
Şeriat, Kur'an âyetleri ile Muhammed'in söz ve fiillerinden oluşan naslardan alimler sınıfının (Fukaha) çıkarımları (istinbat) ile oluşturulan dinî kanunlar toplamıdır. İslam'da ibadetler, muameleler ve cezalarla ilgili tüm kavram ve kuralları kapsar. Tarihsel seyir içerisinde kanun ve kuralların teorik (usul) ve pratik uygulama (füru/fetva) çalışmaları ile ilgilenen ve isimleri öne çıkan kişiler adına belirli toplum ve devlet yönetimlerinin de tercihlerini yansıtan fıkıh mezhepleri ortaya çıkmış, ancak şeriat hiçbir zaman tek başına geçerli bir hukuk sistemi olmamış, Ömer veya Emevilerden itibaren "örfi hukuk" ile birlikte kullanılmıştır. Şeriat’ın "insanlar arası ilişkiler bölümü” 1850’lerden itibaren “İslam hukuku” olarak yeni bir isimle sunulmaya başlanır. İslam hukukunda yer yer modern hukukla benzer argümanlar kullanılmasına rağmen aralarında bir takım temel farklar vardır. İslam'da hukuki argümantasyon olarak -insanların birbirlerinin maddi ve manevi alanlarına girmelerini yasaklayan- hak ve -üst makamın alt grup insanlara dengeli davranmasını içeren- adalet kavramları ön plana çıkarılır. Buna göre amirler emirleri altında bulunan insanların gözetimi ve onlara karşı adaletli olmakla, yönetilenler ise onlara itaatle yükümlüdürler. Adaletten sapan amire itaat edilip edilmeyeceği tartışmalıdır. Ayrıca bu anlayışta insanlar Allah'ın kulları (İbadullah) olmakta, şeriat onlara karşı adaletli davranmayı gerektirse bile eşit davranmayı gerektirmemektedir. Şeriat ile modern hukuk arasındaki farklardan belki de en önemlisi, insanların eşit ve özgür bireyler oldukları temelinde geliştirilen modern hukuktaki insan hakları kavramına karşılık, şeriat anlayışında bireysel özgürlük kavramı bulunmamasıdır. Dinî edebiyat ve söylemlerde sıkça kullanılan özgür irade kavramı günlük yaşam tarzını seçebilmesinde değil, kader karşısında insanın uhrevi sorumluluğu bağlamındaki felsefi tartışmalarda görülür. Kur'an'da 30 ayette tekrarlanan ve İslamcılığın temel motivasyonlarından birisi olan “şeriatta kötü olarak tanımlanan durumlar için güç kullanımı kişilerin ev, elbise, beden ve ibadet–inanç gibi özel alanlarına girmeyi gerektirse bile bu kişilerin (kul) hakkına tecavüz olarak değerlendirilmez.

İslamcılık, modern devlet ve devletçiklerin anayasal, ekonomik ve yargısal olarak, bu kesimde canlanma ya da otantikliğe dönüş olarak algılanan İslami uygulamalarla yeniden kurulması gerektiğini öne süren siyasi ideolojidir. Bu akımlardaki hakim anlayış Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker'in yerine getirilmesidir. Siyasal İslam'ın Seyyid Kutub ve Mevdudî gibi köktendinci öncüleri "Allah'ın sistemi" olarak gördükleri şeriata dayanmayan güç sahipleri olarak tanımladıkları tağuta isyanı tevhidin ön şartı olarak sundular.
Çoktanrıcılık ya da Politeizm, politeizm sözlük anlamıyla birden çok tanrıya inanmak, tapınmak manalarına gelmektedir. Sözcük, etimolojik açıdan, Yunanca πολύς poly (çok) ve θεοί theoiz (tanrı) sözcüklerinden türemiştir.

Zina, aralarında bir nikâh bağı bulunmayan yetişkin bir erkek ile kadın arasındaki cinsel ilişkidir, ancak efendi-cariye ilişkisinde de nikah bağı yoktur ve onlar zina sayılmamıştır.

İslam Devrimi Muhafızları Ordusu, İran Silahlı Kuvvetlerine bağlı kara, hava, deniz ve füze kuvvetleri bulunan büyük bir ordudur. Halk ağzında ve özellikle İran diasporasında ordu mensubu kişilere organizasyona duydukları hayranlığı belirtmek için Farsçada "muhafızlar" anlamına gelen Pasdaran denilmektedir.
Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye, Osmanlı Devleti'nin son döneminde faaliyet gösteren İslami devlet kurumu. Bâb-ı Meşîhat Dairesine bağlı olarak açılmış, "Yüksek İslam Şûrası" benzeri dinî teşkilattır.

Velâyet-i Fakih veya Hükûmet-i İslamî, İranlı şii dini lider Ruhullah Humeyni tarafından teokratik islam devleti fikri üzerine yazılan ve 1970 yılında ilk baskısı yapılan bir kitaptır. Kitap Türkçeye "İslam Fıkhında Devlet" olarak çevrilmiştir.
Ulema, Müslüman ülkelerde eğitimli din alimlerinden oluşan sınıf. Tekili erkekse âlim, kadınsa âlimedir. Geçmiş yüzyıllarda yaşamış âlimlerin pek çoğu hezârfendi. Ulema sınıfı fıkıh ve şeriat konusunda derin bilgiye sahiptir ve bazı âlimler, aynı zamanda şeriatın uygulayıcısıdır.
Ulusal Komünizm veya diğer adıyla Galiyevizm, 1917 Ekim Devrimi'nde etkin bir rol oynayan Sultan Galiyev'in ideolojisidir.
Dinî sansür, ifade özgürlüğünün bir dinî yetke tarafından kısıtlanmasıdır. Tarihi çok eskilere uzanan bu sansür birçok topluluk ve din tarafından uygulanmıştır. Compiègne Fermanı, Index Librorum Prohibitorum ve Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri adlı kitabının Ruhullah Humeyni tarafından yasaklanması bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

İmam, İslâm dinine ait bir terimdir. Genel anlamda önder, lider, devlet başkanı anlamlarına gelir. İslami bir terim olarak ise cemaate namaz kıldıran ve diğer dinî görevleri yerine getiren kişileri ifade eder. İmamlık görevini yerine getirmeye ise 'imamet' denmektedir.
Kolluk kuruluşu, ülkelerdeki rejime göre değişmekle birlikte; genel anlamda, bir devlette emniyet ve asayiş ile ilgili yasaları uygulamaktan sorumlu genellikle silahlı devlet kuruluşlarıdır.

İslami demokrasi veya İslam ve demokrasi, 21. yüzyılda İslam dünyasında ortaya çıkan bir ideolojik akımdır. İslami demokrasi, "Müslüman ülkelerin, dinlerini kaybetmeden demokratik, özgür, çoğulcu ve çağdaş yaşaması" olarak özetlenebilir. İslam'ın demokrasiyle ikiz kardeş gibi tutulması akımın bir görüşüdür. İnsan haklarına saygı, özgürlükçülük, çoğulculuk gibi fikirler İslami demokrasiden beslenir.
Suudi Arabistan'da insan hakları, Suudi kraliyet ailesinin egemenliği altında İslam dini hukukuna dayalı olması amaçlanan haklardır. Suudi Arabistan hükûmeti ve Suudi hukuk sistemi, dini ve siyasi azınlıklara, eşcinsellere, mürtedlere ve kadınlara yönelik muamelelerinden ötürü eleştirilmektedir. Suudi Arabistan Krallığı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'ne göre Ekim 1997'de Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmesini onayladı. Suudi Arabistan'da insan hakları Suudi Arabistan Temel Kanununun 26. maddesinde belirtilmektedir.

Müslüman kadınların deneyimleri farklı toplumlarda ve aynı toplum içinde büyük farklılıklar gösterir. Ortak yönleri ise, hayatlarını değişen derecelerde etkileyen, aralarındaki geniş kültürel, sosyal ve ekonomik farklılıklar arasında köprü kurmaya hizmet edebilecek ortak bir kimlik veren İslam dinine bağlılıklarıdır.
Usame bin Ladin, İslamcı örgüt el-Kaide'nin kurucuları arasında yer alan ve örgütün kuruluşundan kendi ölümüne kadar liderliğini üstlenen isimdi. 1996 ve 1998'de olmak üzere iki kez fetva yayınlayan bin Ladin, bu fetvalarda Müslümanların İsrail'i veya İslam ülkelerinde bulunan Batılı askerî güçleri destekleyen ülkelere karşı savaşmasını, bunların düşmanları olduklarını ve belirtmişti. Hedefi, Batılı ülkelerin askerî güçlerinin Orta Doğu'dan çekilmesini ve İsrail'e dışarıdan gelen destekleri sona erdirerek Filistinliler üzerindeki baskıyı kaldırmaktı.

Çin, dünyanın en eski ve sürekli öğreti ve felsefi geleneklerinin beşiği olmuştur. Çin'de batıdaki anlamıyla bire bir örtüşen bir din anlayışı hiç olmamıştır. Milattan önce 6. yüzyıldan itibaren görülmeye başlayan düşünce okulları kendi içinde özgün olarak sürekli gelişmiştir. Bu yüzden Çin'de inanç sistemleri olarak Çin kültürünü tarihi boyunca şekillendiren Konfüçyüsçülük, Taoizm ve çok sonradan gelen Budizm düşünce okulları sıralanır. Bu iç içe geçmiş düşünce okulları kendi aralarında kökten farklı bir evren anlayışı taşımazlar ancak klasik anlamıyla batıda ortaya çıkan Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık dinlerinden kökten ayrıdırlar. Bu düşünce okulları öncesinde de Çin'in hem toplayıcı ve avcı şamanik toplumlarında hem de yerleşik tarım toplumları döneminde kainatın doğuşuyla ilgili anlatılan masal ve efsanelerde evrenin; klasik dinlerde olduğu gibi bir yaratıcı tarafından yaratılmasından çok her şeye hamile olan ve hiçbir şeyin henüz bir biçimi olmadığı karanlık bulamaç bir şeyden doğduğu inançları yer bulmaktadır. Bu bulamaç, karanlık hiçbir nesnenin henüz şekil almadığı ama her şeye hamile olunan bu hale masallarda Hundun, düşünce okullarında Dao denmektedir. Dao'dan Gök ve Yer yani somut ve soyut olan her şey doğar, yin ve yang değişim ilkeleriyle her şey biçim alır ve dönüşür. Günümüzde Kuantum Kuramı'nın kozmogoni görüşleri Çin'de ortaya çıkan bu evren anlayışına daha yakın durmaktadır. Gök uzayı, yer ise yıldızlar, gezegenler gibi yoğun her şeyi temsil etmektedir. Dao düşünce okulunda Gök ve Yerin ham doğası yani kendiliğindenlik hali olan Zìrán (自然)'a uyması çabasız çabayı uygulaması en uygun yönetim olarak anlatılırken, Konfüçyüsçü okullara göre ise Gök ve Yer ilişkisi hiyerarşik ele alınır, erdem ve görevlere önem verilir, dolayısıyla devletin yönetimi ve halk ile ilişkisi buna uymalıdır anlayışı hakim olmuştur. Çin imparatorları, özellikle Konfüçyüs okuluna göre Gök gibi olmalıydılar ve bu yüzden "Göğün Vekaleti"ni (Tianming) talep edip Çin efsanevi ve geleneksel pratiklerine katılırlardı. Yaygın inanç sistemi bu şekilde kendini gösterirken sonraki yüz yıllarda Batıda ortaya çıkan dinler Çin'de yayılmak istemiş olsa da halk arasında bu inanç sistemleri çok rağbet görmemiştir. Ancak günümüzde sayıları fazla olmasa da Çin'de Hristiyanlık ve müslümanlık da yaşamaktadır. 1949 Mao Zedong devriminden beri Çin, bir ateist ve Marksist kurum olan Çin Komünist Partisi tarafından yönetilmektedir. Bu dönemde bilimsel bir zemini olmayan hiçbir görüşe izin verilmedi. Dini hareketler ve kurumlar önce hükûmet kontrolü altına alındı, sonra Kültür Devrimi (1966-1976) sırasında baskıya uğradı. Devrimin yumuşama döneminde geleneksel öğretiler ve sonradan gelen dini örgütlere haklar verilmeye başlanmıştır. Hükûmet henüz beş tane öğreti ve dini resmen tanımaktadır: Budizm, Taoizm, İslam, Protestanlık ve Katoliklik. 21. yüzyılın başında kurumsal idarelerde Konfüçyüsçülük ve Çin halk gelenekleri giderek daha fazla tanınma kazanmaktadır.
Suudi Arabistan'ın hukuk sistemi, hem Kur'an'dan hem de İslam peygamberi Muhammed'e atfedilmiş sünnetlerden türetilen İslamî Şeriat hukukuna dayanmaktadır. Muhammed'in ölümü sonrasında ortaya çıkan İslamî alim konsensüsleri ("icmâ") de Şeriat'ın kaynaklarından birini oluşturur. Suudi Arabistan'daki yargıçların yaptığı hukuksal yorumlar, İslam fıkhındaki literalist Hanbeli mezhebine ait Orta Çağ metinlerinden etkilenmektedir. Şeriat, Müslüman dünyasında eşsiz olarak kodifiye olmamış haliyle Suudi Arabistan'da kullanılmaktadır. Bununla birlikte hukuksal içtihatın yoksunluğu, ülkenin kanunlarının kapsamında ve içeriğinde büyük seviyede belirsizliklere neden olmuştur. Bu nedenle hükûmet, 2010'da Şeriat'ı kodifiye etmeye niyet ettiğini açıkladı; ancak bu konuda hâlâ bir ilerleme sağlanamamıştır. Şeriat ayrıca fikrî mülkiyet hukuku ve şirketler hukuku gibi modern sorunları kapsayan kraliyet kararnameleriyle dağıtılan düzenlemeler ile tamamlanmıştır. Buna rağmen Şeriat, özellikle ceza hukuku, aile hukuku, ticaret hukuku ve kontrat hukuku gibi dallarda hukukun ana kaynağını oluşturmaktadır ve Kur'an ile Sünnet ülkenin anayasası olarak ilan edilmiştir. Suudi devleti ne ait çok kapsamlı tescilli haklar, toprak hukuku ile enerji hukuku dallarının önemli bir özelliğini oluşturmaktadır.
İslam'dan çıkış genellikle bir Müslüman tarafından düşünce, söz veya fiil yoluyla İslam'ın terkidir. İslam'dan dönene mürted denir. Tanıma sadece başka bir dine dönen veya dini tamamen terk edenler değil küfür, sapkınlık veya inançsızlığı ima eden herhangi bir eylem veya söz yoluyla, İslam'ın "temel bir inanç veya akidesini" inkâr edenler de dahildir.
İslâm ceza hukuku (şeriata göre ceza hukukudur. Fıkıhta Ukubat başlığı altında ele alınır. Açıkçası, İslam hukukunun ayrı bir "ceza hukuku" külliyatı yoktur. Suça bağlı olarak suçları üç farklı kategoriye ayırır - Had ("Allah'a karşı suçlar", cezası Kuran ve Hadislerde sabittir, Kisas işlenen suça denk ceza verilir Kuran ve sünnet ile belirlenmiştir. Tazir (cezası Kuran ve Hadislerde belirtilmeyen ve hükümdarın veya Kadının, yani hakimin takdirine bırakılan suçlara verilen cezalar. Bazıları dördüncü kategori olan Siyasah'ı eklerken diğerleri bunu Hadd veya Tazir suçlarının bir parçası olarak görüyor.