İçeriğe atla

İrfâniye

İrfâniye, İslam'da Allah'ı ilahi yaratıcı olarak tanımak ve bilmek demektir. Kavram İslami terminolojide mârifetullâh olarak da bilinirken İsevi terminolojideki karşılığı gnosistir.

Allah’ın nûru

Allah’a inanan insanın kalbi imânla nûrlanmıştır. Bu, kör gözün açılmasından, işitmeyen kulağın duymaya başlamasından çok ileri bir inkişafla ruhun, Rabbine kavuşması, Ona inanması ve kendini Onun mahlûku bilmesidir. Şimdi sıra, Onu tanıma vadisinde mesafeler almaya gelmiştir.

Kur'an’daki mârifet dersleri

Kur'an, mümine daima marifet dersleri verir. Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yâni Rahman ve Rahim olarak Allah’ı tanımaktır.

“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” emriyle Allah’ın resulü Muhammed’e ve O’nun şahsında da bütün ümmetine marifet sahasında mesafeler kat etme emri verilmiştir. Biz bu emirdeki Rab isminden dersimizi alarak, öncelikle kendimizde tecelli eden ilâhî terbiyeyi okuruz. Yüzümüzü gözümüzü; kalbimizi ruhumuzu, kanimizi, hücremizi okuruz. Hepsini en güzel ve en faydalı biçimde terbiye eden Rabbimizin rahmetini, keremini okuruz. Okudukça O’nun terbiye ediciliğine ve O’nun rahmetine olan marifetimiz artar. İhsanını daha güzel, daha net, daha açık seyreder oluruz.

Ayetin devamına geçer, nutfeden yaratıldığımızı ibretle düşünürüz. Bizi her şeyimizle o küçücük şifrede yerleştiren ve onu açıp her organımızı yerli yerine koyan Rabbimizin lütfuna, rahmetine hayran kalırız.

Rab ismi üzerindeki bu düşüncelerimiz, bizi Fatiha Suresi'ne götürür. Rabbimizi, “Rabb-ül-âlemin” olarak tanırız. O, bizim Rabbimiz olduğu gibi, bütün hayvanlar ve bitkiler âleminin de Rabbidir. Sema, arz, melek ve cin âlemlerinin, arşın, kürsinin, Cennet ve Cehennem'in de Rab'bidir. Bunları düşündükçe, O’nun marifetinde daha da terakki ederiz.

Rab ismi ilâhî isimlerden sadece birisi. Diğer isimleri ve tecellilerini de aynı şekilde tefekkür ederiz. Allah’ı Rab olarak tanıdığımız gibi, Rezzak, Muhyi (hayat verici), Kerim ve Kadir olarak da tanırız. Böylece marifetimiz daha da artar. Sonra, bütün bu isimlerin İlâhî sıfatlardan geldiğini düşünürüz. Marifetimiz sıfatlar aleminde derinleşir ve genişlenir. Ve sonunda, bütün bu sıfatların bir tek zata ait olduğunu bilmekle tevhit sahasına girer, Allah’ı hiçbir mahlukuna benzemeyen, bütün sıfatları gibi zatıyla da eşi ve benzeri olmayan tek zat olarak biliriz.

Allah’ı tanımak

Bu felsefi düşünceye göre, Allah’ın yarattığı olarak tasavvur edilen eşya üzerinde bilim insanlarının dünya yaratıldığından beri kafa yormaları ve her gün yeni keşiflerde bulanmaları, varlık alemini her geçen gün biraz daha tanımaları göstermektedir ki bu eserlerin tümünü yaratan Allah’ı tanımanın, O’nun marifetinde ilerlemenin sonu yoktur. Muhammed peygamber Miraç mucizesinin son durağında, “Ben seni hakkıyla tanıyamadım.” buyurmakla, hem bu sahanın sonsuzluğunu, hem de marifetimizi kesinlikle yeterli görmeyip ömrümüzün sonuna kadar bu yolda ilerlememiz gerektiğini bize ders vermektedir.

Tasavvûfta "Mârifetullâh" mertebesine erişmekte uğranılacak olan dört ruhî durak

Dört durak; Birinci Durak: Şeriat; İkinci Durak: Tarikât Kapısı'ndan geçilerek içine girilen "Tarikât"; Üçüncü Durak: Hakikât Kapısı'ndan geçilerek varılan "Hakikât"; Dördüncü durak olan ve görünemediği tasavvur edilen Gnostisizm ise Mârifet Kapısı'ndan geçilerek erişilebilen ve Hakikât Bölgesi'nin tam merkezinde yer alan ve Dört Durağında da Öz/Cevheri'ni teşkil eden "Mârifetullâh"tir.

İlgili Araştırma Makaleleri

Allah (Arapça: الله, romanize:

<span class="mw-page-title-main">Tasavvuf</span> İslamın içsel, mistik boyutu

Tasavvuf veya Sûfîzm ya da Sûfîlik, İslam'ın iç veya mistik yüzü olarak tarif edilir. Ayrıca Sufizmin batıda yükseltilen içeriğinin "Budizm ve Taoizm gibi içeriksiz güzel yaşama tarzı" olarak yorumlanması da vardır.

<span class="mw-page-title-main">İnsan biçimcilik</span> insanî niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesi

Antropomorfizm ya da insan biçimcilik, insanî niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesidir. Hayvanlar, cansız varlıklar, doğa güçleri, monoteist ve politeist dinlerdeki tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler ve daha başka kavramlar da "Antropomorfizm" konusu olabilir. "Antropomorfizm", Yunancada insan anlamına gelen ανθρωπος (anthrōpos) ile şekil veya biçim anlamına gelen μορφη (morphē) kelimelerinden oluşur.

<span class="mw-page-title-main">Cami</span> Müslümanların ibadet mekânı

Cami, İslam dininin ibadet mekanıdır. Genellikle minaresiz küçük camilere veya bazı kurum ve kuruluşlarda ibadet için ayrılmış ufak mekanlara ise mescit denir.

<i>Risale-i Nur</i> tefsir külliyatı

Risale-i Nur, konu sırası takip etmeyen, güncel, İslami ve imani konularda Said Nursi tarafından 1925 yılında yazılmaya başlanmış, 24 yılda tamamlanmış kitap ve kitapçıklardan oluşan bir külliyattır.

<span class="mw-page-title-main">Teslis</span> Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsün­den oluşan Tanrı inancını ifâde eden kavram

Teslis, Kutsal Üçleme ya da Üçlü Birlik, tek olan Tanrı'nın Kutsal Kitap'ta kendisini bildirdiği her biri eşit yücelikte, özünde tek, ezeli ve ebedi olan üç benliğini konu edinen ve Hristiyan kiliselerinin çoğunluğu tarafından inanılan ana akım Hristiyan dininin merkezindeki inanç esasıdır. Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Kutsal Ruh üç farklı benlik (hipostaz) olarak aynı özü paylaşmaktadırlar (Homoousia). Tek öz Tanrı'nın birliğini üç benlik ise Tanrı'nın kimliğini anlatmaktadır ve benliklerin hem birbirinden farklılıklarını hem de özde çözülmez birliklerini ifade eder. Böylece tüm yaratım ve lütuf süreci Tanrı'nın üç ilahi benliğinin ortak eylemi olarak görülür. Her benlik, Üçlü Birlik'te kendilerine özgü nitelikleri tezahür ettirir ve böylece her şeyin "Baba'dan çıkıp gelmiş" "Oğul aracılığıyla" ve "Kutsal Ruh'un gücüyle" gerçekleştiğini kanıtlar.

<span class="mw-page-title-main">Cehennem</span> çoğu dini inanca göre günahların cezasının çekileceği yer

Cehennem, çeşitli inançlarda ölüm sonrası ceza çekilen ateşli bir yer olarak gösterilir. Cehennemde kalma süresi inanca göre değişiklik gösterebilir. Cehennemde günah borcu ödeninceye kadar kalınıp sonra tekrar cennete gidilebilir. Ancak, cehennem bazıları için sonsuza dek ateşte yanmak anlamına gelir. Cehennem görevlilerine İslam inancında zebani adı verilir.

<span class="mw-page-title-main">İbrahim</span> Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamın müştereken kabul ettiği peygamber, bu dinlerin ortak atası

İbrahim, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi İbrahimî dinlerin ortak atasıdır. Yahudilikte, Yahudiler ile Tanrı arasındaki özel ilişkinin kurucu babası, Hristiyanlıkta, Yahudi ya da Yahudi olmayan tüm inananların ruhsal atası, İslam'da ise Adem ile başlayan ve Muhammed'de sona eren peygamberler zincirinin bir halkasıdır.

<span class="mw-page-title-main">Ruh</span> yaşayan bir varlığın manevi özü

Ruh, can ya da tin; din ve felsefede, insan varlığının fiziksel olmayan yönü ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle eşanlamlı olarak ele alınır. Teolojide ruh kişinin tanrısallığa ortak olan kısmı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır.

Tevhit ya da tevhid, teizm tarifinin İslâm terminolojisindeki karşılığıdır.

Mâtüridîlik, Matüridî'nin kurduğu, Hanefî Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı A'zam'ın düşüncesini tâkip eden, akla önemli bir yer veren İslam dini itikad mezhebidir. Türkiye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde yaygındır.

Sufi metafiziği başlıca vahdet (birlik) düşüncesi etrafında gelişmiştir. Öyle ki varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Bu anlayışı açıklayan iki farklı ifade biçimi kullanılır; Vahdet-i vücud ve vahdet-i şuhut. Bazı İslami reformcular bu iki deyim arasındaki farklılığın sadece semantik ve deyimle ilgili olduğunu, özünde bir farklılık içermediğini söylerler. Sufi metafiziğinde diğer dikkat çeken konular hulul, teşkik ve maksut birliği gibi konulardır. Allah ile evren arasındaki ilişkinin tarzı sufiler arasında olduğu gibi, sufi olmayan müslümanlar arasında da tartışılagelmekte olan bir konudur.

<span class="mw-page-title-main">Sadreddin Konevî</span>

Sadreddin Konevî (1209-1274), Fars asıllı filozof ve tasavvuf felsefesindeki en etkili düşünürlerden biriydi.

İlahi aşk — Dini ya da spirtüalist yönelişlerle kişinin, maddesel dünyaya ait varlıklara olan sevgisinin kaynağına dönerek ilahi olana dair hissettiği yüce bağlılık; İslam dünyasında Aşk-ı ilahi olarak da anılır.

Mektûbât (مکتوبات) veya Mekâtîb, mektuplar anlamına gelen bu eser Mevlânâ'nın dost ve akrabalarına, özellikle de Selçuklu emir ve vezirlerine nasihat için yazdığı 147 adet mektuptan oluşur. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin ölümünden sonra, mektuplar bir araya getirilmiş ve bu esere de Mektûbât veya Mekâtîb adı verilmiştir.

<span class="mw-page-title-main">Velî (İslam)</span> Esma ül Hüsna

Veli (Arapça: الْوليّ, çoğul Arapça: أَوْلِيَاء, ʾawliyāʾ), "efendi", "otorite", "koruyucu", gibi çeşitli şekillerde tercüme edilen Arapça kelime, Müslümanlar tarafından en yaygın olarak İslami bir azizi belirtmek için " Tanrı'nın dostu" anlamında kullanılır.

<span class="mw-page-title-main">Büyük melekler</span>

Büyük melekler, başmelekler ya da mukarrebîn melekler diğer meleklere nazaran yüce makam sahibi olduğuna İbrahimi dinlerde inanılan meleklerdir. Her ne kadar, büyük melekler daha çok başlıca İbrahimi dinler olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'da işlenen bir konu olsa da bu İbrahimi olmayan dinlerde benzer kavramlar görülebilir.

<span class="mw-page-title-main">Barnabas İncili</span> 16. yüzyılda yazılmış psödoapokrif incil

Barnabas İncili, Müslüman bakış açısıyla, yaklaşık olarak 16. yüzyılın son çeyreğinde yazıldığı düşünülen psödoapokrif incildir. İsa’nın öğrencilerinden Barnabas tarafından yazıldığı iddia edilir.

Köstendilli Süleyman, eserlerinde Şeyhî mahlasını kullanan 18. yüzyıl sufi ve yazarı. Tam adı Mollazâde Süleyman Şeyhî-i Köstendilî-i Nakşibendî Efendi'nin adı Süleyman, Nakşibendî tarikatına intisab etmiş olması nedeniyle “Nakşibendî”, şeyh olması nedeniyle de “Şeyhî” unvanıyla anılır. “Mollazâde” ailesinden gelen bir isimdir.

Alevîler'in dinî i'tikadı Siyâseten İslâmiyet’in “İmamiye-i İsnâ‘aşer’îyye / Onikicilik” fıkhî mezhebinden olan Alevîler, i’tikaden Horasan Melametîliği’nden köken alan Hoca Ahmed Yesevî’in kurduğu “Sünnîliğin Tasavvufî–Yesev’îyye Tarikâtı” ile Fâtımîler Halifeliği devrinde Orta Asya ve Türkistan’da çok önemli fa’aliyetlerde bulunan Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev’in kurucusu olduğu Pamir Alevîliği’nin de altyapısını oluşturan “Şiîliğin Bâtınî–İsmâilîyye” fıkhî mezhebinin şiddetli etkisi altında gelişimini tamamlayarak ortaya çıkan “Tasavvufî-Bâtın’îyye” i’tikadî mezhebi mensûplarıdır. Alevîlik içerisinde Kızılbaş, Dazalak, Kalender’îyye, Bedr’îyye, Bektâş’îyye, Câm’îyye, Şems’îyye, Edhem’îyye gibi farklı birçok bâtınî tarîkat (yol) yer almaktadır. 13. asırda Babâîlik’ten ve 14. asrın sonlarından itibaren de yoğun olarak Hurûfîlik’ten etkilenen Anadolu kaynaklı Bektaşilik Tarikatı bunların içlerinde en meşhur olanıdır. 14. ve 15. asırlarda “Fadl’Allah Ester-Âbâdî” tarafından Şiîlikten ayrılarak zuhur eden “Hurûfîlik” mezhebinin tesirleri altında kendisini yeniden yapılandırmış olan Bektâşîlik, Alevîliğin içinde yer aldığı varsayılan bir tarîkat (yol) olması itibarıyla Anadolu Alevîliği’nin tamamını tanımlamamaktadır.