar kanıtlanmamıştır. Buna karşın, 1963'te Newfoundland'ın kuzeyinde L'Anse-aux-Meadows'da anılan döneme ait belirli İskandinav ev yıkıntıları bulunmuş ve böylelikle İskandinav destanlarda ileri sürülenlerin hiç olmazsa bir kısmı doğrulanmıştır.

Asya'ya batıdan giden bir yol arayan Kristof Kolomb'un Karayipler'de karaya çıkmasından sadece beş yıl sonra 1497'de, İngiltere Kralı tarafından görevlendirilen Venedikli denizci John Cabot, Newfoundland'a ayak basması, İngilizlerin ilerideki yıllarda Kuzey Amerika üzerinde hak iddia etmesine temel oluşturacaktı.

1590 yılından kalma Skálholt Haritası, Vikinglerin Kuzey Amerika'daki bölgelere verdiği isimleri gösterir:[1] * Risi (efsanevi yer) * Grönland * Helluland (Baffin Adası) * Markland (Labrador Yarımadası) * Skræling (yeri bilinmiyor) * Vinland (Newfoundland kıyısı)

Hernando de Soto adındaki savaş gazisinin düzenlediği sefer, İspanyol keşif seyahatlerinin en önemlileri arasında yer almaktadır. De Soto grubu seferine 1539'da Havana'da başladı, Florida'da karaya çıkıldı ve güneydoğu Amerika Birleşik Devletleri boyunca Mississippi Nehri'ne kadar servet peşinde dolaşıldı.

Bir başka İspanyol kaşifi olan Francisco Coronado, hayal ürünü Cibola'nın Yedi Kenti'ni aramak için 1540'ta Meksika'dan hareket etmesiyle Büyük Kanyon ve Kansas'ı keşfetti.

Buna karşın Coronado ve beraberindekiler, farkında olmadan, bölgedeki Kızılderilileri atçılık ile tanıştırdılar: Coronado'nun elinden kaçan çok sayıda at Büyük Düzlükler (İngilizceGreat Plains) bölgesinde üremeye başladı. Birkaç kuşak sonra, bölgedeki Kızılderililer binicilik ustası oldular ve çalışma alanlarını genişletip çeşitlendirdiler.

İspanyollar güneyden yukarı yayılırken, günümüz Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzey kesimi de Fransızlar adına seyahat eden Giovanni da Verrazano, 1524'te Kuzey Karolina 'da karayı gördü ve Atlantik kıyısı boyunca kuzeye giderek bugünkü New York limanının yukarısına geçti.

On yıl sonra, Fransız Jacques Cartier, kendinden önceki Avrupalılar gibi, Asya'ya giden geçidi bulmak umuduyla yola çıktı. Cartier'in St. Lawrence Nehri kıyılarındaki keşifleri, Fransızların Kuzey Amerika üzerinde 1763'e kadar sürecek olan hak iddialarının temelini oluşturdu.

İngilizler 1585'te, Kuzey Karolina'da, iki yıl içinde başarısızlıkla sonuçlanan Roanoke Kolonisi'ni kurduktan sonra, İngilizler 1607'de Jamestown'da başarıyla yeni bir koloni kurdu.

İlk Avrupalı yerleşimler

Pilgrimlerin Robert Walter Weir tarafından tasviri

Avrupa'dan Kuzey Amerika'ya 1600'lerin ilk yıllarında büyük bir göç dalgası başladı.[2]

Meksika, Batı Hint Adaları ve Güney Amerika'da zengin İspanyol kolonileri kurulduktan çok sonra, günümüzde Amerika Birleşik Devletleri olan bu topraklara, ilk İngiliz göçmenleri Atlantik'i aşarak ayak bastılar.

Avrupalı göçmenlerin çoğu, siyasal baskılardan kaçmak, dinsel inançlarını özgürce yerine getirebilmek, maceraya atılmak ya da özellikle İngiltere'deki 1620-1635 yıllarındaki büyük ekonomik güçlerden kaçmak için Amerika kolonilerine göç ettiler.[2]

Kıyı boyunca sayısız koylar ve limanlar vardı. Yalnız iki bölgede, Kuzey Karolina ve New Jersey'de, gemilere elverişli liman yoktu.[2]

Kennebec, Hudson, Delaware Nehri, Susquehanna, Potomac ve diğer çok sayıda büyük nehir, Appalachian Dağları ile kıyı arasında kalan bölgeyi denize bağlıyordu.[2] Yalnız bir nehir, Kanada'da Fransızların elinde olan St. Lawrence, Büyük Göllere ve kıtanın merkezine erişimi sağlayan bir su yoluydu.[2] Sık ormanlar, bazı Kızılderili kabilelerin direnmesi ve Appalachian Dağları, kıyı bölgesinden daha içerilere yerleşmeyi güçleştiriyordu.[2]

Siyasal yaklaşımlar pek çok kişinin Amerika'ya gitmesine yol açtı. İngiltere'de I. Charles'in keyfi yönetimi, 1630'larda Yeni Dünya'ya göçü hızlandırdı.[2] Avrupa'nın Almanca konuşulan kesimlerinde, uzun süreli savaşların yarattığı yıkım, 17. yüzyılın sonlarında ve 18. yüzyılda Amerika'ya olan akımı güçlendirdi.[2]

Jamestown

Jamestown'da 1639 yılında inşa edilen kilisenin harabeleri

Kuzey Amerika'da tutunan ilk İngiliz kolonisi Jamestown'dı.[2] Kral I. James tarafından Virginia Şirketi'ne verilen bir imtiyaza dayanarak, yaklaşık 100 kişiden oluşan bir grup 1607'de Chesapeake Körfezi'ne doğru yola çıktı. İspanyollarla çatışmaya girmekten kaçınmak amacıyla, James Nehri kenarında körfezden 60 kilometre kadar yukarıda bir yer seçtiler.[2]

John Smith anlaşmazlıklara, açlığa ve Kızılderili saldırılarına karşın, disiplin uygulama yeteneği sayesinde küçük koloniyi ilk yıl süresince bir arada tuttu.

Smith 1609'da İngiltere'ye döndü ve onun yokluğunda koloni karışıklığa boğuldu. 1609-1610 kışında kolonicilerin pek çoğu hastalığa yenildiler. Mayıs 1610'a gelindiğinde, ilk 300 yerleşimciden yalnız 60'ı hayatta kalmıştı. Aynı yıl içinde, James Nehri'nden biraz daha yukarıda Henrico (günümüzde Richmond) kenti kuruldu.

Ancak çok geçmeden, Virginia ekonomisinde devrim yaratacak bir gelişme ortaya çıktı. John Rolfe 1612'de Batı Hint Adaları'ndan ithal edilen tütün tohumlarını yerli bitkilerle melezledi.[2] İçimi Avrupalıların hoşuna giden yeni tür tütün, ilk defa 1614'te Londra'ya ulaştı.[2] Bu tütün, on yıl içinde Virginia'nın temel gelir kaynağı haline geldi.[2]

Hastalık ve Kızılderili saldırıları sonucu ölüm sayısı olağanüstü oranda yüksek kaldı. 1607'den 1624'e kadar koloniye yaklaşık 14.000 kişi göç etmişti; fakat, 1624'te orada ancak 1.132 kişi yaşamını sürdürüyordu. 1624'te, bir kraliyet komisyonunun önerisine uyan Kral, Virginia Şirketi'ni feshetti ve onu bir kraliyet kolonisi yaptı.[2]

1907'de Jamestown'ın 300. kuruluş yılı için hazırlanan pullar

Massachusetts

On Üç Koloni

XVI. yüzyıldaki dinsel ayaklanmalar sırasında, Püritenler olarak tanınan bir grup, Anglikan Kilisesi'nde içerden reform yapmaya çalıştılar.[3] Temelde, Katolikliğe özgü törenlerin ve yapılanmaların, daha basit olan Protestan inanç ve tapınma biçimleriyle değiştirilmesini istiyorlardı.[3] Püritenlerin reformcu görüşleri, devlet kilisesinin birliğini yıkarak, halkın bölünmesi ve krallık otoritesinin bozulması tehdidi taşıyordu.[3]

Kurulu Kilise'de hiçbir zaman reform yapılamayacağına inanan Ayrılıkçılar (İngilizceSeparatists), 1607'de Hollanda'nın Leiden kentine sığınmacı olarak gittiler.[3] Buna karşın, Kalvenci Hollandalılar, sığınmacılara yalnız düşük ücretli işler verdiler. Grubun bazı mensupları bu ayırımcılıktan bunaldılar ve Yeni Dünya'ya göç etmeyi kararlaştırdılar.[3]

Leiden Püritenlerinden bir kesimi 1620'de Virginia Şirketi'nden bir toprak imtiyazı sağladı ve 101 kadın, erkek ve çocuktan oluşan bir grup Mayflower gemisiyle Virginia'ya hareket etti.[3] Bir fırtına onları kuzeye sürükledi ve Cape Cod'da karaya çıktılar.[3] Kendilerinin herhangi bir hükûmetin yetki alanı dışında olduğuna inandıkları için, adil ve eşit yasalara uymayı kabul eden "Mayflower Sözleşmesi" adındaki resmî belgeyi hazırladılar.[3]

Mayflower, Aralık ayında Plymouth limanına geldi; yolcular süresince yerleşim birimlerini kurmaya başladılar.[3]

1630'da, Kral I. Charles'tan koloni kurma imtiyazı almış bulunan yeni bir göçmen dalgası Massachusetts Körfezi'ne geldi. Bunların pek çoğu, İngiltere'de dinsel inançlarının gereğini yapmaları giderek daha çok engellenen Püritenlerdi. Önderleri John Winthrop, Yeni Dünya'da açıkça "tepenin üzerindeki kent" yaratmaya girişti. Böylelikle anlatmak istediği, Püritenlerin kesinlikle kendi dinsel inançları uyarınca yaşayacaklarıydı.[4]

Massachusetts Körfez Kolonisi tüm New England bölgesinin kalkınmasında önemli bir rol oynadı ve bunun bir nedeni de, Winthrop ve onun Püriten meslektaşlarının imtiyaz belgelerini beraberlerinde getirebilmiş olmalarıydı. Böylece, koloninin yönetimi İngiltere'de değil Massachusetts'te yerleşik oluyordu.[5]

İmtiyazın hükümlerine göre, güç Yüksek Kurul'un (General Court) elindeydi ve kurulun üyeleri, Püriten Kilisesi üyesi olmaları gerekli "özgür yerleşimciler"den (İngilizcefreemen) oluşuyordu. Bu yöntem, Püritenlerin kolonideki hem siyasal hem de dinsel egemen güç olmalarını güvence altına alıyordu. Valiyi Yüksek Kurul seçiyordu. Bir sonraki kuşak döneminin büyük kesiminde John Winthrop vali olmuştu.[5]

Püritenlerin katı yönetimine baş kaldıranlardan Roger Williams, koloniden kovulduktan sonra 1636'da, günümüzde Providence, Rhode Island olan bölgede Narragansett Kızılderililerinden toprak satın aldı.[6] Orada, kilise ile devletin kesinlikle ayrı olduğu ve dinsel özgürlüğün uygulandığı ilk Amerikan kolonisini kurdu.[5]

Massachusetts'ten ayrılanlar yalnız Williams gibi kilise karşıtları değildi.[5] Daha verimli topraklar arayan Püritenler, Massachusetts Körfez Kolonisi'ni Connecticut Nehri Vadisi'ne, New Hempshire ve Maine kıyılarına yeni yerleşim birimleri kurmak için göç ettiler.[5]

Yeni Hollanda ve Maryland

Yeni Hollanda'nın başkenti olan Yeni Amsterdam'ın 1660 yılı haritası

Hollanda Batı Hindistan Şirketi tarafından görevlendirilen Henry Hudson, 1606'da, günümüzde New York kentinin bulunduğu bölge çevresinde ve kendi adının verildiği nehrin kıyılarında, olasılıkla New York'un Albany kentinin kuzeyinde bir noktaya kadar uzanan keşiflerde bulundu.[7] Hollandalıların bölgeye bundan sonra yaptıkları seyahatler, gelecek yıllardaki hak iddialarına ve ilk yerleşimlere temel oluşturdu.[7]

Kuzeydeki Fransızlar gibi, Hollandalılar da başlangıçta kürk ticaretiyle ilgilendiler.[7] Bu amaçla, kürk sağlanabilecek bölgeye erişimde anahtar rol oynayan Iroquois Kızılderililerinin Beş Ulusu ile yakın ilişkiler geliştirdiler.[7] Hollandalı yerleşimciler 1617'de, Hudson ve Mohawk nehirlerinin birleştiği noktada, şimdi Albany kentinin bulunduğu yerde bir kale kurdular.[7]

Manhattan adasında yerleşim 1620'lerin ilk yıllarında başladı. Rivayete göre, ada 1624'te bölgedeki Kızılderililerden 24 dolar karşılığında satın alındı.[8] Hemen ardından da adaya New Amsterdam adı verildi.

Hollandalılar, Hudson Nehri bölgesinde yerleşimleri çekici kılmak için, efendi (Felemenkçepatroon) sistemi denilen bir tür feodal aristokrasi geliştirdiler.[8] Bu çok büyük malikanelerin ilki 1630'da Hudson Nehri kıyılarında kuruldu.[8]

Daha güneyde, Hollandalılarla bağlantısı olan bir İsveç ticaret şirketi, bundan üç yıl sonra, Delaware Nehri kıyısında ilk yerleşim bölgesini kurmayı denedi. Konumunu pekiştirecek kaynakları bulunmayan Yeni İsveç, giderek Yeni Hollanda ve daha sonra da Pensilvanya ve Delaware içinde eridi.

1632'de Calvert ailesi, Kral I. Charles'tan Potomac Nehri'nin kuzeyinde, sonraları Maryland diye bilinen arazide bir imtiyaz aldı. İmtiyaz, Protestan olmayan kiliselerin kurulmasını açıkça engellemediği için, aile, Katolik olan dostlarını orada yerleşme konusunda cesaretlendirdi. Maryland'daki ilk kent olan St.Mary's, Potomac Nehri'nin Chesapeake Körfezine döküldüğü noktaya yakın bir yerde 1634'te kuruldu.[9]

Calvert'ler, bir yandan Anglikan İngiltere'de giderek artan bir baskı karşısında kalan Katoliklere barınak sağlarken, bir yandan da karlı malikaneler yaratmak istiyorlardı.[9]

Koloni-Kızılderili ilişkileri

1640'a gelindiğinde İngilizler New England kıyısında ve Chesapeake Körfezinde güçlü koloniler kurmuş bulunuyorlardı. İki bölge arasında Hollandalılar ve küçük İsveç toplumu vardı. Batıda ise yerli Amerikalılar yani Kızılderililer yaşıyorlardı.

Bazan dost bazan düşman olan Doğu kabileleri artık Avrupalılara yabancı değillerdi. Kızılderililer yeni teknolojilerle ve ticaretle içli dışlı olmaktan yararlanmakla birlikte, ilk yerleşimcilerin getirdikleri hastalıklar ve sürekli yeni arazi elde etmek için sergiledikleri büyük hırs, onların uzun yıllardır alışık oldukları yaşam biçimine karşı ciddi bir tehdit oluşturuyordu.

Başlangıçta Avrupalı yerleşimcilerle yürütülen ticaret belirli yenilikler getirdi: bıçaklar, baltalar, silahlar, kap kaçak, olta iğneleri ve çok sayıda yeni alet ve edevat. Ticarete ilk girişen Kızılderililer, bunu yapmayan rakipleri karşısında önemli bir kazanım sağladılar.

Avrupalılardan gelen talebe karşılık olarak, Iroquois gibi kabileler, kürk hayvanları yakalamak için tuzak kurmaya 17. yüzyıl boyunca büyük önem verdiler. 18. yüzyıl sonlarına kadar, kürk ve post ticareti, kabilelerin kolonicilerden mal satın almaları için kaynak oluşturdu.

İlk kolonici-Kızılderili ilişkileri, pek rahat olmayan bir işbirliği ve çatışma karışımıydı. Bir yandan,

Önemli Kızılderili ayaklanmalarının ilki 1622'de Virginia'da görüldü ve aralarında Jamestown'ne yeni gelmiş olan misyonerlerin de bulunduğu 347 beyaz öldürüldü. 1637'de, yerel kabilelerin Connecticut Nehri yerleşimini engellemeye çalışmaları üzerine başlayan Pequot Savaşı bunu izledi.

Öncüler'le 1621'de ilk kez barış yapmış olan kabile reisinin oğlu Phillip, Avrupalıların daha fazla Kızılderili toprağı işgalini engellemek için 1675'te güney New England kabilelerini birleştirmeye çalıştı. Ancak, Kral Philip'in Savaşı sırasında öldü ve çok sayıda Kızılderili esir olarak satıldı.

Massachusetts Körfez Kolonisi

17. yüzyıl ortalarında İngiltere'de süren dinsel çatışmalar yüzünden göçler sınırlandı ve anavatan yeni kurulan Amerikan kolonileriyle daha az ilgilenmeye başladı.

Kısmen İngiltere'nin ihmal ettiği savunma önlemlerini sağlamak için Massachusetts Körfezi, Plymouth, Connecticut ve New Haven kolonileri, 1643'te New England Konfederasyonu'nu oluşturdular. Bu, Avrupalı kolonicilerin bölgesel birlik sağlamaya yönelik ilk girişimleriydi.

1675'te, kolonilerde Kral'ın yetkilerine karşı ilk önemli başkaldırı olan Bacon İhtilali patlak verdi. Virginia'daki yerleşimcilerle Susquehannock Kızılderilileri arasındaki bir çatışma ilk kıvılcımı oluşturdu; fakat kısa bir süre sonra, sıradan çiftçiler, büyük çiftlik sahiplerinin zenginliği ve ayrıcalığı ve Virginia Valisi William Berkeley ile karşı karşıya geldiler.

Kral II. Charles'in 1660'ta yeniden tahta geçirilmesiyle İngilizler yeniden Kuzey Amerika ile ilgilenmeye başladılar. New York, New Jersey, Delaware ve Pensilvanya'da mülke dayalı yeni koloniler kuruldu.

Hollanda yerleşim birimleri, genel bir kural olarak, Avrupa'dan atanan otokrat valiler tarafından yönetiliyordu. Yıllar geçtikçe yerel halk onlardan uzaklaşmıştı. Bunun sonucu olarak, İngiliz koloniciler Long Island ve Manhattan'daki Hollanda topraklarına tecavüze başlayınca, halk tarafından beğenilmeyen vali onları savunma için toparlamayı başaramadı. Hollandalı yerleşimciler mülklerini, hakları ve dini özgürlük karşılığında 1664'te teslim ettiler.

Günümüzde kuzey Kuzey Karolina'yı oluşturan bölgenin kıyıları açığındaki Albemarle Boğazı, daha 1650'lerden başlamak üzere, Virginia'dan gelen yerleşimcilerle dolmaktaydı.

1670'te, New England ve Antillerdeki Barbados adasından hareket eden ilk göçmenler, şimdi Güney Karolina'nın Charleston kenti olan yöreye geldiler. Yeni koloni için, İngiliz filozofu John Locke'nin da katkıda bulunduğu, ayrıntılı bir hükûmet sistemi hazırlandı. Sistemin önemli özelliklerinden biri, kalıtsal bir asalet uygulamasına yönelik başarısız girişim oldu.

Massachusetts Körfezi, dinsel temellerle yönetilen tek koloni değildi. Zengin bir Quaker ve II. Charles'ın dostu olan William Penn'e, 1681'de Delaware Nehri'nin batısında, sonradan Pensilvanya adını alan, geniş bir arazi verildi. Penn, bu araziye yerleştirmek amacıyla İngiltere'den ve Avrupa kıtasından çok sayıda protestan - Quaker, Mennonite, Amish, Moravian ve Baptist - topladı.

Delaware Nehri kıyısında Philadelphia'yı kuran Penn, inançları uyarınca, o zamanlar başka Amerikan kolonilerinde pek görülmeyen bir eşitlik duygusu çerçevesinde davranıyordu.[9] Bu nedenle, Pensilvanya'da yaşayan kadınlar, Amerika'nın diğer yörelerindekilerden çok önce haklarına kavuştular.

Kurulan 13 koloninin sonuncusu olan Georgia'ya 1732'de yerleşildi. İspanyol Floridası'nın sınırları içinde bulunmamakla birlikte ona çok yakın olan bu bölgenin, İspanyol saldırılarına karşı bir tampon görevi yapması düşünülmüştü.

Amerika'da yeni bir yaşam kurmakla pek ilgilenmeyen kişiler, çok kez müteşebbislerin uyguladığı ustaca yöntemler sonucunda, Yeni Dünya'ya gitmeye ikna ediliyorlardı. Sözgelimi William Penn, Pensilvanya kolonisine yeni gelecek olanları bekleyen fırsatların reklamını yapıyordu. Yargıçlar ve hapishane yetkilileri, mahkûmlara, tutuklu kalmak yerine Georgia gibi kolonilere göç etme şansı tanıyorlardı.

New England'ın güneyindeki kolonilerde yaşayan yerleşimcilerin yaklaşık yarısının Amerika'ya bu yöntemle geldikleri sanılmaktadır. Amerika'daki yaşamına bu yarı-bağımlılık yoluyla başlayan ailelere, toplumda hiçbir zaman aşağılayıcı gözle bakılmadı. Her kolonide, eskiden sözleşmeli hizmetkarlık yapmış önderler bulunuyordu.

1680'den sonra İngiltere başlıca göçmen kaynağı olmaktan çıktı. 1690 yılında Amerika'nın nüfusu çeyrek milyona yükselmişti. Ondan sonra da, her yirmi beş yılda bir kat artarak 1775'te 2,5 milyona erişti.

Güney'deki Virginia, Maryland, Kuzey Karolina, Güney Karolina ve Georgia kolonileri, New England ve orta kolonilerin tersine daha çok kırsal karakterli olan yerleşim bölgeleriydi.

17. yüzyıl sonlarında, Virginia ve Maryland'ın ekonomik ve toplumsal yapısı, büyük çiftlik sahiplerine ve küçük çiftçilere dayanıyordu. Kıyı bölgesindeki büyük çiftlik sahipleri, büyük malikaneler kurdular, bir tür aristokrat yaşamı geliştirdiler ve denizaşırı dünyanın kültürüyle ellerinden geldiğince temas sürdürdüler.

Güney Karolina'nın Charleston kenti, Güney'in önde gelen limanı ve ticaret merkezi oldu. Orada yerleşen göçmenler, kısa sürede tarım ve ticareti birleştirip, 1750'ye gelindiğinde 100.000'den fazla nüfusa sahip oldu.

Koloni döneminde eğitim ve kültür

Harvard Üniversitesi'nin en eski binası 1718 yılında öğrenci yurdu olarak inşa edilmiş ve günümüzde hem öğrenci yurdu hem de idari ofis olarak kullanılan Massachusetts Hall

Amerikan eğitim ve kültürünün koloniler döneminde atılmış olan temelleri de, gelecek açısından aynı derecede önem taşımaktadır. Harvard Üniversitesi, 1636'da Massachusetts'in Cambridge kentinde kuruldu. Yüzyılın sonlarına doğru, Virginia'da William ve Mary Üniversitesi kuruldu. Birkaç yıl sonra da, ileride Yale Üniversitesi olacak olan, Connecticut Yüksek Okulu faaliyete geçti. Hükûmet tarafından varlığı sürdürülen bir okul sisteminin giderek yayılması ise bunlardan daha önemliydi. Kutsal Yazılar'ın öğrenilmesinin Püritenler tarafından ön planda tutulması, okur-yazar olmaya verilen önemi vurguluyordu.[10]

1647'de Massachusetts Körfez Kolonisi'nde 50'den fazla ailenin yaşadığı her kasabada bir üniversite hazırlık okulu (grammar school) kurulması zorunlu kılındı.[10] Kısa bir süre içinde, Rhode Island hariç, diğer tüm New England kolonileri bu örneği benimsedi.

New England'a ilk gelen göçmenler kendi kütüphanelerini de beraberlerinde getirdiler ve Londra'dan kitap ithal etmeyi sürdürdüler.[10]

17. yüzyılda Pensilvanya'nın entelektüel ve kültürel gelişmesi, büyük ölçüde, iki adamın hareketli kişiliğinde yansıma buldu: James Logan ve Benjamin Franklin. Koloninin sekreteri olan Logan'ın mükemmel kütüphanesi, genç Franklin'in en son fen bilimleri eserlerini bulup okumasını sağladı. Logan, kitaplarının muhafazası için 1745'te bir bina yaptırdı ve hem binayı hem de kitaplarını kente bağışladı. Franklin'in Philadelphia'daki entelektüel faaliyete katkısı daha da fazla oldu. Kurduğu bir münazara kulübü, giderek Amerikan Felsefe Derneği'ni oluşturdu. Çabaları ayrıca, sonradan Pensilvanya Üniversitesi'ne dönüşen bir devlet akademisi kurulmasına yol açtı.

Kolonilerdeki yayın çalışmaları ise, büyük ölçüde New England'da görülüyordu.[10] Bu bölgede, genellikle dinsel konular üzerinde duruluyordu.[10] Basında en yaygın görülen yazılar vaaz metinleriydi.[10] Ünlü bir Püriten rahibi olan Cotton Mather, yaklaşık 400 yapıt üretmişti.[10] Başyapıtı olan Magnalia Christi Americana, New England tarihinin gösterişini ve Michael Wigglesworth'un, kıyamet gününü ürkütücü bir biçimde anlatan The Day of Doom (Kıyamet Günü) ise bir epik şiirdi.[10] 1704 yılında Masachusetts'in Cambridge kentinde koloninin ilk başarılı gazetesi yayına başladı.[10] 1745'e gelindiğinde koloniler genelinde 22 gazete yayınlanıyordu.

Büyük Uyanış

Kentlerin gönenci sonucunda, şeytanın toplumu maddi çıkarlar peşinde koşmaya kandırdığı yolunda ortaya çıkan korkular, 1730'larda Büyük Uyanış diye anılan dinsel bir tepki yarattı.[11] Bu tepkinin ilhamı iki kişiden kaynaklandı: 1739'da İngiltere'den gelmiş olan, Wesley tarikatı mensubu George Whitefield ve başlangıçta Massachusetts'in Northampton kentindeki Cemaatler Kilisesi'nde (İngilizceCongregational Church) görev yapmış olan Jonathan Edwards.[11]

Whitefield, Philadelphia'da bir dinsel yeniden canlandırma hareketi başlattı ve oradan New England'a geçti.[4] Büyük Uyanış sırasında ortaya çıkan protestan mezhepler ve yeniden canlandırma ruhu, din adamlarının konumunu zayıflatarak, inananları kendilerinin vicdanlarına güvenmeye teşvik etti.[12] Mezheplerin ve tarikatların çoğalmasına yol açması ve bunun da dinsel hoşgörü ilkesinin benimsenmesini sağlaması belki de en önemli sonucu oldu.[12]

Koloni hükümeti

Kolonilerdeki gelişmenin her aşamasında, İngiltere Hükûmetinin denetleme etkisi bulunmayışı çarpıcı bir özellik oluşturmuştur. Georgia dışındaki tüm koloniler, ya hisseli şirketler ya da Saray tarafından verilen imtiyazlara dayalı feodal mülk sahiplikleri olarak ortaya çıkmıştır.

İngilizlerin siyasal özgürlük yolundaki uzun süreli mücadele geleneklerinin mirasçısı olan koloniciler, özgürlük kavramlarını Virginia'nın ilk imtiyaz belgesine işlediler. Buna göre, İngiliz koloniciler, "bu İngiltere Krallığı'nda doğmuş ve ona tabi imişler gibi" tüm özgürlüklerden, ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanacaklardı. Bu nedenle, Magna Carta'nın ile örf ve adet hukukunun tanıdığı haklara sahip olacaklardı. 1618'de Virginia Şirketi, kendisi tarafından atanmış olan valiye bir talimat göndererek büyük çiftliklerdeki özgür yerleşimcilere, koloninin gönencine ilişkin kararları almak için vali ile ve atanmış meclisle birlikte çalışacak temsilcilerini seçme hakkı verilmesi gerektiğini bildirdi.

New England'da, diğer kolonilere oranla, yıllar boyunca daha belirgin bir özyönetim uygulaması görüldü. Mayflower gemisiyle gelen Pilgrimler, "daha iyi yönetilmemizi ve güvencede olmamızı sağlamak amacıyla bir siyasal kuruluşta toplanmak...ve bu kuruluş aracılığıyla,...koloninin genel yararı için gerekli ve uygun olacağı düşünülen adil ve eşit yasaları, kararnameleri, tüzükleri, anayasaları ve makamları kabul etmek, kurmak ve düzenlemek..." için, "Mayflower Sözleşmesi" denilen belgeyi kabul ettiler.

Pilgrimlerin, kendi kendini yönetme sistemi geliştirmelerinin yasal bir dayanağı olmamakla birlikte, bu harekete karşı çıkan olmadı ve Plymouth'taki yerleşimciler, sözleşme uyarınca, dışarıdan müdahale olmaksızın uzun yıllar kendi işlerini kendileri yürüttüler.

Bu tehdit karşısında şirket üyeleri gerilediler ve hükûmetin yönetimi seçilmiş temsilcilere devredildi. Anılan gelişmeden sonra Connecticut ve Rhode Island gibi diğer New England kolonileri de, herhangi bir hükûmet otoritesinin dışında olduklarını açıklayarak ve Pilgrimlerin Plymouth'ta kurduklarını örnek alan siyasal sistemlerini kurarak kendi kendilerini yönetmeyi başardılar.

Kolonilerin çoğu sonuçta kraliyet kolonileri oldu; fakat, 17. yüzyılın ortalarında İç Savaş (1642-1649) ve Oliver Cromwell'in Püriten Topluluğu ve Egemenliği faaliyetleri ile uğraşan İngilizler, etkili bir koloni politikası güdecek durumda değillerdi. II. Charles'in ve Stuart hanedanının 1660'ta yeniden başa geçmesinden sonra, İngiltere, koloni yönetimine daha çok zaman ayırma fırsatını elde etti. Yine de etkili olamadı ve uyumlu bir plan yürütemedi; koloniler de genelde kendi başlarına bırakıldı.

Buna karşın, kolonilerde özyönetimin kabul edilmesi her zaman karşılıksız kalmadı. 1670'lerde, kolonilerde İngiliz ticaret sistemi uygulamakla görevlendirilmiş bir kraliyet komitesi olan Ticaret ve Büyük Çiftlik Lordları, koloni hükûmetin ekonomik siyasetine karşı direndiği için, Massachusetts Körfezi imtiyazını geçersiz kılmak için harekete geçtiler. 1685'te II. James, New England Dominyonu yaratıp New Jersey ve güneyindeki kolonileri onun yetki alanına sokmaya ve böylelikle Saray'ın tüm bölge üzerindeki denetimini yoğunlaştırmaya yönelik bir öneriyi kabul etti. Kraliyet valisi Edmund Andros, bir kararnameyle yeni vergiler koydu, daha başka sert önlemler aldı ve karşı koyanları hapse attı.

II. James'in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan Şanlı Devrim (1688-1689) Boston'da duyulunca halk ayaklandı ve Andros'u hapsetti. Massachusetts ve Plymouth 1691'de yeni bir imtiyaz altında Massachusetts Körfezi kraliyet kolonisi olarak ilk kez birleştirildi. New England Dominyonu yönetimi altına konulan diğer koloniler de kısa zamanda eski hükûmetlerini yeniden kurdu.

Şanlı Devrim'in koloniler üzerinde bundan başka olumlu etkileri de oldu. 1689 tarihli Hoşgörü Yasası, Hristiyanların tapınma özgürlüklerini yineliyor ve Saray'ın yetkilerine sınırlamalar getiriyordu. Eşit önemde bir gelişme de, 1690'da yayınlanan Hükümete İlişkin İkinci İnceleme adlı yapıtta John Locke tarafından, hükûmetin tanrısal haklara değil sözleşmeye dayandığı varsayımının ortaya atılması ve yaşama, özgürlük ve mülkiyet gibi doğal haklara sahip olan halkın, hükûmet bu doğal hakları ihlal ederse, ona karşı ayaklanma hakkının bulunduğunun ileri sürülmesiydi.

18. yüzyılın başlarında yürütülen koloni siyaseti, 17. yüzyıldaki İngiliz siyasetini andırıyordu. Şanlı Devrim, Parlamentonun üstünlüğünü yinelemişti; fakat, koloni valileri, Kral'ın İngiltere'de yitirmiş olduğu gücü kolonilerde uygulamak istediler. İngiltere'deki olayların farkında olan koloni meclisleri, "haklarını" ve "özgürlüklerini" kabul ettirmeyi denediler. 18. yüzyıla gelindiğinde, koloni meclisleri, İngiltere Parlamentosu'ndakilere benzer iki belirgin güç elde etmişlerdi: Vergi alınmasında ve harcama yapılmasında oy sahibi olma hakkı ve sadece valinin önerilerine uygun davranma yerine yasama işlemleri başlatma hakkı. Koloni meclisleri böylelikle kendi kendini yönetme hakkını geliştirdiler. Zamanla, koloni yönetiminin merkezi Londra'dan eyalet başkentlerine kaydı.

Fransız-Kızılderili Savaşı

Savaş öncesi Kuzey Amerika'daki sınırılar

Fransa ve İngiltere, 18. yüzyıl boyunca Avrupa'da ve Antillerde belirli aralıklarla bir dizi savaşa giriştiler. İngiltere, bu savaşlardan, özellikle şeker üretimi bol olan Antil adalarında belirli çıkarlar elde ettiyse de, çatışmalardan genellikle bir sonuç alınamadı ve Fransa, 1756'da Yedi Yıl Savaşı başlayana kadar Kuzey Amerika'daki güçlü konumunu sürdürdü.

O güne gelindiğinde, Fransa, Kanada'daki ve Büyük Göller çevresindeki çok sayıda Kızılderili kabilesiyle güçlü ilişkiler kurmuş, Mississippi Nehri'ni ele geçirmiş ve bir dizi kale ve ticaret merkezi kurarak Quebec'ten New Orleans'a kadar uzanan hilal biçiminde bir imparatorluk yaratmıştı. Bunun sonucu olarak İngilizler, Appalachian Dağları'nın doğusundaki dar bir şeride sıkışıp kalmışlardı. Fransa sadece Britanya İmparatorluğunu tehdid etmiyor, aynı zamanda, Mississippi Vadisi'ni elinde tutarak batıya yayılmalarını sınırlayabildiği Amerikan kolonicileri için de bir tehlike oluşturuyordu.

1754 yılında, günümüzde Pensilvanya'nın Pittsburgh kentinin bulunduğu yerdeki Duquesne Kalesi'nde Fransız kuvvetleri ile, Virginialı bir büyük çiftlik sahibi ve arazi ölçümcüsü olan, 22 yaşındaki George Washington'un komuta ettiği Virginia milisleri arasında silahlı çatışma çıktı.

Londra'daki Ticaret Kurulu, New York, Pensilvanya, Maryland ve New England kolonilerinin temsilcilerini bir toplantıya çağırarak, çatışmaya bir çözüm bulmayı denedi. New York'un Albany kentinde yapılan ve Albany Kongresi diye bilinen toplantıda, 10 Temmuz'dan 19 Temmuz'a kadar Iroquois Kızılderilileri ile görüşülerek, ilişkilerin düzeltilmesine ve onların İngilizlere karşı sadakatleri güvence altına alınmaya çalışıldı.

Delegeler ayrıca "varlıklarının korunması için kesinlikle gerekli olan" bir Amerikan kolonileri birliğini ilan ve Albany Birlik Planı'nı kabul ettiler. Benjamin Franklin tarafından kaleme alınan plana göre, Kral'ın atayacağı bir başkan, koloni meclislerinin seçeceği delegelerin katıldığı bir büyük konseyle birlikte çalışacak ve konseyde her koloni, genel hazineye yaptığı mali katkıya uygun olarak temsil edilecekti. Anılan kuruluş, savunma, Kızılderililerle ilişkiler, ticaret ve batıda yerleşim konularından sorumlu olacağı gibi vergileme yetkisi de bulunacaktı. Ancak, ne vergi koyma ne de batı bölgesinin geliştirilmesi yetkisini merkezi bir otoriteye vermek isteyen kolonilerin hiçbiri Franklin'in planını kabul etmedi.

Stratejik konumunun üstünlüğü ve önderlerinin becerisi sayesinde İngiltere, sadece küçük bir kesimi Batı Yarıküresi'nde yapılan Yedi Yıl Savaşı'ndan zaferle çıktı.

Fransa, 1763'te imzalanan Paris Anlaşması ile, Kanada, Büyük Göller ve Yukarı Mississippi Vadisi'ni İngilizlere terk etti. Kuzey Amerika'da bir Fransa İmparatorluğu düşü böylece sona erdi.

Fransa karşısında zafer kazanan İngiltere, yalnız Kuzey Amerika'da İngiliz topraklarının yüzölçümü iki kat artmıştı. Atlantik kıyısı boyunca uzanan dar şeride, olağanüstü genişlikteki Kanada ve Mississippi Nehri ile Allegheny Dağları arasında kalan topraklar da eklenmişti ki bu bile başlı başına bir imparatorluk demekti. Büyük ölçüde Protestan ve İngiliz olan nüfusa, Quebec'teki Fransızca konuşan Katolikler ve kısmen Hristiyanlaşmış Kızılderililer de katılmıştı. Eski toprakların ve yeni eklenenlerin yönetilmesi ve savunulması için büyük miktarda paraya ve çok sayıda personele gereksinim vardı. Eski koloni sisteminin bu işler için yeterli olmadığı açıktı.

Salem büyücüleri ve dini hoşgörüsüzlük

1692'de Massachusetts'in Salem Village kasabasında bir grup genç kız, Batı Hint Adaları'ndan gelmiş bir kölenin anlattığı masalları dinledikten sonra garip baygınlık nöbetleri geçirmeye başladılar.[13] Sorgulandıklarında, birkaç kadını büyücü olmakla ve kendilerine eziyet yapmakla suçladılar.[14] Kasaba halkı olayı dehşetle fakat şaşırmadan karşıladı; çünkü, 17. yüzyılda Amerika'da ve Avrupa'da büyücülüğe olan inanç çok yaygındı.[15]

Bunu izleyen gelişme, her ne kadar Amerikan tarihinde görülen münferit bir olay ise de, Püriten New England'ın toplumsal ve ruhsal dünyasına bir pencere açtı.[15] Kasaba yetkilileri büyücülük suçlamalarını dinlemek için bir mahkeme kurdular ve Bridget Bishop adında bir meyhane sahibini hemen mahkûm ve idam ettiler. Bir ay içerisinde beş kadın daha mahkûm edildi ve asıldı.[14]

Cadılıkla suçlanan 13 kişinin kefaletle serbest bırakılma başvurusu (1692)

Yine de, tanıkların sanıkları ruh ya da hayalet biçiminde gördüklerini anlatmalarına mahkeme tarafından izin verildiği için, halkın duygusal bunalımı giderek arttı. Doğal olarak, bu gibi "hayaletlere ilişkin kanıtlar"ın gerçekliği saptanamadığı ve bu konuda tarafsız bir sorgulama yapılamadığı için çok tehlikeli bir durum ortaya çıkıyordu.[15] 1692 sonbaharına kadar, aralarında erkeklerin de bulunduğu 20 kurban daha idam edildi ve kasabanın bazı en önemli hemşehrileri de dahil olmak üzere 100'den fazla kişi hapse atıldı.[15] Aşırı duygusal tepkilerin Salem Village sınırlarını aşma tehdidi ortaya çıktığı için kolonideki tüm din adamları yargılamalara son verilmesi çağrısında bulundular.[15] Koloni valisi bu çağrıya uyarak mahkemeyi dağıttı. Hapiste bulunanlar da ya aklandılar ya da cezaları ertelendi.[15]

Salem Village'deki büyücülük duruşmaları, Amerikalıları uzun süre büyüledi.[16] Ruhsal açıdan bakıldığında, tarihçilerin çoğu, büyücülüğün varlığı konusundaki gerçek inanç nedeniyle 1692'de Salem kasabasında toplumun bir tür isteri nöbetine tutulduğunu kabul etmektedirler.[16] Onlara göre, genç kızlardan bazıları rol yapmış bulunsalar bile, sorumluluk sahibi olması gereken yetişkinler de bu çılgınlığa kapılmışlardır.[16]

Suçlananların ve suçlayanların kişilikleri daha yakından incelenirse, daha aydınlatıcı sorular elde edilmektedir. O günlerde kolonici New England'da çoğunlukla olduğu gibi, Salem Village de tarıma bağlı ve Püriten egemenliği altındaki bir toplumdan, ticaret ağırlıklı ve daha laik bir topluma yönelik bir ekonomik ve siyasal dönüşüm içindeydi.[17] Suçlayanların pek çoğunun, çiftliklere ve kiliseye bağlı geleneksel yaşam biçiminin temsilcileri olmalarına karşın, suçlanan büyücüler, giderek gelişen dükkân sahibi ve tüccar sınıfının üyeleriydiler.[17]

Salem'deki büyücülük duruşmaları, aynı zamanda, çarpıcı ama yalan suçlamalarda bulunmanın ölümcül sonuçlarını gösteren bir örnek oluşturmaktadır.[17] Gerçekten de, siyasal tartışmalarda çok sayıda insana karşı yalan suçlamalarda bulunulmasına takılan ad "büyücü avı"dır.[17]

Koloni ekonomisi ve Britanya vergilerine tepki

İlk yerleşimcilerin yeni bir vatan aramalarına yol açan çeşitli nedenleri vardı. Massachusetts'e yerleşen "Pilgrim”ler dinsel baskıdan kaçmak isteyen dindar ve soğukkanlı İngilizlerdi. Virginia benzeri diğer kolonilerse temelde ticaret girişimleri olarak kurulmuştu; ancak, çok kez dindarlıkla ticari çıkar el ele yürüyordu.

İngiltere'nin daha sonra Amerika Birleşik Devletleri olacak olan kolonileri kurup yürütmekteki başarısı, büyük ölçüde, imtiyazlı şirketler kullanmasından kaynaklanıyordu. İmtiyazlı şirketler, ekonomik kazanım peşinde olan ve belki de İngiltere'nin ulusal amaçlarını gerçekleştirmek isteyen hissedar (genellikle tüccarlar ve zengin toprak sahipleri) gruplarıydı. Şirketlerin özel sektör tarafından finanse edilmesine karşılık Kral her projeye ekonomik hakların yanı sıra siyasal yetkiler ve yargı yetkileri tanıyan bir imtiyaz ya da bağış veriyordu. Buna karşın koloniler genelde hemen kar sağlayamadıkları için İngiliz yatırımcılar çok kez imtiyazlarını yerleşimcilere devrettiler. O günlerde pek anlaşılmamıştı ama bunun siyasal sonuçları çok büyük oldu. Koloniciler kendi yaşamlarını, kendi toplumlarını ve kendi ekonomilerini kurmaya bırakıldılar; bu gerçekte yeni bir ulusun temellerinin atılması anlamına geliyordu. İlk kolonilerin zenginliği tuzakla kürk hayvanı yakalamaya ve kürk ticaretine dayanıyordu. Massachusetts'te balıkçılık ta temel bir zenginlik kaynağıydı. Buna karşın, kolonilerdeki halk genelde küçük çiftliklerde yaşıyor ve kendi kendine yeterli oluyordu. Birkaç küçük kentte ve Kuzey Karolina, Güney Karolina ve Virginia'daki büyük çiftliklerde temel gereksinim mallarının bir kesimi ve lüks maddelerin hemen hepsi tütün, pirinç ve çivit karşılığında ithal ediliyordu.

Koloniler büyüdükçe destek endüstrileri gelişmeye başladı. Çeşitli bıçkı evleri ve tahıl değirmenleri ortaya çıktı. Koloniciler önceleri balıkçı tekneleri ve sonradan da ticaret tekneleri yapmak için tersaneler kurdular. Küçük demir döküm atölyeleri de açtılar. 18. yüzyıla gelindiğinde bölgesel ekonominin biçimi ortaya çıkmıştı; New England kolonileri gönenç yaratmak için gemi yapımına ve denizciliğe dayanıyordu; Maryland, Virginia ve Carolina'lardaki çoğunlukla köle çalıştırılan büyük çiftliklerde pamuk, pirinç ve çivit üretiliyordu; New York, Pensilvanya, New Jersey ve Delaware'deki orta koloniler de deniz yoluyla mal ve kürk taşımacılığı yapıyorlardı. Köleler dışındaki bireylerin yaşam standardları yüksekti; gerçekten de İngiltere'dekini bile aşıyordu. İngiliz yatırımcılar çekilmiş oldukları için meydan koloniciler arasındaki müteşebbislere kalmıştı.

1770'e gelindiğinde Kuzey Amerika kolonileri, hem ekonomik hem de siyasal açıdan I. James, döneminden beri (1603-1625) İngiltere politikasına egemen olmuş bulunan ve giderek yükselen özyönetim akımının bir parçası konumuna gelmeye hazırlardı. İngiltere ile aralarında vergileme konusunda ve diğer başka alanlarda anlaşmazlıklar çıktı; Amerikalılar İngiliz vergilerinde ve yasal düzenlemelerinde özyönetim taleplerini karşılayacak biçimde değişiklik yapılacağını umuyorlardı. İngiliz hükûmetiyle olan sürtüşmelerin onlarla genel savaşa ve kolonilerin bağımsızlığına yol açacağını pek az kişi düşünüyordu.

17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere'deki siyasal kargaşa dönemlerinde olduğu gibi Amerikan Devrimi de (1775-1783) hem ekonomik hem siyasaldı ve İngiliz filozofu John Locke'ın Sivil Hükümet Üzerine İkinci İnceleme'sinden (1690) açıkça alınmış olan “vazgeçilmez yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakları” cümleciğini toplanma çağrısı olarak kullanan orta sınıf tarafından destekleniyordu.

İngilizlerin ilk olarak ülke içi düzenlemelere giriştiler. Kanada'nın ve Ohio Vadisi'nin ele geçirilmesi, o yörelerde yaşayan Fransızları ve Kızılderilileri küstürmeyecek bir siyaset uygulanmasını gerektiriyordu; fakat, bu konuda Saray'ın çıkarları kolonilerinkilerle çatıştı. Nüfusları hızla artan ve yerleşecek yeni araziye gereksinim duyan bazı koloniler, sınırlarını Mississippi Nehri'nin batısına kadar genişletmek için hak iddiasında bulundular.

Yeni topraklara göç edecek yerleşimcilerin Kızılderililerle bir dizi savaş kışkırtacaklarından korkan İngiltere Hükûmeti, bu arazinin kolonicilere daha tedrici bir biçimde açılması gerektiğine inanıyordu. Ayrıca, yeni koloniler kurulmadan önce eskileri üzerindeki saray denetimini güvence altına almanın bir yolu da yayılmanın sınırlanması olacaktı. 1673'te yayınlanan Kraliyet Bildirgesi ile, batıda Florida'nın Alleghenies bölgesi, Mississippi Nehri ve Quebec arasında kalan tüm topraklar Kızılderililerin kullanımına ayrıldı. Saray böylelikle, 13 koloninin Batı'daki topraklar üzerindeki tüm hak iddialarını ortadan kaldırmayı ve batıya yayılmayı önlemeye teşebbüs ediyordu. Her ne kadar hiçbir zaman etkin bir biçimde uygulanamamış ise de, Kolonicilerin gözünde bu önlem, onların Batı'daki toprakları işgal edip oralarda yerleşmelerini sağlayan en temel haklarının keyfi bir biçimde göz ardı edilmesi anlamına geliyordu.

Genişleyen imparatorluğunu desteklemek için daha fazla paraya gereksinimi olan Britanya Hükûmetinin uyguladığı yeni mali siyaset ise daha ciddi tepkiler yaratıyordu. Britanya'daki vergi mükellefleri, kolonilerin savunması için gerekli tüm parayı sağlamazlarsa, daha güçlü bir merkezi yönetim aracılığıyla gelirlerin kolonicilerden alınması gerekiyordu. Bu uygulama ise, kolonilerde özyönetimin aleyhine işleyecekti.

Yeni sistemin uygulanmasında atılan ilk adım, Britanya yönetiminde olmayan bölgelerden ithal edilecek rom ve melastan çok yüksek gümrük resmi ya da vergi alınmasını gerektiren 1733 tarihli Melas Yasası yerine, 1764'te Şeker Yasası'nun kabul edilmesi oldu. Anılan yasa ile yabancı kaynaklı rom ithali yasaklandı; tüm kaynaklardan gelen melas için düşük bir gümrük resmi konuldu; şaraba, ipeğe, kahveye ve çok sayıda diğer lüks mala da gümrük resmi getirildi. Melastan alınan gümrük resminin düşürülmesi sonucunda, New England'daki rom fabrikalarında işlenmek üzere Hollanda ve Fransa Batı Hint Adalarından kaçak melas getirmeye teşebbüs etmenin çekici olmaktan çıkacağı umuluyordu. Şeker Yasası'nı uygulamak için, gümrük yetkililerinin daha uyanık ve etkili davranmaları emredildi. Amerika sularında dolaşan İngiliz gemilerine kaçakçıları yakalamaları talimatı verildi ve krallık subaylarına şüphelendikleri binaları arama yetkisi sağlayan "arama belgeleri" verildi.

Hem Şeker Yasası ile gümrük resmi konulması hem de bunu uygulama önlemleri, New England tüccarları tarafından öfkeyle karşılandı. Düşük bir gümrük resmi ödemenin bile ticaretlerini berbat edeceğini ileri sürdüler. Tüccarlar, meclis üyeleri ve kent hemşehrileri toplantılar yaparak yasayı protesto ettiler ve koloni avukatları, Şeker Yasası'nın önsözünde "temsil olmaksızın vergilendirme" uygulamasının ilk belirtisini buldular. Anılan deyim, çok kişiyi anavatana karşı Amerikan davasını desteklemeye çeken bir özdeyiş haline geldi.

Daha sonra 1764'te Büyük Britanya Parlamentosu, "Majestelerinin hiçbir kolonisinde çıkarılan borç kağıtlarının yasal ödeme belgesi sayılmasını engellemek için "Para Yasası"'nı kabul etti. Koloniler, ticaret açığı veren bir bölge olduğu ve sürekli nakit para sıkıntısı çektiği için, anılan önlem, kolonilerin ekonomisi üzerine ciddi bir yük ekledi. Krallık askerlerine koloniler tarafından yiyecek ve barınak sağlanmasını gerektiren 1765 tarihli Askeri Konaklama Yasası da aynı derecede muhalefet yarattı.

Pul Yasası

Yeni koloni sistemini başlatan önlemlerin sonuncusu, en büyük örgütlü direnişe yol açtı. "Pul Yasası" olarak bilinen bu önlem gereğince, tüm gazetelere, el ilanlarına, broşürlere, ruhsatlara, kira sözleşmelerine ve diğer yasal belgelere damga pulu yapıştırılacak ve Amerikan gümrük memurları tarafından toplanacak gelir, kolonilerin "savunulması, korunması ve güvenliğinin sağlanması" için kullanılacaktı.

Pul Yasası herhangi bir işle uğraşan herkese eşit yük getiriyordu. Bu nedenle, Kuzey'de ve Güney'de, Doğu'da ve Batı'da, Amerikan halkının en güçlü ve seslerini en çok duyuran grupları oluşturan gazetecilerin, avukatların, din adamlarının, tüccarların ve iş adamlarının öfkesine yol açtı. Büyük tüccarlar, direnişi kısa sürede örgütlediler ve ithalat yapmama kuruluşları oluşturdular.

1765 yazında anavatanla yapılan ticaret büyük bir düşüş gösterdi. Önemli kişiler, "Sons of Liberty" (Özgürlük Çocukları) adı verilen ve Pul Vergisini çok kez şiddet kullanarak protesto eden gizli örgütler kurdular. Yasa, Massachusetts'ten Güney Karolina'ya kadar hükümsüz kılındı; kızgın grup gümrük yetkililerini istifaya zorladılar ve nefret uyandıran pulları imha ettiler.

Mayıs ayında, delegelerden Patrick Henry'nin harekete geçirdiği Virginia Temsilciler Meclisi, temsil olmaksızın vergilendirmenin kolonilerin özgürlükleri karşısında bir tehdit oluşturduğunu ileri süren bir dizi kınama kararı aldı. Temsilciler Meclisi, Virginialıların da İngilizlerin yararlandığı haklara sahip olduklarını ve bu nedenle ancak kendi temsilcileri tarafından vergilendirilebileceklerini ilan etti. 8 Haziran'da Massachusetts Meclisi, tüm kolonileri Ekim 1765'te New York'ta toplanacak Pul Yasası Kongresi'ne temsilci göndermeye çağırdı. Kongre'de, Kral'dan ve Büyük Britanya Parlamentosu'ndan kurtulma önerileri ele alınacaktı. Dokuz koloniden gelen yirmi yedi temsilcinin katıldığı Kongre, bu fırsattan yararlanarak, parlamentonun Amerika işlerine karışmasına muhalif bir koloni kamuoyu oluşturdu. Uzun tartışmalardan sonra Kongre, "kendi meclisleri dışında hiçbir kuruluşun anayasaya uygun olarak ne vergi koyabildiğini ne de koyabileceğini" ve Pul Yasası'nda "kolonicilerin hak ve özgürlüklerini ihlale yönelik açık bir eğilim olduğunu" ilan eden bir dizi karar aldı.

Temsilsiz vergi

Böylelikle konu temsil sorunu üzerinde odaklaştı. Kolonilerin görüşüne göre, Avam Kamarası'na temsilci seçmedikleri sürece, kendilerinin Parlamento'da temsil edildiklerini düşünmek olanak dışıydı. Ancak bu görüş, Britanyalıların "sanal temsil" ilkesiyle çatışıyordu. Anılan ilkeye göre, her Parlamento üyesi, belirli bir bölgedeki mülk sahiplerinden oluşan çok küçük bir azınlık tarafından seçilmiş olduğu gerçeğine karşın, tüm ülkenin ve hatta tüm imparatorluğun çıkarlarını temsil etmekteydi. Toplumun geri kalan kesimi, Parlamento üyelerini seçen mülk sahiplerinin çıkarları herkes tarafından paylaşıldığı gerekçesiyle, "temsil edilmekte" sayılıyordu.

Britanya memurlarının çoğunluğu, Parlamento'nun bir imparatorluk kuruluşu olduğunu ve bu nedenle anavatandaki gibi koloniler üzerinde de aynı yetkiyi temsil ve icra ettiğini ileri sürüyorlardı. Amerikalı liderler ise, bir "imparatorluk" Parlamentosu'nun var olmadığını iddia ediyorlar ve tek yasal ilişkilerinin Saray'la olduğunu söylüyorlardı. Deniz aşırı kolonilerin kurulmasını kabul eden de onlara birer hükûmet veren de Kral'dı. İleri sürdüklerine göre Kral, eşit biçimde hem Britanya'nın hem de kolonilerin kralıydı; fakat, nasıl koloniler Britanya'da geçerli yasalar yapamıyorlarsa, Büyük Britanya Parlamentosu'nun da kolonilerle ilgili yasa yapma hakkı olmadığını ısrarla belirtiyorlardı.

Büyük Britanya Parlamentosu kolonilerin iddialarını kabul etmek niyetinde değildi. Buna karşın, Amerikan boykotundan etkilenen İngiliz tüccarları, bir iptal hareketini desteklemeye başladılar ve Parlamento 1766'da pes ederek Pul Yasası'nı yürürlükten kaldırdı ve Şeker Yasası'nda değişiklik yaptı; fakat, koloniler üzerinde bir merkezi güç bulunması yanlıları yatıştırmak için bir Açıklayıcı Yasa kabul etti. Bu yasa ile Parlamento'ya kolonileri "her konuda" bağlayıcı yasalar çıkarma yetkisi veriliyordu.

Boston "Çay Partisi"

Boston Çay Partisi'nin Nathaniel Currier tarafından yapılan litografisi

Buna karşın 1773'te İngiltere, Adams ve müttefiklerine çarpıcı bir fırsat sundu. Mali açıdan sıkıntı içine düşen güçlü Doğu Hindistan Şirketi, İngiltere Hükûmeti'ne başvurdu ve şirkete, kolonilere yönelik tüm çay ihracatında tekel hakkı bağışlandı. Hükûmet ayrıca, Doğu Hindistan Şirketi'nin, daha önceleri ihraç edilen çayı satan koloni toptancılarını atlayıp doğrudan doğruya perakendecilere mal göndermesine izin verdi. 1770'ten sonra o kadar karlı bir yasadışı ticaret oluşmuştu ki, Amerika'da tüketilen çayın çoğu yabancı kaynaklıydı ve yasa dışı yollardan getirilip gümrük vergisi ödenmeden tüketiciye sunuluyordu. Çayını kendi mümessilleri aracılığıyla ve alışılagelen fiyatın çok altında satan Doğu Hindistan Şirketi, kaçakçılığı kar getirmeyen bir faaliyet durumuna soktu ve, aynı zamanda, kolonilerdeki bağımsız tüccarları da ortadan kaldırma tehdidi yarattı. Hem çay ticaretini elden kaçırdıkları hem de tekelci uygulamalarla karşılaştıkları için harekete geçen koloni tüccarları, bağımsızlık yolunda çabalayan radikallere katıldılar.

Doğu Hindistan Şirketi'nin mümessilleri, Atlantik kıyısındaki tüm limanlarda istifaya zorlandılar ve yeni gelen çay partileri ya İngiltere'ye geri gönderildi ya da antrepolarda depolandı. Boston'da ise, mümessiller kolonicilere direndiler ve muhalefete karşın, krallık valisinin de desteğiyle mallarını boşaltmaya hazırlandılar. 16 Aralık 1773 gecesi, Mohawk Kızılderilileri kılığına bürünmüş kişiler, Samuel Adams başlarında olduğu halde, Boston limanında demirlemiş olan üç İngiliz gemisine çıktılar ve gemilerdeki çayı denize attılar. Eğer mal indirilseydi, kolonicilerin gümrük resmini ödeyip çayı satın alacağından korktukları için bu yola başvurmuşlardı. Adams ve beraberindeki radikaller, hemşehrilerinin bağımsızlık ilkesine bağlılığından kuşku duyuyorlardı.

İngiltere bir sorunla karşı karşıyaydı. Doğu Hindistan Şirketi bir parlamento kararını uygulamıştı ve çayın imha edilmesi cezasız kalırsa Parlamento, koloniler üzerinde hiçbir ağırlığı kalmadığını tüm dünyaya açıklamak zorunda kalacaktı. İngiltere'deki resmi çevreler, Boston Çay Partisi'ni bir vahşet olarak hemen hemen oybirliğiyle kınadılar ve asi kolonicileri hizaya getirmek için yasal önlemler alınması gereğini savundular.

Zorlama Yasaları

Parlamento, kolonicilerin "Zorlama Yasaları ya da Çekilmez Yasalar" diye adlandırdıkları yeni yasalar çıkararak bu gelişmelere karşılık verdi. Anılan önlemlerin Boston Limanı Yasası denilen ilki, imha edilen çayın bedeli ödeninceye kadar Boston limanını kapatıyordu. Boston'un denizle ilişkisini kesmek ise ekonomik yıkıma yol açacağı için kentin yaşamına karşı bir tehdit oluşturuyordu. Çıkarılan başka yasalarla, yerel makamların yetkisi sınırlanıyor ve valinin izni olmaksızın yapılan kent meclisi toplantılarının hemen hepsi yasaklanıyordu. Bir Konaklama Yasası ile de, yerel makamların İngiliz askerlerine, gerekirse özel evlerde olmak üzere, barınak sağlaması zorunlu kılınıyordu. Anılan yasalar, Parlamento'nun istediği gibi, Massachusetts'i yıldırıp yalnız bırakacağı yerde, kardeş kolonilerin onun yardımına koşmalarına neden oldu.

Aynı tarihlerde kabul edilen Quebec Yasası ile eyaletin sınırları genişletildi ve orada oturan Fransız yerleşimcilerin dinsel özgürlükten yararlanmaları ve kendi yasal geleneklerini sürdürmeleri güvence altına alındı. Koloniciler bu yasaya karşı çıktılar; çünkü, Batı'daki topraklar üzerinde kendilerine verilmiş bulunan haklar göz ardı ediliyor ve Katoliklerin egemen olduğu bir eyalet tarafından Kuzey ve Kuzeybatı'da kuşatılma tehdidi ile karşı karşıya geliyorlardı. Quebec Yasası, cezalandırma amacıyla çıkarılmamış bulunmakla birlikte, Amerikalılar tarafından Zorlama Yasaları ile bir tutuldu ve anılan yasaların tümü "Çekilmez Beş Yasa" olarak tanındı.

Virginia Temsilciler Meclisi'nin önerisi üzerine kolonilerin temsilcileri, "Kolonilerin üzücü durumuna ilişkin danışmalarda bulunmak için" 5 Şubat 1774'te Philadelphia'da toplandılar. Birinci Kıtasal Kongre olarak bilinen toplantıya katılan delegeler, bölgesel meclisler tarafından ya da halk toplantılarında seçilmişlerdi. Georgia dışındaki koloniler en az bir delege gönderdiler. Toplam 55 olan delege sayısı, çeşitli görüşleri yansıtabilecek derecede büyük, ancak, ciddi tartışmalara girişip etkin kararlar alabilecek kadar da küçüktü. Koloniler arasındaki görüş ayrılıkları, delegeler için gerçek bir ikilem oluşturuyordu. Büyük Britanya Hükûmeti'ni ödün vermeye razı etmek için sağlam bir birliktelik görünümü yaratmaları, aynı zamanda da, daha ılımlı Amerikalıları korkutmamak için radikal davranışlardan ya da bağımsızlık ruhunu yansıtan gösterilerden kaçınmaları gerekiyordu. İhtiyatlı bir temel ilkeler konuşmasının ardından, Zorlama Yasaları'na uyma zorunluluğu olmadığı yolundaki "kararlılık" belirtildi ve bir dizi karar alındı. Bunlar arasında, kolonicilerin "yaşama, özgürlük ve mülkiyet" hakları ile bölgesel meclislerin "tüm vergilendirme ve iç siyaset konularını" karara bağlama haklarına ilişkin olanlar da vardı.

Bunlara karşın, bir "Kıtasal Birlik" kurulması, Kongre tarafından alınan en önemli karar oldu. Anılan Birlik, ticaret boykotlarını yenileyecek, gümrük girişlerini denetleyecek bir komiteler sistemi geliştirecek, anlaşmaları ihlal eden tüccarların isimlerini yayınlayacak, ithal ettikleri mallara el koyacak, tutumluluğu, ekonomiyi ve endüstriyi teşvik edecekti.

Birlik hemen kolonilerde liderliği ele aldı ve yeni yerel örgütlerin saray yetkilerinden ne kaldıysa onları da sona erdirmelerini kolaylaştırdı. Bağımsızlık yanlısı liderlerin önderlik ettiği bu örgütler, sadece durumları pek iyi olmayan kimselerin değil, çok sayıda meslek sahibinin ve özellikle avukatların, Güney kolonilerindeki büyük çiftlik sahiplerinden çoğunun ve pek çok tüccarın da desteğini sağladı. Kararsızları korkutarak onları halk hareketine katılmaya ikna ettiler ve kendilerine karşı koyanları cezalandırdılar. Askeri malzeme toplamaya ve askerî birlikler kurmaya başladılar. Halkın devrim duygularını körüklediler.

Kaynakça

Kullanılan kaynaklar

  Bu madde Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı'nın yayınladığı kamu malı materyali içermektedir. 

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Birleşik Krallık</span> Kuzeybatı Avrupadaki devlet

Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı veya yaygın adıyla Birleşik Krallık, Avrupa anakarasının kuzeybatı kıyılarında, Kuzeybatı Avrupa'da egemen bir ülkedir.

<span class="mw-page-title-main">On Üç Koloni</span> Britanya İmparatorluğuna ait olan Kuzey Amerikanın doğu kıyısında bulunan 13 kolonidir

On Üç Koloni, Britanya İmparatorluğu'na ait olan Kuzey Amerika'nın doğu kıyısında bulunan 13 kolonidir. 1607'de Virginia Eyaleti'nde Jamestown kasabasının kurulmasıyla kuruluşa başlamış, 1733'te Georgia Eyaleti'nin kurulmasıyla kuruluş tamamlanmıştır.

<span class="mw-page-title-main">New England</span> ABDde tarihi bölge

New England veya diğer kullanımıyla Yeni İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeydoğu köşesine verilen isimdir. Bölgeyi oluşturan 6 eyâlet Connecticut, Maine, Massachusetts, New Hampshire, Rhode Island ve Vermont'dur.

<span class="mw-page-title-main">Britanya İmparatorluğu</span> Birleşik Krallık tarafından yönetilmiş devletler ve dominyonlardan oluşan imparatorluk

Britanya İmparatorluğu, Birleşik Krallık veya öncül devletleri tarafından yönetilen dominyonlar, sömürgeler, himayeler ve mandalar ile diğer bağımlı bölgelerden oluşmuş olan imparatorluktur. 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere Krallığı tarafından kurulan denizaşırı sömürgeler ve ticaret karakolları olarak başlamıştı. En güçlü döneminde tarihteki en geniş topraklara sahip devlet olmasının yanı sıra bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca dünyanın en önde gelen küresel gücüydü. 1922'de 458 milyon kişi, yani dünya nüfusunun neredeyse dörtte biri, Britanya İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı ve toprakları 33.000.000 km2'lik alanı kapsıyordu. Bu derece geniş bir coğrafyaya hükmettiği için siyasi, dilsel ve kültürel kalıtı hâlen yaygın olarak devam etmektedir. Gücünün doruklarındayken, dünya geneline yayılmış toprakları nedeniyle her zaman en az bir bölgesinde gün ışığı olmasından ötürü "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" olarak da tanımlanmaktaydı.

Pilgrimler veya Pilgrim Atalar, Plymouth Kolonisi'nin ilk yerleşimcileri için kullanılan bir tabirdir. Bu yer, bugün itibarıyla Massachusetts'in Plymouth şehridir. Doğu Midlands'te yaşanan geçici bir siyasi gerilim esnasında Britanya'yı terkederek bugün Massachusetts Plymouth olarak bilinen yere gelen ilk topluluk bunlardır. Kolonilerini, 1620'de kurdular. Bu koloni, 1607'de Virginia Jamestown kolonisinden sonra Yeni Dünya'daki ikinci başarılı İngiliz yerleşimi oldu. Bu yerleşim ileride kurulacak Birleşik Devletler'in çekirdeğidir. Pilgrimlerin serüveni, Birleşik Devletler'in tarihi ve kültürü içinde merkezî bir yere sahiptir.

<span class="mw-page-title-main">Platonculuk</span>

Platonizm ya da Platonculuk, genel anlamda, Platon'un kurduğu ve daha sonra takipçileri tarafından geliştirilen felsefe öğretisi. Bu düşünce duyular dünyası ile gerçek dünya arasındaki karşıtlığa dayanır.

<span class="mw-page-title-main">Salem cadı mahkemeleri</span>

Salem cadı mahkemeleri, Massachusetts'e bağlı kontluklarda Şubat 1692 ile Mayıs 1693 arasında gerçekleştirilen ve sonrasında cadılık ile suçlanan bir grup insan için sulh yargıçları tarafından yönetilen yerel mahkemeler ile devam eden duruşmalara denir.

<span class="mw-page-title-main">Ernst Mayr</span>

Ernst Walter Mayr ,,20. yüzyılın önemli evrimsel biyologlarından biridir. Ayrıca taksonomist, kâşif, ornitolojist, bilim tarihçisi, natüralist olarak da ünlüydü. Çalışmaları Mendel genetiği ve Darwinci evrimden modern evrimsel senteze geçişi amaçlıyordu.

<span class="mw-page-title-main">Amerika'nın Britanya tarafından sömürgeleştirilmesi</span> Amerika kıtasında önce İngiltere sonra Büyük Britanya ardından da Birleşik Krallık sömürgeleri

Amerika'nın Britanya tarafından sömürgeleştirilmesi 1607 yılında Jamestown ile başladı ve Amerika kıtasının pek çok yerinde kolonilerin kurulmasıyla doruk noktasına ulaştı. İngilizler, sonraki dönemlerde Britanyalılar, Amerika'nın en önemli sömürgeci güçleri arasındaydı ve imparatorluklarının Amerika'daki bölümü askeri ve ekonomik yönden İspanyol kolonileriyle rekabet halindeydi.

<span class="mw-page-title-main">İrlanda Plantasyonları</span>

İrlanda Plantasyonları, 16. ve 17. yüzyıllarda İrlanda'da İngiltere kraliyeti tarafından topraklara el konulması ve bu toprakların İngiltere'yle İskoçya'nın Lowlands yöresinden yerleşen yerleşimcilerle sömürgeleştirilmesidir.

<span class="mw-page-title-main">Virginia Kolonisi</span> 1607den Amerikan Devrimine kadar bütün bir 17. yüzyıl boyunca İngilterenin Kuzey Amerikadaki kolonilerinden biridir

Virjinya kolonisi 1607'den Amerikan Devrimine kadar bütün bir 17. yüzyıl boyunca İngiltere'nin Kuzey Amerika'daki kolonilerinden biridir. Virjinya adı (İngilizce:Virginia) 1584 yılında Sir Walter Raleigh tarafından, hiç evlenmemiş olan Kraliçe I. Elizabeth'e ithafen verilmiştir. 17. yüzyılın ortalarındaki İngiliz İç Savaşı'ndan sonra II. Charles, koloninin kraliyete ne kadar sadık olduğunu vurgulamak için başına Eski Dominyon eki koymuştur.

<span class="mw-page-title-main">Kızılderili savaşları</span> Kuzey Amerika yerlilerinin beyaz yerleşimciler tarafından boyunduruk altına alınması

Kızılderili savaşları ya da ABD Kızılderili savaşları, Yeni Dünya'da Kuzey Amerika'nın yerlisi ABD Kızılderilileri ile Eski Dünya'dan gelen Avrupalı göçmen yerleşimciler arasında patlak veren ve 1622-1924 yıllarında aralıklı olarak asırlara yayılan Amerikan Bağımsızlık Savaşı öncesi ve sonrası bir dizi çatışmalar silsilesidir. Savaşın ana sebebi, keşfedildiği andan itibaren Amerika kıtasını doğudan işgal etmeye başlayan Avrupalı sömürgecilerin sürekli artması ve bu artış sonunda yerlileri batıya sürmeleridir. Bu savaşlar Amerika kıtasının doğu kıyısından batı kıyısına kadar genişlemenin mukadder olduğunu ifade eden Kader Manifestosu gibi ideolojiler tarafından teşvik edildiği gibi, politik kaygıyla zorla ya da antlaşmalarla Kızılderili Tehciri gibi etnik temizlik hareketleri de savaşların tetikleyici unsurlarıdır. Bu savaşlar sırasında ABD Kızılderili katliamları da görülür.

<span class="mw-page-title-main">Amerika'nın Ruslar tarafından sömürgeleştirilmesi</span>

Amerika'nın Ruslar tarafından sömürgeleştirilmesi, Rus İmparatorluğu'nun kuzeybatı Amerika'da toprak iddiasında bulunduğu 1732 yılından 1867 yılına kadarki dönemi içeren sömürgeleştirme hareketidir. Büyük ölçüde Rus Amerikası dönemini kapsar ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Rusya'dan Alaska'yı satın alması ile birlikte son bulur.

Amerika'nın kolonizasyonu, İskandinav denizcilerin 10. yüzyılda, bugünkü Grönland ve Kanada'nın belli bölgelerini keşfederek buralara yerleşmesiyle başladı. İskandinav folkloruna göre, kızılderililerle yerleşimciler arasında cereyan eden şiddetli çatışmalar neticesinde bu yerleşimler terk edilmek zorunda kalındı. Gerçek Avrupa kolonizasyonu, Christopher Columbus'un 1492 yılında Uzakdoğu'ya yeni ticaret rotaları bulmak için, İspanya sponsorluğunda, batıya doğru çıktığı keşif gezisinde, kazara Amerika Kıtası'nı keşfetmesiyle başladı. Hemen sonra Avrupalılar kıtanın derinliklerine inerek, fetih ve kolonizasyon hareketine giriştiler. Columbus, 1492-1493 yıllarında yaptığı ilk iki seyahatte, Bahamalar'a ve aralarında Hispaniola, Puerto Rico ve Küba'nın da bulunduğu bazı Karayip Adaları'na ulaştı. 1497 yılında İngiltere Krallığı adına Bristol'den yola çıkan John Cabot, Kuzey Amerika'da karaya çıktı. Bir yıl sonra Columbus, üçüncü seferinde Güney Amerika sahillerine ulaştı. Christopher Columbus'un seferlerinin sponsoru olan İspanyol İmparatorluğu, Kuzey Amerika'dan Güney Amerika'nın en aşağı noktasına kadar, Karayip Adaları da dahil olmak üzere, en büyük sömürgelere sahip ilk Avrupa ülkesi oldu. İlk İspanyol şehri, 1496 yılında kurulan, bugün Dominik Cumhuriyeti sınırlarında kalan Santo Domingo'dur. San Juan, Porto Riko 1508'de, Veracruz ve Panama City ise 1519 yılında kurulmuştur. 1565 yılında İspanyollar tarafından kurulan St. Augustine, Florida şehri, ABD'nin üzerinde yerleşim bulunan en eski şehridir.

<span class="mw-page-title-main">Æthelstan</span> Athelstan

Æthelstan ya da Athelstan, 924 ile 927 yılları arasında Anglo-Saksonların Kralı ve 927 ile 939 yılları arasında İngilizlerin Kralı. Kral Yaşlı Edward ve ilk karısı Ecgwynn'ın oğludur. Modern tarihçiler onu İngiltere'nin ilk kralı ve en büyük Anglo-Sakson krallardan biri olarak belirtirler. Hiçbir zaman evlenmemiştir ve yerine baba olan bir kardeşi I. Edmund geçmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Massachusetts Körfezi Kolonisi</span> Britanya İmparatorluğu Kolonisi

Massachusetts Körfezi Kolonisi, Amerika'nın Britanya İmparatorluğu kontrolündeki bölümünde yer alan koloniydi. New England Kolonileri'nden biri olup daha sonraları Amerika Birleşik Devletleri'ni kuran On Üç Koloni'den biriydi.

<span class="mw-page-title-main">New York Kolonisi</span>

New York Kolonisi, Amerika'nın Britanya İmparatorluğu kontrolündeki bölümünde yer alan koloniydi. New England Kolonileri'nden biri olup daha sonraları Amerika Birleşik Devletleri'ni kuran On Üç Koloni'den biriydi.

<span class="mw-page-title-main">New Jersey Kolonisi</span>

New Jersey Kolonisi, Amerika'nın Britanya İmparatorluğu kontrolündeki bölümünde yer alan koloniydi. New England Kolonileri'nden biri olup daha sonraları Amerika Birleşik Devletleri'ni kuran On Üç Koloni'den biriydi.

<span class="mw-page-title-main">Fransız-Kızılderili Savaşı</span> Yedi Yıl Savaşlarının Kuzey Amerikada gerçekleşen bir kısmı

Fransız-Kızılderili Savaşı, 1754-1763 yılları arasında Kuzey Amerika'da Britanya ve Fransa arasında gerçekleşen bir savaştı. Savaş, Yedi Yıl Savaşı'nın Kuzey Amerika kısmını kapsamaktaydı.

<span class="mw-page-title-main">Massachusetts Körfez Kolonisi</span> İngiliz kolonisi

Massachusetts Körfezi Kolonisi (1628-1691), Massachusetts Körfezi çevresinde bir İngiliz yerleşimiydi. Yerleşimin toprakları güney New England'daydı ve ilk yerleşimler iki doğal limanda ve çevredeki arazide yaklaşık 154 mil (247,8 km) ayrı—önceden kurulmuş Plymouth Kolonisi'nin kuzeyindeki Salem ve Boston çevresindeki alanlardı. Sözde Massachusetts Körfezi Kolonisi tarafından yönetilen bölge, Massachusetts, Maine, New Hampshire ve Connecticut'ın bölümleri de dahil olmak üzere New England'ın merkezinin çoğunu kapsıyordu.