Türklerin Anadolu'ya geldikten sonra edebiyatları iki gruba ayrılmıştır. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen aydınların oluşturduğu "Yüksek Zümre Edebiyatı" ve İslam öncesinden gelen sözlü bir "Halk Edebiyatı". Anadolu'ya göç eden Türkler arasında aynı ayrım devam etti. Medrese eğitimi gören aydın kesim Arap ve Fars edebiyatlarının tesirini devam ettirirken, halk yine saz şairleri aracılığıyla halk edebiyatını devam ettirdi. Dolayısı ile Anadolu Türk Edebiyatı iki grupta incelenmektedir. Bu gruplardan biri halk edebiyatıdır.

Czesław Miłosz Polonyalı şair ve deneme yazarı.
Yedi Ulu Ozan, Alevîlik'te söyledikleri deyişler ile Alevi inancını halka anlatan ve yaşadıkları dönemden bugüne Zakirler ve sözlü edebiyat ile mesajlar ulaştıran, biri hükümdar diğerleri halktan olan, birçoğunun Ehl-i Beyt soyundan geldiğine inanılan şair ve ozanlara denir. Alevi-Bektaşi çevrelerince Yedi Ulu Ozan olarak kabul edilen şairler genellikle 15. ile 17. yüzyıllar arasında yaşamıştır. Bu şairlerin arasında Seyyid Nesîmî, Hatâî, Fuzûlî, Yemînî, Pîr Sultan Abdal, Virânî ve Kul Himmet bulunmaktadır. Bu şairlerin eserleri ve şiirleri, Alevi-Bektaşi geleneğinin önemli bir parçası olarak kabul edilmiş ve geniş bir hayran kitlesi tarafından değer görmüştür. Alevi-Bektaşi geleneğine yön veren bu ozanlar, farklı dönemlerde yaşamalarına rağmen benzer üsluplar kullanmışlar ve dikkat çektikleri konu ve içeriklerde benzerlikler göstermişlerdir. Eserlerinin temelinde Alevilik öğretisinin bulunması, hem kendi dönemlerinde hem de sonraki nesillerde büyük etkiler yaratmalarına ve Alevi-Bektaşi geleneğine önemli katkılarda bulunmalarına neden olmuştur. Bu nedenle, bu ozanlar genellikle "Yedi Ulu Ozan" olarak nitelendirilmişlerdir. Bu ozanların ulu olarak nitelendirilmesinin başlıca nedenleri, yaşam felsefeleri, eserlerindeki konu birliği, Ali ve On İki İmam sevgileridir. Dolayısıyla, bu ozanlar sadece kendi dönemlerinde değil, aynı zamanda Alevi-Bektaşi inancının devamlılığını gösteren kanaat önderleri olarak da kabul edilmişlerdir. Yedi Ulu Ozan'dan üç isim, Nesîmî, Fuzûlî ve Hatâî, hem Türkiye'de hem de Azerbaycan'da büyük şairler olarak önemli bir yere sahiptirler.

Adam Bernard Mickiewicz Polonya'nın önemli şairlerindendir.
Manfred Kridl (1882-1957) bir Polonya edebiyatı tarihçisi.

Stanisław Zaczyk bir Polonyalı tiyatro ve film aktörü. O 1969 yılında Polonya Hizmet Nişanı ile ödüllendirilmiştir.

Lehistan-İsveç savaşları, Lehistan-Litvanya Birliği ile İsveç İmparatorluğu arasında geçen savaşlar. Genel olarak yorumlandığında, bu terim 1563 ve 1721 arasındaki bir dizi savaşları yer alır. Daha özetleyici olarak, 1600 ve 1629 arasındaki belirli savaşları ifade eder.

Wiesława Mazurkiewicz-Lutkiewicz, Polonyalı tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu.

Romantik dönem Polonya edebiyatı, 1822-1863 yılları arasında Polonya edebiyat tarihinde, Avrupa'daki geç romantizm eğilimine karşılık gelen dönemdir.

Kırım Soneleri, Adam Mickiewicz'in 1825 yaz ve sonbaharında Kırım Yarımadası'na yaptığı yolculuğu anlatan 18 soneden oluşan dizedir. Soneler 1825-1826 yıllarında yazılmış ve 1826'da Odessa Soneleri ile birlikte Moskova'da yayımlanmıştır. Soneler, Polonya edebiyatındaki ilk sonelerdir ve bu yapıttan sonra dönemin yazarlar arasında soneler serisini başlattı. Soneler, Johann Wolfgang von Goethe'nin West-östlicher Divan'ndan bir slogan içerir ve Kırım'daki seyahat arkadaşlarına ithaf edilmiştir.

Wallenrodizm, Adam Mickiewicz'in 1828'de yazdığı şiirsel romanında Konrad Wallenrod adlı kahramandan türetilen kavramdır. Mickiewicz'in oluşturduğu Konrad Wallenrod, doğası gereği onurlu olmasına rağmen, yüce ve asil bir hedefe ulaşmak için düşmanına yaklaşmak ve ondan intikam almak için hileye başvurdu. Eserin yazıldığı dönemde savaşlarda centilmenliğe önem verilmesinden dolayı Mickiewicz'in yaklaşımı oldukça farklıydı. Bu etik olmayan davranışlar, ulusun kurtuluşuna duyulan yüksek ilgiden kaynaklanıyordu. Konrad Wallenrod'un asil idealleri ile kullandığı yöntemler arasında bir tutarsızlık bulunuyordu. Aslında Konrad Wallenrod, düşmanın kuvvetli olmasından dolayı kendi ahlaki kurallarına aykırı araçlar kullanmak zorunda olduğu trajik bir durumdaydı. Wallenrodizm kavramı eserin yazıldığı dönemde kullanılmaya başlandı. Bu dönemde Nikolai Novosiltsov, Konrad Wallenrod'un toplum üzerindeki potansiyel tehlikesi konusunda uyarmıştı.
Polonyalı anneye, 1830'da Adam Mickiewicz tarafından 1830'da yazılan bir şiirdir. İlk baskısı 1831'de Goniec Krakowski dergisinde yayınlandı

Tanrı'nın Davası Çemberi, 1 Haziran 1842'de Andrzej Towiański'nin öncülüğünde Paris'te kurulan ve 1878'e kadar faaliyet gösteren ahlaki ve dini bir hareket. Towiański, işgal altında yaşayan Leh halkı için yeni bir dönemin geleceğine inanıyordu. Ona göre Tanrı'nın Krallığının yeryüzüne gelişinde Polonya ulusunun tarihsel süreçte önemli bir rolü olacaktı. Çünkü onlara göre Polonyalılar, seçilmiş uluslardan bir tanesidir. Bunun yanında dini hareket, kurumsallaşmış dini formları da eleştirdi. Her insanın tanrı tarafından kendisine verilen mutlak bilginin kendi içinde gizli olduğunu iddia ediyorlardı. Çember, birçok Polonyalı göçmenden oluşuyordu. Bunların arasında Adam Mickiewicz, Juliusz Słowacki, Michał Szweycer, Seweryn Goszczyński gibi isimler de vardı.

Dziady , Adam Mickiewicz'in kaleme aldığı Dziady dizisinin üçüncü eseridir. Eser 1832'de Dresden'de yazılmıştır. İlk kez 1832'de şiirin dördüncü cildi ve bir yıl sonra ayrı bir baskı olarak yayınlandı. Araştırmacılar, Dziady'ın bu bölümünü siyasi-tarihsel ve metafizik konuların tek bir eserde bir araya gelmesi nedeniyle Polonya romantik dramasının başyapıtı olduğunu kabul eder. Eser, yazıldığı yere ithafen bazen Dziady Drezdeńskie olarak anılır.

Polonya Ulusu ve Polonya Hacının Kitapları, 1832'de Paris'te Kasım Ayaklanması'nın bastırılmasından kısa bir süre sonra Adam Mickiewicz tarafından yazıldı. Eser iki bölüme ayrılıyor: "Polonya ulusunun kitapları" ve "Polonya hac kitapları". Her ikisi de hem ideoloji hem de sanat açısından bir bütün oluşturur. "Polonya ulusunun kitapları ve Polonya hacları" aslında nesir şiiri şeklinde yazılmış siyasi bir incelemedir. Bu eserde Mickiewicz Dziady'ın III. bölümünde gösterdiği mesihik fikirleri detaylandırmaktadır. Bu eserden sonra Mickiewicz, Pan Tadeusz'u kaleme almıştır.

Juliusz Słowacki (1809-1849), günümüz Ukrayna topraklarına bulunan Krzemieniec'de doğdu. Babası Euzebiusz Słowacki, o yıllarda Wołyn'da edebiyat profesörlüğü yapıyordu. Ardından Vilnius Üniversitesine geçen Euzebiusz Słowacki, ailesiyle birlikte Vilnius'a taşındı. Ancak Juliusz Słowacki beş yaşındayken babası tüberkülozdan dolayı öldü. Kocasının erken ölümünden sonra, Salomea'ye miras kaldı ve oğluyla birlikte Krzemieniec'e geri döndü. Oldukça güzel olan Salomea, 1818'de, üst düzey seçkinler arasındaki sayısız temas sayesinde Vilnius Üniversitesinden bir tıp profesörü ve Litvanya'nın elitlerinden olan August Bécu ile yeniden evlendi. Profesör August Bécu, Juliusz'un sanata olan eğilimini fark etmişti. Annesi ise sanatla ilgilenmesini istemiyordu. Ancak hiçbir zaman üzerinden atamayacağı içe dönük ve melankolik ruha sahip olan Juliusz Słowacki, sürekli Fransız ve İngiliz edebiyatıyla ilgileniyordu.
Genesis Felsefesi, Juliusz Słowacki tarafından, hem milletin hem de bireyin tarihteki rolünü göz önünde bulunduran felsefi bir kavramdır. 1843'te Słowacki, uzun süre üye olmadığı Tanrı'nın Davası Çemberi'nden ayrıldı. Tarikatın felsefesine katılmıyordu. Bu nedenle Juliusz Słowacki evrenin özü ve varoluşun anlamı hakkındaki görüşlerini düzenleyen kendi felsefi sistemini yarattı.

Anhelli, Juliusz Słowacki'nin şiiri, Polonya göçünün geleceği ve Polonya'nın bağımsızlığı için verilen mücadele hakkında kötümser bir eserdir. Yapıt, Adam Mickiewicz tarafından yazılan Polonya Ulusu ve Polonya Hacının Kitaplarının bir kopyası olarak kabul edilir ve İncil'e atıfta bulunur.

Arap, Juliusz Słowacki'nin Kasım 1830'da Varşova'da yazdığı bir şiirdir. Ancak şiir, Nisan 1832'de Słowacki'nin Şiir adlı eserinin ilk cildinde yayınlandı. Słowacki'nin Michał Rola Skibnicki'ye ithaf ettiği bu koleksiyondaki iki doğu şiirinden biridir.

Sarmatizm, Polonya-Litvanya Birliğindeki etno-kültürel bir ideolojiydi. Rönesans döneminden 18. yüzyıla kadar var olan soyluların egemen Barok kültürü ve ideolojisi olmuştur. "Altın Özgürlük" kavramıyla birlikte, Devletler Topluluğu'nun kültür ve toplumunun merkezinde yer alıyordu. Özünde, Polonya-Litvanya Birliği halkının antik çağda çağdaş Polonya topraklarının efsanevi fatihleri olan Sarmatların soyundan geldiğine dair birleştirici inanış bulunuyordu.