İçeriğe atla

17. yüzyıl felsefesi

17. yüzyıl felsefesi, Rönesans'ın etkisiyle ortaya çıkan gelişmelere dayanarak, Yeni Çağ düşüncesinin temellerini atmak üzere ortaya çıkan felsefe eğilimidir. Rönesansın ortaya koyduğu düşünsel gelişmeleri ve belirsiz kavram içeriklerini kullanan 17. yüzyıl düşünürleri, felsefi formüllerini tam bir sağlamlık ve kesinlik içinde ortaya koyma arayışı içinde olmuşlar ve ortaya koydukları çalışmalarla sistematik felsefeyi yeni bir derinlikle temellendirmişlerdir. Aydınlanma çağı düşüncesinin ilkeleri ve temel kavramları büyük ölçüde 17. yüzyıl felsefesinde hazırlanmıştır.

Genel özellikler

Rasyonalizmin babası ve 17. yüzyıl felsefesinin kurucusu René Descartes

Rönesanstaki düşünce parçalılığı ve çeşitliliği bu dönemde belirli felsefe eğilimlerinde ve dünya görüşlerinde derli toplu ve bir örnek halde sistematikleştirilmeye yöneltilir.Descartes, Hobbes, Leibniz, Spinoza 17. yüzyıl felsefesinin en önemli isimleridir. Macit Gökberk, birlik ve kapalılığı dolayısıyla 17. yüzyıl felsefesinin antikçağ ya da rönesans felsefesine değil, Orta Çağ felsefesine benzediğini söyler. Bu birlik ve kapalılık durumu sağlayan ise Orta Çağ'dan tamamen farklı bir ilke, rasyonalizmdir.[1]

17. yüzyılda rasyonalizmin kaynağında matematik ve fizik bulunmaktadır. Bu dönem belirleyici olmuş düşünürlerde matematik ve geometriye açık bir ilgi vardır. Kaydedilen gelişmelerle, doğanın da bir matematik formüllerle ya da kavramlarla anlaşılabileceği düşüncesine varılmıştır; doğa ile akıl, madde ile zihin arasında bir uygunluk fikrinden hareketle ünlü rasyonalizm düşüncesine ulaşılmıştır.

Yol açtığı perspektif değişikliği devrim olarak adlandırılan astrolog Kopernikus

Genel bir eğilim olarak 17. felsefesinde rasyonalizm Kartezyen felsefe olarak adlandırılan eğilimi doğuracak, bu yönelim aydınlanma felsefesini derinden etkileyecektir. Düalist ya da monist rasyonalizm modelleri söz konusudur bu yüzyılda, ancak felsefe tarihinin ana yöneliminde düalist argümanların belirli bir süre egemenliği söz konusudur denilebilir. Descartes'ın ortaya attığı tartışmalar günümüze kadar sürüp gelmiştir, özellikle onun düalizmi şiddetli eleştiriler almıştır.

Doğabilimlerinde kaydedilen gelişmeler de, bu dönem felsefesinin gelişiminde belirleyici bir etki etmiştir. Bunlardan özellikle Kopernikus devrimi olarak adlandırılan gelişme, Giordano Bruno'nun evren tasarımı ve Galileo'nun ortaya koyduğu mekanikteki gelişmeleri anmak gerekir. Kopernikus tüm bir dünya görüşünü değiştirecek olan bir sistem geliştirmiştir. En temel sonucu, gerçeklik karşısında gören gözün yanılabilirliğini açık bir şekilde ortaya koyması olmuştur. Güneş, ay ve yıldızların dünyanın etrafında döndükleri yanılsamasını düzeltmiştir. Böylece gerçek dünyayı değil algıladığımız dünyayı bildiğimize dair derin bir çıkarsamayı belirginleştirmiştir.

Yeni bilimsel gelişmelere ve felsefe oluşumlarına etki eden Galileo

Bunun dışında genel bir eğilim olan ama özellikle Hristiyan öğretide sistematik olarak bulunan evren modelini de geçersizleştirmiştir. İnsanmerkezcilik özellikle sorunlu bir hale gelmiştir. Böylece hem evrenin hem de doğanın hareketleri bir bütün niteliği kazanır. Galileo'nun kurduğu mekanik sistem ise, dönemin bilimsel gelişmelerinin bir başka evresidir. Süredurum yasası olarak adlandırılan yasa, bir hareketin karşı bir kuvvet olmadığı sürece itildiği doğrultuda düz bir şekilde gideceği önermesini ileri sürüyordu. Daha sonra buna Newton'un "genel çekim yasası" eklenecek ve doğanın yasalarının genelgeçerliliği üzerinden evrenin ve doğanın birliği düşüncesi kesinleştirilecektir.

Bu gelişmelerin öğretileri değiştirmesi ve belirgin bir şekilde bilgi teorilerinde değişikliklere götürmesi kaçınılmaz olmuştur. 17. yüzyıl felsefelerinde bu gelişmelerin etkilerini ve yeni epistemolojik katkıları görmek mümkündür. Daha sonra da bu etki devam edecek, aydınlanma düşüncesinde ve modern felsefelerde belirleyici bir rol oynayacaktır. Mateksel bilimlerin ve doğabilimlerinin bu kesin gelişmeleri, 17. yüzyıl filozoflarına doğanın matematiksel olarak kanıtlanabilir olduğu düşüncesini vermenin yanı sıra rasyonalizmi de vermiştir. 17. yüzyıl felsefesini genel olarak bıçakla keser gibi kesintilerle tarihsel dönemlere ayırmak, öteki dönemlere yapılamadığı gibi kolay değildir. Bir bakıma Francis Bacon'ı ve John Locke'ı da bu döneme ait görenler vardır. Yine de, 17. yüzyıl felsefesini belirlemiş ve daha sonraki felsefi gelişmelere doğrudan yön vermiş belli başlı (daha az etkili ve tanınmış, düşüncenin gelişiminde önemli olan başka pek çok düşünürler de olmakla birlikte) filozofları şu şekilde kısaca belirtmek ve değerlendirmek mümkündür.

Descartes

17. yüzyıl felsefesinin ve modern düşüncenin kurucusu Descartes'ın orijinal Yöntem Üzerine Tartışma kitabının baskısı

Descartes modern düşüncede rasyonalizmin yalnızca babası sayılmamakta, bizzat modern düşüncenin kurucu isimlerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Modern zamanların ilk büyük sistemli düşünürü Descarteir ve bu nedenle bütün modern felsefi tartışmalar bir anlamda ona dönmektedir. Rönesansın bilimsel ve düşünsel gelişmeleri onun çalışmalarında sistemli bir bütünlük haline getirilmiş ve felsefe alanına taşınmıştır. Felsefeyi yöntem, bilgi ve düşünce konularında önemli sorularla geliştirmiştir. 17. yüzyıl felsefesinin çerçevesini ve niteliğini doğrudan belirleyen Descarteir.

Descartes şüphe ile işe başlar ve şüphe edilemeyecek bir noktaya varmak üzere hareket eder. Analiz ve sentez onun yönteminin başlıca ögeleridir. Şüphe ile işe başlayan Descartes, artık şüphe edilemeyecek son noktaya kadar ilerler, bu noktada apaçık bir doğruya ulaşacaktır: Düşünce. Cogito ergo sum (düşünüyorum o halde varım) noktasına ulaşan Descartes bunun şüphe edilemeyecek bir bilgi olarak belirler. Bu sağlam noktadan hareketle, bütün varoluşun ve gerçekliğin açıklamasına yönelinebilecektir. Varlık hakkındaki bütün kesin bilgilerimiz, bu bilincin kendi üzerine eğilmesinden, yani düşüncenin şüphe yöntemiyle kendinde bulduğu şüphe edilemez dayanak noktasından hareketle ortaya konulabilecektir. Açık ve seçik öncüllerden, bütün öteki bilgileri üretebilir ve temellendirebiliriz. Böylece her türlü bilginin başlangıç noktası düşünce ya da bilinçtekiler olarak belirlenmiş olur ki Descartesci rasyonalizmin en kısa ifadesi budur.

Pascal

Blaise Pascal

Yazar, matematikçi ve filozof özelliklerini bir arada barındıran önemli düşünürlerden birisidir. Jansenistler arasında yetişmiş, Descartes gibi rasyonalist düşüncenin temel ilkelerine ve matematiksel yönteme bağlı kalmıştır. Çok erken yaşta ölen Blaise Pascal, ana yapıtı "Din Hakkında Düşünceler" kitabıdır. Kartezyen felsefeden etkilenmiş ve benimsemiş olmakla birlikte, Pascal'da derin bir din duygusu vardır. Bu duyguyla onun rasyonalist felsefenin çerçevesinin dışına çıktığını, mistisizme varan bir yön izlediğini söylemek gerekir. Descartes felsefesinde, özellikle töz ve bilgi anlayışında mistisiszme varan bir yol söz konusudur; dünyayı ve beni bilmek mutlak ve sonsuz töz olan Tanrı'yı bilmek olarak belirlenince, buradan mistisiszme varacak bir yol bulmanın olanağı söz konusudur. Malebranche ve Spinoza'da aynı yoldan başka şekillerde bir tür mistisiszme varacaklardır. Akıl kendi çerçevesi içinde bulunan her şeyi açık ve seçik olarak ortaya koyabilir, ancak kendi sınırlarına geldiğinde ötesini kavrayamaz, "sonsuz varlık" akıl için kavranamaz olarak kalacaktır. İnsan, özü itibarıyla nasıl bir varlık olduğunu açıklayamaz, bunu ancak Pascal'a göre içimize, gönlümüze yönelerek başarmak mümkündür. Çünkü, insan sonsuzluk ile hiçlik arasında bulunan bir varlıktır. Hayatın ve varoluşun gerçek bilmecelerine akıl ya da bilim kendi başına yanıt veremez. Bu bakımdan insan, akılla kavranamayacak kanıtları olan gönül bilgisini de dikkate almalı ve ona kulak vermelidir. Bir rasyonalist olmakla birlikte Pascal, akla sınır çizmektedir ve duygu, gönül ve sezgiyi devreye sokmaktadır. Bazı adamlar var ki bilimle ilerlemeye çalışır o adamlar benimle ilerleyemez.

Pierre Bayle

Bayle, 17. yüzyıl felsefesinin şüpheci düşünürlerindendir. Akla yönelik şüpheyi derinleştirmiş ve sistematik bir septisizme varmıştır. Din ile bilim'in uzlaştırılamazlığı fikrinden hareket etmiştir, dinsel dogmalarla aklın bilgileri arasında bir uzlaşma sağlanamayacağını öne sürmüştür. Dolayısıyla -Pascal ile aynı şekilde- her şeyin akıl ile aydınlatılabileceğine inanmaz. Çifte doğruluk önermesini ileri sürer; aklın doğruları ve inancın doğruları. Bayledan, hem de matematik aksiyomların kesinliğinden şüphe eder. Ona göre bilginin hiçbir yerinde şüpheyi sona erdirecek bir kesinlik söz konusu olamaz.

Hobbes

Rasyonalizm dışı gelişmelere atki etmiş olan duyumculuğun ve materyalizmin öncülerinden Hobbes

Hobbes, 17. yüzyıl felsefecilerinin önemli isimlerinden biridir ve Descartes felsefesinden önemli ölçüde etkilenmiş olmasının yanı sıra, bu felsefeye karşı gelen ilk filozoflardan da birisidir. Hobbes doğalcı (natüralist) denilen felsefi düşüncenin önemli temsilcilerinden biridir ve bu temelde Descartes'ın idealizmine karşı gelmiştir. Daha sonra iyice sistemleşecek olan empirizmin ilk temellerini oluşturmuştur. Dönemin etkili matematiksel fizik yöntemini reddetmeyen, ancak her tür idealist, dinsel ya da aşkınsal düşünceleri yadsıyan bir tür deneyci görüşü geliştirmiştir. Siyaset felsefesinde etkili olmuştur. Hobbes, her tür olayı doğal nedenlere bağlar ve bu yönde bir felsefe kurar. Buna göre tanrı ve ruhsal olan her şey de doğal bir nedendir ya da nedenlere bağlıdır. Buna bağlı olarak istenç özgürlüğü gibi bir kavramı Hobbes kabul etmez. Bütün bunlar önyargılardır. Bütün nedenler doğaldır, yani cisimsel/ maddi niteliktedirler. Bilginin olanaklılığı üzerine çözümlemelerinde Hobbes addıcılığa ve duyumculuğa varır. Duyu verileri ona göre özneldirler, ancak duyumsayan bilinç yine de cisimseldir. Descartesci felsefede görülen töz kavramını değerlendiren Hobbes'a göre töz, doğal bir şeydir, ancak cisimsel bir şey olarak ele alınabilir. Dolayısıyla Hobbes hem siyasal felsefesini (özellikle de ünlü devlet öğretisini) hem de ahlak felsefesini bu yönde bir doğalcı görüşle temellendirir. Bilimin görevi görünenden hareketle bize asıl nedenleri vermektir. Daha sonraları gelişecek olan sistemli materyalizm de önemli öncüllerini Hobbes'ta bulur.

Nicola Malebranche

17. yüzyıl ünlü Fransız filozofu Malebranche

Malebranche, 17. yüzyıl felsefesinde, Descartes'ten sonra Fransa'daki en büyük filozoflardan birisi olarak kabul edilir. Bu yüzyıl filozoflarının genelinde olduğu gibi Malebranche'nin felsefi çıkış noktası da Descartes felsefesinde temellendirilen töz kavramı olmuştur. Occasionalizm olarak adlandırılan Descartesci felsefe eğilimini en son mantıksal sınırlarına kadar götürmüştür. Malebranche, maddi ile ruhsal olanı birbirinden ayırır ve bunları birbirleriyle ilişkili kılanın Tanrı olduğunu söyler. Ayrıca her türlü etkinliğin temel nedeni sonsuz töz, yani Tanrı'dır. Gerçek bir felsefe bu tek nedenin geçerliliğini kabul eder ve buna göre çalışır. Buna göre insan bilgisi ne öznenin kendisiyle ilgilidir ne de nesnenin kendisiyle, doğrudan bilgiyi ruha yerleştiren Tanrı'dır. Bilginin temeli bu bakımdan kendi bilincimizi yani Tanrı'yı bilmektir. Açık ve seçik olan yegane tasarım Tanrı'dır ve dolayısıyla kendi varoluşumuzu açık ve seçik olarak bilmemiz, kendimizi sonsuz tözün bir parçası olarak bilmemizden ileri gelir. Böylece her tür bilgi Tanrı'nın bizdeki/içimizdeki ışığı olarak açıklanabilir. Malebranche'nin metafizik görüşü, hem bilgi teorisini hem de etik anlayışını temellendirir. Bu etik anlayışına göre, her tür istemimizin sonul ereği Tanrı'dır. İstemlerimiz (doğru ve yerinde olan istemlerimiz) tanrı sevgisinin bir parçasıdır. Mutluluk ve erdem bu dünyayı unutmak ve sonsuz tözü bulmak ve bilmek istemektir. Descartes felsefesinin yanı sıra Malebranche'de Augustinus etkisi görmek mümkündür. Tanrı bilgisi ile insan bilgisinin bir tür kaynaştırımı olan bu düşüncelerde, hem rasyonalizme hem de mistisizme varmak mümkündür. Malebranche iki yolu da birleştirerek bir senteze ulaşmaya çalışır.

Leibniz

Çok yönlü filozof Leibniz

Leibniz, Kartezyen felsefenin ilginç, bir anlamda Spinoza'nın felsefesinin karşıtı sayılabilecek bir felsefe geliştirmiş filozofu olarak kabul edilmektedir. Çok yanlı ve çoklu bir felsefe öğretisi geliştirdiği bilinmektedir. Matematiksel ve organik doğa görüşlerini bir arada kullanmıştır ve bu yaklaşımıyla Descartes ve Spinoza'dan ayrılmıştır. Modern Alman felsefesinin ilk büyük kurucu düşünürlerinden biri sayılmaktadır. Diğer rasyonalistler gibi Leibniz'de de matematik merkezi bir öneme sahiptir; matematiksel yöntemle gerçeğe ulaşılabileceği ve bilgi ortaya koyulabileceği kabul edilir. Buna göre duyusal bilgiler tam olmayan bilgilerdir, rasyonel olan yoldan geçmedikçe bu bilgi tamamlanamayacaktır. Eğer bütün bilgilerimiz matematiksel bir açık ve seçiklikle çözümlenebilseydi, bilgimiz o zaman gerçeklikle tam bir uygunluk içinde olurdu. Evrensel matematik, Leibniz için, bütün bilgilerimizin matematik önermeleri gibi kavranabilmesi olanağıdır; bu olanak Leibniz'in bilgi konusundaki idealini göstermektedir. hem eldeki bilgilerin kanıtlanması hem de yeni bilgilerin bulunması bu idealin hedefidir. Leibniz bu noktada ve özellikle doğruluk sorunu bağlamında Lockecu anlayış ile karşıtlık halindedir. Kısmen empirizmin ögelerini sürdüren Leibniz klasik empirist görüşten ayrılarak rasyonalizme yönelim gösterir felsefesinde; duyu verilerinin önemini Leibniz yadsımaz, ancak duyusal verilerin zihin ya da akıl sayesinde bilgiye dönüştüklerini belirtir. Bunu şu şekilde belirtmek mümkündür: Duyulardan geçmemiş hiçbir şey (anlıkta) zihinde bulunmaz, anlığın/zihnin kendisinden başka. Deneye diğer rasyonalistlerde görülmeyen şekilde değer veren Leibniz, a priori bilgilerin varlığını kesin bir şekilde öne sürecektir. Bir anlamda onun deney ile aklı birleştirmeye yönelik bir teori kurmaya çalıştığını söylemek gerekir. Töz konusu da Leibniz felsefesinin önemli bir bölümüdür. Leibniz tözü diğerlerinden farklı ele alır; ona göre töz, etkin kuvvetten ibarettir. Monizme karşılık Leibniz'in tözcülüğü çoklu bir nitelik arz eder, ona göre tözler sonsuz sayıdadır, her biri artık bölünemez olan birimlerdir Leibniz'in töz olarak adlandırdığı şeyler. Bunlara monadlar demektedir Leibniz. Her monad evrenin bir parçasıdır ve evreni kendinde taşır, bireysel ile evrensel arasında bir tür bağlantı vardır. Buna göre her monad, çokluk içinde birlik olarak görülür. Monad öğretisi Leibniz felsefesinin bilgi, insan, doğa ve ahlak vb. konularındaki yaklaşımının temelidir. Yaşadığımız dünya, mümkün dünyaların en iyisidir. Mükemmel olmayışı bir metafizik kötülüktür, ancak bununla birlikte, başka türlüsü mümkün olmadığından en iyi dünya da yaşamaktayızdır. Leibniz'in iyimser felsefesinin dayanağı bu önermede bulunmaktadır.[2]

Spinoza

Spinoza heykeli

Spinoza'da Descartes felsefesinin özgün izleyicilerinden biri olmuştur. Malebranche gibi onun da rasyonalizmi ve mistisizmi birleştirmeye yönelik bir çabası olduğu bilinmektedir. Spinoza'nın temel ilkesi "Tanrı sevgisi" olarak belirttiği şeydir. Rasyonalizm bu sevgiye giden yolda kullanılan bir yöntem ve teorik araçtır. Bu bakımdan Spinozacı felsefenin tam bir panteizm olarak görülmesi söz konusu olmuştur. Ona göre varoluş Tanrı ile doludur, yani evren bizzat Tanrı'nın kendisidir (Malebranche farklı olarak evreni tanrı'da bulmaktaydı). Tanrı ya da Doğa Spinoza felsefesinde aynı anlamda bulunmaktadır ve burada temel olan Spinoza'nın "tanrı'yı bilmek" şeklinde ifade ettiği şeyi gerçekleştirmektir. Tanrı mutlak tözdür, yani kendisinden başka bir nedene dayanmayana bir nedendir ve var olan her şeyi kendi özünden üretmiştir. Dolayısıyla nesnelerin bütün ideleri de Tanrı'nın kendisinde mevcuttur. Burada nesne ile bilgi, gerçeklik ile kavram bir bütünlük haline getirilmiş olur. Aynı şekilde mantıksal neden ile gerçek/maddi neden de birleştirilmiş olunur. Böylece Tanrı'nın kendi varlığı var olan her şeyin nedeni ve kaynağı olduğu gibi, Tanrı fikri de her tür bilginin kaynağı ve temeli olarak alınmalıdır. Buna bağlı olarak Spinozacı etik, insanın kendisini Tanrı sevgisine ya da bilgisine yönlendirdiği, kendisini belirleyen temel yasaya ya da zorunluluğa uyması gerektiğini söyleyen bir etik olarak belirir.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, sayfa 250
  2. ^ Felsefe Tarihi, Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, sayfa 306-322 Leibniz başlıklı bölümden yararlanldı

Dış bağlantılar

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Deneycilik</span> bilginin sadece veya öncelikle duyusal deneyimden geldiğini belirten teori

Deneycilik, empirizm veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha gibidir.

<span class="mw-page-title-main">Akılcılık</span> Ussun temel bilgi kaynağı olması gerektiğini savunan felsefi görüş

Akılcılık; usçuluk veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş.

<span class="mw-page-title-main">René Descartes</span> Fransız filozof (1596-1650)

René Descartes, bir Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanıydı. Daha önce birbirinden ayrı olan geometri ve cebir alanlarını birleştirerek analitik geometriyi icat etti. İlk olarak Nassaulu Maurice'in Hollanda Devlet Ordusu'nda ve bir Stadhouder olarak Birleşik Hollanda Cumhuriyeti'nde hizmet veren Descartes, çalışma hayatının büyük bir bölümünü Hollanda Cumhuriyeti'nde geçirdi. Hollanda Altın Çağı'nın en dikkate değer entelektüel şahsiyetlerinden biri olan Descartes ayrıca modern felsefenin kurucularından biri olarak kabul edilir.

<span class="mw-page-title-main">Baruch Spinoza</span> Hollandalı filozof

Baruch Spinoza, Yahudi kökenli Hollandalı filozof. Aydınlanmanın erken dönem düşünürlerinden olan Spinoza, evren ve insan hakkında modern fikirler ileri sürerek öncü ahit eleştirileri yapmış ve zamanla 17. yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Descartes'ın fikirlerinden etkilenen Spinoza, Hollanda Altın Çağının önde gelen filozofu olmuştur.

Determinizm, belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik evrenin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla, örneğin fizik yasaları ile, belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğretidir. Yani öğretiye göre her şey belirlenmiştir ve değişmesi mümkün değildir. Bu görüş başta ahlak felsefesi olmak üzere felsefenin çeşitli dallarının uğraş ve çalışma alanına bir görüştür. Ahlak felsefesindeki "İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?" sorusunu yanıtlamaya çalışır.

<span class="mw-page-title-main">Thomas Hobbes</span> İngiliz filozof (1588-1679)

Thomas Hobbes, felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen bir İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri olan 1651 tarihli Leviathan, Batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu çizmiş ve baş ucu eseri olmuştur. Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan devletin simgesidir. Bir siyaset felsefecisi olarak tanınsa da, tarih, geometri, etik ve genel felsefe gibi pek çok alanla ilgilenmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Nicholas Malebranche</span> Fransız filozof (1638 – 1715)

Nicholas Malebranche, Oratorium tarikatı üyesi, papaz, Fransız filozof ve Teolog.

<span class="mw-page-title-main">Christian Wolff</span> 18. yüzyılda yaşayan Alman filozofu

Christian Wolff,, Alman rasyonalist filozoftur.

<span class="mw-page-title-main">Gottfried Leibniz</span> Alman matematikçi ve filozof (1646-1716)

Gottfried Wilhelm Leibniz, Alman matematikçi, filozof, hukukçu ve dönemin idarecilerine danışmanlık yapmış bir entelektüeldir. Matematik tarihi ve felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Leibniz, Isaac Newton’dan bağımsız olarak "Sonsuz küçük" teorisini geliştirdi. Leibniz'in bu formülü yayınlandığından bu yana hâlâ kullanılmaktadır. Geliştirdiği homojenitenin deneyüstü kanunu ve süreklilik yasası yirminci yüzyılda matematiksel karşılık buldu. Mekanik hesaplayıcılar alanında en üretken insanlardan biri oldu. Pascal’ın hesaplayıcısına otomatik çarpma ve bölme fonksiyonlarını eklemeye çalışırken, 1685'te çarklı hesaplayıcıyı ilk tanımlayan insan oldu ve aritmometre -ilk toplu üretilen mekanik hesaplayıcı- kullanarak Leibniz çarkını icat etti. Ayrıca ikili sayma sistemini rafineleştirdi, bu çalışması tüm dijital hesaplayıcıların soyut temelini oluşturdu.

<span class="mw-page-title-main">Aydınlanma Çağı</span> aydınlanma felsefesinin oluştuğu çağ

Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönem, aydınlanma felsefesinin 18. yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir. Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar. Aynı zamanda Arapça eserlerin Latinceye çevirilmesi, Aydınlanma Çağı'na zemin hazırlamıştır.

Alman felsefesi, 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarından itibaren belirgin bir ağırlık kazanan, bir bakıma felsefenin yurdu hâline gelen Alman felsefe geleneğini ya da başka bir açıdan farklı felsefi eğilimlere sahip olan Alman felsefecilerinin bütünlüğünü ifade etmektedir.

<span class="mw-page-title-main">19. yüzyıl felsefesi</span>

19. yüzyıl felsefesi öncelikli olarak Alman felsefesinde romantizmin ve idealizmin zirveye ulaştığı bir dönemdir. Aynı şekilde materyalizmin de yeni bir derinlik kazandığı ve öne çıktığı görülür. Fransız felsefesinde bir yanda Charles Fourrier, Pierre-Joseph Proudhon, Claude Henri de Saint-Simon gibi reformcu düşünürler; öte yanda da August Comte ile pozitivizmin belirginleştiği görülür. Tarihçi Tocqueville ile sosyolog ve düşünür olan Emile Durkheim'ı da buraya eklemek gerekir.

<span class="mw-page-title-main">20. yüzyıl felsefesi</span>

20. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl sonlarından başlayıp günümüze kadar gelen ve devam eden düşünce geleneklerini ve felsefi akımları kapsar. Her çağın felsefesinin kendi toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarıyla etkileşimli olduğu gibi, 20. yüzyıl felsefesi de kendi siyasal ve toplumsal gelişmelerinden etkilenmiştir. Çağın siyasal olayları, kültürel ve teknolojik gelişmeler, bilimsel alandaki yeni sonuçlar, ortaya çıkan yeni düşünce eğilimlerinin hepsi 20. yüzyıl felsefesinde görülen bilime yönelik sorgulayıcı yaklaşımların, aklın sorgulanması girişimlerinin, dile yönelik ilginin, özne kavramı üzerinde yürütülen tartışmaların, zihin problemlerinin, yeni bir boyut kazanan bilgi sorununun, cinsellik soruşturmasının, yabancılaşma ve iktidar sorunsalının arka planını oluşturmaktadır. Bu çağın düşünürlerinin çoğunluğu bir şekilde çalışmalarında çağın kuramsal sorunlarını dillendirmiş ve yanıt arayışında olmuştur.

<span class="mw-page-title-main">Orta Çağ felsefesi</span>

Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibarıyla ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. M.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına-16. yüzyıl başlarına, rönesansa kadar olan dönem olarak ele alınır. Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır. Birçok felsefe tarihi kitabında Orta Çağ'da felsefe yok sayılır ya da Orta Çağ'ın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra Orta Çağ'da felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da söz konusudur.

<span class="mw-page-title-main">Skolastik felsefe</span>

Skolastik felsefe/düşünce, Latince kökenli schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı olarak okul felsefesi demektir. Bu anlam önemlidir, zira skolastik felsefe, Orta Çağ düşüncesinde doğrunun zaten mevcut olduğu düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanan bir yaklaşım sergiler. Bu felsefenin temeli teolojidir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır.

Ebu'l-Berekât Bağdâdi, 12. yüzyıl'da hekim ve islam felsefesi'nin en etkili filozoflarından biri olmasına rağmen, çok fazla tanınmamış bir düşünürdür. Orta Çağ'da ve sonrasında Batı düşüncesinde bilinen bir filozof olmamıştır.

<span class="mw-page-title-main">Elea Okulu</span>

Elea Okulu, İtalya'nın batı kıyılarında yer alan Alento Irmağı'nın denize döküldüğü yerde kurulan ve bir Yunan kolonisi olan Elea (Elaia) kentinde kurulmuş bir felsefe okulu olduğu için bu adı alan ilk felsefe okullarının en önemlilerinden biridir.

<i>Batı Felsefesi Tarihi</i>

Batı Felsefesi Tarihi, İngiliz filozof, mantıkçı, matematikçi ve tarihçi Bertrand Russell'ın 1945 yılında yazdığı üç ciltlik eseridir.

Apriorizm, genel olarak, zihnin bir takım düşüncelere sahip olduğunu ve bu durumun bir sonucu olarak da, duyu deneyiminden bağımsız olarak gerçek bilginin olanaklı olduğunu savunan görüş.

Erken modern felsefe, Batı düşüncesinin gelişen bir hareketiydi. Madde ve zihin gibi konuları teoriler ve söylemlerle inceleyen felsefe tarihinde, modern felsefe olarak anılan dönemin başlangıcıyla örtüşen bir dönemdir. Ortaçağ felsefe döneminin ardından gelmiştir. Erken modern felsefenin genellikle 16. ve 18. yüzyıllar arasında meydana geldiği düşünülse de bazı filozoflar ve tarihçiler bu dönemi biraz daha erkene çekmektedirler. Bu dönemde, felsefenin günümüzdeki anlayışına katkı sağlayan Descartes, Locke, Hume ve Kant gibi etkili filozoflar yer almaktadır.