İçeriğe atla

İslam'da büyük günah işleyenin durumu

Büyük günah işleyenin durumu, İslam ilimlerinden biri olan kelâmın tartışmalı ve önemli konularından biridir. Kısacası büyük günah işlemiş bir kişinin dini anlamda durumu, yeri ve ahiretteki durumunu konu alır. Farklı itikadi mezhepler bu konuda farklı görüşlere sahiptir.

Büyük Günah

Büyük günah veya mürtekib-i kebîre, ayet ve hadislerde büyük günah olarak tanımlanmış, Kur'an'da yapılmaması ve cezasının olduğu kesin bir şekilde emredilmiş, İslam'a işleyen kişinin hem dünya hem de ahirette cezalandırılacağı günahlardır. Bunların tam olarak hangi fiiller oldukları ve kaç tane oldukları tartışmalıdır. Büyük günahları belirten birçok hadis bulunmaktadır. Bu hadislerdeki farklı rivayetler sonucunda büyük günahların tam sayısı belirsizdir. Şirk koşmak, haksız yere adam öldürmek, intihar etmek, savaştan kaçmak, zina ve livata yapmak, sihir yapmak; Nass ile belirtilmiş büyük günahlara örnektir.

Bu fiillerin içinde en sık zikredileni şirk koşmak yani İslam akidesinin temeli olan Allah'ın birliği kaidesine inanmamak, bunu reddetmek küfürdür. Bu sebeple Allah'a şirk koşan İslam'a göre kâfir olur. Yani dinden çıkar. Bununla birlikte diğer büyük günahları işleyenlerin kâfir mi, Müslüman mı oldukları yoksa başka bir durumda mı oldukları tartışılır.

Farklı Görüşler

Şeriatta büyük günah işleyenler tazir ve had cezalarından, şahitliklerinin reddine kadar değişik cezalara çarptırılabilirler.

Büyük günah işleyen kişinin inanç durumu hakkında farklı itikad mezhepleri farklı görüşler sunmuştur.

Hariciye Mezhebinin Görüşü

Hariciler büyük günah işleyenin kâfir olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu konuda olumsuz yöndeki en uç düşünce Haricilerinkidir. Hariciler içinde çeşitli mezheplere bölünür ve bu alt-mezheplerin bu konuda görüşleri genel Harici görüşünün dışına çıkmaz. Bununla birlikte büyük günah işlediği için kâfir sayılan kişinin katlinin haram mı helal mı olduğu ve bundan doğan çeşitli sorunları ele alışları farklıdır. Haricilere göre büyük günah işleyen kişi öldüğünde, kâfir olarak ölmüş olur.

Mürcie Mezhebinin Görüşü

Bu konuda Haricilerin görüşünün tam zıddı Mürcie mezhebinin görüşüdür. Mürcie'ye göre iman ile birlikte günah, şirk ile birlikte sevap bir işe yaramaz; böylece eğer kişi Müslümansa ne türlü günah işlerse işlesin Müslüman'dır ve ne dünyada ne ahirette ceza görür. Mürcie'ye göre büyük günah işleyen Müslüman'ın durumu değişmez ve ahirette bu günahı için herhangi bir ceza görmez; zira iman etmiştir ve iman etmiş oluşu her türlü günahını önemsiz kılar. Bu görüşe göre büyük günah işleyen kişi ölürse, Müslüman olarak ölmüş olur.

Mu'tezile Mezhebinin Görüşü

Büyük günah işleyen kişinin durumu konusu Mu'tezile mezhebinde önemli bir yer tutar. Mu'tezilenin esaslarından olan el menzile beyne'l-menzileteyn yani iki konum arasındaki bir konum esası büyük günah işleyenin durumu hakkındadır. Buna göre büyük günah işleyen kişi Mümin olmaktan çıksa da kâfir de olmaz, iman ile küfür arasındaki bir konumdadır. Bu mertebeye fısk mertebesi denir ve büyük günah işleyen kişiye fasık denir. Eğer kişi büyük günahı için tövbe etmeden ölürse, sonsuza kadar cehennemlik olur yani ahirette sonu kâfirlerinki gibi olur. Ama eğer işlediği büyük günahı için tövbe ederse Mümin olur ve öldüğünde günahkar bir Mümin olarak ölür.

Ehl-i Sünnet'in Görüşü

Bahsedilen üç mezhep yani Hariciye, Mürcie ve Mu'tezile Ehl-i Sünnet tarafından reddedilir ve İslam dışı kabul edilir. Ehl-i Sünnet'in bu konudaki görüşü iki türlüdür. Birincisi Hasan el-Basrî'nin görüşüdür ve bu görüşe göre büyük günah işleyen münafıktır. İkinci görüş işe Ehl-i Sünnet kelâmcılarının, muhaddislerin ve selefin görüşüdür ve bu görüşe göre büyük günah işleyenin günahkar Mümin olduğu görüşüdür.

Hasan el-Basrî'nin Görüşü

Hasan el-Basrî'ye göre büyük günah işleyen kişi münafıktır.[1] Bu görüşünde El-Cürcânî'nin de belirttiği gibi münafığın özelliklerini bahseden çeşitli hadisleri temel almıştır.[2] Buna göre münafığın özelliklerini büyük günah kavramı ile denk tutmuştur.

Hasan el-Basrî'nin bu görüşü çoğunluk tarafından kabul görmemiş ve münafık küfrünü gizleyendir, oysa büyük günah işleyen kişinin küfür sahibi olması şart değil şeklinde tenkit edilmiştir. Ayrıca Hasan el-Basrî'nin daha sonraları bu görüşünden vazgeçtiğine dair rivayetler de mevcuttur.[3]

Ehl-i Sünnet'in Genelinin Görüşü

Ehl-i Sünnet'in genel görüşü büyük günah işleyenin, günahı küfür cinsinden olmadığı sürece, günahkar bir Mümin olduğu yönündedir. Ehl-i Sünnet büyük günah işleyen Mümin'i fâsık olarak tanımlar fakat Ehl-i Sünnet'e göre fısk küfür ile iman arasındaki üçüncü bir mertebe değildir. Fıskın üçüncü bir mertebe olmadığını, eğer gerçekten üçüncü ve arada bir mertebe olsaydı kişide ne iman ne de küfür bulunurdu bu da çelişkili bir durum olurdu şeklinde tenkit ederler. Bu görüşe göre fasık kafir veya münafık ile denk değildir; zira kafir Mümin'in zıddıdır, küfür de imanın, büyük günâhın değil. Ayrıca münafığın da küfrünü gizleyen olduğunu, küfür ile ilgili olduğunu ve büyük günah işleyenin, işlediği günah küfri olmadığı sürece küfre denk olmadığını belirtirler. Ayrıca kişinin hem günâhkâr hem de mümin olabileceğini fakat aynı anda hem kafir hem Mümin olamayacağını ortaya koyarlar.

Ehl-i Sünnet'e göre büyük günah işleyen kişi günahkar Mümindir, ona dünyada bir Mümin gibi davranılır; yani örneğin cenaze namazı kılınır, Müslüman mezarlığına gömülür[4]. Ahirette de bir Mümin'dir; günahının cezasını çeker veya Allah dilerse bu günahı affeder, ama sonunda iman etmiş olduğu için cennete girer[5].

Ehl-i Sünnet kelamcıları, büyük günah işleyenin Mümin olduğuna, kafir olmadığına, kişide iman ile küfrün aynı anda bulunamayacağına dair görüşlerini çeşitli ayet ve hadislerle desteklemişlerdir.

Bu konuda kaynak gösterilen ayetlerden biri, örneğin, Hucurât suresi, 9. ayettir (49/9). Bu ayet şöyledir:

"Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever."[6]

Bu ayette birbiriyle savaşan iki inanan yani Mümin zümreden bahsedilir, bu kişiler savaşıyor olmalarına rağmen Mümin olarak nitelendirilmiştirler. Buna göre Ehl-i Sünnet kişiler büyük günah işliyorlarsa dahi Mümin olabilirler sonucuna varmıştır. Benzeri ifadeler taşıyan ve Ehl-i Sünnet'in günah işleyenin durumu konusundaki görüşüne dayanak olmuştur diğer ayetlerden bazıları şunlardır: Mümtehine suresi 1. ayet (60/1), Saff suresi 2. ayet (61/2) ve Tahrîm suresi 8. ayet (66/8).

Ehl-i Sünnet'in büyük günah işleyenin durumu hakkındaki görüşünü desteklemekte kullandığı bir başka kaynak da hadislerdir.

Bu hadislerin en tanınmışı Ebû Zerr el-Gifârî'den rivayet edilmiştir. Bu hadise göre İslam peygamberi şöyle demiştir:
"Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed onun elçisidir, diyen ve bu sözü üzerine ölen hiçbir kimse yoktur ki, en sonunda cennete girmemiş olsun." Buna karşılık Ebû Zerr: "Zina etse, içki içse, hırsızlık etmiş de olsa da mı?" diye sorar. Peygamber de: "Evet, zina yapmış, içki içmiş, hırsızlık etmiş de olsa" diye cevaplar. Ebu Zerr bu sorusunu üç kez daha tekrarlar, her seferinde aynı cevabı alır. Dördüncüsünde peygamber şöyle cevap verir: "Ebu Zerr bu durumdan hoşlanmasa bile cennete girer".[7]

Sonuç olarak Ehl-i Sünnet büyük günah işleyenin günâhkâr mümin olduğu görüşündedir.

Notlar

  1. ^ İbn Hazm, el-Fasl, 3. cilt, s.229; et-Taftâzânî, Şerhu'l Akâid, s. 142; el-Cürcânî, Şerhu'l Mevâkıf, 3. cilt, s.253; Alî el-Kârî, Şerhu'l Fıkhi'l Ekber, s.69.
  2. ^ el-Cürcânî, Şerhu'l Mevâkıf, 3. cilt, s.257.
  3. ^ es-Sâbûnî, el-Bidâye, s. 80; Alî el-Kârî, Şerhu'l Fıkhi'l Ekber, s.69.
  4. ^ el-Cüveynî, el-İrşâd, s. 397.
  5. ^ el-Cüverynî, el-İrşâd, s. 392; İbn Teymiyye, Mecmûu'l Fetâvâ, 8. cilt, s.271; eş-Şehristânî, el-Milel, 1. cilt, s.101.
  6. ^ Türkçe Kur'an Diyanet Meali, kuran.gen.tr5 Eylül 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  7. ^ Buhârî, et-Tevhîd, 33; Müslim, İmân, 40; Tirmizî, İmân, 18.

Kaynakça

  • Ahmed Saim Kılavuz, İman-Küfür Sınırı: Tekfîr Mes'elesi, Marifet Yayınları, 3. baskı, İstanbul, 1990.
  • Muhammed Ebu Zehra, İslâm'da İtikâdî, Siyasî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, çeviren: Sıbğatullah Kaya, Şûrâ Yayınları.
  • Ahmed Salim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akaidi ve Kelâm'a Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1987.

İlgili Araştırma Makaleleri

<span class="mw-page-title-main">Müslüman</span> İslam dinine mensup kimse

Müslüman, İslam dinine mensup kişi demektir. Sünni, Şii ve Mutezili mezhep inancına göre, Allah'a ve Allah'ın birliğine, Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna inanan kişilere denir. İslam dininin farklı mezheplerinde Müslüman kavramı üzerine çeşitli farklılıklar bulunmaktadır.

Cebriyye, kader ve irade konusunda Kaderiyye fırkasının tam aksi görüşler ileri sürmüştür. İslâm âleminde kader konusunu tartışma gündemine getiren ilk şahsın Ma'bed bin Hâlid el-Cühenî olduğu nakledilir. Onu Geylân el-Dimaşkî takip etmiş ve kaderle ilgili görüşlerini daha da geliştirmiştir. Ma'bed, Allah tarafından önceden tayin edilmiş bir kaderin bulunmadığını, insanın fiil ve tavırlarında tamamen serbest olduğunu savunmuştur.

Ru'yetullah, İslam dini terimi. Allah'ın âhirette gözlerle görülmesini tanımlar. Kelâm ilmindeki tartışma konularından birisidir.

<span class="mw-page-title-main">Ebu Hanife</span> Hanefî mezhebinin öncüsü ve imamı olan din bilgini

Ebû Hanîfe veya tam adıyla Ebû Hanîfe Numân bin Sâbit bin Zûtâ bin Mâh İslam dininin dört fıkıh mezhebinden birisi olan Hanefi mezhebinin kurucusu ve Sünni fıkhının en büyük üstâdlarından biri sayılan İslam fıkıh ve hadis bilgini. Asıl adı "Nu’man bin Sâbit" olup sevenlerince ismi "İmâm-ı Â’zam" unvanıyla birlikte anılır.

Kelâm ya da İlm-i Kelâm ; İslâm dininin akāid konularını irdeleyen ve tarihî olarak bu çerçevede gelişen dinî-felsefî teorilerle ilgilenen ilim dalı. Bu anlamda kelâm, imanla ilgili konu ve sorulara izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır.

Mutezile, İslam dininde bir itikadi mezhep. Mutezile, sözcük olarak "ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler" anlamına gelir. Büyük günâh işleyen kimsenin iman ile küfür arası bir aşamada olduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet âlimlerinden Hasan-ı Basrî'nin dersini terk eden Vâsıl bin Atâ ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu adla anılır. Mutezile ise kendini "ehlü'l-adl ve'ttevhîd" diye adlandırır. Mutezile mezhebinden olan kişiye Mutezili denir. Özellikle kader ve kaza konularındaki yorumları ve inançları nedeniyle İslam dinindeki diğer mezheplerden ayrılmışlardır; ama yine de İslam dininin çoğunluğunu oluşturan mezheplerden, Ehl-i Sünnet, Mutezile'yi İslam dışı saymamaktadır. Akılcı bir mezhep olan Mutezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i Sünnet'ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Sonuç olarak Mutezile mezhebi, gerek akla çok değer vermesi ve özellikle de Abbâsîler döneminde felsefe ile girdiği yakın ilişkiler dolayısıyla barındırdığı felsefi metot ve görüşleri nedeniyle fazlasıyla eleştirilmiştir. Özellikle de nass ile aklın çeliştiğini düşündükleri noktalarda sıklıkla nassı akla uygun gelecek biçimde yorumlamaları diğer mezheplerde büyük tepki uyandırmıştır. Modern zamanlardaki bazı araştırmacı ve İslam tarihçileri de Mutezile mezhebini akla verdiği önem ve yöntemleri bakımından, çeşitli konularda rasyonalist olarak tanımlar. Mutezile mezhebinin kendi içinde barındırdığı beş ana öğesi vardır, bu öğelerin ilki olan ve İslam dininin de ilk öğesi olan tevhidin bu beş ana öğenin temeli olduğunu öne sürerler. Bazı cemaat ve mezhepler bu düşünceye karşı çıkmıştır.

Mürcie, bir İslam dini itikad mezhebi.

<span class="mw-page-title-main">Cehennem</span> çoğu dini inanca göre günahların cezasının çekileceği yer

Cehennem, çeşitli inançlarda ölüm sonrası ceza çekilen ateşli bir yer olarak gösterilir. Cehennemde kalma süresi inanca göre değişiklik gösterebilir. Cehennemde günah borcu ödeninceye kadar kalınıp sonra tekrar cennete gidilebilir. Ancak, cehennem bazıları için sonsuza dek ateşte yanmak anlamına gelir. Cehennem görevlilerine İslam inancında zebani adı verilir.

<span class="mw-page-title-main">Mâtürîdî</span>

Mâtürîdî ya da tam adıyla Ebû Mansûr Muhammed bin Muhammed bin Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî,, İslam dininin iki itikadi mezhebinden birisi olan Mâtürîdîlik mezhebinin kurucusu ve Hanefîlik mezhebine bağlı olanların itikad imamı sayılan İslâm alimi.

Eş'ârîyye veya Eş'ârîlik, İslâm içinde bir teoloji ekolü ve Sünnî itikadi mezheplerinden birisidir. Kurucusu Ebü'l Hasan Eş'arî'dir. Sünnî Müslümanlar arasında Mâtûrîdîlik ve Selefîlik gibi yaygındır. Aklı Mu'tezile kadar önemsememekle birlikte, Selefîyye kadar da küçük çapta ele almaz.

İtikâdî mezhepler veya Akide mezhepleri ya da İnanç mezhepleri, İnançla ilgili konular İslam'da başlangıçta bir fıkıh dalı kabul edilen kelâm, daha sonra ilm-i tevhid olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları Fıkıh, amelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Müslümanlar, İslâm Peygamberi Muhammed döneminde akıllarındaki soruları hemen ona sorabiliyorlardı. Ancak peygamberin ölümünden sonra sorularına cevap bulamayınca zamanın büyük İslam alimleri Kur'an'ı akıl ile yorumlamaya koyuldular. Böylelikle de i'tikadi mezhepler oluşmuş oldu. Bu mezhepler farklı coğrafyalara yayıldı ve oralarda benimsendi.

Büyük günah, kebîre veya fısk, bir İslam dinî terimi. Fısk işleyen kişiye fâsık denir.

Mâtüridîlik, Matüridî'nin kurduğu, Hanefî Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı A'zam'ın düşüncesini tâkip eden, akla önemli bir yer veren İslam dini itikad mezhebidir. Türkiye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde yaygındır.

İslâm'da iman, İslam dininin esaslarına inanmaktır. İslam'a göre kişinin kurtuluşa erebilmesi için iman etmesi şarttır. İnanç konusunda ise, farklı mezheplerin farklı görüşleri bulunmaktadır.

Küfür; inkâr, reddetmek, yok saymak, görmezlikten gelmek, hakaret gibi anlamlara gelir.

Kâfir, İslam dinî terminolojisinde küfür işleyerek dinden çıktığı düşünülen veya hiç Müslüman olmamış kişiye denir.

Aklîleşme, İslâm düşüncesi'nde hicrî birinci yüzyılda ortaya çıkmış Mu'tezile adlı ekolün getirdiği yeni bir kelâmî-felsefî yaklaşımdır. Getirdiği yeni düşünceler, büyümekte olan İslâm Devleti'nin karşılaştığı yeni düşüncelerin getirdiği eleştirilere karşı koymayı amaçlarken İslâm inancını etkilemiş ve yeni Mu'tezile mezhebinin yayılmasına neden olmuştur. Bu düşünceleri yayarak tanınanların başında Ebu'l-Huzeyl el-Allâf bilinmektedir. Düşünceleri yeni mezhebi etkilemekten de öte Ehl-i Sünnet inanç mezheplerinden Eş'arilik'i de etkilemiştir.

<span class="mw-page-title-main">Tathir ayeti</span>

Tathir Ayeti, Ahzab Suresinin otuz üçüncü ayetinin bir bölümü. Şiîler'e göre bu ayet, İslâm dîni peygamberi Muhammed'in Ehl-i Beyt'inin tamamının "ismet" sıfatına hâiz olduğunu belirleyen ayettir. İsmi "pâklanılmak" anlamına gelir.

Şefaat, İslam terminolojisinde, evliya gibi kendisine Allah tarafından izin verilen kişilerin ve özellikle peygamberlerin, inananların affedilmesi için dilekte bulunması anlamına gelir. Arapçada 'çift' anlamına 'şef' (شفع) kökünden 'bir şeyi ikileme veya çiftleme' anlamına gelir. Geniş anlamında ise 'bir işte başka bir kişinin yardımını, aracılığını isteme' gibi anlamları vardır.

Bu sayfada İslam diniyle ilgili tüm maddelerin dizin halinde gösterilmesi amaçlanmıştır. Bu madde içeriğinde İslam'a ait tüm ilmi terimler, İslam dinine ait olmayıp İslam'daki bakış açısını anlatan terimler, diğer dinlere ait terimlerin İslam'a göre bakış açısını gösteren maddeler listelenmiştir. Kişi adlarını buraya eklemek dizini aşırı kalabalıklaştıracağı için; İslam'da çok önemli yeri olan kişiler haricinde diğer isimler için Vikipedi'de listesi bulunan listelere bakınız.