İçeriğe atla

Aşkınlık

Aşkınlık, görülen, bilinen, yaşanılan, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek ya da deyim yerindeyse üstüne çıkarak bir çeşit aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılmış sanat-edebiyat eserlerini nitelemek için kullanılan bir terimdir.

Sanatçının kendini aşma durumudur. İyi sanat eserleri, çoğu zaman ‘alıcı’sına da, bu aşkınlığı yaşatır. Transandantal.

Felsefede özellikle dini düşünce akımları arasında bir düşünce biçimi olarak belirmiş ve bilinen dünyanın dışında var olan tanrısal gücün dünya üzerindeki etkisinin ifadesinde çokça kullanılmıştır. Bir diğer ifadeyle Aşkın düşünce; dünyaya bir nevi dünya dışından bakabilme yetisi olarak da düşünülebilir.

Aşkınlık, anlam olarak aşırılık kavramını vurgular. Görgül tecrübelerle ve belirli, belli başlı kesin yargıları olmayan konularla alakalı bir kavramdır. Birçok alanda İçkinlik (tanrının doğada var olduğunun kanıtı) ahiret inancına paralel, gerçek dünya görüşüne zıt bir anlam niteliği taşır.

Felsefede Aşkınlık

Aşkınlık kavramı, din ve felsefe alanında genellikle hiçbir şekilde duyularla algılanamayan gerçeklikler anlamındadır. Duyularla algılama anlamı gerçekliğe dayandırılarak iki belirli şekilde ele alınabilir. Bilimsel olarak var olma yapısı birinci bakış açısıdır. İkinci olarak tanrının kabul edilmesi gerekliliği anlaşılmalıdır.

Felsefi geleneklerde bazı büyük ayrımlar da bulunabilir. Söz konusu bu ayrımlar, var olmanın anlam karşılıklarında, her bir anlama sürecini kapsayan amaçları ve koşulları bilme konularında yer almaktadır. Buna örnek olarak Aristoteles’in etkilendiği metafizik, İslam’daki Vahdet-i Vücut ve Hıristiyanlıkta Aquino’lu Thomas’ın nedensel var olma düşüncesi gösterilebilir. Platon düşünceleri doğrultusunda “gerçek” kavramı iki yönden ele alınmaktadır. Kesin doğrulardan oluşan düşünce gerçekliği ve bu düşünce gerçekliğinden kaynaklanan, çözümlenemeyen anlamlar dünyası, bu söz konusu “gerçek” kavramının içerisinde yer almaktadır. Fakat bu kavramın her iki tanımı da asıl cevabı vermemektedir. Üçüncü yön olan, Kant’ın dışarıdan bakarak varlık bilimsel sorulara aradığı cevaplar ve anlamaya yönelik olan saptamaları kabul edilir. Duyularla algılanabilen dünya, doğa kanunlarının yansımasıdır. Çünkü doğa kanunları sadece var olma durumunun değil, duyular üstülüğünün de sonucudur. Bu noktada salt olarak anlama eylemi ne kadar net gerçekleşiyor ise duyuların soyutluğu o kadar azalmaktadır. Buradan yola çıkarak, aşkınlık kavramı ölümden sonra hayatın devam edip etmeyeceğine yönelik sorularla ortaya çıkmıştır. Bu konuda felsefedeki görüşler de düşünceleri anlama şartı, tanrıya ulaşma amacı ve tek tanrıyı reddeden yöntemsel düşünceler olarak ikiye ayrılmıştır.

Akımsallık kavramından ayrılan aşkınlık kavramı, dünya görüşünün tarihsel süreci ve onunla alakalı olarak insanın dünyada var olması sorunsalı ile örtüşür. Antik felsefede “mit” insanın anlama ve bilmesinin ufku olarak dünya ve anlamayı aynı oranda temellendirirken Hristiyan felsefesi Aristoteles'in o meşhur “hareketsiz hareketlendiren”ini nedenselliğin en son sınır değeri; başka bir deyişle, onu aşarak ondan daha büyük bir şeyin düşünülemediği, zihinsel dinamizmin sınır noktası olarak görür.

Bilginin sınırlarının çizilmesi Kant’ın Bilgi Kuramı felsefesinin farklı şekillerde ele alınmasından sonra başlamıştır. Hegel’in Mutlak İdealizm Sistemi’ne bakıldığında birbirini takip eden olayların döngüsel gelişimi ile karşılaşılır. Bu Hegel’e göre, dünyayı anlamaktır. Hegel’in düşüncelerinden etkilenen Heidegger’in düşüncesine göre, insan dünyaya yalın olarak gelmiştir ve bu Varoluşçuluk felsefesinin özünü oluşturmaktadır. Bu dünyada yalın olarak bulunma insanın kendi varlığını oluşturmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca insan bilgiye sahip olarak ve tanıyarak kendi bilgi deryasını oluşturur. Bu insanın sahip olduğu zorunlu bir özgürlüktür.

Bu bağlamda bir şeyleri zamanından önce anlama belirli çerçevelerde mümkün olabilmektedir. Bu konu yalnızca bilginin sınırları içerisine girmez. Daha çok her türlü bilgi ediniminin bir olasılık koşulu olarak ortada olanı kapsar. Kendi bilgi oluşumsal koşullarına dönük etkinleşen felsefe (bilgi kuramsal düşünce), bu etkinlik sayesinde her seferinde içkin verilmiş ufku, kendi anlama hedefine dönüştürür. Örneğin, böyle bir ufuk olarak kabul edilen “hakikat” daima koşulsal olarak verilmiş bulunmaktadır, üstelik, ortaya atılan önermenin doğru olup olmadığından; hakikatin amaçlanıp amaçlandığından, eylemin iyi veya kötü olup olmamasından bağımsız olarak verilmiştir, tıpkı yalancının o efsanevi itirafında olduğu gibi, hani hiç kimsenin bu yalancının her zaman yalan attığını iddia edemiyorsa, zira en azından bu itiraf durumunda bile hakikati söylemektedir ve bu önermesi ile de (her zaman yalan söyleme durumdaki) hakikat, kendi önermesinin amaçlanan yanlışlığının olasılık koşulu haline dönüşmektedir. Yani, her zaman yalan söylediğine yönelik yanlış önerme, aynı önermenin içerdiği hakikat olasılığı tarafından koşullandırılmıştır. “Anlayan özne ile onun her türlü olası gerçekliğin sınırsız enginliği karşısındaki sonsuzluğuna yönelik öznevari, konusuz; her zihinsel bilme eylemi içinde geçerli olan ortak bilince aşkın deneyim denir.”

Karl Jaspers’e göre Aşkınlık Kavramı

Karl Jaspers'e göre aşkınlık kavramı 3 aşamada açıklanabilir. Asıl aşkınlık kavramı, gerçek aşkınlık kavramını savunanlar tarafından tanımlanabilir. Karl Jasper bu söz konusu tanımların özünü “gerçek anlamda var olma”nın oluşturduğuna inanmaktadır. Gerçek aşkınlık tam anlamıyla kavrama ya da kavramanın esasen ne olduğunu kavramadır.

Aşkınlık, içkin (deney ve bilgi sınırları içerisinde olan) olan kavramlara tam anlamıyla sahip olmadır. İçkinliğe dâhil olan bu kavramlara var olma, her yönüyle anlama, ruh ve dünya örnek gösterilebilir. Karl Jaspers bu konuyla alakalı olarak “Biz, içkin olan tüm anlayışların da ötesine geçmiş durumdayız. Yani kanıksanmış anlayıştaki nesnellikler, aşkınlar tarafından tamamen aşılmıştır. Bu da içkin olan kavramların aşkınlık tarafından kabul edilmesiyle mümkün olmuştur. Yani kabul edilen nesnellik anlayışı bizim için de söz konusudur.” demiştir.

Aşkınlık tanrı kavramıyla eş anlamlıdır. Bu yüzden felsefe, aşkınlık işaretlerinin ve görüşlerinin karşısındadır. (1970, Basel Dersleri SS. 1961)

Aşkınlık kavramı Jean Paul Sartre'nin görüşlerine göre, insanlığın temel özelliklerindendir. Egodan kurtulmak, insanın sadece kendini arındırması değil, aynı zamanda insani tüm değerlere sahip olmasıdır. Yunan Filozof Platon'un ve ideolojisinin yardımıyla asıl var olmanın tüm evrende var olmak olduğu düşüncesi geçerliliğini korumaktadır. Bu aşkınlığın da savunulduğu; fakat somut olarak tasvir edilemeyen ve bir madde yoluyla aktarılamayan bir görüştür.

Dinde Aşkınlık

Hıristiyanlıkta Aşkınlık

Hristiyanlıkta dünyevî ve tanrısal hayatın sınırlarını aşarak gerçek dünyanın ötesine geçme aşkınlık olarak tanımlanır. Buradan yola çıkarak tanrı olarak kabul edilen kutsal ruh, şimdiki zamanın kanıtlanabilirliği ve tüm kötü şeylerden soyutlanma aşkınlık kavramıyla bağlantılıdır. Öldükten sonra dirilme Hristiyanlıkta aşkın bir inanış olarak kabul edilir. Protestanlar bu aşkın inanışlara, tanrının isteklerinden ilham alınarak insanlar tarafından yazılmış olan İncil'de yer vermişlerdir. Fakat Protestanlar Aşkınlık kavramının şimdiki zamanda geçerli olduğuna inanırlar. Ayrıca Protestanlık mezhebine göre kutsal konuşmalar, hastalığa bulunan ilahî çareler, mucizeler gibi doğaüstü olaylar her zaman mümkündür. Buna ek olarak, meleklerin gerçek hayatta görünür halde olmaları ve varlıkları Hristiyanlıktaki yaygın inanışlardan biridir. Roma Katolik Kilisesi ve Yunan Ortodoks Kilisesi bu tür inanışları Meryem Ana'nın yansıması olarak kabul eder. Söz konusu inanışların bu denli kabul edilir olması kuşkusuz kiliselerin etkisiyle mümkün olmuştur. İsa'dan sonra Hristiyanlık dinince kutsal kabul edilen insanların (örneğin, Paulus) doğaüstü güçlerine bugün bile inanılmaktadır.

Budizm’de Aşkınlık

Budizm’de aşkınlık prensipleri görece ve mutlak gerçekliğin ortaya çıkarılmasıyla kabul görmeye başlamıştır. Görece gerçeklik, dünyevî algıların yanı sıra aydınlanmış canlıların sahip oldukları algılar olarak da tanımlanır. Mutlak gerçeklik, Nirvana’ya ulaşmayı ve sürekli uyanma halinde olmayı savunur. Budizm’de aşkınlık bir alandan (görece gerçeklik) başka bir alana (mutlak gerçeklik) geçmedir. Budizm’deki aşkınlık kavramı klasik felsefedeki tanımıyla karıştırılmamalıdır. Felsefe, Kant’tan sonra aşkınlık kavramını nesnelliğin soyut sonuçları olarak tanımlar ve böylece hataların, acıların sebebi net olarak bilinmektedir. Fakat Hıristiyanlıktaki aşkınlık gibi de başka bir dünya boyutunu kabul etmez. Bu söz konusu olay, görece bir geçekliğin başka görece olan bir gerçeklikle değişimidir.

İkonografi (resimleri inceleyen ve yorumlayan bilim dalı), aşkınlıkla alâkalı değerleri mutlak gerçeklik çerçevesinde somut olarak ortaya koyar. Farklı Buda heykelleri, Budizm inanışının hâkim olduğu farklı figürler ve değerler İkonografi sayesinde somutluk kazanmıştır. Aşkınlık konusuyla bağlantılı olarak Mahayana-Budizm’de Buda’nın ilâhi resimlerine ve figürlerine sıkça rastlanılmaktadır.

İslam’da Aşkınlık

İslam dininde kişi aracı olmaksızın tanrıyla dolaysız bağlılık içerisindedir. Tanrı Hıristiyanlıktaki gibi kişiselleştirilmemiştir ve insanların koşulsuz inanmak zorunda oldukları ilâhi bir güç olarak algılanmaktadır. Arapça kökenli bir sözcük olan “İslam”ın sözlük anlamı “teslim olma” ya da “tanrıya kendini adama”dır. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an’a göre tanrı her şeyin üstesinden gelebilecek güçtedir.

“Modern dünyaya karşı İslam’ın savaşı” adlı kitabın yazarı Jean-Claude Barreu eserinde “İslam insanların da ötesinde olan bir dindir. Yahudilik dinine nazaran çok daha fazla aşkın davranışlar İslam dininde yer almaktadır. Tanrı bu dinde bağlı kalınması gereken hâkim güçtür. Allah her şeyden yücedir.” demiştir.

İlgili Araştırma Makaleleri

Din, nadiren de olsa ilmet, genellikle doğaüstü, transandantal ve cansal unsurlarla ilişkilendirilmiş, çeşitli ayinler ve uygulamaları içeren, ahlak, dünya görüşleri, kutsal metinler ve yerler, kehanetler, etik kuruluşlarından oluşan bir sosyo-kültürel sistemdir.

<span class="mw-page-title-main">Deneycilik</span> bilginin sadece veya öncelikle duyusal deneyimden geldiğini belirten teori

Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha gibidir.

Tanrı ya da ilah, Klasik teistik inanç sistemlerinde Mutlak Varlık, Mutlak Benlik ve tüm varoluşun temel kaynağı olarak görülen varlık. Tek tanrılı inançlarda evrenin tek yaradanı ve yöneteni olarak kabul edilir. Çok tanrılı inançlarda genelde ilahların cinsiyeti bulunur ve eril olanlarına tanrı, dişi olanlarına tanrıça denir. Tektanrılı ve henoteistik inançlardaki Tanrı kavramını tanımlamak için ise sadece tanrı sözcüğü kullanılabilir.

<span class="mw-page-title-main">Hinduizm</span> Hindistan merkezli bir din

Hinduizm, çok kapsamlı inanç ve yaşam felsefesinin toplamıdır. Özellikle Hindistan, Nepal ve Bangladeş'te yaygındır. Günümüzde yaklaşık 1.25 milyar izleyeni ile Hristiyanlık ve İslam'dan sonra üçüncü sırada yer alan Hinduizm inancının neredeyse tüm takipçileri Hindistan ve çevresinde bulunmaktadır. Budizm ve Zen Budizmi gibi çeşitli ekoller Hinduizm'den kaynaklanıp ayrılmıştır.

Teizm ya da tanrıcılık, tanrı veya tanrıların var olduğu inancıdır. Klasik teizm anlayışında Tanrı; Mutlak Varlık, Mutlak Benlik ve Nihai Kişi olarak nitelenir. Klasik teistik Tanrı; tüm varoluşun kaynağı, öznesi ve tüm varoluşa nüfuz eden Nihai Şahıs olarak nitelendiği için Tanrı tüm varoluşun muhatapı olarak kabul edilir.

<span class="mw-page-title-main">Din felsefesi</span> Felsefe dalı

Din felsefesi, dinin kendiliğinden varoluşsal hareketi için bir tür rasyonel bir meşrulaştırma sağlayan felsefe dalıdır. Kutsallık, Tanrı, kurtuluş, ibâdet, peygamber, kurban, dua, vahiy, ayin ve sembol gibi dinler tarihinin temel konularını analiz eden din felsefesi; dinin, dini tecrübenin ve onun ifadesinin doğasını belirler. Din felsefesi dini konu edinen, dinin insan var oluşunun kaynağı, insan doğasının ve kaderinin kaynağı ve değerleri ile ilgili sorunları ele alarak sorgulayan felsefe disiplinidir.

İçrekçilik, batınilik ya da ezoterizm, bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstat tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir. Ezoterizm bir din veya bir inanç sistemi değildir. Çoğunlukla ezoterik (içrek) yani ezoterizm ile ilgili veya ezoterizme dair şeklinde kullanılır.

Tanrı'nın varlığıyla ilgili argümanlar filozoflar, teologlar ve diğer düşünürler tarafından öne sürülmüştür. Felsefi terminolojide, Tanrı'nın varlığı problemi, tanrı ontolojisinin bilgi kuramı ile ilgilidir. Bilgi kuramı, epistemoloji, bilgiye olan yaklaşımı, doğru bilgiye nasıl ulaşılacağını inceler. Ontolojiyse, varlık/yokluk konuları üzerindeki argümanlardan oluşur. Yani, tanrı ontolojisinin bilgi kuramı, Tanrı'nın var olup olmadığı konusunda nasıl akıl yürüteceğimiz üzerinedir.

Spiritüalizm, öte âlemcilik ya da tinselcilik terimi Latince “ruh” anlamına gelen “spiritus” sözcüğünün sıfatı “spiritualis” sözcüğünden türetilmiş olup ruhçuluk anlamında kullanılmaktadır. Türkçede tinselcilik olarak da adlandırılmaktadır. Günümüzde dinsel, mistik ve felsefi alanlarda pek çok akım, ekol ve gruplar kendilerine spiritüalist adını vermekteyse de aralarında ilke, görüş ve kavram bakımından önemli farklar bulunmaktadır. Aralarındaki temel ortak nokta, ruh denilen manevi bir unsurun varlığını kabul etmeleridir. Fakat bunlardan bir kısmı, ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu kabul etmez, bir kısmı ruhun sürekli gelişim içinde olduğuna karşıdır, bir kısmı ise ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğini kabul eder. Bu yüzden kimi ansiklopedilerde spiritüalizm denen ruhçuluk iki kısımda ele alınır:

<span class="mw-page-title-main">Sekiz Aşamalı Asil Yol</span>

Sekiz Katlı Asil Yol (Pāli: Ariyo aṭṭhaṅgiko maggo, Sanskrit: Ārya 'ṣṭāṅga mārgaḥ, Budizm'de acıları sona erdiren yol olarak kabul edilir. Gautama Buddha'ya atfedilen Dört Asil Hakikat öğretisinin dördüncüsüdür.

<span class="mw-page-title-main">Nagarjuna</span>

Nagarjuna, M.S. 2. yüzyılda yaşamış ve değilleme mantığıyla ün kazanmış olan ünlü Budist düşünür. Dünyayı anlama, yorumlama ve varlığın gizini çözme girişimlerinin zorunlu olarak sınırlarla karşılaşacağını ve eşyanın boş olduğunu öne süren Nagarjuna, yalnızca bilge kişinin, varlıkla ilgili olarak var mı yok mu sorusuna takılmadan, "ne var, ne yok" diyeceğini, her şeye tepeden bakacağını ve tartışmadan susacağını savunmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Parmenides</span> Antik Yunan filozofu

Parmanides, doğa filozoflarından sayılmakla birlikte, Antik Yunan felsefesinde rasyonalizm geleneğinin ilk filozoflarından biridir. Yalnızca düşünür olarak değil yasa koyucu ve devlet adamı olarak da rol oynadığı sanılmaktadır. Parmenides'e göre, evrende değişen hiçbir şey yoktur. Gerçeklik, yani Varlık, mutlak anlamda Bir'dir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve ebedidir; onda hareket ve değişme yoktur. Heraklitos ile sürekli yaşadığı varlık ve evren hakkındaki tartışmalarıyla da ünlüdür.

<span class="mw-page-title-main">Mutlak</span> mutlak ( kesin )

Mutlak ya da saltık, felsefî bir kavram olarak şeylerin, keşfedilmiş olsun olmasın, bütününü, tamamını tanımlar. Felsefenin farklı konularında ve farklı felsefî metinlerde, Mutlak nihai varlığı tanımlamak için de kullanılabilir; bu kullanımda fâni ve varlığı zorunlu olmayanın tersi olan yani mutlak olan varlık anlamındadır.

<span class="mw-page-title-main">Mantıksal pozitivizm</span>

Mantıksal pozitivizm, Viyana Çevresi olarak adlandırılan filozofların felsefi düşünüş sistemlerini adlandırır. Başlıca temsilcileri Moritz Schlick, Rudolph Carnap ve Otto Neurath olan bu çevre, yeni pozitivistler ya da mantıkçı empiristler olarak da adlandırılır. Bu çevrenin oluşumunda önemli etkisi olan isim Ernst Mach'tır ki Mach'ın Viyana'da belirli dönemlerde mantık, fizik ve felsefe profesörlüğü yaptığı bilinmektedir. Mantıksal pozitivizmin çok farklı konumlardaki ve disiplinlerdeki filozofları bir araya getirir. Söz konusu akımın içinde sayılan ya da sayılmış olan belli başlı filozoflar şöyledir: Ernest Nagel, Hans Hahn, Kurt Gödel, Felix Kaufmann, Philipp Frank, Bertrand Russell, Whitehead, A. J. Ayer, Wittgenstein.

<span class="mw-page-title-main">Orta Çağ felsefesi</span>

Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibarıyla ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. M.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına-16. yüzyıl başlarına, rönesansa kadar olan dönem olarak ele alınır. Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır. Birçok felsefe tarihi kitabında Orta Çağ'da felsefe yok sayılır ya da Orta Çağ'ın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra Orta Çağ'da felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da söz konusudur.

<span class="mw-page-title-main">17. yüzyıl felsefesi</span>

17. yüzyıl felsefesi, Rönesans'ın etkisiyle ortaya çıkan gelişmelere dayanarak, Yeni Çağ düşüncesinin temellerini atmak üzere ortaya çıkan felsefe eğilimidir. Rönesansın ortaya koyduğu düşünsel gelişmeleri ve belirsiz kavram içeriklerini kullanan 17. yüzyıl düşünürleri, felsefi formüllerini tam bir sağlamlık ve kesinlik içinde ortaya koyma arayışı içinde olmuşlar ve ortaya koydukları çalışmalarla sistematik felsefeyi yeni bir derinlikle temellendirmişlerdir. Aydınlanma çağı düşüncesinin ilkeleri ve temel kavramları büyük ölçüde 17. yüzyıl felsefesinde hazırlanmıştır.

<span class="mw-page-title-main">Sezgicilik</span> felsefe akımı

Sezgicilik ya da entüisyonizm, felsefi bir kavram olarak sezgiye akıl, zihin ve soyut düşünme karşısında hem öncelik hem de üstünlük tanıyan felsefe akımıdır. Henri Bergson akımın kurucusudur, bu nedenle kimi zaman felsefe tarihinde Bergsonculuk olarak adlandırılması da söz konusudur.

<span class="mw-page-title-main">Skolastik felsefe</span>

Skolastik felsefe/düşünce, Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, Orta Çağ düşüncesinde doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.

Sunyata (Śūnyatā) kavramı Mahayana Budizm’inin merkezi sayılan bir görüştür. Boşluk, gereksizlik, anlamsızlık anlamına gelmektedir.

Epistemolojide, fideizm, inancın akıldan bağımsız olduğunu veya akılla çatıştığını ve belirli gerçeklere ulaşmada akıldan üstün olduğunu savunan teori. Latince "inanç" anlamına gelen "fide" kelimesinden türetilmiştir.